SEKİZİNCİ
ESAS
YÖNETİCİLERE MARUF ÖLÇÜLERDE İTAATİN GEREĞİ
Ehl-i sünnet ve'l-cemaat olan selef-i salih'in akidesinin
esaslarından birisi de şudur: Onlar masiyet ile emretmedikleri sürece müslümanların
emir sahiblerine itaati vacib görürler. Masiyet ile emredecek olurlarsa, o hususta
onlara itaat caiz değildir. Bunun dışında maruf olan hususlarda onlara itaat gereği
devam eder. Bu da yüce Allah'ın şu buyruğunun bir gereğidir:
"Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygambere de itaat edin
ve sizden olan emir sahiblerine de. Eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız,
herhangi bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah'a ve Rasülüne
götürünüz. Bu hem daha hayırlı, hem de sonuç itibariyle daha güzeldir."
(en-Nisa, 4/59)
Rasülullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in şu buyruğu da bunu
gerektirmektedir:
"Kim bana itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur. Kim
bana karşı gelirse, Allah'a karşı gelmiş olur. Emire itaat eden, bana da itaat etmiş
olur. Emire isyan eden bana da karşı gelmiş olur." (Buharî ve Müslim);
"Başınıza başı bir kuru üzüm tanesini andıran Habeş'li bir köle dahi tayin
edilecek otursa, dinleyip, itaat ediniz." (Buharî)(1)
"Sırtına vursa, malını alsa dahi emire dinleyip itaat et,
dinleyip itaat et." (Müslim)
"Emirinden hoşlanmadık bir şey gören bir kimse ona
katlansın. Çünkü insanlar arasından kim yöneticiye karşı bir karış kadar dahi
çıkacak olup da, bu haliyle ölecek olursa mutlaka cahiliye ölümü ile ölür." (Müslim)
O halde maruf olan hususlarda yöneticilere itaat etmek ehl-i sünnet
ve'l-cemaat'in kabul ettiği esaslardan büyük bir esastır. Bundan dolayı selef
imamları bunu itikadi esaslar arasına sokmuşlar ve içinde bu hususa dair
açıklamanın ve buna dair bilgilerin bulunmadığı bir akaid kitabı hemen hemen çok
azdır. Bu her müslüman için şer'î bir farizadır. Çünkü İslam devletinde
disiplinin var olması için temel bir esastır.
Ehl-i sünnet ve'l-cemaat'in görüşüne göre müslüman
yöneticilerin arkasında beş vakit: namazı cuma, ve bayram namazlarının
kılınacağı, onların yönetimi altında iyiliğin emredilip münkerden
sakındırılacağı, cihad edileceği, haccedileceği, iyi ya da kötü olmalarının
durumu etkilemeyeceği görüşündedirler. Yine onlara salih olmaları ve doğru yolda
yürümeleri için dua edileceği (2), zahiren sahih çizgi üzerinde olmaları halinde onlara nasihat
edileceği (3) görüşündedirler. Küfürden daha aşağı mertebede herhangi bir
aykırılık işledikleri takdirde kılıçla onlara karşı çıkmayı haram kabul eder
ve bunlara sabredileceği görüşündedirler. Çünkü Peygamber -sallallahu aleyhi ve
sellem- apaçık bir küfürleri ortaya çıkmadıkça masiyet olmayan hususlarda onlara
itaat etmeyi fitne zamanında savaşa katılmamayı, birlik iken ümmeti bölmek isteyen
kimselerle çarpışmayı emretmiştir. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle
buyurmaktadır:
"Sizin en hayırlı yöneticileriniz kendilerini sevdiğiniz ve
sizi seven, kendilerine dua ettiğiniz ve size dua eden yöneticilerdir... Kötü
yöneticileriniz ise kendilerine buğzettiğiniz, size buğzeden, kendilerine lanet
okuduğunuz ve size lanet eden yöneticilerdir. Ey Allah'ın Rasulü! Biz kılıçla
bunlara karşı çıkmayalım mı? diye sorulunca, şu cevabı verdi: Aranızda namazı
kıldırdıkları sürece hayır. Eğer sizler yöneticilerinizden hoşuna gitmeyecek bir
şey görecek olursanız, onların yaptıklarını hoş görmeyiniz, fakat itaatten de el
çekmeyiniz." (Muslim)
Yine Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
"Size birtakım emirler tayin edilecektir. Birtakım
uygulamalarını uygun bulacak, bir kısmını uygun bulamayacaksınız. (Uygun olmayan
şeyleri) hoş görmeyen bir kimse kurtulur. Ona karşı çıkan kimse esenlik bulur,
ancak razı olup (o münkerde onlara) tabi olanlar müstesna. "Ey Allah'ın Rasulü!
