RÂBITA - TEVECCÜH İLE İLGİLİ MESELELER
- Rabıta nedir? Rabıtasız olmaz
mı? Rabıtanın ilmî delili var mı? Rabıta yaparken dikkat edilmesi gereken hususlar
nelerdir? Resme yapılan rabıtanın hükmü nedir?
- Rabıta, bağ, alaka, sağlamlaştırma, vuslat, ve muhabbet
demektir. Nasıl sevgi, sevgilinin hayalini, güzelliğini, hal ve hareketlerini
düşünerek kalbi sevgiliye bağlamak demekse, rabıta da salikin mürşidine sevgiyle
gönülden bağlanmasıdır. Rabıta fıtrî ve tabii bir olgu olduğu için insan olan
yerde vardır. Rabıta ideal kahramanların ideal davranışlarından yararlanma, o
kahramanlarla bütünleşme ve aynîleşme yoludur. Rabıta insanî bir insiyaktır.
Fizik, içtimaî, ruhî ve ahlakî kişiliğin başkaları üzerinde olumlu, ya da olumsuz
etkisidir. Her san'atın pir ve uzmanı, o ilim ve san'at mensupları için örnek ve
ideal insandır. Tasavvufta hedeflenen insanı, kamil insanı yetiştirmek üzere
müridlerin gönlüne kamil bir model konur ve mürid onunla aynîleşmeye çalışır.
"Her yiğidin gönlünde bir aslan yatar." "Üzüm üzüme baka baka
kararır." gibi atasözleri kalbî bağlılık ve fizik beraberlik sonucu meydana
gelecek etkileri ifade etmektedir.
Rabıtasız olmaz. Çünkü rabıtanın amacı gafleti kovup kalbin
zulmetini defederek şeytanın vesveselerinden kurtulmak suretiyle "rabıta-i huzur'a
ermektir. Yani salikin daima Allah'ın huzûrunda bulunduğu duygusuna ermesini
sağlamaktır. Her an Allah'ı karşımızda görür gibi yaşamaktır. Bunu sağlamak zor
bir iştir. Çünkü Allah müşahhas bir varlık değildir. Bunu kavramak için kulun
zihnen ve manen yoğunlaşmasını sağlayacak müşahhas bir objeye ihtiyaç vardır.
Tasavvufta bu obje Allah'ın en mükemmel tecellîlerinin mazharı olan "insan-ı
kamil" konumundaki şeyhtir. Sâlik önce bu insan-ı kamile, ardından Hz. Rasûl'e
ve onun ardından Rabb-ı Müteal'e kalbini rabtetmeli ve bu suretle huzur-i kalbe erip
fena fillah'a varmalıdır. Rabıtaya somuttan soyuta geçmek için ihtiyaç vardır.
İnsanoğlu doğrudan "Her nerede bulunursa bulunsun Allah'ın huzûrunda
olduğu" duygusunu canlı tutabilmede zorlanmaktadır. Buna muktedir olabilenler
için rabıtaya ihtiyaç yoktur.
Rabıtanın müsbet ilim ve psikoloji açısından delilleri vardır.
Çünkü rabıta bir bakıma başkalarına benzeme ve taklid arzusunun tezahürüdür.
Çocuklukta anne babayı taklidle başlayan, öğretmen ve ideal şahsiyetleri taklidle
gelişen benzeme duygusu, fıtrîdir. Her insanın hayatında bunun belli bir yeri
vardır. Burada benzeme taklidle kasdedilen, gelip geçici hevesler türünden benzeme
değil, aynîleşmedir. Zira basit taklidler gelip geçicidir. Onlara fantezi demek belki
daha uygun olur. Aynîleşme ise taklidin bir ileri derecesidir. Aynîleşmede önce
benimseme, sonra alışkanlık haline getirme sözkonusudur. İnsan karakteri
başkalarının yaptıklarını aynen yapmak suretiyle farkına varmadan bir biçim
kazanır. Kişinin şahsiyetinin dokunmasında sevdiğinin tavırları, önemli bir etki
görür. Çünkü insan sevdiklerini önyargısız ve peşin hükümsüz benimser ve
onlarla aynîleşir. Psikolojide buna "aynîleşme" (identification) denir.
