ALTINCI ESAS 
    EVLİYÂ'NIN KERAMETİNİ TASDİK ETMEK


    Peygamberlikten bir parça olarak değerlendirilen salih rüyayı tasdik etmek ve salihlerin doğru ferasetlerinin hak olduğunu kabul etmek de ehl-i sünnet ve'l-cemaat olan selef-i salih'in akidesinin esaslarındandır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Gerçekten ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum. Bak, artık sen ne düşünürsün? Dedi ki: Babacığım emrolunduğun şeyi yap, inşaallah beni sabredenlerden bulacaksın." (es-Sâffât, 37/102)
    Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- de şöyle buyurmuştur: "Nübüvvetten geriye sadece mübeşşirât (müjdeleyiciler) kalmıştır"Ashab, mübeşşirat nedir? diye sorunca, "salih rüyadır" diye buyurdu. (Buhari)
    Yine akidelerinin esaslarından birisi de evliyanın kerametlerini tasdik etmektir. Keramet kitab ve sünnetin delalet ettiği üzere yüce Allah'ın salih bazı kulları vasıtası ile onlara bir ikram olmak üzere göstermiş olduğu olağanüstü hadiseler demektir.
(1)
    Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Haberiniz olsun ki Allah'ın velilerine hiçbir korku yoktur. Onlar kederlenecek de değillerdir. Onlar iman edip takvalı davrananlardır. Onlar için dünya hayatında da, ahirette de müjde vardır. Allah'ın sözlerinde asla değişiklik olmaz. İste bu, en büyük kurtuluşun ta kendisidir." (Yunus, 10/62-64)
    Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem' de şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah buyuruyor ki: Kim benim bir velime (dostuma) düşmanlık ederse, ben ona savaş ilan etmiş olurum." (Buharî)
    Ancak ehl-i sünnet ve'l-cemaat'in kerametleri tasdik etmek hususunda şer'î birtakım ilkeleri vardır. Olağanüstü her bir iş keramet olur, diye bir şey yoktur. Aksine bu bir istidrâc (fark ettirmeden yavaş yavaş azaba yaklaşmak) da olabilir yahut göz bağcılık, büyücülerin, sihirbazların, şeytanların, deccallerin işlerinden olup, keramet kabilinden olmayan şeyler de bu olağanüstü olayların kapsamına girebilir. Keramet ile göz bağcılık arasındaki fark ise gayet açıktır.
    Kerametin sebebi itaattir ve istikamet ehli olan kimselere mahsustur. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Hem onlar onun velisi kimseler de değildirler. Onun velileri ancak takvâ sahibleridir. " (el-Enfal, 8/34)
    Göz bağcılığın sebebi ise küfür olan işleri ve masiyetleri işlemektir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Gerçekten şeytanlar sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına telkinde bulunurlar. Eğer onlara itaat ederseniz, elbette siz de müşrikler olursunuz." (el-En'am, 6/121)
    Ehl-i sünnet ve'l-cemaat dünyada sihir ve sihirbazlar olduğuna da inanırlar.
(2)
    Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Nihayet sihirbazlar gelince..." (Yunus, 10/80); "Ve böylece büyük bir sihir ortaya koydular. " (el-A'raf, 7/116); "Fakat o şeytanlar kafir oldular, insanlara büyüyü öğretiyorlardı." (el-Bakara, 2/102)
    Şu kadar var ki, Allah'ın izni ile olmadıkça kimseye zarar veremezler. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah'ın izni olmadıkça onunla hiçbir kimseye zarar verebilecek, değillerdi. Onlar ise kendilerine zarar verecek ve fayda sağlamayacak şeyleri öğreniyorlardı." (el-Bakara, 2/102)
    Allah'ın izni olmaksızın kim sihrin zarar ya da fayda verdiğine inanırsa kafir olur. Sihir yapmanın mubah olduğuna inanan kimsenin öldürülmesi gerekir. Çünkü müslümanlar sihrin haram olduğunu icma ile kabul etmişlerdir. Sihir yapan kimsenin tevbe etmesi istenir. Tevbe ederse mesele yok, aksi takdirde boynu vurulur.
