MUHKEM
- MÜTEŞÂBİH
Tarih
boyunca, Kur'ân-ı Kerîm'i ve sünneti keyiflerince yorumlayân ve birbirlerini
tekfir eden fırkalara rastlanmıştır. Burada usûle riayet etmeden, şahsî kanaati
ile tefsir eden mükellefin mesûliyetini ele almamız gerekir. Resûl-i Ekrem'in
(sav): "Her kim Kur'ân-ı Kerîm'i (hiç bir ilmi olmadan) kendi şahsî reyi
ile tefsir ederse cehennemdeki yerine hazırlansın"1 buyurduğu ve müminleri
uyardığı malûmdur. Nasslan şahsî kanaatlerine göre te'vil eden kimseler, isabet
etseler bile, usûl açısından hata etmiş olurlar? Zira mücerred akla ve şahsî
kanaate dayanan keyfi yorumların sonu yoktur. Bu kısa girişten sonra muhkem ve
müteşabih kavramlarını kısaca izah edelim. Muhkem lûgatta, metanet verilmiş,
sağlam ve kuvvetli manasına gelir 3 Manası kolaylıkla anlaşılan, hârici bir
tefsire ihtiyaç göstermeyen ve tek manası olan âyetler muhkemdir. Sarih ve
müfesserden daha kuvvetli olan sözü ifade için kullanılan muhkemin zıddı,
müteşabihtir. Tefsir usûlünde, açık ve tevile muhtaç olmayan âyetlere muhkemât,
manâsı gizli ve te'vile muhtaç olan âyetlere de müteşabihat denilmiştir. Diğer
bir tâbirle müteşabih, bir çok manâya ihtimali olup, bu manâlardan birini tayin
edebilmek için hârici bir delile ihtiyacı olan âyetlerdir.
Kur'ân-ı
Kerîm'in ihkâmından maksat, onun kelime ve manâlarına zarar vermeyecek şekilde
sağlamlığı, nazmının güzelliği ise, tamamının muhkem olduğu sabittir. Bunun
delili şu âyet-i kerimedir: "Bu âyetleri muhkem olan bir kitaptır."
(Hûd sûresi:1). Belâğatını, icâzını ve bir kısmının diğerinden daha zor
anlaşılmasını dikkate aldığımız zaman, Kur'ân-ı Kerîm de müteşabih âyetlerin
(müteşabihât) de bulunduğunu söylememiz zaruri olur. Kur'ân-ı Kerîm'in
tamamının muhkem olduğunu iddia edenler bulunduğu gibi,tamamının müteşabih
olduğunu söyleyenler de olmuştur. Bu iki iddianın da doğru olmadığı şu âyet-i
kerime ile sabittir: "Sana kitabı indiren O'dur. Ondan bir kısım âyetler
muhkemdir ki, bunlar kitabın anası (temeli)dir. Diğer bir kısmı da müteşabihlerdir.
İşte kalplerinde eğrilik bulunanlar sırf fitne aramak (ötekini berikini
saptırmak) ve (kendi arzularına göre) te'viline yeltenmek için onun müteşâbih
olanına tâbi olurlar. Halbuki onun te'vilini Allah'tan başkası bilemez. İlimde
yüksek pâyeye erenler ise: `Biz onan inandık, hepsi Rabbimiz katındandır'
derler. Bunları ancak akl-ı selim sahipleri düşünüp anlar." (Âl-i İmrân
sûresi: 7). Kur'ân-ı Kerîm Resûl-i Ekrem'e (sav) indirilirken, âyetlerinin bir
kısmı herkesin anlayabileceği şekilde (muhkem), diğer bir kısmı da
anlayamıyacağı şekilde (müteşâbih) indirilmiştir. Kat'i farzlari ve ahkâmı
(helâl, haram, namaz, oruç, zekat, hac gibi) beyan eden âyetler, muhkem vasfına
haizdirler. Tariflerden de anlaşılacağına göre, muhkem, açık ve sarihdir. Müteşâbihat
ve kısımları üzerinde değişik görüşler ortaya atılmıştır. İlimde rasih olanlar
ile kalplerinde hastalık (maraz) bulunanların tesbiti, müteşâbih âyetler
vasıtası ile yapılabilir. Bu hakikatleri esas alan ulemâ, muhkem ile
müteşâbihin tarifini yapmaya gayret etmiştir4 Ulemânın cumhuru, "müteşâbih
âyetlerin te'vilini Allahu Teâla dan (cc) başka kimse bilemez" görüşünü
benimsemiştir. Onlar, âyetteki Allahu Teâlâ kelimesi üzerinde vakfederler.
