...::: DÜNYA ve AHİRET :::...

    Mukaddime
    Sevgili Peygamberimiz: " Dünya'da bir garip gibi veya yolcu gibi ol. " buyuruyor.
    Bu Dünya'da kalıcı olmayan insanoğlu gerçekten gariptir ve yolcudur. Ruhlar aleminden ana rahmine ve oradan Dünya'ya gelen insan, buradan da başka alemlere gidecek ve öz vatanına kavuşuncaya kadar yolculuğu devam edecektir.
    Öz vatanından ayrı gurbet ellerinde yaşayanlara garip denir. Bizler bu Dünya'da gerçekten garibiz.
    Babamız Adem ve annemiz Havva Cennet'te yaşadılar. Yediler, içtiler, gezdiler, güldüler, eğlendiler ve bütün güzelliği ile Cennet hayatını yaşadılar.
    Sonra Şeytan tarafından aldatıldılar ve sürgün olarak Dünya gezegenine indirildiler.
    Cennet hayatına alışan Hz. Adem'e ve Havva' ya bu Dünya çok dar ve sıkıcı geldi. Ağladılar, gülmediler ve Dünya zindanına uyum sağlayamadılar. Vatan hasreti ile, Cennet özlemi ile yanıp Ahiret alemine göçüp gittiler.
Öz vatan hasreti, Cennet özlemi irsî olarak evlatlarına geçti, tüm duygularına yansıdı ve bilinç altlarına yerleşti.
Adetullah böyledir. Hayvanat bahçelerinde doğan canavar yavrularının duygu ve bilinç altlarında, öz vatanları olan büyük ormanların hasret ve özlemi vardır.
    Nefislerinin tutsağı olan gafiller ve inkarcılar söz ve yazıları ile Cenneti inkara kalkışırlarsa da, aşırı güzellikler karşısında Cennet gibi demekten kendilerini alamazlar.
    İnancı ve yaşamı ne olursa olsun, bütün insanların duygularında ve bilinç altlarında örtülü bir halde Cennet özlemi vardır.
    Sevgili Peygamberimiz: "Akıllı o kişidir ki, nefsini muhasebe eder ve ölümden sonrası için hazırlanır" buyuruyor.
İnsanları hayvanlardan ayıran akıldır." Aklın aslî görevi nefis muhasebesi yapmak, geleceğini düşünmek ve ölümden sonrası için hazırlanmaktır.
    Çok önemli bir görevle yurt dışına gönderilen devlet memuru, görevini ihmal ederek sefahate dalar veya devletine ihanet ederse, dönüşünde cezalandırılması adaletin gereğidir.
    Allah tarafından özel görevlerle Dünya'ya gönderilen insanlar, görevlerini (ibadetlerini) ihmal eder ve sefahate (haramlara) dalarlarsa veya Allah' a ihanet ederek putlara tapınırlarsa Ahirette cezalandırılmaları İlahî adalettir.
Bu apaçık deliller karşısında, insanın haddini bilmesi ve bir garip gibi, bir yolcu gibi olduğu gerçeğini kabullenmesi gerekirken ..
    Çok hızlı, çok sesli ve çok renkli bir ortamda bulunmaktayız. Servisi kaçırma telaşı, geç kalma telaşı, okula geç kalma telaşı ve telaş, telaş. Koşar adımlarla yollarda yürüyenler. Duraklarda bekleşenler.
    Tatlı uykularından isteksiz kalktıkları yüzlerinden belli olan çalışan hanımlar ve kız öğrenciler. Geç kalma korkusundan, çiğnenmeden yutulan bir kaç lokmacık ayak üstü kahvaltı ve ardından en az bir çeyrek saat aynanın karşısına dikilip makyaj yapma zorunluluğu.
    Öğrenci, işçi, memur, esnaf. Hepsi aceleci, yollar yetersiz, kavşaklar geçitsiz ve insanlar sabırsız. Trafikte artık uyum sağlayamıyor bu hızlı yaşama. Zorlanıyor, sıkışıyor ve zaman, zaman duruyor.
    Çağın gereklerinden midir? İnanç ve tevekkül zayıflığından mıdır? Günümüz insanının lüks ve aşırı israfından mıdır? Nedir? Nedendir? Bilemiyorum ama, bizleri bekleyen ölüm gerçeğini ve ölümden sonrasını gözardı edemeyiz.
Topraktan yaratılan insanın bedensel yapısı, Dünyanın bir parçasıdır. Bu nedenle insan Dünya'dan kopamaz ve Dünya' ya bağımlıdır. Dünya ile ilgilenmesi doğal ve bedensel ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için çalışması zorunludur.
Ancak!.. Her şeyin hayırlısı ortasıdır. Ahireti unutturan Dünya sevgisi ve ibadetlere engel olan Dünya işleri zararlıdır.
    Bir gerçeği unutmayalım! İnsanın varlığı bir bitki gibi yalnız Dünya hayatı ile sınırlı değildir. Kan pıhtısı ile başlayan bedensel yapı, yer altında çürüyüp toprak olurken, insanın özü ve gerçek kişiliği olan RUH, Berzah aleminde varlığını ve yeni yaşamını devam ettirecektir.
    Dünya'da kalacağımız kadar Dünya'ya ve Ahiret'te kalacağımız kadar Ahiret'e çalışmamızın gerekliliğini unutmayalım.
    Milyarlarla sınırlı olmayan sonsuzluk alemi ahirete oranla, Dünya'nın saniyelerin kaçta kaçı olduğunu da aklımızdan çıkarmayalım.
    İnkar ve gafletle bir şey değişmez. Gözlerini kapayanların yalnız kendi dünyaları kararır. Ölümü yok sayamayız ve ölümden sonrasını inkar edemeyiz. Özellikle şu dört kelimeyi iyi belleyelim ve hafızalarımıza nakşedelim. KEFEN-TENEŞİR-TABUT-MEZAR.
    Gerçek savaştan önce, askerler savaş tatbikatı ve gerçek yangın çıkmadan önce itfaiyeciler yangın söndürme tatbikatı yaparlar.
    Lütfen bizler de ölüm gelmeden önce ölüm ve mezara girmeden önce mezar tatbikatı yapalım.
    Mezarda tek başımıza yalnız kalacağımız için akşam üzeri Güneş batarken yalnızca bir mezarlığa gidelim.
    Mezarlığa girişimizde selam verelim. Onlar bizi görür ve selamımızı alırlar. Etrafımızı dikkatle izleyelim. Bakalım yerin altında kimler, kimler yatıyor! Mezar taşlarındaki silik isimlerden başka hiçbir şeyleri kalmayan insanlar. Zamanın en güçlü ve en yetkili siyasi ve askeri ünlüleri. Çocuklar, genç kızlar, delikanlılar ve yaşlılar.
    Daha dün onlar da bizim gibi toprağın üzerinde yani dünyada idiler. Koştular, oynadılar, evlendiler, çoluk, çocuk ve iş güç sahibi oldular. Makamların, mevkilerin peşlerinde koştular. Amir, memur oldular. Mal, mülk edindiler. Çalıştılar, didiştiler, tartıştılar ve zaman, zaman kavga döğüş yaptılar. Sonra? Evet en sonunda bir bez parçasına sarılıp bir çukura gömüldüler.
    Ya Rab! Bir kefen uğruna mı bunca savaş?
    Ölüm yalnız onların kaderi değildir. Dün onlar bizim gibi idiler ve yarın biz onlar gibi olacağız.
