Peygamberimizin Mucizelerinden Bir Kısmı
Hazreti Muhammed'i Peygamberlikle vazifelendiren Allah, O'na
mucizeler nasib etmiş, herkes O'nun peygamber olduğunu anlasın diye.
Yaratıkların bütünü Allah'ın mucizeleridir. Bu mucizelerden
bir kısmını Resulünün şahsında gerçekleştirmiştir.
Peygamberimizin gösterdiği mucizelerden bâzıları şöyledir:
O'nun en büyük mucizesi Kur'ân-ı Kerim'dir ki, asırlara
hükmetmiş, her asırda üstün insanlar yetişmiştir.
O'nun hayatı öyle bir mucize ki sünnet-i seniyesine ittiba
eden kurtulmuş.
Hicretin ilk yıllarında sahabeye haber vermiş:
Umum düşmanlarınıza galebe edeceksiniz...
Mekke'yi, Hayber'i, Şam'ı, Irak'ı, İran'ı
fethedeceksiniz... (Ali el Kari, şerh-uş
Şifâ, cild I, 678).
İran, Rum
padişahlarının hazinelerini aranızda taksim edeceksiniz.
(Buhâri, Cihâd 157).
Bunların hepsi gerçekleşmiş.
"Benden sonra Ebû Bekir'le Ömer'in yolunda gidin."
(Tirmizi, Menâkıb, 16-37).
buyurmuş.
"Şarktan garba kadar ülkeler ümmetimin eline geçecek,
hiçbir ümmet bu kadar mülke sâhib olamamıştır."
(Müslim, Fiten).
Bedir Harbinden evvel haber vermiş: "Burası Ebû Cehil'in,
burası Utbe'nin, burası Ümeyye'nin katledileceği yerlerdir. Burası da falan ve
filanın katledileceği yerlerdir."
(Müslim. Cihâd). Söylediği aynen çıkmış,
sahabe şâhid olmuş.
629'da Mute savaşına ordu giderken, Resûlullah Zeyd'i, ondan
sonra Cafer'i, ondan sonra Revâhâ'yı kumandan tâyin etmiş, bunlar sırasıyla
şehid düşünce, kumandayı Hâlid bin Velid almış.
(Buhâri. Magâzi).
Buyurdular ki: "Hilâfet benden sonra 30 sene sürecek,
ondan sonra saltanat başlıyacak." (Müsned,
cilt 5). Emevîler devrinde Hilâfet babadan
oğula geçerek saltanata dönüştü.
"Muhakkak ki Cenâb-ı Hak, Osman'a hilâfet gömleği
giydirecek fakat o gömleği çıkarmak isteyenler olacaktır.
(el Hâkim, el Müstedrek cilt 3.)
Hazreti Osman halîfeyken şehid edildi.
Abdullah İbni Zübeyr'e hitaben: "Senin yüzünden insanların,
onların yüzünden de senin vay hâline" buyurmuştur,
(el Hâkim, el Müstedrek, cilt 3).
Emevîler zamanında Zübeyr (r), Mekke'de hilâfetini ilân edince, çetin
mücadeleler başlamıştı.
Emevî Devleti'nin kurulacağını, padişahların çoğunun zâlim
olacağını haber vermiş. Muâviye'ye (r) hitaben: Başa geçtiğin zaman af edici
ol ve âdil davran" buyurmuştur.
Sonra Abbâsîleri haber vermiş: "Abbas'ın oğlu siyah bayrakla
zuhur eder, uzun müddet saltanat sürer."
(el Hâkim el Müstedrek. cilt 3)
Cengiz ve Hülâgu istilâsından haber vermiş: "Yaklaşmakla
olan bir fitneden vay Arabların hâline." (Buhâri, Fiten)
Sa'd İbni Ebû Vakkas hasta iken: "Sen daha çok
yasıyacaksın, bir kısım milletler senden fayda, bir kısmı da zarar görecek."
(Buhâri, Cenâiz). Bu sahabe Kadisiye Muharebesinde İslâm ordusunun kumandanıydı,
İran'ı fethetti.
