ÜÇÜNCÜ
ESAS
TEKFİR MESELESİ KARŞISINDA EHL-İ SÜNNETİN TUTUMU
Selef-i salih olan ehl-i sünnet
ve'l-cemaat'in akidesinin esaslarından birisi de şudur: Onlar kalbi iman ile dopdolu ve
rahat ve huzur bulmuş olması şartı ile cahil, te'vilci ya da zorlanan bir kimsenin,
-terkedenin kafir olmasına sebeb teşkil edecek şekilde- küfre götüren bir fiil
işlemesi halinde delili ona karşı ortaya koymadıkça, hiçbir kimsenin İslam'dan
çıktığını söylemezler.
Şirkten daha aşağı olan, büyük günahlardan hangisini işlerse
işlesin, bu günahı dolayısıyla hiçbir müslümanın da kafir olduğunu söylemezler.
Böyle bir günahı işleyen kimsenin kafir olduğu hükmünü vermezler. Onlar o kimsenin
o günahı helal kabul etmediği sürece yahut ta dinden olduğu kesin (zaruri) olarak
bilinen bir şeyi inkar etmediği sürece o kimsenin fasık ya da imanının eksik
olduğuna hükmederler. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Doğrusu
Allah kendisine şirk koşulmasını mağfiret etmez. Ondan başkasını da dilediğine
bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse şüphesiz büyük, bir günahla iftira etmiş
olur." (en-Nisa, 4/48)
Yine yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "De ki: Ey nefisleri
aleyhine ileri giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah
bütün günahları mağfiret eder. Muhakkak O, çok çok mağfiret edendir, rahmet
edendir." (ez-Zümer, 39/53)
Çünkü küfrün esası kasti olarak yalanlamak, kalbi ona açmak,
kalbin huzur ile onu kabul etmesi, ruhun bundan rahatsız olmamasıdır. Özellikle
bilgisizlikle birlikte olması halinde şirke ait birtakım inançların zaman zaman
hatırdan geçmesine itibar edilmez. Çünkü yüce Allah: "Fakat küfre göğüs
açarsa..." (en-Nahl, 16/106) diye buyurmaktadır.
Kitab ve sünnetten bir işin küfür olduğunu ortaya koyan bir delil
bulunmadığı sürece kimsenin kafir olduğuna hükmetmezler. Bir kimse bu hali üzere
ölecek olursa, işi yüce Allah'a kalmıştır. Dilerse onu azablandırır, dilerse ona
mağfiret eder. Büyük günah işleyen kimsenin kafir olduğuna yahut ta iki menzile
arasında bir yerde bulunduğuna hükmeden sapık fırkalardan bu konuda farklı
kanaattedirler.
Ayrıca Peygamber -sallallahu aleyhi ne sellem- de bundan
sakındırmış ve şöyle buyurmuştur: "Herhangi bir kimse kardeşine: Ey kafir
diyecek olursa, bu, söze onlardan birisi layık olur. Eğer dediği gibi ise mesele yok,
aksi takdirde bu söz onu söyleyene döner." (Müslim); "Bir kimse böyle
olmadığı halde bir başkasını kafir diye çağırır yahut ta Allah'ın
düşmanı(dır) diyecek olursa, mutlaka o söz ona döner." (Müslim); "Bir
kimse bir diğerini fasıklıkla yahut kafirlikle itham ederse, eğer o kişi böyle
değil ise o söz mutlaka ona geri döner." (Buhari); "Kim bir mü'mini bir
küfürle itham ederse, bu onu öldürmek gibidir." (Buhari); "Bir kimse
kardeşine ey kafir diyecek olursa, onlardan birisi bu söze müstehak olur."
(Buhari)
Ehl-i sünnet ve'l-cemaat bid'at sahibi kimseler hakkında masiyet ya
da küfür ile mutlak hüküm vermek ile kat'î olarak müslüman olduğu sabit olmakla
birlikte herhangi bir bid'ati işlemiş muayyen bir kişi hakkında isyankar, fasık ya da
kafir hükmünü vermek arasında fark gözetirler. Böyle bir kimseye hak
açıklanmadığı sürece, onun hakkında böylece hüküm vermezler. Hakkın
açıklanması ise ona karşı delilin ortaya konulmasıı ve şüphesinin ortadan
kaldırılması ile olur. Muayyen bir kimseyi de ancak gerekli şartların gerçekleşmesi
ve engellerin ortada bulunmaması halinde tekfir ederler, kafir olduğunu söylerler. (1)
Ebu Hureyre -radıyallahu anh- da dedi ki: Rasülullah -sallahu aleyhi
ve sellem-'ı şöyle buyururken dinledim: "İsrailoğulları arasında kendi
aralarında kardeşlik bağı kurmuş iki kişi vardı. Bunlardan birisi günah işler,
diğeri ise büyük bir gayretle ibadet ederdi. Gayretle ibadet eden kişi diğerini
günah işlerken görüp durur ve hep ona: Bu işten vazgeç, derdi. Birgün yine onun bir
günah işlemekte olduğunu görünce ona, terket dediği halde o: Sen beni Rabbimle
başbaşa bırak, sen benim üzerime bir bekçi mi gönderildin? deyince, ibadet
düşkünü şahıs:
Allah'a yemin ederim, Allah sana mağfiret etmeyecektir -ya da Allah seni cennete
sokmayacaktır- derdi. Derken ruhları kabzedildi, her ikisi de alemlerin Rabbinin
huzurunda biraraya geldiler. Gayretle ibadet eden kişiye: Sen beni bilen birisi miydin?