    Sonra uzanıp ölü gibi mezarların arasına yatalım. Güneşin battığı ufka ve kararan gökyüzüne bakalım. Esen yelin ve kıpırdaşan yaprakların zikrini dinleyelim. Mezar taşlarının arasında ve yanı başımızda yatmakta olan mezar komşularımıza bakalım. Onlara gönül dili ile ne istediklerini soralım? Onlar bugün bizden ne istiyorlarsa yarın biz de aynı şeyleri başkalarından isteyeceğiz .
    Yavaş, yavaş kalkalım ve mezar komşularımızın ruh'larına bir Fatiha ve üç İhlas okuyalım.
    Sonra tekrar dünyaya ve evimize dönelim. Ama mezar komşularımızı unutmayalım! Onların isteklerini unutmayalım! Ve orada ne gerekiyorsa, onları kendi elimizle götürmeğe çalışalım.
    Ben yaratılmış bir kulum ve kula, kulluk gerek diye alnımızı secdeye koyalım. Beş vakit namazımızı düzenli ve vaktinde kılalım ve bizi yaratan Yüce Rabbimize tam teslim olalım.
    Sakın sakın! Haddini aşan ve benlik tutkusuna kapılan gafillerden olma. Dün hiç idin ve yarın da hiç olacaksın. Nemrutlar, Firavunlar gibi ilahlık davasına kalkışma. Allah'ın af etmeyeceği, bağışlamayacağı en büyük suç putculuktur. İlahlaştırılan, putlaştırılan fanilerin peşine takılma!..
    Geri kalmış bazı Orta Doğu ve Afrika ülkelerinde din inanç ve vicdan özgürlükleri kısıtlanarak ve baskı altına alınarak bazı liderler ilahlaştırılıp, putlaştırılmaktadır.
    İnsan hakları söz ve düşünce özgürlüğü açısından orta çağların çok ötesinde olan bu ülkeler, en katı faşist diktatörlerin ve komünist rejimlerin her türlü baskı ve zorbalıklarla uygulamağa çalıştıkları, ama başarılı olamadıkları tek tip robot insan yetiştirme çabalarının hayallerini yaşamaktadırlar.
    Putlaştırdıkları ilahları yer altında çürürken, sahte istismarcıları putların gölgesinde rejim şövalyeliği yaparak çıkar sağlamaya çalışmaktadırlar.
    Ne diyelim? El oğlu bilim ve teknolojide ışık hızı ile yarışırken, paraları altının değerini aşarken, halkları her türlü özgürlüklerden doyasıya yararlanırken ve uydularla uzayda cirit atıp oynarken...
    Bizler, evet bizler bilim ve teknoloji yuvalarında baş örtüsü ile uğraştırılıyoruz. Yerimizde durmadan geriye doğru saymaktayız ve irtica yaygaraları ile bir incir çekirdeğinin içini dol durmayan sun'i gündemlerle oyalanıyoruz.
    Sevgili din kardeşim! Bu dünyaya gelişin gibi, gidişin de senin elinde ve iradende değildir. Ne zaman? Nerede? Ve nasıl ölmek istediğine sen karar veremeyeceksin. Sayılı nefeslerin damla damla tükenmekte ve sen ölüme doğru gitmektesin.
    Ahiret azığını hazırla! Boş gündemlerle ömrünü boşa harcama! Günlük yaşamını İslama göre düzenle. Namaz vakitlerini iyi belle. Her yeni güne ibadetle girebilmen için sabah namazını Güneş doğmadan önce vaktinde kıl.
    Erkek, kadın bütün müslümanlara ilim farzdır. Farzları, vacipleri ve sünnetleri bilmeyenlerin, Kur'an okumasını öğrenmeyenlerin, helale, harama dikkat etmeyenlerin ve abdesti, guslü yarım olanların, pastalı, börekli çay ziyafetlerinde ilahiler dinleyip vakit geçirmeleri gaflettir.
    Cennetin anahtarı imandır. İmansız Cennete girilmez. Öncelikle imanın temel ilkelerini öğrenmeli ve aynı titizlikle imanı gideren konuları da bilmelidir.
    Kelime-i Tevhid'e (Lailahe İllallah) irtica bayrağı diyenler ve bu görüşü destekleyenler dinden çıkar ve kafir olurlar. Hemen tevbe edip, tecdîdi iman ve tecdîdi nikah yapmaları gerekir.
    Sevgili Peygamberimiz: "Mü'min'in ferasetinden sakının. Çünkü o Allahın nuru ile bakar" buyuruyor. İmanın nuru ve Allah'ın zikri ile gönülleri nurlanan müslümanlar uyanık olurlar, bilinçli davranırlar. Kendi gündemlerini kendileri belirler.
    Ne yazık ki, akıntıya kapılan bir saman çöpü gibi veya açık denizlerde dalgalara kapılıp sürüklenen bir gemi gibi, İslam dışı güçlerin sun'i gündemleri ile çalkalanıp durmaktayız.
    Hazreti Mevlana'nın bir sözü vardır: "Ya olduğun gibi görün veya göründüğün gibi ol"der. İnanıyorsan inandığın gibi yaşa, inkarcı isen, açık söyle. Sakın! iki yüzlü münafık olma demek istiyor. Tek yüzlü kafirler iki yüzlü münafıklardan ehven'i şerdir. Münafıkların yeri Cehennem'in en aşağı (esfeli safilin) tabakasıdır.
    Herşeyin sahtesi vardır. Münafıklar da sahte müslümanlardır. İçleri inkarcı ve İslam düşmanlığı ile dolu olan münafıklar, müslümanların kanını emen ve imanını kemiren mikroplardır.
    Düşman askerlerinin ve teröristlerin daha iyi eğitim görenleri ve daha iyi silah kullananları ülkemiz açısından daha tehlikeli olduğu gibi, münafıkların biraz ilim sahibi olanları da dinimiz açısından daha tehlikelidir.
    Münafıklar Asrı Saadetin Medine devrinde de vardı. Önceki ümmetlerde de vardı. Bugün de var ve yarın da olacaktır.
    Günümüzün çağdaş münafıkları, hristiyan misyoner teşkilatlarının prensiplerini aynen uygulamaktadırlar.
Öncelikle kamuoyunun dikkatini çekmek ve güvenini kazanabilmek için, ağır başlı, dürüst, samimi ve gerçekçi bir din adamı izlenimini sergilemeğe çalışmaktadırlar.
    Halkın tepkisini çekmemek için, önce bazı doğruları savunarak söze başlayan bu sahte müslümanlar, yavaş yavaş ve sinsice hedeflerine doğru yaklaşmakta ve İslam'ın özünü ve temelini sarsmağa çalışmaktadırlar.
    Benim sevgili din kardeşim! Senin yolun, Hazreti Muhammed'in yoludur.
    Senin yolun, Ebubekir'lerin, Ömer'lerin, sahabelerin yoludur.
    Senin yolun, Tabiinin, müctehidlerin, İmamı Azam'ın, İmamı Şafi'nin yoludur.
    Senin yolun, Evliyaların, alimlerin, salihlerin ve milyonlarca din kardeşinin gittiği yoldur.
    Dilersen, Hazreti Muhammed'in önderi olduğu bu manevi kervana katıl. Laf ebeliğini, kavgayı, tartışmayı bırak ve ibadetini çoğalt.
    Dilersen, sapık ilahiyatçının (!) peşine takıl, laf ebeliği ile, dedikodu ile oyalan ve ahirete eli boş git.
    Unutma! Kişi sevdikleri ile beraberdir.