Hicretin 7'nci senesinde Habeşistan Meliki Necâşi'nin vefat
ettiğini söyleyip, cenaze namazını kılmış, bir hafta sonra gelen haberden
anlaşılmıştı ki, aynı gün, aynı hâdise zuhur etmiş.
(Buhâri, Cenâiz)
Uhud Dağındayken deprem olunca buyurmuş: "Sakin ol, senin
üzerinde bir Peygamber, bir Sıddık ve iki de şehid var."
(Buhâri, Fedâil-üs Sahabe), "İki şehid"
dediği Hazreti Ömer'le, Osman'dır, ikisi de şehid olmuştur.
Resûlullah ağır hastayken, baş ucunda ağlayan kızını teselli
için buyurmuş: "Âl-i beytimden en evvel sen vefat edip, bana ulaşacaksın"
(Buhâri, Menâkıb)
ve 6 ay sonra Fâtıma annemiz vefat etmiş.
Ebû Zerr'e (r) hitaben: "Medine'den çıkarılacaksın, yalnız
yaşayıp, yalnız öleceksin" buyurmuş (el
Hâkim, el Müstedrek). 20 yıl sonra bu
mucize de gerçeklemiş.
Tebessümle uyanıp buyurmuşlar: "Rüyamda ümmetimin
gazilerini gördüm, pâdişâhlar gibi tahtlarına oturmuşlar, deniz savaşlarıyla
zaferden zafere ulaşıyorlar. (Buhâri,
Cihâd). Bu duruma şâhid olan Ümmü Haram
rica etmiş: "Dua et, ben de onlarla olayım..." ferman etmiş: "Onlarla
beraber olacaksın." 40 sene sonra Ümmü Haram, eşiyle beraber Kıbrıs seferine
katılmış, orada şehid olmuş...
Buyurmuşlar ki: "Sakif Kabilesinden biri peygamberlik
dâvasında bulunacak, biri de zâlim olup, zulmedecek."
(Tirmizi, Fiten)
Böylece yalancı peygamber Muhtar'ı, zâlim Haccac'ı haber vermiş.
Haber vermiş: "Kostantiniye (İstanbul) fethedilecektir,
onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur"
(el Hâkim, el Müstedrek).
Yaklaşık 800 sene sonra bu haber gerçekleşmiş.
Buyurmuşlar: "Eğer din ülker yıldız kümesinde olsaydı,
Fars'tan bazı kimseler ona ulaşmış olacaktı"
(Buhâri, Tefsir).
Bunu söylediğinde İran fethedilmemiş ve İranlılar müslüman değildi. Daha sonra
İran fethedildi, Farslar İslâm'a hizmet etti ve Ebû Hanife gibi İslâm âlimleri,
imamlar yetişti.
Yine buyurdular: "Kureyş'in âlimi yeryüzünü ilimle
dolduracaktır." (el Acluni, Keşf-ül Hafa). Bir zamanlar ekseriyetiyle İslâm
düşmanı olan Kureyş'ten İmâm-ı Şafii'nin çıkacağını böylece haber vermiş.
Buyurdular ki: "Ümmetim 73 fırkaya ayrılıp, biri Fırka-i
nâciye olacaktır.
Sordular: Onlar kimdir yâ Resûlallah?
Buyurdu ki: Bana ve ashabıma tâbi olanlar.
(Tirmizi, İmân).
Ümmetinin mezheplere, milletlere ayrılacağını böylece bildirmiş.
Hazreti Ali'ye hitaben buyurmuş: "Hazreti İsa (a) gibi
seni de bir kısım insanlar çok severek, bir kısmı da nefret ederek helake
gider." (Müsned, I. cild)
Emevîler ve Haricîler Hazreti Ali'ye karşı çıkmış, Râfizîler
ve Şia da onu aşırı sevmiş, hatta bâzıları ulûhiyet vermiş, tıpkı bir kısım
Hıristiyanların Hazreti İsa'ya ulûhiyet vermesi gibi.
Hazreti Ali, sahabedir, cennetle müjdelenmiş 10 sahabeden
biridir, 4. halîfedir, Peygamberimizin sülâlesi (Âl-i beyt) onun çocuklarıyla
devam etmiştir. Allah, ondan razı olsun.