Yoksa benim elimde bulunanlara güç yetiren birisi miydin? diye sordu. Günahkar kimseye
de; Haydi git, rahmetimle cennete gir, dedi. Öteki hakkında ise: Alın bunu, cehennem
ateşine götürün diye emir buyurdu. Ebu Hureyre dedi ki; Nefsim elinde olana yemin
ederim ki o dünyasını da, ahiretini de mahveden bir söz söylemişti." (2)
Küfür imanın zıttıdır. Şu kadar var ki küfür şer'î dilde iki
türlüdür. Zira nasslarda küfür lafzı kullanılırken bazen kişiyi dinden çıkartan
küfür anlamında, bazen de kişiyi dinden çıkarmayan küfür diye kullanılmaktadır.
Bunun böyle olmasının sebebi ise, imanın birtakım şubelerinin olduğu gibi, küfrün
de birtakım şubelerinin olmasıdır. Küfrün de birtakım esasları ve birbirinden
farklı şubeleri vardır. Bunların bazıları küfrü gerektirir, bazıları ise
kafirlerin özelliklerindendir.
A- Dinden Çıkartan ve İtikadî Küfür Diye Adlandırılan
"Büyük Küfür":
Bu, iman ile zıt, İslam'ı iptal eden, kendisi olmadığı takdirde
İslam'ın tamamlanması imkansız olan şeylerin inkar edil-mesidir. Böyle bir küfür
cehennemde ebedi kalmayı gerektirir, imandan çıkartır. Böyle bir küfür itikad, söz
ve fiil ile olur, bunun beş çeşidi vardır;
1- Yalanlama Küfrü: Bu peygamberlerin yalan
söylediğine inanmak yahut peygamberin getirdiğinin hakka aykırı olduğunu ileri
sürmek ya da Allah'ın emir ve yasağınının bunun zıttı olduğunu bilmekle birlikte,
Allah'ın bir şeyi haram yahut helal kıldığını iddia etmek.
2- Tasdik etmekle birlikte yüz çevirme ve istikbar
(büyüklenme) küfrü: Bu da bir kimsenin rasülün getirdiğinin Rabbinden gelen
bir hak olduğunu kabul etmekle birlikte hakkı ve hak ehlini küçümseyerek
şımarıklıkla ve azgınlığı sebebiyle hakka tabi olmayı reddetmekle olur, iblis'in
küfrü gibi, Çünkü o Allah'ın emrini reddedip, inkar etmedi fakat O'na karşı koydu
ve büyüklük tasladı.
3- Yüz çevirme küfrü: Kulağı ile kalbi ile Allah
Rasûlünden yüz çevirmesi, O'nu tasdik de etmemesi, yalanlamaması, onu dost da
edinmemesi, düşmanlık da beslememesi şeklinde olur fakat hiçbir şekilde ona kulak
vermez. Hakkı terkeder, ne hakkı öğrenir, ne de hak ile amel eder. Hakkın sözkonusu
edildiği yerlerden de kaçar gider. İşte böyle bir kimse yüz çevirme küfrü ile
kafirdir.
4- Münafıklık küfrü: Bu da kalbinden red ve inkar
etmekle birlikte rasülün getirdiği şeylere zahiren tabi olduğunu göstermektir.
Böyle bir kimse aslında dışa karşı iman sahibi olduğunu açığa vurur fakat
içinde küfrü gizler. (3)
5- Şüphe küfrü: Peygamber -sallallahu aleyhi ve
sellem-'in doğru söylediğini de, yalan söylediğini de kesin olarak kabullenemeyip, bu
hususta şüphe etmesi, ona tabi olup olmamak noktasında tereddüte düşmesidir.