NOT: Mukaddime'nin bir bölümü alınmıştır.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

- - - Ölümü Hatırlama - - -

Besmele ile başlayalım söze,
Hamdü senalar Yüce Rabbimize.
Salat ve selam Peygamberimize,
Aline, Eshabına, hepimize.
Ölüm, tek kelime ve iki hece,
Her an gelebilir, gündüz ve gece!
Korkma! hatırlayınca gelivermez,
Ömrün tükenince ne yapsan gitmez.
Belki gençsin, güzelsin, neş'elisin,
Dopdolu hayat saçan bir çiçeksin.
Unutma ki! o, senin izindedir,
Ölüm meleği senin peşindedir.
Dopdolu hayatın sona erecek,
Nazik bedenin toprağa girecek.
Benim diyen yiğitler yerin altında,
Ölümü tattı Sultan Süleyman da.
Ünlü Lokman'lar, hekimler geldiler,
Her biri ölüme boyun eğdiler.
Nemrutlar, Firavun'lar da gittiler,
Bir, bir ecel şerbetini içtiler.
Kimse kalmıyor bu yalan Dünya'da,
En üst makamlarda oturanlar da.
Canlıların müşterek kaderidir bu!
Değişmeyen İlahî fermandır bu!
Ölümü yasaklayan kanunlar çıksa,
Bütün ülkeler bunu onaylasa,
Kanunlar, rejimler beş para etmez,
Azraîl'e karşı zorbalık sökmez.
Kim olursan ol, sen de öleceksin,
O karanlık mezara gireceksin.
Her gün minareden sala verilir,
Filan öldü diye haber verilir.
Bir gün de bizim salamız verilir,
Ahmet öldü diye haber verilir.
Gelin kardeşlerim tevbe edelim,
Yüce Mevla'ya ak yüzle gidelim.
Rabbim, yardım et, uyanalım artık!
Karanlık mezara yaklaştık artık!
Bir, bir gidiyor dost ve ahbaplar,
Hayal değil, birer gerçektir bunlar.
Bizim de kapanacak gözlerimiz,
Yıkılacak bütün hayallerimiz.
Dostlar ağlarken, düşmanlar gülecek,
Ama, herkesin başına gelecek.
Ecel şerbeti pek kolay içilmez,
Başına gelmeyen bir şeycik bilmez.
Kimilere zehirden acı gelir,
Kimilere baldan tatlı gelir.
Kimilere vuslat ve rahmet olur,
Kimilere firkat ve azap olur.
Herkes ektiğini biçer o anda,
Herkes yaptığım bulur o anda.
Ölüm döşeğine yattığın zaman,
Hayattan ümidin kestiğin zaman,
Sıkılırsın, terlersin, buram, buram,
Dersin, benim de geldi işte! sıram.
Dünya'nın son ışıkları sönerken,
Sayılı nefeslerin tükenirken,
Son defa Dünya'na bakarsın,
Ahh! ahh! diye yüreğini yakarsın.
Nedamet ateş seni yakacak,
Ciğerlerin su, su diye yanacak.
Mel'un şeytan imanına saldırır,
Melekler acıyı p Hak'ka yalvarır.
Son nefeste son bir imtihan olur,
Kazananlar ebedî mutlu olur.
Kalbinde var ise gerçek imanın,
Korkma! aldatamaz seni şeytanın.
Azraîl ta! uzaktan belirince,
Korkudan titrersin O'nu görünce!
Aklın gider, acı canına vurur,
O demde aşıklar cananı bulur.
Kazanıp kaybettiğin belli olur.
Yerin ya! Cennet, ya! Cehennem olur.
Yardım et Allah'ım son nefesimde,
Seni zikredeyim her nefesimde.
Kulum de, yeter! sana kul olayım,
Dilersen yolunda kurban olayım.
Azraîl alınca tatlı canımız,
Solar yüzümüz, kurur kanımız.
Yıkıldı hayaller, bitti Dünya'nuz,
Ahh! bu Dünya'da biz de aldanmışız.
Kim olursan ol, sonun bu olacak,
Değerli adın cenaze olacak.
Makamın, rütben geçersiz olacak,
Bütün varlığın ellere kalacak.
Alt çeneni bir mendille bağlarlar,
Yavruların baş uçunda ağlarlar.

- - - Dünya'ya Veda - - -

Acı haberin çabuk yayılır,
Kimi güler, kimi ağlar, bayılır.
Kimi acır, ne iyi bir insandı der,
Kimi de dağ gibi bir insandı der.
Kimileri kefen, mezar peşinde,
Kimileri mallarının derdinde.
Kimi ağlar, göz yaşını tutamaz,
Kimileri tabutuna yan bakmaz.
Her ne ise, bunlar olan şeylerdir,
Herkesin başına gelen şeylerdir.
Bedenin öldü ama, ruhun ölmez,
Sen görürsün, onlar seni bilemez.
Bedenin felç gibi hareket etmez, 
İraden var, bedene sözün geçmez.
Ahh! elin, ayağın hareket etse!
Onlara bir kez daha sözün geçse!
Ağlayarak saçın, başın yolarsın,
Feryat edip yerden, yere atarsın.
Gece, gündüz demeden çalıştığın,
Haram, helal demeden kazandığın,
Dostundan çok, düşmanlarına yarar,
Çekeceksin Ahiret'te çok zarar.
Vermediysen malının zekatını,
Gasbettiysen fukaranın hakkını,
İhtirasla sarılmışsan Dünya'ya,
Namazların kaldı ise kazaya,
Yapmamışsan kulluğunu Mevla'ya,
Atılırsın Cehennem'de Gayya'ya.
Başın açık, eteğin kısa ise,
Kolların kısa, göğsün açık ise,
İmanın zayıf, hayan noksan ise,
Dinsizliği çağdaşlık saydın ise,
Çoktaan pişman oldun, iş işten geçti,
Tövbenin, nedametin vakti geçti.
Ahh! yeniden Dünya'ya gelebilsen,
Güzel Mevla'ya kulluk edebilsen,
Eşlerin, dostların bir, bir gelirler,
Her biri de baş sağlığı dilerler.
Teneşir üstünde yıkarlar seni,
Yakasız gömleğe sararlar seni,
O kefen ki, son gömleğin olacak,
Kabre giden tek servetin olacak.
Son bineğin tahta tabut olacak,
Lüks oton, kim bilir, kime kalacak?
Hep bunlara şaşkın, şaşkın bakarsın.
Ah! çekerek için, için ağlarsın.
Ne hayal! ne rü'ya! bunlar bir gerçek,
Kalanların da başına gelecek!
Dua okunur, helallik alınır,
Sonra, yavaş, yavaş yola çıkılır.
Hazin bir çıkışın olur evinden,
Çoluğundan, çocuğundan, eşinden.
Dünya'ya tek geldin, tek gidiyorsun.
Kalanlar biraz daha oyalansın.
Yolun önce bir camiye uğrayacak,
ilk imtihanın orada olacak.
Camileri seven bir kişi isen,
Namazını kılan bir kişi isen,
Cami sana huzur, güven, verecek,
Korkuların birer, birer gidecek.
Caminin yanında musalla taşı,
Yatırırlar seni kıbleye karşı,
Namazın kılar, cemaatle imam,
Bu işin de olur, böylece tamam.

