ONBİRİNCİ
ESAS
YAŞAYIŞ ve AHLAK HUSUSUNDA EHL-İ SÜNNET'İN YOLU
Ehl-i sünnet ve'l-cemaat olan selef-i salih'in akidesinin
esaslarından birisi de onların iyiliği emredip, kötülükten alıkoymalarıdır. (1) Bu ümmetin hayırlı
olma özelliğinin bu yolla kalacağına, İslam'ın şiarlarının en büyüklerinden
biri olduğuna, İslam cemaatinin korunmasının sebebi olduğuna da inanırlar. İyiliği
emretmek, güç ve imkan oranında vacibtir. Bu hususta maslahat gözönünde
bulundurulur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Siz insanlar için çıkartılmış en hayırlı bir
ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirirsiniz. Siz Allah'a da iman
edersiniz." (Al-i İmran, 3/110)
Peygamber -sallallabu aleyhi ve sellem- de şöyle buyurmaktadır:
"Sizden kim bir kötülük (münker) görürse, onu eliyle değiştirsin, gücü
yetmezse diliyle, gücü yetmezse kalbiyle (değiştirsin). Bu imanın en zayıf
halidir." (Müslim)
Ehl-i sünnet ve'l-cemaat emir ve yasaklamada bulunurken yumuşaklığa
öncelik tanınacağı, hikmetle ve güzel öğütle davette bulunulacağı
görüşündedirler. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et. Onlarla
en güzel yolla mücadeleni yap..." (en-Nahl, 16/125)
İyiliği emredip, münkerden alıkoyarken yüce Allah'ın şu
buyruğunun bir gereği olarak insanların verecekleri eziyetlere katlanmanın vacib
olduğu görüşündedirler:
"İyiliği emret, kötülükten alıkoy, sana isabet edene de
sabret. Çünkü bunlar kesin olarak emredilen işlerdendir." (Lukman, 31/17)
Ehl-i sünnet iyiliği emredip, münkerden alıkoyarken aynı zamanda
cemaati korumak, kalbleri birbirine ısındırmak, sözbirliğini gerçekleştirmek,
ayrılığı ve tefrikayı ortadan kaldırmak diye ifade edebileceğimiz bir başka esası
da gözönünde bulundururlar.
Ehl-i sünnet ve'l-cemaat her müslümana nasihatta bulunur, birr
(iyilik) ve takva ölçüleri içerisinde yardımlaşırlar.
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: "Din
nasihattir." Biz: Kime diye sorduk, şöyle buyurdu: "Allah'a, kitabına,
rasülune, müslümanların yöneticilerine ve onların hepsine." (Müslim)
Ehl-i sünnet ve'l-cemaat cuma namazı, farz namazların cemaatle
kılınması, hac, cihad ve iyi ya da kötü olsunlar yöneticilerle birlikte
-bid'atçilerin hilafına- bayramların yapılması gibi İslam'ın şiarlarının
uygulanmasına dikkat ederler.
Farz namazları eda etmeye ve vaktinin başında cemaatle kılmaya
gayret eder ve bu hususta ellerini çabuk tutarlar. Namaz vaktinin başı sonundan daha
efdaldir. Namazda huşu ve itmi'nan (tadil-i erkan)'a riayet edilmesini söylerler. Bu da
yüce Allah'ın şu buyruğunun gereğidir:
"Mü'minler gerçekten felah bulmuşlardır. Onlar ki
namazlarında huşu içindedirler." (el-Mu'minun, 23/1-2)
Ehl-i sünnet ve'l-cemaat geceleyin namaz kılmayı birbirlerine
tavsiye ederler. Çünkü bu Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'ın izlediği bir
yoldur. Yüce Allah da peygamberine gece namazı kılmasını ve yüce Allah'a itaat
hususunda bütün gayretini ortaya koymasını emretmiştir.