Onlarla çarpışmayalım mı? diye sordular. Peygamber-sallahu aleyhi ve sellem-:
"Namaz kıldıkları sürece hayır" diye buyurdu." (Müslim) (4)
Masiyet olan hususlarda onlara itaat etmek ise caiz değildir. Çünkü
bu konuda sünnet-i seniye'den gelmiş olan yasak bunu gerektirmektedir. Peygamber
-sallallahu aleyhi ve sellem-şöyle buyurmuştur: "Hoşuna giden ve gitmeyen
hususlarda müslüman kişiye dinleyip itaat etmek düşer. Masiyetle emrolunmadığı
sürece. Eğer masiyetle emrolunacak olursa, ne dinlemek, ne de itaat etmek
sözkonusudur." (Buharıi)
Yine Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: "Allah'a
isyanı gerektiren hususlarda itaat yoktur. İtaat ancak maruf olan hususlardadır."
(Buhari ve Müslim)
İmamın (İslam devlet başkanının) yönettikleri kimselere
yaptığı uygulamalarda Allah'tan korkması ve yüce Allah'ın ümmeti gözetmek,
Allah'ın dini ve şeriatına hizmet etmek, genel ve özel herkese Allah'ın hükümlerini
uygulamak için yüce Allah'ın tayin ettiği bir görevli olduğunu da bilmelidir.
İmamın güçlü olması Allah yolunda kınayanın kınamasından çekinmemesi, ümmet,
ümmetin dini, kanları, malları, namusları, şeref ve haysiyetleri, menfaatleri,
güvenlikleri, onları ilgilendiren hususlar ve yaşayışları konusunda tam anlamıyla
güvenilir bir kimse olmalıdır. Kendi adına, kendi nefsi için intikam almaya
kalkışmamalı, yalnız Allah için gazablanmalıdır. Peygamber -sallallahu aleyhi ve
sellem- şöyle buyurmuştur:
"Allah'ın, yönetimi altına birtakım kimseleri verdiği bir
şahıs öleceği günde yönetimi altında bulunanları aldatmış olarak ölürse,
mutlaka Allah ona cenneti haram kılar." (Müslim)
DİPNOTLAR
(1) "Habeşistan'lı bir köle'nin
görevli olarak tayin edilmesinden kasıt, halife tarafından ülkenin bir bölümü yahut
bir askeri birliğe kumandan olarak tayin edilmesi demektir. Buna "küçük
emirlik" adı verilir. İbn Hacer, Fet-hu'l-Bari adlı eserinde el-Hattabî'nin
şöyle dediğini nakletmektedir: Bazen normal hallerde var olmayan şeyler misal olarak
verilebilir. Burada Habeşistan'lı köle tabiri şer'an böyle bir göreve gelmesi
düşünülemeyecek olsa bile itaat emrinde mübalağa etmek içindir. Bu hadisin imamet-i
uzma (İslam devlet yöneticiliği, halifelik makamı) hakkında kabul edilmesi ise
imamlığın Kureyş'ten olacağına delalet eden açık hadislerin varid olması
dolayısıyla oldukça uzak bir ihtimaldir. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-
şöyle buyurmuştur: "İmamlar Kureyş'tendir. Kureyş'in iyileri (diğer
insanların) iyilerinin emirleri, kötüleri de diğerlerinin kötülerinin emirleridir.
Herbirisinin bir hakkı vardır, her hak sahibine hakkını veriniz. Eğer Kureyş sizin
aranızda azaları kesik Habeşistan'lı bir köleyi emir tayin edecek olursa, onu dahi
dinleyip, ona itaat ediniz." (el-Elbanî, Sahihu'l-Camî).
Yine Peygamber şöyle buyurmuştur; "Onlardan iki kişi dahi
kalmış olsa, bu iş Kureyş arasında kalmaya devam edecektir." (Buharî ve
Müslim) Ayrıca Kureyş'e şer'an böyle bir özellik verilmiştir. Buna sebeb ise neseb
ve cins bakımından sabit bir faziletlerinin olmasından dolayıdır. Bu fazilet ise
seçilmiş olmak faziletidir. Çünkü Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle
buyurmuştur: "Şüphesiz Allah İsmailoğulları arasından Kinane'yi seçti.