- - - Kabir'de Sual - - -

Kabre yolculuk başlar oradan,
Acı bizlere, ey! Yüce Yaradan.
Ürperirdin kefen, tabut, mezardan,
Kopamazdın şu yalancı Dünya'dan.
Bak! neler geldi şu garip başına!
Kimseler bakmıyor senin göz yaşına.
Kefeni giydin, son gömleğin oldu.
Tabuta bindin, son bineğin oldu.
Mezara gidiyorsun, dönüşün yok!
Bağırsan, çağırsan bir faydası yok.
Sessiz bir yolculuk başlar mezara,
Görenler acır, çekilir kenara.
Bitti artık Dünya ile savaşın,
İman'la Kur'an'dır senin yoldaşın.
Yaklaşınca kafile kabristana,
Son defa bakarsın yalan Dünya'na.
Yenilgiyi kabul edip ağlarsın,
Korku ile mezarına bakarsın.
Açılan mezarın seni bekliyor,
Sorgu meleği acele ediyor.
Köşkün, sarayın mezarın olacak,
Koltuğun, kanepen toprak olacak,
Yatak, yorganın kefenin olacak,
Yılan, çıyan arkadaşın olacak.
İşte! kabristana geldi kafile,
Bağırmak, çağırmak artık nafile!
Gireceksin mezara, takdir öyle,
Yüce Mevla'mızın kanunu böyle.
Başka kanunlar geçersiz orada,
Yalnız İlahî kanun geçer orda.
Mezara indirirler incitmeden,
Senin gördüğünü onlar görmeden.
Toprak ile örterler üzerini,
Göz yaşıyla ıslarlar üzerini,
Kur'an okuyup dua ederler,
Sonra kalkıp işlerine giderler.
Can dostların giderken yavaş, yavaş,
Kabrinde kopacaktır, büyük savaş.
Rüya gibi geçti Dünya hayatın,
Yalnız kaldın, gitti bütün dostların.
Gidenlere baka baka ağlarsın,
Ayak seslerini tek, tek duyarsın.
Konuşarak, gülüşerek giderler,
Seni yalnız bırakarak giderler.
Ahh! sanki dün doğdum, koştum, oynadım! 
Büyüdüm, yuvalar kurdum, evlendim.
Şu an gerçekten mezarda mıyım ben?
Korkunç kabuslar mı görüyorum ben?
Kabus mu? rü'ya mı? hayal mi? derken,
İki büyük melek gelir göklerden.
Meleklerin adı Münker, Nekir'dir.
Sesleri çok gür, yıldırım gibidir.
Önce Rabbin kimdir? diye sorarlar,
Kime kulluk ettin? diye sorarlar.
Sonra, Din'in, Peygamberin kim? derler.
Uyar mıydın Din'in emrine? derler.
Kitabım, kıbleni de sorarlar.
Kime ümmet oldun diye sorarlar?
İnancın gür, imanın sağlam ise,
Allah'ı gerçekten -BİR- bildin ise,
Kur'an'ı okuyup, yaşadın ise,
Din'e, dinim diye sarıldın ise,
Beş vakit namazını kıldın ise,
Örtünüp Allah'a kul oldun ise,
Gerçek samimi bir kul oldun ise,
İslam'ı bilinçli yaşadın ise,
Hiç korkmadan melekleri dinlersin,
Rabbim, Allah diye cevap verirsin.
Din'im İslam, başka din bilmem dersin.
Peygamberi seve, seve söylersin.
Ruhun çoşar, aslan gibi kükrersin,
Kelime-i Şehadet getirirsin...
İman'ın parlar, kabrinde nûr olur.
Kabrin hem geniş, hem aydınlık olur.
Namaz, baş ucunda yardımcın olur.
Salih mü'minler arkadaşın olur.
Amellerin akın, akın gelirler,
Her biri de sana yardım ederler.
Melekler sevinip hoş geldin derler,
Yine kendi yerlerine dönerler.
Sualin verip çok mutlu olursun,
Azaptan, korkudan emin olursun.
Kabrin Cennet bahçesi olur,
Melekler, hûriler yardımcın olur.
Ruhun coşar, sevinir, mutlu olur.
O gün sana, en büyük bayram olur.
İmanın zayıf, amelin kötü ise,
Taşlara, putlara tapındın ise,
Kur'an kursunu yasakladın ise,
Şeriata hakaret ettin ise,
Çağdaşlık uğruna açıldın ise,
Beş vakit namazı terk ettin ise,
Korkudan tir tir titrer şaşırırsın,
Unutursun hatta ölüm acısın.
Rabbini, Peygamberi bilemezsin,
Dinini, Kitabını diyemezsin.
Boşa geçmiş senin Dünya hayatın,
Ruhun duymamış imanın tadın.
Allah diyeceğine -GOL- demişsin,
Ezan yerine müzik dinlemişsin.
Günler düzenleyip yiyip içmişsin,
Dostlarınla doyasıya gülmüşsün.
Münker, Nekir üzülerek giderler.
Senin için başka çare yok derler.
Azabını çekeceksin kabrinde,
Yanacaksın Cehennem ateşinde.
Cehennem'den pencereler açılır,
Gayya'lardan sıcak sular fışkırır.
Kabrin korkunç zindan gibi kararır,
Günahların yılan gibi saldırır.
Tâ! mahşere kadar kadar azap olursun,
Hak ettiğin cezaları bulursun.