Sûfilere göre rabıtanın nasıl yapılacağını ve nelere dikkat
edilmesi gerektiğini şöyle özetleyebiliriz: Önce rabıta yapılacak kimse ahlakî
kemale ermiş, müşahede mertebesine ulaşmış bir mürşid-i kamil olmalıdır. Sâlik
bağlandığı böyle bir şeyhin huzûrunda ve gıyabında onun suret ve sîretini hayal
etmeli, yanında iken takındığı tavrı gıyabında da sürdürmeye çalışmalıdır.
Rabıtada önemli olan şeyhin suret ve sîretini hayalde muhafaza etmektir. Suret ve
sîreti hayalde muhafaza duygusu, zamanla şeyhin ahlak ve özellikleriyle bezenmiş bir
hale gelmeyi sağlar. Çünkü güçlü şahsiyetler daima diğerleri için ilham
kaynağıdır. Bir mıknatıs gibi onları çekip etkilerler.
Sûfilerin rabıta için delil olarak öne sürdüğü bir takım
ayetler vardır. Dileyenler onları adab kitaplarından görebilirler. (Ayrıca Altınoluk dergisi Nisan 1996 sayısında çıkan
"Rabıta" makalemize de başvurulabilir.)
Biz onları burada tekrar zikretmek yerine sadece iki hadise işaret etmek istiyoruz.
Onlardan biri: "Salihlerin anıldığı yere rahmet iner." (bk. Keştu'l-hafa, II, 70; 1772) hadisidir. Salihlerin sadece anılmış olması, Gazzali'nin de belirttiği
gibi, rahmet-i ilahiyyenin inmesi için yetmez. Ancak bu anma ile birlikte gönülden
onlara benzeme arzusu uyanırsa, böyle bir aktivite ve aksiyon, rahmet sebebi olur.
İkinci hadis ise Hz. Hasan'ın dayısı Hind b. Ebî Hâle'den Hz. Peygamber'in hilyesini
sormasıdır. Hz. Hasan'ın: "onun özelliklerini dikkate alıp kalbi bir bağ kurmak
için onu bana tasvir etmeni istiyorum." (bk.
Buharî, Enbiya, 54: Müslim, Cihad, 105) sözü
fiilen rabıtayı anlatmaktadır.
Resimle rabıta konusu ise putlarla mücadele eden bir dinin
mensuplarının kafalarını karıştırıp endişeye sevkettiği için sakınılması
gereken bir husustur.
- Rabıtanın gizli şirk olduğuna dair itirazlar var. Rabıtanın
yanlış anlaşılmasında uygulanış ve algılamanın etkileri var mıdır?
- Rabıtanın şirk oluşu ile ilgili değerlendirmeler soruda da
isabetle belirtildiği gibi, genellikle yanlış uygulama ve algılamalarla ilgilidir.
Rabıta tabiî ve fıtrî bir olay olmanın ötesinde ibadetlerde tamamlayıcı bir unsur
gibi görülünce, rabıta yapılan şahsın kul ile Allah arasında üçüncü ve aracı
bir şahsiyet olduğu düşüncesi gündeme gelmiştir. Takdimdeki bir takım
eksikliklerle uygulamadaki farklılıklar rabıtayı tartışmalı bir konu haline
getirmiştir. Oysa fıtrî anlamıyla düşündüğünüz zaman rabıtasız insan yoktur.
Herkesin bir rabıtası vardır. Çünkü her yiğidin gönlünde bir aslan yatar.
Özellikle ibadete başlarken ve ibadet sırasında yapılan rabıtayı adeta ibadeti
rabıta yapılan şahsa yapıyormuş şeklinde bir yanlış algılama rabıtayı
sıkıntıya sokmuştur. Bir de rabıtayı bir kalbî sevgi gibi görmek yerine, özel bir
ibadet biçimi gibi görenler çıkmıştır.
- En güzel rabıta ne şekilde yapılır?