Kinane'den de Kureyş'i seçti. Kureyş'ten, Haşimoğullarını seçti,
Haşimoğullarından da beni seçti." (Müslim)
Hatta Kureyş'in dini uygulaması dolayısıyla bu iş Kureyş'in
arasından çıkacak olsa bile, bu Kureyş'lilerin ebediyyen dini uygulayacak kimsenin
aralarında kalmadığı anlamına gelmez. Kureyş'li olmayan bir kimse Kureyş'liye galib
gelip, imamete gelecek olursa, bu nübüvvet usulüne uygun bir halifelik olmaz. Aksine bu
bir hükümdarlık olur.
Hafız İbn Hacer, FethU'l-Barî de şöyle demektedir: "Kadı İyad imamın
Kureyş'li olmasının şart olduğu hususunda şöyle demekledir: Bütün ilim
adamlarının kabul ettiği görüş budur. Hatta bu icmaın gerçekleştiği meseleler
arasında sayılmıştır. Bu hususta seleften herhangi bir kimsenin farklı bir kanaat
belirttiği nakledilmiş değildir Onlardan sonra da bütün bölgelerde durum
aynıdır." (XIII, 127)
(2) Yöneticilerin salah bulmaları, istikamet ve hidayet üzere olmaları için
dua etmek selef-i salih'in izlediği bir yoldur. İmam el-Berbeharî değerli kitabı
Şerhu's-Sünne (s.116) adlı eserinde şöyle demektedir; Sen bir adamın yöneticiye
beddua ettiğini görürsen bil ki o bir heva sahibidir. Eğer bir adamın yöneticiye
ıslah olması için dua ettiğini görecek olursan, bil ki o -yüce Allah'ın izniyle-
sünnete bağlı bir kimsedir. Fudayl b. İyad -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- şöyle
der: Eğer benim kabul edilecek bir duam olduğunu bilseydim, bunu mutlaka yöneticiye dua
için ayırırdım. Çünkü bizler onların ıslah olmaları için dua etmekle
emrolunduk, onlara beddua etmekle emrolunmadık. İsterse haksızlık etsinler,
zulmetsinler. Çünkü onların zulüm ve haksızlıkları kendi aleyhlerinedir. Salah
bulmaları ise hem kendilerinin, hem müslümanların lehinedir." Diğer taraftan
onların salah bulmaları ile ümmet de ıslah olur. Hasan-ı Basrî -Allah'ın rahmeti
üzerine olsun- şöyle demiştir: "Şunu bil ki -Allah sana afiyet
versin-hükümdarların zulümleri yüce Allah'ın intikamlarından bir intikamdır. Yüce
Allah'ın intikamlarına da kılıçlarla karşılık verilmez. Bu intikamlar dua, tevbe,
Allah'a dönüş, günahlardan vazgeçmek ile bertaraf edilir ve silinir. Şüphesiz
Allah'ın musibetlerine ne zaman kılıçla karşı çıkılacak olursa, Allah'ın
intikamı kılıçtan daha keskindir."
Denildiğine göre Hasan-ı Basrî Haccac'a beddua eden bir adamın
sözlerini işitince, o da şöyle demiş: Bunu yapma, Allah sana rahmet eylesin. Asıl bu
musibetler size bizzat kendi yaptıklarınızdan dolayı gelmiştir. Biz korkarız ki
Haccac azledilir yahut ölürse, maymunlar ve domuzlar gelir, size yönetici
olurlar." (İbnu'l-Cevzî, Adabu'l-Haseni'l-Basrî, s. 119.)