- - - Berzah Alemi - - - 

Berzah Alem'i Dünya'ya benzemez,
Gitmeyen, görmeyen hiç bir şey bilmez.
Bedensiz, maddesiz başka alemdir,
Maddeler ötesi ruhsal alemdir.
Dünya'ya kıyasla biraz açalım!
Berzah alemine biraz dalalım.
Huzur ve bunalım ruhsal olaydır,
Bedensel yapıyı aşan olaydır.
Darlık, bunalım ruhun etkileridir,
Korku ve sevinç onun etkileridir.
Midesi, böbreği hasta olanlar,
Ruhsal açıdan huzurlu olanlar,
Hastanelerde huzurla yatarlar,
Gelen dostlarıyla sohbet yaparlar.
Bedenleri sapasağlam olanlar,
Ruhsal yönden bunalımda olanlar,
Bir dakika huzurla yatamazlar,
Yataklara, hastaneye sığmazlar.
Kocaman Dünya, dar gelir onlara,
Çoğu teşebbüs eder intihara!
Ölünce her şey bitecek sanırlar!
Mezarda rahat yatacak sanırlar!
Ah! bilseler, durum tam aksinedir,
Gerçek ruhsal bunalım, kabirdedir.
Ölümle, mahşer arası bir devre, 
Bedensiz, maddesiz bir ara devre,
Kabir hayatı denir bu devreye,
Berzah alemi denir bu devreye,
Münker, Nekir'e cevabın verenler,
Hiç korkmadan Rabbim Allah diyenler,
Dinini, Peygamberin! bilenler,
Kabirlerinde tutsak edilmezler.
Beden kafesinden kurtulan ruhlar,
Ruhsal huzur ve zevkle dolaşırlar.
Berzahta kuşlar gibi uçuşurlar,
Yepyeni yaşama uyum sağlarlar.
Yeme, içme, tuvalet dertleri yok,
Sıcak, soğuk, yer çekimi derdi yok.
Bir biriyle tanışır, konuşurlar,
Ruhsal zevk ve huzura kavuşurlar.
Yakınları ile sohbet ederler,
Ana, babayla hasret giderirler.
Yeni gelenlerden haber sorarlar,
Eş ve dostlarından selam alırlar.
Gelen sevaplarla nurları artar,
Ruhsal zevkleri, feyizleri artar,
Her biri Dünya' dan sevap bekler,
Postacı meleği dört gözle bekler.
Kimine her gün hediyeler gelir,
Kimine de ayda, yılda bir gelir.
Hiç gelmeyenlerin boynu bükülür,
Onlara diğer ruhlar da üzülür.
Zamanla beden çürür, toprak olur.
Azap ta, rahmet te ruhlara olur.
Beden denen etle kemik yığını,
Ruh çeker iki alemde kaygını.
Ruhsuz beden çürür, kokar, leş olur,
Ruh ile beden, gül, gülistan olur.
Ruh çıkınca ana evlattan korkar,
Ruh varsa, hasta da olsa kucaklar.
Aslımız ruhtur, böbrek, ciğer değil,
Kalp, bağırsak, kemik yığını değil.
Böbreğin değişse de sen değişmezsin,
Gözlerin değişse de sen değişmezsin.
Kalbin de değişse, sen değişmezsin.
Kanın da değişse, sen değişmezsin.
Sen, RÛH'sun, organlarına BEN deme,
Et ve kemik yığınına BEN deme.
Bedenden geç, ruhuna aşkı tattır,
O'nun aşkı, kemali için şarttır.
Gerçek imana eriş, huzuru bul.
Zulmetten çık, gönülde Mevla'yı bul.
Gafil ruhla Berzah hayatı geçmez,
Beden çürür ama ruhlar çürümez.
Binlerce yıldır Berzah' ta olanlar,
Bedeni çürüyüp toprak olanlar,
Mezarı çöküp belirsiz olanlar,
Malları, mülkleri yalan olanlar.
Dünya hayatları bir hayal oldu,
Ruhlar, azap veya rahmeti buldu.

- - - Kıyamete Doğru - - -

Dünya'nın da bir gün sonu gelecek,
Yerin, göğün düzeni değişecek,
Kıyamet kopacak, herkes ölecek,
İlahî ferman tecelli edecek.
Kıyametin pek çok belirtisi var,
Küçük ve büyük alametleri var.
Küçük alametleri çoktan bitmiş,
Sıra büyük alametlere gelmiş.
Ah! ne hale geldik benim kardeşim,
Geliniz hep birlikte dertleşelim.
Çıplaklık aldı başını gidiyor!
Baş örtüsü zulmü devam ediyor!
Haya kalktı, kadınlar çırılçıplak,
Bilmem ki bu iş nerede duracak?
Hadis'te geldi beteri olacak!
Bu kadınlar daha mı soyunacak?
Alkol, kumar, faiz her eve girdi,
Genç yavrularımız ne hale geldi.
Her evde çalgı, her evde sinema,
Camiye gidip uymazlar imama.
Küçükte saygı büyükte şefkat yok,
Yalansız, hilesiz alış-veriş yok.
Memurlar, işçiler ücret peşinde,
Gençler kadın veya topun peşinde.
Kala, kala kuru bir namaz kaldı.
O'nu kılanlar da pek çok azaldı.
İslam'ın ismi, Din'in resmi kaldı,
Camilerin yaldızı, süsü kaldı.
Erkekler kahvede kumar başında,
Kadınlar, kızlar çarşıda, pazarda.
Daldık Dünya'ya unutuldu mezar!
İmanlar zayıflıyor azar, azar.
Kalmadı ölümden korkup ağlayan,
Cenneti, Cehennemi hatırlayan.
Zaman değişti, her şey alt üst oldu,
Din için çalışanlar gerici oldu.
Dinsizliğin adı çağdaşlık oldu.
Gerçek müslüman'lar mürteci oldu.
İmam hatipler irtica sayıldı,
Kur'an kursları askıya alındı.
Hristiyan misyonere tam destek,
İmam hatip, Kur'an kurs'una köstek,
Cübbeli, sakallı papaz'a saygı;
Müslüman din adamlarına yargı;
Din'i savunanlara baskı, sansür,
Din karşıtı basın, sınırsız özgür.
Bunun için yaratılmadı insan,
Bu gidişe bir gün dur! der, yaratan.
Gelin, vakit geçmeden uyanalım!
Yüce Rabbimiz'e tevbe kılalım,
İnançta, yaşamda özgür olalım.
Gelin! Milletçe bir bütün olalım.
İrtica diye fitne çıkaranlar!
Vatan'ı, Millet'i parçalayanlar,
Acaba! kime hizmet ediyorlar?
Düşman ekmeğine yağ sürüyorlar,
Sakala Takke'ye karşı olanlar,
Ve başörtüsünü yasaklayanlar!
Unuttular mı! Türk'ün tarihini?
Fatih'leri, Barbaros Hayrettin'i?
Yunan'ı sürüp denize atanlar,
Maraş'ı Fransız'dan kurtaranlar,
Türk kurtuluş savaşını başlatanlar,
Vatan için gazi, şehit olanlar,
Her biri sakallı, takkeli idi.
Hanımların başları örtülü idi
Atatürk'ün en yakını üç hanım,
Zübeyde, Makbule, Latife hanım,
Üçünün de başı örtülü idi.
Yoksa! onlar da mı mürteci idi?
İzmir işgale uğradığı zaman,
Yunan karaya ilk çıktığı zaman,
Garbis'ler coşkuyla karşıladılar.
Manukyan'lar düğün, bayram yaptılar.
Allah korusun, bir savaş çıkarsa!
Düşmanlar ülkemize saldırırsa!
Allah diye Ahmet, Mehmet savaşır,
Başörtülü Ayşe cephane taşır.
Doğudan da, batıdan da dışlandık,
Her taraftan düşmanlarla sarıldık.
Düşmana karşı bir bütün olalım,
Vatana, bayrağa sahip çıkalım.
İnananlardan baskı, zulüm kalksın!
Eşitlik ilkesi tam uygulansın.
Yargı hür, bağımsız, tarafsız olsun.
Kanunlar ön yargısız uygulansın.
Hepimiz bu vatanın evladıyız,
Hepimiz vatana çalışmalıyız.
Lanet olsun! milleti bölenlere,
Bu vatana ihanet edenlere...