    Ehl-i sünnet ve'l-cemaat yüce Allah'ın şeytanları ve cinleri yaratmış olduğuna, Ademoğullarına vesvese verip onlara tuzak kurmak, onları şaşırtıp durmak için çalıştıklarına da inanırlar. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Gerçekten şeytanlar sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına telkinde bulunurlar. Eğer onlara itaat ederseniz, elbette siz de müşrikler olursunuz." (el-En'am, 6/121)
    Yüce Allah onları kulları arasından dilediği kimselere musallat edebilir. Şöyle buyurmaktadır: "Onlardan gücünün yettiği kimseleri sesinle yerinden oynat, onlara karşı atlılarınla, piyadelerinle gürültü çıkararak baskın düzenle, mallarına, evlatlarına ortak ol, onlara vaadlerde bulun. Fakat şeytan onlara bir aldatıştan başka ne vaad eder?" (el-İsra, 17/64)
    Kullarından dilediği kimseleri de onların hile ve tuzaklarına karşı korur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Doğrusu iman edip yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun hiçbir hakimiyeti yoktur. O'nun hakimiyeti ancak kendisini dost edinip de onu Allah 'a ortak koşanlar üzerinedir." (en-Nahl, 16/99-100)

DİPNOTLAR
(1) Keramet: Bazan olağanüstü bir iş olabilir. Ancak kerametle birlikte ne meydan okumak ne de peygamberlik iddiası sözkonusudur. Yüce Allah şeriat ahkamına bağlı salih birtakım kulları vasıtasıyla Allah'tan onlara bir ikram olmak üzere bu hali gösterebilir. Kehf suresi ile başkalarında belirtildiği gibi geçmiş ümmetlerde de görülmüştür. Bu ümmetin başlangıç neslinde ashab ve tabiîn döneminde de görülmüştür. Nitekim Ömer b. el-Hattab (r.a)'ın: "Ey Sariye dağa doğru yönel" diye seslenmesinde ve başka birçok olayda sorulduğu gibi. Sahih sünen kitabları ile rivayet yoluyla nakledilenlerde yüce Allah'ın kitabı ve peygamberinin sünneti ile amel eden salih kullarına, onları yüceltmek üzere vermiş olduğu pek çok kerametler nakledilmektedir. Binlerce ilim adamının, güvenilir kimselerin rivayet edip, tanık oldukları olaylar da bu türdendir. Bizim ümmetimizde bu kerametler arasında tevatür yoluyla nakledilenleri vardır ve bu kerametler görülmektedir. Yüce Allah'ın dilediği vakte kadar da görülmeye, devam edecektir. Gerçekte kerametlerin meydana gelmesi, peygamberlerin bir mucizesidir. Çünkü bir kimse ancak peygamberine tabi olmanın, onun getirdiği din ve şeriat üzere yaşamanın bereketi ile keramet gösterebilir.
    Keramet aklen mümkün olan işlerdendir. Yüce Allah'ın mü'min kuluna vermiş olduğu, önünde ilim ufuklarını açması, belki de işitegeldiğimiz ve okuduğumuz maddi bütün olağanüstü olaylardan daha değerli ve daha büyüktür. Geçmişlerimizin açıkça belirttikleri keramet türlerinden birisi de Allah'ın kitabı ve rasulünün sünneti üzere dosdoğru yürümek, bunlara itaat etmek, hükümlerine razı olmak, ilim ve amelde tevfike mazhar olmaktır. Bazı müslümanların keramet göstermeyişleri onların imanlarının zayıf olduğuna delil olarak görülemez. Çünkü keramet birtakım sebebler dolayısıyla meydana gelir.
    Bazıları: 1- Kulun imanını pekiştirmek. Bundan dolayı birçok sahabe imanlarının kuvveti ve yakînlerinin mükemmelliği dolayısıyla herhangi bir keramet göstermemiştir. 2- Bir diğer sebeb düşmana karşı delil ortaya koymaktır. Çünkü keramet akli bakımdan kayıt kabul etmez.
    Keramet şer'î birtakım ilkelerle kayıtlıdır. Keramet göstermenin de birtakım şartları vardır. Bazıları şunlardır: Şer'î bir hükmü, dini bir kaideyi haram kılmamalıdır. Yaşayan birisi tarafından gösterilmelidir ve bir ihtiyaç dolayısıyla olmalıdır. Bu şartları taşımayacak olursa, o da keramet olmaz. Ya bir hayaldir, ya bir vehimdir yahut şeytanın telkinlerindendir.