- Rabıta bir bağdır ve üç çeşidi vardır:
1- Tabiî rabıta: Kişinin evladı ve yakınlarına duyduğu sevgi bağı,
2- Bayağı rabıta: Dünyevî şeylere duyulan ilgi,
3- Mukaddes ve ulvî rabıta: Allah, Peygamber ve salih kullara salahından
dolayı duyulan sevgi. Rabıtanın bu derecesi makbul olan tasavvufi rabıtadır. Bunun da
üç derecesi vardır:
1- Mübtedîlerin rabıtası: "Kişi sevdiği ile beraberdir."
(Buharî, Edeb, 96); "Herhangibir topluluğa benzemeye çalışan onlardandır." (Ebû Davud, Libas, 4)
hadisleri gereği, mürşide huzurda iken gösterilen edebi, gıyabında da göstermek ve
bu suretle şeyhin boyasına boyanmaya çalışmak. (Fenâ fi'ş-şeyh)
2- Mutasavvıfların rabıtası: Hayatın her anında Rasulullah'ın
huzûrunda gibi hareket etmek. Hz. Peygamber'in "üsve-i hasene" olan
ahlakıyla bütünleşmek. (Fenâ fi'r-Rasûl)
3- Müntehîlerin rabıtası: "Nerede olursanız olun O, sizinle
beraberdir." (el-Hadid,57/4); "Biz insanoğluna şahdamanndan daha yakınız."
(Kaf, 50/16)
ayetlerinin sırrını idrak şeklindeki "rabıta-i huzûr'dur. (Fenâ fillâh)
Bu sıraya göre yapılan, ilki şeyhinin sûretini gözü önünde
tahayyül etmek ve sonuncusu gönlü Allah île birlikteliğe açmak şeklindeki rabıta,
gerçek ve en güzel rabıtadır.
- "Peygamber dururken mürşide rabıta yapılmaz, biz
Peygamber'e rabıta yapıyoruz" diyenler var. Bunların durumu nedir?
- Yukandaki soruda da belirttiğimiz gibi gerçek rabıta Peygamber'e
ve Allah'a yapılan rabıtadır. Bir insan böyle bir rabıtayı kurabiliyorsa zaten o
işin zor kısmını halletmiş demektir. Hatta seyr u sülûk sırasında dersi
murakabelere çıkmış ve murakabe-i ahadiyyet'te İhlas sûresinin manasını,
murakabe-i maiyyette "Nerde olursanız olun, O sizinle beraberdir." (el-Hadid, 57/4) ayetinin
anlamını, murakabe-i akrabiyyette "Biz insanoğluna şahdamarından daha
yakınız." (Kaf, 50/16) ayetinin tefsîrini, murakabe-i muhabbette "Allah onları,
onlar da Allah'ı sever" (el-Maide, 5/54) ayetinin manasını düşünen salikten rabıta düşer. Bu
dereceye gelmiş birinin şeyhe rabıtada ısrarı şirk sayılır. Buradan rabıtanın
amacının kişiyi tedricen bu duygulara yükseltmek olduğu anlaşılmaktadır. Hal
böyle olunca: "Biz Peygamber" dururken başkasına rabıta yapmayız"
diyenler bunu bu anlamda söylüyorlar ve buna muvaffak olabiliyorlarsa ne ala. Ama sadece
bir şeyhe bağlanıp rabıta yapmak nefslerine ağır geliyor da söylüyorlarsa o zaman
da durum farklı. Çünkü sevgisiz ve teslimiyyetsiz rabıta olmaz.
- Tasavvufla ilgili bir kitapta şöyle yazıyor: "Kişi namazı
huşu île kılamıyor, Allah'ın huzûrunda olduğunu düşünemiyorsa, Peygamber
Efendimiz'i düşünmeli; onu da beceremiyorsa şeyhini düşünmeli; sanki şeyhi onun
önünde namaz kılıyormuş gibi düşünmeli ve utanarak namaz kılmalıdır."
Kaynak olarak İhyau ulümi'd-din gösterilmekte. Namazda bir insanı düşünmek nasıl
oluyor. İzah eder misiniz?
- Alıntısını sunduğunuz bölümün kaynağını belirtmemişsiniz.