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

- - - Bir Hayat Öyküsü - - -


İnsanoğlu zamana bağlı iken,
Zorunlu yolculuk devam ederken,
Uzaklar hayal gibi görünürken,
Ölüm ve sonrası unutulurken..
Çok geçmeden uzaklar yakın olur,
Yakınlar yavaş, yavaş uzak olur.
Hayal algılananlar gerçek olur,
Ve gerçekler de bir, bir hayal olur.
İlk okula başlayan öğrenciler,
Fakülteyi uzak hayal görürler.
Zaman gelip liseye başlayınca,
Bir çok hayaller gerçek olunca,
Üniversite hayali yaklaşır.
İlk öğrenim yılları uzaklaşır.
Yıllar geçer, sınavlara katılır,
Puan tutturur, kaydını yaptırır.
Zaman durmaz baharlar, kışlar geçer,
Taşlı ve sopalı kavgalar biter.
Gün gelir diploma töreni olur,
Ve üniversiteden mezun olur.
Aklı, parası ve imkanı varsa,
Kendi dalında ihtisas yaparsa,
Hayata atılacak zamanı gelir,
Bir işe girecek zamanı gelir.
İnanan, yaşayan bir kişi ise,
Gerçek ve samimi müslüman ise,
Bu Dünya'da işi kolay değildir,
O güzelim Cennet ucuz değildir.
Öğrenim için ne çileler çekti.
Normal ömrün dörtle birin tüketti.
Kimse acımaz onun emeğine!
Kimse yanmaz, çektiği çilesine!
Namaz kılana mürtecisin derler,
Hanım ise, başın örtülü derler.
Rüşvet almaz, haram yemezsin derler,
Bizlere de engel olursun derler.
Ağzı ile kuş tutsa fayda etmez,
Kolay kolay bir işe giremez.
Allah' a tevekkül eden aç kalmaz,
İnanmayan tevekkülden anlamaz.
Takdir olunan rızkı onu bulur.
Dünyası, Ahireti mutlu olur.
İnançsız, abdestsiz, namazsız ise,
Başı açık, eteği kısa ise,
Kapılar açılır ardına kadar,
Yükselir en üst makamlara kadar.
Hayatında yeni bir dönem başlar,
Makamı, yetkisi durmadan artar.
Arkasında güçlü dayısı varsa,
Tepelere, zirvelere çıkarsa,
Ölümü unutur, dalar Dünya'ya!
Çok özenir, daha çağdaş! olmaya.
Zevk ve eğlence ile ömrü geçer.
Ve en pahalı içkileri içer.
Öğrencilik günleri hayal olur,
O günler yaşanmamış gibi olur.
Bir çeyrek asır da böylece geçer,
Değerli günleri gafletle geçer.
Bir gün emeklilik zamanı gelir,
Hüküm kendisine tebliğ edilir.
Makamsız, yetkisiz bir kişi olur,
Bir süre böylece dolaşır durur.
Sahte dostları unuturlar onu,
Telefonla da aramazlar onu.
Her biri yeni amirin peşinde,
Her biri makam ve mevkî düşünde.
Yalnız kalır, yeni çevreler arar,
Eski ikbal günlerin! çok arar.
Sonra doktor, hastane devri başlar,
Ölümden çok korkar, evhama başlar.
Eşi ölüp, bir de yalnız kalırca,
Evlatları acımasız olursa!
Dünyası daralır bir mezar olur,
Karanlık geceler çok uzun olur.
İnançsız, ilkesiz, sahte laikse,
Kur'an'a, şeriata karşı ise,
Camiden korkar, cemaatten kaçar,
Gerçek müslümandan nefretle kaçar,
Camilere, cemaate gidemez,
Manevi ruhsal huzura eremez.
Daralır, bunalır, huzursuz olur,
Ölümden, mezardan çok korkar olur.
Hastanede garip, garip yatarken,
Ölüme adım, adım yaklaşırken,
Tüm Dünya hayatı bir hayal olur,
Ömrü ot gibi boşa geçmiş olur.
Yalnız kalır, tüm dostlarından kopar,
Gün gelir, ölümü, mezarı arar.
Makamı, mevkii, yetkisi varken,
Çağdaş! görünümlü bir kişi iken,
Nice dostları, ahbapları vardı,
Müzik, eğlence, alkol yudumlardı,
Namaz kılanlara baskı yapardı,
Türbanlı hanımı işten atardı.
Ölümü çok uzaklarda görürdü,
Kendini çok genç ve güçlü görürdü,
Çağdaşlığı din karşıtı bilmişti,
İslam'ı çağ dışı kabul etmişti,
Ölüm yatağında azabı başlar,
Günahları onu sıkmağa başlar,
Azrail gelince, geç kalmış olur,
Sonra kendini yer altında bulur.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Sevgili Din Kardeşlerim,