Çünkü istenen Allah Rasülünün, Rabbinden getirdiklerinin hiçbir şüphenin
sözkonusu olmayan bir hak olduğuna dair kesin kanaat sahibi olmak ve inanmaktır. Allah
Rasülünün getirdikleriine tabi olmak hususunda tereddüde düşen yahut ta hakkın
bunun dışında olabileceğini kabul eden bir kimse şüphe ve zan küfrü ile kafir
olur.
Bir kimse bu küfür türlerinden birisi üzere öldüğü takdirde,
ebedi olarak cehennemde kalmasını ve bütün amellerinin boşa çıkmasını gerektirir.
Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Gerçek şu ki; ister kitab ehlinden olsun, isler
müşriklerden olsun. O kafir olanlar cehennem ateşindedirler. Orada ebedi
kalıcıdırlar. Yaratılanların en kötüleri de işte bunlardır." (el-Beyyine.
98/6)
Yine yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Sana
ve senden öncekilere vahyolundu ki: Eğer şirk koşarsan, andolsun ki amelin boşa
çıkar ve muhakkak zarar edenlerden olursun. " (ez-Zümer, 39/65)
B- Dinden Çıkartmayan ve Amelî Küfür Diye de Adlandırılan
"Küçük Küfür":
Şarî' bu tür küfür hakkında azarlamak ve tehdit etmek maksadıyla
"küfür" lafzını kullanmıştır. Bu gibi davranışlar ise cehennem
ateşinde ebedi kalmamak üzere ilahi tehdidi hakettiren, gerektiren büyük
günahlardandır. Bütün masiyetler bunun kapsamına girer, çünkü bütün masiyetler
küfrün hasletlerindendir. Ancak bu küfürden kasıt imanın zıttı olan küfür
değildir. Buna verilebilecek misallerin bazıları:
Müslüman kimse ile çarpışmak, Allah'tan başkası adına yemin
etmek, inkar ederek değil, cezayı hakettiğini de kabul etmekle birlikte isyan etmek
suretiyle Allah'ın indirdiklerinden başkası ile hükmetmek, kahinlere gitmek ve onları
doğrulamak, kadına arkadan yaklaşmak, mü'minin mü'min kardeşine ey kafir demesi ve
daha başka küçük küfür şekilleri gibi... Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Eğer
mü'minlerden iki taife birbirleriyle çarpışırlarsa, siz o ikisinin arasını bulup
barıştırın." (el-Hucurat, 49/9)
Peygamber -sallalluhu aleyhi ve sellem- de şöyle buyurmuştur: "Mü'mine
sövmek fasıklık, onunla çarpışmak küfürdür." (Buharî ve Müslim) Yine
Peygamber şöyle buyurmuştur; "Benden sonra biriniz diğermin boynunu vuracak
şekilde kafirler olarak gerisin geri dönmeyin." (Buharî ve Müslim)
Yine Peygamber şöyle buyurmaktadır: "Kim Allah'tan başkası
adına yemin ederse, şirk koşmuş ya da kafir olmuş olur."
Yine Peygamber şöyle buyurmaktadır: "Zina eden kişi zina
ettiğinde mü'min olarak zina etmez. Hırsızlık yapan kimse, hırsızlık yaptığında
mü'min olarak hırsızlık yapmaz. İçki içen kişi içki içtiğinde mü'min olarak
içki içmez. Tevbe de bundan sonra arzedilmiş haldedir." (Buharî ve Müslim)
DİPNOTLAR
(1) "Kesin olarak müslüman olduğu
sabit olan kimsenin bu müslümanlığı şüphe ile ortadan kalkmaz." şeklindeki
selefi kaidenin ışığında selef-i salih'imiz hareket etmiş ve bu bakımdan insanları
tekfir etmekten insanlar arasında en uzak kimseler olagelmişlerdir. Bundan dolayı Ali
b. Ebi Talib (r.a)'a Nehrevan'lılar (Hariciler) hakkında, Onlar kafir midir diye
sorulduğunda, o: Küfürden kaçtılar diye cevab vermiştir. Peki onlar münafık
mıdırlar diye sorulunca, bu sefer: Münafıklar Allah'ı ancak pek az zikrederler.
Bunlar ise sabah akşam durmadan Allah'ı zikrederler. Onlar ancak bize karşı
başkaldırmış kardeşlerimizdir. (Beyhakî, es-Sünenu'l-Kübra, VIII, 173.)