(3) İmam Nevevî -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- şöyle demekledir:
"Müslüman yöneticilere nasihata gelince, hak üzere onlara yardım etmek, bu
hususta onlara itaat etmek, yumuşaklıkla ve uygun bir dille onlara hakkı emretmek,
onları uyarmak, onlara öğüt vermekle ve unuttukları hususları onlara tekrar
bildirmekle olur." (Şerhu Sahih-i Müslim, II. 241)
(4) Şunu bil ki her kim halifelik görevine gelir, insanlar etrafıında
toplanır, onun halifeliğine razı olurlarsa yahut ta halife oluncaya kadar kılıcıyla
galib gelirse, ona itaat farz olur, ona karşı çıkmak haram olur. İmam Ahmed şöyle
demiştir: "Diğer yöneticilere halife oluncaya kadar kılıç ile galib gelen ve
emiru'l-mü'minin diye adlandırılan bir kimseye karşı Allah'a ve ahiret gününe iman
eden bir kimsenin ister iyi, ister kötü bir kimse olsun onu meşru imam görmeyip,
geceyi geçirmesi o kimseye helal olmaz." (Ebu Ya'la, el-Ahkamu's-Sultanive, s. 23)
Hafız ibn Hacer, Fetbu 'l-Barî de şöyle demektedir: "Fukaha
muteğallub yoluyla (güç kullanarak) yönetim başına gelen kimseye itaatin ve onunla
birlikte cihad etmenin vacib olduğunu, ona itaat etmenin ona karşı çıkmaktan
hayırlı olduğunu icma ile kabul etmişlerdir. Çünkü bu yolla kanların dökülmesi
önlenir ve avam teskin edilmiş olur." (XIII, 9)
Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- de
şöyle demektedir: "Otorite sahibi bir imama karşı çıkılıp da bu işten
dolayı meydana gelen kötülüğün bu karşı çıkmanın sağlayacağı hayırdan çok
daha büyük olmadığı haller çok azdır." (Minhâcu's-Sünne, II, 241)
Yöneticilerden Allah'ın şeriatını yürürlükten kaldırıp onunla
hükmetmeyerek, başkasıyla hükmedenlere gelince, bunlar müslümanların kendilerine
itaat etmeleri gereken yöneticilerin dışına çıkmışlardır. Çünkü bunlar kendisi
sebebiyle emirlerinin dinlenilip kendilerine itaat edilmesini ve kendilerine karşı
çıkılmaması hakkını elde ettikleri ve o göreve getirilmelerine sebeb teşkil eden
asıl maksadı ortadan kaldırmış oluyorlar. Çünkü yöneticinin bu konumda bulunma
hakkını kazanması, ancak müslümanların işlerini yerine getirmek, dini korumak ve
yaymak için çalışmak, şeriatın ahkamını uygulayıp müslümanların
sınırlarını sağlamca korumak, davette bulunduktan sonra İslam'a karşı
inatlaşanlarla cihad etmek için bütün bu hakları elde eder. Ayrıca o müslümanları
dost, dinin düşmanlarını da düşman bilmek zorundadır. Eğer yönetici dini
korumayacak yahut müslümanların işlerini yerine getirmeyecek olursa, bu yöneticinin
imamet hakkı ortadan kalkar ve İslam ümmetinin -bu hususta durumu takdir etmek üzere
kendilerine başvurulan ehl-i hal ve'l-akd' de müşahhas ifadesini bulan İslam
ümmetinin onu görevden uzaklaştırması, imametin maksatlarını gerçekleştirebilecek
bir başka kimseyi tayin etmeleri gerekir.
Buna göre ehl-i sünnet sadece zulüm ve fasıklık sebebiyle
-çünkü günahkar olmaları ve zulmetmeleri onların dini zayi etmeleri anlamına
gelmez- imamlara karşı çıkmayı caiz kabul etmezken kastettikleri imam Allah'ın
şeriatı ile hükmeden yöneticidir. Çünkü selef-i salih dini korumayan bir yönetim
tanımıyorlardı. Onlara göre böyle bir emirlik, emirlik değildir. Onlara göre
emirlik ancak dini uygulamaya koyandır. Bundan sonra ise bu emirlik iyi emirlik ya da
kötü emirlik olabilir.
Ali b. Ebi Talih (r.a) şöyle demiştir: İyi ya da kötü insanlar
için bir emirlik, bir komutanın olması kaçınılmaz bir şeydir. Ona: İyi emirliğin
ne olduğunu biliyoruz, kötü emirlik de ne oluyor? diye sorulunca şöyle demiştir; O
bu emirliği ile yolların güvenliğini sağlar, bunun sayesinde hadler uygulanır, bunun
sayesinde düşman ile cihad edilir ve bu yolla da alınan ganimetler hak sahiblerine pay
edilir." (İbn Teymiye, Minhâcu's-Sünne, l, 146,)