    İslam Dini yalnız Araplarla veya Orta Doğu ülkeleri ile sınırlı değildir ve sınırlı kalmayacaktır. Alemlere rahmet olarak gönderilen ve Allah'ın son peygamberi olan Hazreti Muhammed, kıyamete kadar gelecek olan bütün insanların peygamberidir. İnananlara,"Ümmeti İcabet " ve inkarcı ara,"Ümmeti Davet" denir.
    Hazreti Muhammed tebliğ görevine dünyanın kalbi ve müslümanların kıblesi olan"Kabe" şehri Mekke'de başladı.
    Ne yazık ki, taşlara tapınacak kadar aşağılaşan ve sapık rejimlerine din gibi bağlı olan Mekke müşrikleri, bu ilahi nimetin ve ilahi lütfün değerini anlayamadılar.
    Dinsiz ve düzensiz yaşamla içki, kumar ve fuhuş üçgeninde bunalan ve doğal insanlık fıtratını kaybedip canavarlaşan müşrikler, müslümanlara karşı top yekun bir saldırı başlattılar. Baskı, zulüm, işkence ve her türlü zorbalıklarla Allahın Dini'ni engellemeye ve müslümanları sindirmeye çalıştılar.
    Sayısal açıdan çok az olan müslümanlar, bu ağır baskılar karşısında doğal olarak yer altı faaliyetlerine yöneldiler. Kur'an'ı gizlice öğreniyor ve İslam'ı yaygınlaştırmaya çalışıyorlardı.
    İlahi iradenin ve İlahi hikmetin gereği böyle idi. Çünkü baskıdan tepki doğar ve gizlilikte gerçek ihlas ve samimiyet olur. İslam'ın temel taşları olacak olan sahabelerin tam ihlaslı ve samimi olabilmeleri ve baskılara karşı tepkili ve duyarlı olmaları için, bu şerait altında yetişmeleri gerekti.
    Ancak doğal olarak bu baskı devam etmeyecek ve her gecenin bir sabahı olacaktı. Yüce Allah onlara müjde ayetini gönderdi: (müşrikler) "Ağızları ile Allah'ın nürunu söndürmeye yeltenirler. Kafirler istemeseler de Allah nürunu (dini) tamamlayacaktır." Saf:8
    Allah va'd ediyordu. Mekke'deki bir avuç müslümanla bu din tamamlanacaktı. İslam bütün dünyaya yayılacak, varlığını, hakimiyetini kabul ettirecek ve İslam küreselleşecekti. O günkü şartlar altında akıl ve mantığı zorlayan ve hayal duygusunun ötesinde bir müjde idi. Ama kesin ve gerçekti. Çünkü Allah bildiriyor ve va'd ediyordu.
    Mekke müşrikleri İlahî Nüra layık değillerdi. Hidayet istemiyorlardı. Allah kafirlere zorla hidayet etmez. Adetullah böyledir. Ama din tamamlanacak ve kıyamete kadar baki kalacak.
    İlahi irade sınır ve engel tanımaz. Bereketli yağmur bulutlarını dilediği yerlere yönlendirip, rahmetini bol bol saçtığı gibi İlahi Nürunu da Medine'ye yöneltti ve müslümanları orada topladı.
    Medine'liler İlahi Nüra sahip çıktılar. Hazreti Muhammed'i ruhsal heyecan ve coşkuyla karşıladılar. Kısa zamanda İslam'la bütünleşip, birlik ve kardeşlik havası içinde huzur ve refaha kavuştular.
    Ancak, Mekke müşrikleri rahat duramıyordu. Ebu Cehil'in komutasındaki ilk müşrik ordusu Bedir'de bozguna uğrayınca, ertesi yıl üç katı bir ordu ile Uhud'a kadar gelerek müslümanlara saldırdılar. Hazreti Hamza başta olmak üzere 70 sahabeyi şehid ettiler.
    Sonra Mekke'ye hakim olan küçük azınlık savaşı unuttu ve safahat alemine daldı. İçki alemleri düzenliyor ve yarı çıplak genç cariyelere şarkı söyletip, eğleniyorlardı.
    Medine halkı da Peygambere kavuşmanın heyecanını yaşıyordu. Cennet hayatını aşan ruhsal zevklere ve manevi feyizlere kavuşmuşlardı. İşçi, patron ve köle, efendi ayrımı kalkmıştı. Eşit şartlarda ve din kardeşliği potasında bütünleşmişlerdi. Beş vakit namazda yan yana ve omuz omuza Allah'a secde ediyorlar ve Peygamberimizin sohbetlerini dinliyorlardı.
    Bu ortamdan hoşlanmayan ve müslümanların top yekün imha edilmesini isteyenler vardı.
    Roma ordularının Kudüs katliamından kaçan bazı yahudiler, Hayber'e ve Medine'nin yakınlarına gelip yerleşmişlerdi.
    Hz Musa'nın müjdelediği ve Tevrat'ın haber verdiği son Peygamberin yakında geleceğini biliyor ve heyecanla bekliyorlardı. Ancak, çok aşırı ırkçı oldukları için, Allah'ın işine karışıyor ve son peygamberin de yahudi olmasını istiyorlar
    Beklentilerinin aksi olunca Hazreti Muhammed'i kıskanıp düşman oldular. Bununla da yetinmediler ve Beni Nadir yahudileri Peygamberimize suikaste kalkışınca, Medine'den sürülüp çıkarıldılar.
    İşte, Beni Nadir yahudilerinin önde gelenlerinden bir grup  intikam almak ve müslümanların kökünü kazıyıp yok etmek için hazırladıkları planı uygulayabilmek için Mekke'ye gittiler. Mekke müşrikleri ile anlaştıktan sonra, öteki müşrik kabilleri de teker teker dolaşarak müslümanların aleyhine çok büyür bir şer ittifakı oluşturdular.
    Durumu haber alan Peygamberimiz, sahabelerini toplayarak istişare yaptı ve Selman'ı Farisi'nin görüşü benimsenerek Medine'nin görüşe açık bölgelerine derin ve geniş hendekler kazılarak savunma stratejisi uygulanmasına karar verildi
    Sevgili Peygamberimiz de sahabeleri ile birlikte çalışıyor ve toprak taşıyordu. Kazının bir bölümünde çok sert bir kayaya rastlanıldı. Sahabeler tüm çabalarına rağmen kayayı parçalayamayınca, durumu Peygamberimize bildirdiler.
    Peygamberimiz üç defa vurunca kaya paramparça oldu ve her vuruşunda çok büyük bir aydınlık belirdi. Peygamberimiz her aydınlıkta tekbir aldı ve yakında Sana, Şam ve Medain'in fetih olunacağı müjdesini verdi.
    Bunları Allah'ın Resul'u söylüyordu. Sahabeler sevinç gözyaşları ile tekbir getirirken, münafıklar alay edip gülüyorlardı. Münafıklara göre, bir kaç tane Arap kabilesi ile savaşmayı göze alamayan ve korkudan kazdığı hendeklerin arkasına sığınan Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Yemen devletinden Sana'yı ve Roma, İran gibi efsanevi süper güçlerden Şam'ı ve Medain'i alması aldatmaca bir yalandı.
    Yüce Allah derhal ayetini inzal buyurdu: (Ya Muhammed) "De ki, Ey mülklerin maliki olan Allah, dilediğirie mülkü verir ve dilediğinden mülkü geri alırsın, dilediğini aziz (güçlü) kılar ve dilediğini zelil kılarsın. Hayırlar senin elin (iraden) de ve sen herşeye kadirsin." Ali imran:26
    Hendekler ancak kazılıp bitmıştı ki, doğudan ve batıdan gelen müşrik orduları müslümanları kuşatma altına aldılar. Müşrik ordularının komutanları kendi aralarında kesin karar almışlar ve yemin etmişler ki, top yekun bir katliam yapacaklar ve bir tek müslümanı sağ bırakmayacaklar.
    Karşılıklı ok atmaları ile başlayan savaş bütün hızı ile devam ediyordu. Mevsim kış ve hava çok soğuktu. Müslümanların çoğu dikişsiz birer bez parçasına sarılmışlardı ve çok üşüyorlardı. Haftalarca sıcak bir kaşık çorba görmemişler ve doyasıya bir öğün katıksız, kuru arpa ekmeği yiyememişlerdi.
    Çok kalabalık düşman ordularının şiddetli saldırılarına ve aralarındaki münafıkların bozguncu tutumlarına rağmen, sabır ve sebatla Allah yolundan bir adım geri atmamışlar ve Peygamberimizden ayrılmamışlardı.
    Üç hafta kadar süren savaşın son günü ikindiden sonra Cebrail gülümseyerek Peygamberimizin yanına geldi. Müslümanların artık çilesinin bittiğini ve imtihanı kazandıklarım söyledi ve zafer müjdesini verdi.