    Keramet ile herhangi bir şer'î hüküm sabit olmaz. Herhangi bir şer'î hüküm de onunla yürütülemez. Çünkü şer'î hükümlerin Allah'ın kitabı, Rasulünün sünneti ve icma gibi bilinen birtakım kaynakları vardır. Yüce Allah kerameti takva sahibi bir müslüman vasıtası ile gösterecek olursa, o kimsenin bu ilahi lütuf dolayısıyla Allah'a şükretmesi ve kerametini gizlemesi onu insanların önünde başkalarına karşı övünmek ve böbürlenmek için bir araç edinmemesi gerekir. Çünkü böyle bir tutum kişiyi helak noktalarına getirir. Şeytan bu yolla onları istidraca (fark ettirmeden, yavaş yavaş azaba yaklaşmak) götürdüğü için dünya ve ahiretini kaybetmiş nice insanlar vardır. Bunun sonucunda da bu kerametler o kimselerin sırtına bir yük olmuştur.
    Şunu belirtelim ki; Rahman olan Allah'ın veli kullarının yüce Allah'ın birçok ayet-i kerîme'de sözkonusu ettiği birtakım sıfatları vardır. Bu sıfatlar el-Furkan, 25/63-74. ayet-i kerîmelerde birarada sözkonusu edilmiştir. Peygamber de bunları pekçok hadis-i şerifte zikretmiştir. Örnek olmak üzere bu sıfatların bazılarını şöylece sıralayabiliriz: Allah'a, meleklerine, peygamberlerine, kitablarına, ahiret gününe, hayrı ile şerri ile kaza ve kadere iman etmek. Allah'tan korkmak, peygamberinin sünneti ile amel etmek, ahiret günü için hazırlanmak demek olan takva sahibi olmak. Allah için sevmek, Allah yolunda buğzetmek. Bu veli kullar, görüldüklerinde Allah'ı hatırlatırlar. Bunlar yeryüzünde yumuşak yürürler. Cahiller onlara hitab ettiğinde esenlikli söz söylerler. Gecelerini Rablerine ayakta namaz kılarak, secde ederek geçirirler. "Rabbimiz, bizden cehennem azabını uzaklaştır!" diye dua (ve ibadet) ederler. Harcadıklarında ne israf yaparlar, ne cimrilik ederler. Allah ile birlikte başkasına dua etmezler. Hak ile olması hali dışında Allah'ın haram kıldığı canı öldürmezler. Zina etmezler, yalan şahitlikte bulunmazlar. Boş şeylere yolları uğrayacak olursa onlar şereflice geçer giderler. Rablerinin ayetleri kendilerine hatırlatılacak olursa, sağır ve kör olarak yıkılıp gitmezler. Onlar: Rabbimiz eşlerimizden, soyumuzdan, sopumuzdan bizim için göz aydınlığı olacaklar bağışla, bizi takva sahiblerine önder kıl' diye dua ederler... ve buna benzer kitab ve sünnette sabit olmuş daha başka sıfatları da vardır.
(2) İbn Kudame el-Makdisî -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- şöyle demektedir:
    "Sihir birtakım düğümler, okumalar ve söylenen sözler yahut yazılan ifadeler ya da yapılan birtakım şeylerdir ki bunlar sihir yapılan kimsenin bedenine, kalbine ya da aklına doğrudan bir temas olmaksızın etki bırakır. Sihrin bir hakikati vardır. Kimisi öldürür, kimisi hasta eder. Kimisi kişiyi hanımına yaklaşmaktan alıkoyar, kimisi karı ile kocayı birbirinden ayırır. Birinin diğerine nefret etmesini sağlar, yahut iki kişiyi birbirine sevdirir. Bu Şafii'nin görüşüdür... Devamla der ki; Bu husus sabit olduğuna göre sihrin öğrenilmesi ve öğretilmesi haramdır. Bu hususta ilim adamları arasında herhangi bir görüş ayrılığı olduğunu bilmiyoruz. Mezhebimize mensuh ilim adamları şöyle demişlerdir: Sihir yapan bir kimse -haram olduğuna ya da mubah olduğuna inansın farketmeksizin- sihiri öğrenmekle ve yapmakla kafir olur... Daha sonra da sihrin hakikati hakkında şunları söylemektedir: Eğer sihrin bir hakikati olmasaydı, yüce Allah ondan kendisine sığınmayı emretmezdi. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"İnsanlar büyüyü ve Babil'deki iki meleğe Harut ile Marut'a indirilen şeyleri öğretiyorlardı... İşte ikisinden kendisi ile koca ve karısının arasını ayıracak şeyleri öğrenirlerdi... " (el-Bakara, 2/102)" Bk. el-Muğni, VIII, 150-151.