Aişe -Radıyallahu anh-dan gelen rivayete göre Peygamber -sallallahu
aleyhi ve sellem- ayakları çatlayacak hale gelinceye kadar gece namaz kılardı. Aişe
ona: Ey Allah'ın Rasulü! Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamış
olduğu halde, niçin böyle yapıyorsun? deyince, Peygamber -sallallahu aleyhi ve
sellem-: "İşte bundan dolayı benim Allah'a çokça şükreden kul olmayı sevmem
gerekmez mi?" diye cevab vermiştir. (Buharî)
Ehl-i sünnet ve'l-cemaat imtihana maruz kaldıkları konumlarda sebat
gösterirler. Bu da belalar karşısında sabır ile rahatlık ve bolluk halinde şükür
ile ilahi kaza ve takdirin acı olanlarına da sabır ile olur. Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "Sabredenlere de ecirleri hiç şüphesiz hesapsız verilir."
(ez-Zümer, 39/10)
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- de şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz
ki mükafatın büyüklüğü belanın büyüklüğü ile birlikte sözkonusudur. Muhakkak
Allah bir topluluğu sevdi mi onlara bela verir. Kim razı olursa, onun için de (ilahi)
rıza vardır. Kim de razı olmazsa, onun için de razı olmayış sözkonusudur."
(2)
Ehl-i sünnet belayı temenni etmezler ve Allah'tan bela istemezler.
Çünkü onlar bu belalara karşı sebat gösterip gösteremeyeceklerini bilemezler. Ancak
belalara maruz kaldıklarında da sabrederler.
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmaktadır:
"Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz, Allah'tan
afiyet dileyiniz. Onlarla karşılaştığınız takdirde ise sabrediniz." (Buharî
ve Müslim)
Ehl-i sünnet mihnet ve sıkıntı zamanlarında Allah'ın rahmetinden
ümit kesmezler, çünkü yüce Allah bunu haram kılmıştır. Ancak bela günlerinde pek
yakın bir kurtuluş ümidi ve kesin ilahi yardımı ümit ederek yaşarlar. Çünkü
onlar Allah'ın vaadine güvenirler, zorlukla birlikte kolaylığın olduğunu bilirler.
Karşılaştıkları mihnetlerin sebeblerini kendi nefislerinde araştırırlar,
kendilerine isabet eden mihnet ve musibetlerin ancak ellerinin kazandıkları sebebiyle
gelip çattığı kanaatinde olurlar. Yardımın bazen masiyetlere düşmek yahut şeriata
tabi olmaktaki kusur sebebiyle gecikmiş olabileceğini düşünürler. Çünkü yüce
Allah şöyle buyurmaktadır: "Size isabet eden her musibet ellerinizle
kazandıklarınız sebebi iledir." (eş-Şûrâ, 2/30)
Mihnetlerde ve din uğrundaki çalışmalarında yeryüzü sebeplerine
ve dünyevi aldanışlara güvenmezler. Ancak kevnî sünnetlerden gafil olmazlar. Yüce
Allah'a karşı takvalı olmanın, günahlardan dolayı mağfiret dilemenin, Allah'a
güvenip rahatlık zamanlarında şükretmenin zorluktan sonraki kurtuluşun
çabuklaştırılması için önemli sebepler arasında olduğunu kabul ederler.
Ehl-i sünnet nimete karşı nankörlük etmenin cezasından korkarlar.
Bundan dolayı insanlar arasında yüce Allah'a en çok şükreden ve hamdedenlerin
küçük ya da büyük her nimet halinde bu hallerini sürdürmeye çalışanların onlar
olduğunu görürsün. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- söyle buyurmuştur:
"Sizden daha aşağıda bulunana bakınız, sizden daha yukarda
olanlara bakmayınız. Çünkü böylesi Allah'ın üzerinizdeki nimetlerini
küçümsememeniz için daha uygundur." (3)
Ehl-i sünnet güzel ahlaki değerler ve güzel amellerle bezenmeye
çalışırlar. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
"Mü 'minler arasında imanı en mükemmel olanları ahlakı en
güzel olanlarıdır." (4) ; "Şüphesiz aranızda benim en sevdiğim ve bana kıyamet
gününde konumu itibariyle en yakınınız ahlakı en güzel olanınızdır." (5) ; "Mizana
konulacaklar arasında güzel ahlaktan daha ağır hiçbir şey yoktur. Şüphesiz güzel
ahlak sahibi bunun sayesinde çokça oruç tutan, namaz kılan kimsenin mertebesine bile
ulaşır." (6)
Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat Olan Selef-i Salih'in Bazı Ahlaki
Esasları:
İlim ve amelde ihlaslıdırlar. Bu işlerine riyanın girmesinden
korkarlar. Yüce Allah: "Uyanık olun, halis olan din yalnız Allah'ındır."