    Biraz sonra müşriklerin bulunduğu tarafta soğuk bir rüzgar esmeye başladı. Sürekli hızını arttıran ve şiddetli kasırgaya dönüşen rüzgar, hem çok soğuk hem korkunç sesler çıkarıyordu. Toz, toprak kara bir duman gibi ortalığı kapladı ve çakıl taşları uçuşmaya başladı. Kazıkları sökülen çadırları havada uçuşmaya başladı ve gözleri yanan atları ve develeri iplerini koparıp kaçışmaya başladılar. Akşamın karanlığı da bastırmıştı. Gözleri sulanan ve yanan müşrikler korkudan paniğe kapılmışlardı. Eşine ender rastlanan bir kum fırtınası devam ederken, açıkça görünmeyen melekler de gök gürültüsünü andıran sesleri ile hep birlikte tekbir getirmeye başlayınca, yer yerinden oynadı ve sanki kıyamet kopuyordu. Korkudan çılgın gibi olan müşrikler kaçışıp gittiler.
    Yüce Allah buyuruyor: "Ey mü'minler! Allah'ın üzerinizdeki nimetlerini hatırlayın. Hani size (müşrik) orduları gelmişti ya! Onların üstüne fırtınalar ve sizin görmediğiniz ordular (melekler) gönderdik. O Allah ki yaptıklarınızı görür." Ahzab:9
    Hendeğin beri yakasında hava sakin ve herşey normaldi. Sabah namazından sonra Güneş doğarken tekbir sesleri ile karşıya geçildi. Önce çevre izlendi ve ganimet malları toplandı. Sonra çok sayıda develer kesilerek büyük bir ziyafet çekildi.
    Allah'ın Resul'u, Allah adına konuşuyordu. Bu saldırı kafirlerin Medine' ye son saldırışı olacaktı. Kıyamete kadar Medine'ye saldıramayacaklar ve Deccal (deccaliyet rejimi) Medine'ye giremeyecekti.
    Allah'ın vadettiği zaman gelmiş ve İslam'da zafer ve fetih dönemi başlamıştı. Artık zafer İslam'ındı.
    Hayber ve Mekke'nin fethi ile başlayan İslam fütuhatı çok kısa bir zamanda çığ gibi büyüdü. İnsanlar İslam'a koşuyorlardı. Yalancı memelerle aldatılan çocuklar gibi, yalancı ilahlarla ve sapık ideolojilerle aldatılanlar bölük bölük ve kabile kabile İslam'a geliyorlardı.
    İslam'a yeni gelenler doğal kimliklerini İslam'da bulup yeniden doğmuş gibi ruhsal huzura kavuşuyorlardı.
    İslam, sınır, engel ve önlem tanımıyordu. Mekke'de bir avuç müslümanla başlayan İslamî hareket, hayal duygularının ve zaman kavramlarının ötesinde bir hızla devam ediyordu.
    Zor günlerin sarsılmaz erleri olan sahabeler, Allah'ın ve Peygamberin tüm vad'lerinin bir bir gerçekleştiğine şahit oldular. Münafıkların alay edip gülüştüğü San'a, Şam ve Medain'in fetihlerini gözleri ile gördüler.
    Efsanevi ve yenilmez güç olarak algılanan Roma ve İran ordularının bozguna uğratılıp kaçışlarını seyrettiler.
    İslam'ın hudutları hergün değişiyor ve müslümanlar çığ gibi büyüyorlardı. Önceleri yurtlarının işgal edildiğini sanan ve korkanlar, sonradan gerçekten kurtarıldıklarını anlayınca, tüm güçleri ile İslam'a sarıldılar.
    Çok kısa bir zamanda Müslümanlar dünyanın tek süper gücü oluvermişlerdi.
    İslam, tüm insanları kapsayan son ilahi dindir ve kıyamete kadar kesintisiz devam edecektir. Ancak, Adetüllah'ta zorlama yoktur. Yani zorla hidayet yoktur. Akıl ve bilinç duyguları ile yaratılan insanlar kendi özgür iradeleri ile hak veya batılı tercih edeceklerdir.
    Hidayet yer çekimi kanunu gibi akıl, bilinç ve irade ötesi zorunlu bir uygululama olsa idi mahşer yerindeki sorgulamanın anlamı kalmaz, Cennet veya Cehennem'den birine gerek kalmazdı .
    Bu nedenle İslami yaşantılarda ve İslami çalışmalarda zaman zaman kopukluk ve hatta sapmalar olabilir.
    Görevini ihmal eden veya başaramayan veya ihanet eden bir kumandan azledilir ve görev başka kumandana verilir.
    Dinin gerçek sahibi olan Allah, İslam'ı taşımayan veya ihanet eden toplumlardan İslam'ın öncülüğünü alır ve başka topluma verir.
    Allah buyuruyor: "Ey iman edenler! Sizden bazılarınız dinden dönerse Allah ileride öyle bir toplum (millet) getirir ki, Allah onları ve onlar Allah'ı severler. (Onlar) mü'minlere karşı alçak gönüllü ve kafirlere karşı onurlu olup kınayanların kınamasından korkmadan Allah yolunda cihad ederler. Allah dilediğine bu nimetleri (görevi) verir. Allah'ın rahmeti geniş ve herşeyi bilicidir." Maide: 54
    Yüce Rabbimiz İslam'ın öncülüğünü ve bayraktarlığını Araplardan almış ve Türkler'e vermiştir.
    Selçuklular ve Gazneliler başta olmak üzere bir çok Türk devletleri tüm güçleri ile İslam'a sahip çıkmışlar ve İslam'ı daha ilerilere taşımışlardır.
    Dünya'nın en uzun ömürlü tek süper gücü olan Osmanlı Devleti, yedi asra yakın İslam'ın öncülüğünü ve liderliğini yapmıştır. Tüm gücü ile İslam'a sarılmış, İslam'ı Avrupa'ya taşımış ve İslam'a, Kuran'a, ilme ve insanlığa büyük hizmetler yapmıştır.
Ne yazık ki, Reşit Paşa'nın Gülhane Hattı Hümayunu ile, İslam arkadan hançerlenmiş ve Abdülhamid Han Hazretlerinin azınlıkların başlattığı bir hareketle tahttan indirilmesi ile İslam sahipsiz ve hamisiz kalmış ve karanlık fetret devri başlamıştır.
Ancak aydınlığı olmayan bir gece ve kolaylığı olmayan bir güçlük yoktur.
    Dünyamızdaki bazı ülkeler ve özellikle yeni kıtalardaki ülkelerin çoğu henüz İslam'ı gereği gibi tanımış değillerdir.
Yüce Rabbimiz İsra süresinin 15. ayetinin sonunda: "Resul (elçi, haberci) göndermeden azab edici değiliz" buyuruyor.
    İslam tüm dünyaya yayılmadan ve tüm ülkeler İslam'ı tanımadan kıyametin kopmayacağına işaret edilmektedir.
    İslam, İlahi dindir, İlahi iradeye bağlıdır ve bu nedenle sınır, önlem ve engel tanımaz. Allah va'd etmiştir. Bu din tamamlanacak ve yeni bir dünya düzeni oluşacaktır.
    İlahi irade dilediği an ikinci fütuhat devri başlayacak ve insanlar Allah diye İslam'a sarılacaklardır.
    Araplar ancak bir kaç asır İslam'ın öncülüğünü ve bayraktarlığını yapabildikleri halde, Türkler bin yıldan fazla İslam'ın öncülüğünü yapıp, İslam'a büyük hizmetler yapmışlardır. Medine'den binlerce kilometre uzaklıktaki İstanbul asırlarca İslam'ın merkezi olmuştur. İslam'ın öncülüğünü ve liderliğini tekrar ülkemize vermesini Yüce Rabbimiz'den temenni ederiz.
    Ancak yetkili yetkisiz bazı İslam düşmanları Mekke müşriklerinin sahabelere uyguladığı baskı ve zulmü günümüz müslümanlarına uygulamaya yeltenirlerse, doğal olarak İslami faaliyetler önce yer altına çekilir ve sonra Adetullah'ın gereği başka ülkelere taşınabilir.
    İsminden başka birşeyi kalmayan ve ruhsuz bir kadavraya dönüşen hristiyanlık, bugünkü Avrupa ve Amerika halkını tatmin edememektedir. Kiliseler ölüm ve nikah gibi bazı törenlerin dışında tüm özelliğini yitirmiş, alkolik ve cinsel sapık papazların suç işleme odağı haline gelmiştir.
    Kesinlikle inanıyorum ki, ruhsal açıdan bunalımda olan Avrupa halkının üzerine manevî güneş doğacak ve yakında İslami faaliyetler Avrupa'da odaklaşacaktır.
    İlahi iradenin gereği belirli kişi ve kuruluşların İslamlaşması ile Avrupa halkı İslam'la tanışıp, bütünleşecek ve belki de İslam'ın yeni öncüsü ve bayraktarı Avrupa olacaktır.
    Konumuzu İbrahim Hakkı Hazretlerinin bir şiiri ile noktalayalım.

Hak şerleri hayr eyler
Zan etme ki gayr eyler
Arif onu seyr eyler
Görelim Mevlâ neyler
Neylerse güzel eyler

NOT: "Dünya ve Ahiret" Ahmet TOMOR hocaefendinin aynı isimli kitapçığından yazılarak sizlere sunulmuştur. Allah kendisinden razı olsun. 

Çağrı Web Ana Sayfa
ÇAĞRI WEB 2001