Ebu'1 Haseve elEş'arî ise âyetteki vakfın (duruş yeri) ve'r-râsihûne fî'l-ilmi
de olması lâzım geldiğini ve râsihlerin de müteşâbih âyetlerin tevilini
bilebileceklerini söylemektedirler.5 Kıraat ihtilâfı değişik meseleleri gündeme
getirmektedir. Bu görüşü Ebû İshak eşŞirazî daha vazıh bir şekilde
açıklamıştır. Selef-i sâlihin döneminde, bu müteşâbih âyetler olduğu gibi kabul
edilmiş ve bunlar üzerinde durulmamıştır. Zira Allahu Teâlâ (cc) bu gibi
âyetleri kurcalayanların kalplerinin hasta olduğunu haber vermektedir. Resûl-i
Ekrem de (sav) müteşâbih âyetlere tâbi olanlardan sakınmayı tavsiye etmiştir.
Fakih sahabeler ve halife Hz. Ömer (ra) müteşâbihatı keyiflerine göre
yorumlayanların ta'ziren cezalandırılacağını beyan etmişlerdir Meselâ, tabiûn
dan İbn Subeyg adında bir şahıs Medine'ye gelip Kur'ân-ı Kerîm'in müteşâbihatı
hakkında sualler sormaya başlayınca, rahatsızlık ortaya çıkmıştır. Bunu haber
alan Halife Hz. Ömer (ra) onu huzuruna çağırmış, sorguya çekmiş ve yaş hurma
dalları ile başını kanatıncaya kadar dövülmesini emretmiştir. Daha sonra o
şahsı Medine'den memleketine göndermiş ve onunla hiç kimsenin görüşmemesini Ebû
Musa el-Eş'arî'ye emretmiştir 6
Râğıb
el-Isfahânî, müteşabih âyetlerin, manasına vukûf yönünden üç kısımda
incelenebileceğini ifade eder. Birincisi: Bilinmesine imkân olmayan
müteşâbihlerdir ki, bunu ancak Allah bilir (kıyamet vakti gibi). İkincisi:
İnsanoğlu sebeplere tevessül ederek onun manasını bilebilir. Meselâ garib
kelimeler, muğlak hükümler gibi. Üçüncüsü: Yukarıda zikrettiğimiz iki madde
arasında olanlardır ki, bu da ilimde rusûh sahibi olan bazı zevata tahsis
edilmiş, diğerlerinden ise gizlenmiştir.
Genel
olarak usûl ulemâsı müteşâbihatı iki kısma ayırmıştır: (a) Muhkem ile mukayese
edildiğinde manâsı bilinebilen; (b) Hakikatını bilmeye imkân olmayan
âyetlerdir. Mücahid, bunları şöyle tarif etmektedir: Muhkem âyetler helâl ve
harama dair olanlardır. Müteşâbihler ise, bazısı bazısını tasdik ve tefsir eden
âyetlerdir. İbn Ebi Hatim de, Ali b. Ebi Talha tarikıyle İbn Abbas'dan şöyle
rivayet etmektedir: Muhkemler nasih helâl, haram, hudud, feraiz, iman edilip
amel edilen hususlardır. Müteşabihler ise, mensuh, mukaddem, muahhar, emsâl,
yeminler, iman edilip amel edilmeyen hususlardır 9
Müteşabihin
kaynağında Allahu Teâla nın muradının gizliliği bahis konusu olduğuna göre, bu
gizlilik bazen lafızda, bazen manada, bazen de her ikisinde birden olur.
Müteşabih olan sıfatlar hakkında ulemâ iki mezhebe ayrılmıştır. Birincisi,
Allahu Teâla nın müteşabih olan sıfatları malûm gibi görünürse de bu sıfatların
zâtına isnadı muhal olduğundan,
bunların medlûllerinin tayinini Allahu Teâlâ'nın mutlak ilmine tefviz ve havale
etmektir. Onlara sadece inanmak gerekir. Meselâ, meşhur imam Mâlik b. Enes'e
istiva hakkında sorulduğunda: "İstiva malûmdur ki, meyfiyeti meçhûldür,
ondan sual etmek bid'attır. Senin kötü bir insan olduğunu zannederim, onu
benden uzaklaştırın" demiştir. İkincisi; zahiri muhal olan lafzı, Allahu
Teâla nın (cc) zâtına lâyık olan bir manaya hamledenlerin mezhebidir. Bu mezheb
İmamu'I-Harameyn, Abdu'l-Melik b. Ebi Abdillah b. Yusuf b. Muhammed el-Cuveynî,
Ebu'l-Maalî'ye ve onları takip edenlere nisbet edilmiştir. Hapsedilemeyecek bir
fıtratta yaratılan insan zekâsı, müteşâbihat üzerinde de işlemeye devam
etmiştir. Hele İslâmiyeti ifsad etmek isteyenlerin, bu gibi âyetlere gelişi
güzel manâ verişlerini frenlemek ve aynı zamanda kötü neticelerinden
müslümanları korumak için müteşâbih âyetleri İslâm'ın ruhuna uygun bir şekilde
tevil etmek mecburiyeti hâsıl olmuştur.