(ez-Zümer, 39/3) diye buyurmuştur.
Yüce Allah'ın haram kıldığı hususlara gereken saygıyı
gösterirler. Haram kıldıkları şeyler çiğnendiği vakit rahatsız olurlar. Allah'ın
din ve şeriatinin zaferi için gayret gösterirler. Müslümanların saygı duyulması
gereken haklarını çokça ta'zim eder, onlar için hayrı çokça isterler. Yüce Allah
şöyle buyurmaktadır: "Kim Allah'ın şeâirini ta'zim ederse, şüphesiz ki o
kalblerin takvâsındandır." (el-Hac, 22/32)
Hayır işlerken içleri ile dışları arasında hiçbir fark
olmayacak şekilde münafıklığı terketmeye, yaptıkları amelleri gözlerinde küçük
görmeye, ahiret amellerini her zaman için dünya işlerinden önde tutmaya gayret
ederler.
Kalbleri incedir, yüce Allah'ın haklarına karşı kusurlu
olduklarından ötürü -Allah onlara merhamet eder ümidiyle- çokça ağlar, bir cenaze
gördüklerinde yahut ölümü ve ölüm sekeratını son nefesin kötü bir halde
verilmesini hatırladıklarında ise çokça ibret alır, ağlar, kalbleri adeta yerinden
oynarcasına ölüm işine gereken önemi verirler.
Herhangi birileri Yüce Allah'a yakınlık derecesinde ne kadar ileri mertebeye gitmişse,
alçak gönüllülüğü o derece fazla olur.
Gece gündüz çokça tevbe ederler, mağfiret dilerler. Çünkü onlar
itaat hallerinde dahi günahtan kurtulamadıklarını görürler. Bundan dolayı
itaatlerindeki huşularının azlığından yüce Allah'ın gözetimi altında
olduklarını az düşünmelerinden ötürü mağfiret dilerler, herhangi bir amelleri
dolayısı ile kendilerini beğenmeye (ucb) kalkışmazlar. Meşhur olmaktan
hoşlanmazlar, aksine günahları bir tarafa, itaat hallerinde bile eksiklik ve
kusurlarının bulunduğu görüşündedirler.
Takva hususunda işi çokça sıkı tutarlar, onlardan herhangi bir
kimse takva sahibi olduğunu iddia etmez, yüce Allah'tan çokça korkarlar.
Sonları kötü olur korkusuyla Allah'tan çokça korkarlar. Allah'ı
anmaktan gafil olmazlar. Dünya onlara göre değersizdir, dünyayı şiddetle
reddederler. Allayıp pullamaksızın ihtiyacı karşılayacak kadarı müstesna -evler
yapmaya pek önem vermezler. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle
buyurmaktadır: "Allah'a yemin ederim, ahirete göre dünya ancak sizden herhangi
birr kimsenin parmağını ne alır diye bakmak üzere şu denize daldırıp, çıkarması
gibidir." (Müslim)
Dine yahut dindarlara zararı dokunan hataları kabul etmezler. Aksine
bu gibi hataları reddederler ve böyle bir söz söyleyen kimse için de mazur
görülebileceği bir sebep bulmaya çalışırlar. Müslüman kardeşlerinin hatalarını
çokça örtmeye çalışırlar. Kendi nefisleri adına münakaşaya girmemeye çokça
gayret ederler. Herhangi bir kimsenin bir hatasının ortaya çıkmasını sevmezler.
İnsanların ayıpları ile uğraşmaktansa kendi kusurları ile meşgul olurlar.
Başkalarının kusurlarını örtmeye de, sırlarını gizlemeye de gayret ederler.