İhya'nın kaynak gösterildiğine işaret etmişsiniz. Alıntıda yapılan sıralama
bizim yukarıdan beri saydığımız tedricî ölçülere uygun düşmektedir. Çünkü
hedef, huşu ile dîvan-ı ilahîde durmaktır. Bu olmayınca gönlü Allah Rasülü'ne
rabtetmektir. İnsan kalbi değişkendir. Devamlı yeni şeyler düşünür ve havâtır
kalbi işgal edebilir. Buna engel olmak için bir yoğunluk gerekiyor. Bunun için namazda
olduğu bilincini diri tutacak araçlar bulmak gerekiyor. İnsanı en çok şoke edip
ilgisini toplamaya yarayacak şey, çok sevdiği veya korktuğu şeylerle yüzyüze
gelivermesidir. Namazda bir an şeyhi gözünün önünde canlanan kimse onun şok
etkisiyle halinden ve gafletinden irkinp utanarak Allah'a yönelmeye çalışacaktır.
Namazda kişinin şeyhini hatırlaması herhalde başka dünyalık şeyler
hatırlamasından; işini, eşini, çoluk çocuğunu düşünmesinden daha iyidir. Namaza
girerken veya namaz esnasında mahcûb bir eda ile şeyhini ve onun kendi önünde namaz
kıldığını düşünmesi niye mahzurlu olsun. Çünkü zaten binbir türlü dünyalık
insan zihninden eksik olmuyor.
- Adab kitabında rabıtayla ilgili bir yerde: "Şeyhinin suretini
iki gözü arasında tahayyül etmek" şeklindeki bir ibare, dinleyenlerden birinin
zihninde şöyle bir soru uyandırdı: "İnsanın alnı secde mahallidir. Allah'tan
başkasını oraya yakıştırmak uygun olur mu?"
- "Şeyhinin suretini iki gözü arasında canlandırmak"
ibaresinden kasdedilen, şeyhini gözünün önünde hayal etmektir. Hatta şeyhiyle
gözgöze geldiğini düşünmektir. Çünkü insanların birbirleriyle iletişimde en
etkili organ gözdür. Modern psikolojide iletişimin konuşmadan çok, göz ve yüz
ifadeleriyle anlatılan sessiz mesajlarla olduğu kabul edilmektedir. Sevgi ve şefkat
dolu tebessümlü bakışların insanı ne kadar etkilediğini herkes bilir. Mürid
yüzünü her zaman göremediği şeyhinin suretini gözünün önünde canlandırarak
sevgi duygusunu canlı tutar. İnsanı alıcı yapan söylenen sözden çok ortamdır.
Ortamı hazırlayan da bütün duyu organlarını kalbe yardımcı hale getirecek bir
yoğunlaşmadır. Eşrefoğlu'nun "Dil dudak deprenmeden sözden anlayan
gelsin" sözü, ortamın iletişimdeki etkisini gösteriyor. Yoksa şeyhin iki
göz arasında hayal edilmesi, secde mahalli olan alna bir beşerin yerleştirilmesi demek
değildir. İnsan olaya nasıl bakarsa öyle görür. Ona göre sonuçlar çıkarır.
Bunlar genellikle rabıtanın şirk olduğunu isbata soyunmuş kimselerin kasıtlı
beyanlarının insanlarda bıraktıkları izlerdir.
- "Suret rabıtasında rabıta ettiren layık olmazsa rabıtanın
hüsran ile neticeleneceği" söylenir. Hüsrandan maksad nedir?
- Adab adıyla terceme edilen el-Behcetü's-seniyye'de Mevlana
Halid Bağdadî'nin bir halîfesine yazdığı mektup sûretinde bu konuya açıklık
getirilmektedir: "Tarîkatımızın muhakkıkları sarahaten beyan etmişlerdir ki,
vücüdundan fani olmayan bir kimseye rabıta etmek, rabıta edeni menzil-i maksuda
ulaştırmaz. Bilakis onu içinden çıkamıyacağı vartalara düşürür. Bizim sizden
beklediğimiz bizden selam ve kelamı kesmemenizdir. Mürüvvet ve vefakarlık göstermek
ahdinizin gereğidir. Sık sık yanımıza gelin. Bu mümkün olmazsa bu fakîr-i
kıtmîre yazılı olarak başvurun. Bizim ihvanımızdan öyleleri var ki, sizden çok
daha fazla meşakkat çekmiş olmalarına, bizimle sohbet, bize tabi olma ve hizmet
cihetinden sizden çok daha önde bulunmalarına rağmen bizim işaretimiz olmayınca
hareket etmezler. Bilesin ki bu tarikat, kendisini şeyh sananların oyuncağı değildir.