Kur'ân-ı
Kerîm'de müteşâbih âyetlerin bulunması, insanlık için bazı faydalar temin etmektedir.
Genellikle bu âyetler sayesinde İslâmiyette insan fikri dondurulmamış, geniş
bir fikir hürriyetine müsaade verilmiş ve dinin temellerini kuvvetlendirmekte
esaslı rol oynamıştır. Çünkü bu âyetler birkaç manâya tahammül edebilen bir
mahiyete haizdir. Müslümanları daha çok öğrenmeye ve başka bilgilere de sahip
olmaya sevketmiştir. Yine bu âyetler sayesinde dinin tebliğine ve tesisine mani
olmak için sorulan suallere susturucu cevaplar verilmiş ve ilk günde meydana
gelecek fesadların önüne geçilmiştir. Kur'ân-ı Kerîm de muhkemle beraber
müteşâbihin bulanması, insanoğlu için bir denemedir. Acaba insanlık, dosdoğru
olan Peygamber'in haberine itimad ederek gayba inanacak mı? Kur'ân-ı Kerîm bunu
güzel bir şekilde ifade eder: Hidayete erenler buna inandık derler; kalplerinde
eğrilik bulunanlar, o Rablerinden bir hak olduğu halde onu inkâr ederler ve
fitne aramak için onun müteşâbih olanına tâbi olurlar. Bunun diğer bir faydası,
insanoğlu ne kadar istidat ve ilim sahibi olursa olsun, onun âciz ve mahlûk olduğunu
gösteren bir delil de bu müteşâbihattır. Bu âyetler, Allah'ın ilmiyle herşeyi
ihata ettiğini, mahlûkâtın O'nun ilminden ancak O'nun dileyeceği kadarını
alabileceğini ifade eder. İnsan, Hâlıkının karşısında kul olduğunu idrak eder.
Müteşâbih âyetler sebebiyle aklî deliller ön plâna çıkmıştır. Akıllı olması
hasebiyle kıymet kazanan insanın şerefini yükseltmiş olur.
KAYNAKLAR
(1)
Sünen-i Tirmizî, İstanbul 1401, c. V, sh. 199, Had. No: 2951.
(2)
İmam-ı Suyûtî, Miftahu'I-Cenne fi Ihtica'c bi's-Sünne, Beyrut 1989, sh. 62.
[3) M.
Zeki Pakalın, Terimler Sözlügü, İstanbul, ty. c.II, sh. 571.
(4)
İmam-ı Suyûtî, el-Itkan fi Ulûmi'f-Kur'ân, Kahire 1368, c. lI, sh. 2-3.
(5)
Subhi es-Sâlih, Mebahi's fi Ulûmi'l-Kur'ân, Beyrut 1965, sh. 282. (Ebû İshak
eş-Şirazî: "(Kur'ârı da) Allahu Teâla (cc)’ nın ilmini, sadece kendine
mahsus kıldığı birşey yoktur. Aksine, âlimleri o ilme vâkıf kılmıştır. Çünü Allahu
Teâlâ (cc) bunu âlimleri medh sadedinde söylemiştir. Şayet onun manâsını
bilmeyecek olsalar, avam tabakasına ortak olmuş olurlar" demiştir).
(6)
Sahih-i Buharî, İstanbul 1401, c. VI, sh. 42.
(7)
İbn-i Manzur, Lisânu'I-Arab, Beyrut 1955, c. XIII, sh. 505.
(8)
Sahih-i Buharî, c. VI, sh. 4I.
(9)
Suyûtî, a.g.e., sh. 2.
(10)
Subhi es-Sâlih, a.g.e., sh. 284.
(11)
Geniş bilgi için bkz. ez-Zerkânî, Menâhilu'l-Irfan fi Ulûmi'l-Kur'ân, Kahire
1957, c. II, sh.178-181.