Bir kimse hakkında duyduklarını ona ulaştırmazlar. İnsanlara
düşmanlığı terkederler ve onları idare etmeye, herhangi bir kimseye kötülükle
karşılık vermemeye dikkat ederler. O bakımdan onlar kimseye (şahsi) düşmanlık
beslemezler. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmaktadır: "Cennete
başkasının lafını alıp götüren hiçbir kimse girmez." (Buhari ve Müslim)
Meclislerinde gıybetin kapısını kapatırlar, meclislerini bir
günah meclisine dönüşmemesi için gıybet etmekten dillerini alıkoyarlar. Yüce Allah
şöyle buyurmaktadır: "Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın. Sizden biriniz
ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı'? İşte bundan tiksindiniz."
(el-Hucurat, 49/12)
Çokça haya, edeb, sevgi, ağırbaşlılık ve vakar sahibidirler. Az
konuşur, az güler, çokça susar ve hikmetle konuşurlar. Böylelikle bir şeyler
öğrenmek isteyenin işini kolaylaştırırlar. Dünyalık sebebiyle sevinmezler, bu ise
akıllarının kemalinden ötürüdür. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle
buyurmaktadır:
"Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kimse ya hayır
söylesin yahut sussun." (Buharî ve Müslim) Yine şöyle buyurmuştur: "Susan
kimse kurtulur." (7)
Dövmek, mallarını almak, şeref ve haysiyetlerine dokunmak yahut
buna benzer bir yolla kendilerine eziyette bulunan herkesi çokça affedip bağışlarlar.
Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Öfkelerini yutanlar ve insanları
affedenlerdir onlar. Allah iyilik edenleri sever." (Al-i İmran, 3/134)
İblis'e karşı savaşta gaflete düşmezler. Onun hile ve
tuzaklarını, avlanma usullerini bilmeye çokça gayret eder, abdest, namaz ve diğer
ibadetlerde kendilerini vesveseye kaptırmazlar. Çünkü bütün bunlar şeytandandır.
İhtiyaçlarından arta kalan mallarından gece gündüz, gizli açık
çokça sadaka verirler. Arkadaşlarının durumlarını çokça sorup araştırırlar.
Buna sebeb ise onların gerek duyacakları yiyecek, giyecek, mal gibi hususlarda onları
gözetmektir. Buldukları takdirde, helalde de israfa gitmezler.
Cimriliği yerdikleri gibi çokça cömerttirler, mallarını fedakarca
harcar, yolculukları halinde de ikamet ettikleri zamanlarda da kardeşlerini gözetirler.
Böylelikle asıl maksat olan dinin zaferi hususunda yardımlaşma ve dayanışma
gerçekleşir. Kardeşlere iyilikte bulunmayı, birbirlerini sevindirmeyi çokça arzu
ederler ve bu hususta kardeşlerini kendilerine tercih ederler.
Şer'î bir mazeret olması hali dışında, misafire ikramda bulunur
ve bizzat kendileri ona hizmet ederler. Bununla birlikte kendilerinde kalması, ona yemek
yedirmek ve ona hizmet etmekle, ona gereken mükafatta bulundukları kanaatine sahip
olmazlar, ona hüsn-ü zan beslerler. Yemeği haram olan kimse yahut ta fakirleri
dışarıda tutup, sadece zenginleri davet eden ya da ziyafet mahallinde herhangi bir
masiyet işlenmesi hali dışında, kardeşlerinin davetlerine icabet ederler.
Büyük bir tarafa küçüklerle bile, yakın bir tarafa uzaklarla,
alim bir tarafa cahillerle bile, güzel edeb ile geçinirler.
İnsanların arasını düzeltmeye çalışırlar. Çünkü bu hayır
kapılarının en güzeli, iyiliğin zirvesidir. Çünkü insanların aralarının
düzeltilmesi ile; müslümanlar arasında düşmanlığı körüklemek, kini harekete
getirmek ve ilişkilerini bozmak şeklindeki şeytanın plan ve amaçlarını bozar.
Kıskançlığı kabul etmezler. Çünkü kıskançlık düşmanlık ve
kin doğurur, imanı zayıflatır, dünyayı ve dünyada bulunan şeyleri -şer'î bir
maksat sözkonusu olmaksızın- sevdirir.