Tekfir hususunda türü ile şahsı birbirinden ayırdetmemiz son
derece gerekli bir şeydir. Şöyle ki küfür olan herbir şey dolayısıyla muayyen bir
şahıs tekfir edilecek diye bir şey yoktur. Bir sözün bir küfür olduğuna hüküm
vermek ile o sözü söyleyen kimsenin kafir olduğuna hükmetmek arasında fark gözetmek
gerekir. Mesela yüce Allah'ın heryerde olduğunu söylemek küfürdür. Allah'ın
sözünün mahluk olduğunu söylemek küfürdür. İlahi sıfatları kabul etmemek
küfürdür... Bu gibi hususlar hakkında hüküm vermek tür ya da söz hakkında hüküm
vermek kabilindendir. Ancak durum muayyen bir kişi ile alakalı olunca, işte o vakit
durmak ve o kimseye soru sorup, onunla tartışmadan önce aleyhine küfür hükmünü
vermemek gerekir. Zira böyle bir kimseye göre bu husustaki hadis sabit olmamış
olabilir, yahut te'vilci bir kimse olabilir. Nassları anlayamayan bir kimse olabilir,
cahil bir kimse olabilir. Tartışmadan sonra şüphe ortadan kalkar ve ona karşı delil
ortaya konulacak olursa, artık bundan sonra durum farklı bir hal alır. Zira te'vil eden
kimse ile cahil kimsenin hükmü, inad eden ve bilerek günaha yönelen kimsenin hükmü
ile aynı değildir.
Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- şöyle
demektedir: "Buna göre te'vil eden cahil kimse ile mazereti kabul edilebilir bir
kimsenin hükmü hiçbir zaman inatçı ve bile bile inkar edenin hükmü gibi değildir.
Aksine yüce Allah bunların herbirisini ayrı bir şekilde değerlendirmiştir."
(Mecmuatu'r-Resail ve'l-Mesail, V, 382) Yine şöyle demektedir: "Bu husus
bilindiğine göre bu cahillerden ve benzerlerinden muayyen bir kimsenin kafirlerle
birlikte olduğu anlamında hüküm vermek suretiyle tekfir edilmesi, bunlardan herhangi
birisine onların Allah Rasülüne muhalefet ettikleri açıkça belirtilerek risaletin
delili ile onlara karşı delil ortaya konulmadıkça, böyle bir işe kalkışmak caiz
değildir. Böyle bir söz söylemenin küfür olduğunda şüphe bulunmasa dahi bu
böyledir. İşte muayyen birtakım kimselerin tekfir edilmesi ile ilgili olarak herkes
hakkında bu söz aynen bu şekilde geçerlidir." (Mecmuatu'r-Resail ve'l-Mesail,
III, 348)
Bu hususu öğrendiğimize göre cahil ve benzeri muayyen kimselerin
tekfir edilmesi onlara karşı delil ortaya konulmadıkça caiz değildir. Ortaya
konulacak delilin de onların anlayabilecekleri bir seviyede olması gerekir. Delilleri ve
belgeleri kavrayabilecek hale gelinceye kadar onların akli seviyeleri gerektiği gibi
gözönünde bulundurulur.
Özetle söyleyecek olursak, icma ile küfür olduğu kabul edilen bir
söz hakkında bu mutlak olarak bir küfürdür, denilir. Ancak bu sözü söyleyen
herkesin kafir olduğunu söyleyerek hüküm vermeyi gerektirmez; ta ki o kimse hakkında
kafir olduğunu söylemenin şartları sabit olup, bunun önündeki engeller ortada
kalmayıncaya kadar. İlim adamlarından sahih olarak gelen, onların kıble ehlini tekfir
etmedikleri şeklindeki rivayetler ise işlediği bid'ati küfre götüren türden olmayan
kimseler hakkında yorumlanır. Çünkü onlar bid'ati küfre götüren türden olan
kimsenin tekfir edileceğini ittifakla kabul etmişlerdir.
(2) el-Elbanî, Sahih-u Sünen-i Ebî Davud.
(3) Münafıklık da itikadi nifak ve amel-i nifak olmak üzere iki
türlüdür.
İtikadi münafıklık yahut büyük münafıklık kalbinde küfrü gizleyen ve dil
ve azaları ile imanı açığa vuran kimseninkidir. Bu şekilde münafıklık eden bir
kimse cehennem ateşinin en derin yerindedir. Peygamber'in Allah'tan getirdiklerini,
kısmen ya da tamamen yalanlayan, rasûlü yahut onun getirdiklerinin bir kısmını
yalanlayan yahut rasulün dininin zafer kazanmasından hoşlanmayan kimsenin durumu ve
buna benzer diğer küfrü gerektiren amelleri içinde gizleyenin durumu gibi.
Amelî münafıklık yahut küçük münafıklık ise şeriata aykırı olacak
şekilde bir kimsenin yaptığı iştir. Bu işi yapan bir kimse dinin dışına çıkmaz.
Mesela konuştuğu zaman yalan söyleyen, söz verdiği zaman yerine getirmeyen, kendisine
emanet verildiği zaman hainlik eden, tartıştığı zaman işi çığırından
çıkartan, sözleştiği zaman sözünde durmayan kimsenin tutumu gibi.