Gözlerinin önünde suretiniz zahir olsa bile, müridlerinizin size rabıta etmelerine
müsaade etmeyin. Zira bu işiniz, size iblisin tuzağıdır. Hiçbir kimseye de sizin
halifeniz olduğunu söylemeyin. Çünkü bu hususta bizden izin almanız gerekir."
Mektuptaki ifadelerden daha yolun başında olduğu halde bazı yüksek
görünen haller arız olan nâkıs kimselerin kendilerine rabıta yaptırmaya
kalkışmaları, hem kendilerini hem müridlerini tehlikeye düşüreceği
anlaşılmaktadır. Henüz gerekli olgunluğa ermemiş ve irşad liyakati sabit olmayan
müteşeyyihlerin rabıta yaptırmaları kendileri açısından bir benlik iddiası
olacağından hüsran sebebi olur. Liyakatsizliği başkalarını da saptırmak suretiyle
manevî hüsranına sebep olabilir. Çünkü rabıta ile mürid, şeyhinin sûretini
gözünün önünde tahayyül edecek. Henüz kendisi olgunlaşmamış nakıs birinin
böyle düşünülmesinin ne tür bir tahribat yapabileceğini kestirmek zor değildir.
- Silsile inkıtaâ uğrayıp mürşid yetişmeyince yıllar önce
ölmüş kişiye rabıta yapılır mı? Yapılırsa silsileyi devreden çıkarıp
doğrudan Hz. Peygamber (a.s.)'e rabıta yapsak daha iyi olmaz mı?
- Rabıta, kamil bir mürşidle kalbî bağ kurmak demektir. Bu
bağın, en kolay biçimde kurulmasını sağlayan elbetteki hayatta olan mürşiddir.
Silsile ve rabıta zaten geçmiş mürşidlere ve Peygamberimiz'e doğrudan kalbî bağ
kurmada acze düşüldüğü için tavsiye edilmiştir. Meşayıh arasında ölmüş bir
mürşid-i kamile rabıta yapılabileceğini, önemli olanın rûhaniyet olduğunu ve bu
rûhaniyetle irtibat kuran kimselerin bunu yapabileceğini söyleyenler vardır. Ancak
yaygın olan görüş rabıtanın yaşayan bir mürşide yapılmasıdır. Ölmüş bir
şeyh yerine doğrudan Hz. Peygamber'e rabıta yapmak -eğer yapılabilirse- elbette daha
iyidir.
- Teveccüh ne demektir?
- Teveccüh yöneliş demektir. Genelde Hakk'a yöneliş ve kalbî
alaka için kullanılır. Müridin mürşidine bağlanıp yönelmesi anlamında
kullanıldığı gibi, mürşidin müridini karşısına alıp ona nazar etmesi anlamında
da kullanılır. Bu manadaki teveccüh için: "Allah Teala benim sadrımı ne ile
doldurdu ise, ben onu aynıyla Ebû Bekr'in sadrına ilkâ ettim." (bk. Mevsûa etrâfi'l Hadis, XI, 156) hadisi delil sayılmıştır. Mürşidin nazar ve nefesiyle müridini etkileyip
onu bir bakıma ruhî yükselişe hazırlaması, güneşe tutulan büyüteçlerin
yoğunlaştırdığı güneş ışınlarının, temas ettiği maddeleri yakmasına benzer.
Teveccüh daha çok Nakşbendîlikte kullanılan bir kavramdır. Teveccühün müridden
mürşide doğru olanı "rabıta-i muhabbet" denilen şekildir. Mürid,
mürşidinin rühaniyetine muhabbet yoluyla teveccüh edince mürşidin rûhaniyeti onun
batınında feyz tesiri gösterir. Bu feyz, beşerî zaaf ve sıfatları izale ederek
mürid, tedricen şeyhinin boyasına boyanır. Bu sevgi sonucu meydana gelen kalbî
beraberlik, şahsiyet transferi ve aynîleşmeyi doğurur.