Anne-babaya iyilikte bulunmayı, onlara karşı güzel davranmayı
emrederler. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Biz insana anasına
babasına iyi davranmayı tavsiye (emr) ettik." (el-Ankebut, 29/8)
Güzel komşuluk ilişkilerini, Allah'ın kullarına karşı yumuşak
davranmayı, akrabalık bağını gözetmeyi, selamı yaygınlaştırmayı, fakir, yoksul,
yetim ve yolculara merhametli olmayı emrederler.
Övünüp, böbürlenmeyi, kendisini beğenmeyi, haksızlık yapmayı,
haksız yere insanlara karşı çıkmayı yasaklarlar. Her hususta adaletten ayrılmamayı
emrederler.
Şeriatın işlerimizi teşvik ettiği faziletli hiçbir işi
küçümsemezler. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: "Kardeşini
güleç bir yüzle karşılamak dahi olsa, iyilik namına hiçbir şeyi
küçümseme." (Müslim)
Kötü zan beslemeyi, gizlilikleri araştırmayı
(tecessüs),müslümanların kusurlarının peşine takılmayı yasaklarlar. Çünkü
böyle bir tutum toplumsal ilişkileri bozar, kardeşlerin arasını ayırır, fesadı
eker. Kendi nefisleri için kızmazlar, çünkü onlar gazabın fıkhını iyi bilirler.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Öfkelerini yutanlar ve
insanları affedenlerdir onlar. Allah iyilik edenleri sever." (Al-i İmran, 3/134)
...Ve buna benzer nebevî ahlakın diğer hususları... (8)
DİPNOTLAR
(1) Münker'in değiştirilmesi için bazı
şartlar aranır. Bunların bir kaçı: Münkerden uzaklaştırmaya çalışan kimse,
kendisinden uzak tutmak istediği şeyi bilmeli: bir ma'rufun terk edilip bir münkerin
işlendiğinden emin olmalı; münkeri bir başka münker ile değiştirmemeli; bu
münkeri değiştirmesi, daha büyük bir münkere götürmemeli.
(2) El-Elbânî, Sahîhu Süneni't-Tirmizî
(3) Aynı eser.
(4) Aynı eser.
(5) Aynı eser.
(6) Aynı eser.
(7) Aynı eser.
(8) Selef-i Salih'in yoluna davet etmenin hedefi Rasulullah -sallallahu aleyhi ve
sellem-'ın öğrenciliğini yapmış olan birinci nesle uygun bir nesil inşa etmektir.
Yüce Allah, Rasülünü: "Şüphe yok ki sen çok büyük hir ahlaka
sahibsin." (el-Kalem, 68/4) diye övmektedir. Bu yola davet etmenin
maksadı her ne kadar itikad birinci ve en önemli esas ise de -yalnızca itikadi
konularda uygunluk değildir. Maksat büyük dinimizin bütün emirlerinde onlara
uygunluktur. Çünkü bizim insanları kendisine davet ettiğimiz selefin yolu zihinde yer
alan soyut bir bilgi değildir. Bu yol onların akide, düşünüş, yaşayış ve ahlak
hususlarındaki yollarını, yöntemlerini kapsar. Maalesef günümüzde selefin yolunun
önemli bir yanını teşkil eden bu hususun gereken önemi, itinayı ve bu doğrultudaki
terbiyeyi haketliği kadarıyla elde etmediğini görmekteyiz. İşte bu yanın önemi
dolayısıyla Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-: "Ben ancak ahlakın üstün
değerlerini tamamlamak için gönderildim" diye buyurmuştur. Selef, Rasulullah
-sallallahu aleyhi ve sellem-'a uydular, onun ahlakıyla ahlaklandılar, onun emirlerini
yerine getirdiler. Yüce Allah'ın: "Siz insanlar için çıkarılmış en
hayırlı bir ümmetsiniz. "(Al-i İmran, 3/110) buyruğunda dile getirdiği gibi
idiler. Bizler eğer kurtulmak istiyor isek, selet-i salihimizin -Allah hepsinden razı
olsun- izlediği yolu izlememiz gerekir.