Fars ve Rum kızları size hizmet ettiğinde fitne içinize
girecek, dahilî mücâdele bağlıyacak, şerirleriniz başa geçip, hayırlı ve iyi
insanlara musallat olacak, belânızı bulacaksınız
(Tirmizi).
Hayber Kalesi'ni Hazreti Ali'nin fethedeceğini bildirmiş,
öyle olmuş.
Buyurmuşlar ki: "Müslümanlardan iki büyük topluluk
birbiriyle savaşmadıkça kıyamet kopmaz.
(Müslim, Fiten)
Böylece Sıffın Savaşından, 1402 Ankara muharebesinden, tâ
İran-Irak savaşına kadarki vuruşmaları haber vermiş ve öyle olmuş.
Buyurmuşlar ki: "Bir taife Ammar'ı vahşîce katledecek.
(Müslim. Fiten). Sıffın Savaşında Emevîler,
Ammar'ı (r), şehid etmiş.
Buyurmuşlar ki: "(Hazreti) Ömer sağ kaldıkça fitne
çıkmayacaktır (Müslim, Fiten).
Gerçekten de, Hazreti Ömer şehîd edildikten sonra fitne hareketleri başlamış.
Resûli Ekrem, Hazreti Zeynep ile evlendiğinde düğün yemeği
olarak Ümmi Süleym iki avuç hurmayı yağla kavurup Enes (r) ile Resûli Ekreme
göndermiş, o da buyurmuş: "Dışarı çık. tesadüf ettiklerini yemeğe çağır"
Üç yüz kadar sahabe çağırmış, bunlar onarlı gruplar hâlinde yemeğe davet
edilmiş. Mübarek elini hurmaların üzerine koyup kaldırmış, herkes yemiş,
hurmalar bitmemiş. (Buhâri, Nikâh)
Resulullah, Eyyüb (r) in evine gittiğinde o da iki kişilik
yemek yapmış, ferman etmiş otuz kişi gelip, yemiş gitmişler. Altmış kişi daha
çağırmış, onlar da doymuş. Yetmiş kişi daha çağırmış, onlar da yemiş ve yemek
yine artmış. Bu mucize karşısında İslâm'a girip, Peygamberimize bağlılıklarını
bildirmişler. (Kadı lyaz eş Şifâ)
Bir gazvede ordu aç kalınca Peygamberimizden yiyecek
istiyorlar. O da buyurmuş: "Torbalarınızdaki hurmaları getirin"
getirmişler, bir kilimin üzerine yığmışlar, tahminen on kilo kadarmış. İki Cihan
Serveri Dua etmiş ve buyurmuş: "Herkes kabını getirsin, istediği kadar alsın,
herkes almış, yine de artmış. (Buhâri,
Cihâd)
Şimdi düşününüz ordu savaşa gidiyor, yolda erzakları bitiyor.
Hiçbir yerde yiyecek yok ve gelip Resûli Ekrem'den yiyecek istiyorlar. Bu istek
mantığa aykırı amma onlar kimden ne istediğini biliyorlar, bu hal de bir
mucizedir, nitekim istekleri yerine gelmiş.
Abdurrahman ibni Ebi Bekr-i Sıddık anlatmış: "Yüz otuz
sahabe ile bir seferde Resulullah'la beraberdik. Dört avuç unla ekmek yapıldı,
bir keçi yavrusu kesilip, pişirildi, hepimiz yedik doyduk, artan kısmını deveye
yükledim. (Buhâri, Hibe)
Bu mucizeleri gören sahabe gideceği yeri sormadan gitmiş,
dünyanın varlığına inandıkları kadar âhiretin de varlığına inanıp, ölümden
korkmamışlar.
Hendek Savaşında dört avuç arpa unundan ekmek yapılmış, bir
keçi yavrusu kesilip, pişirilmiş, bin kişi bu yemekten yemiş ve doymuş.
(Buhâri, Magâzi).
Her mucizede olduğu gibi bu mucizeyi de bir kişi
nakletmiş, bin kişi tasdik etmiş. Zâten mucizelere gerek sahabeden ve gerekse
tabiinden itiraz eden olmamıştır.
Ebû Talhâ anlatmış: Enes'in getirdiği ekmeği Resûli Ekrem
doğramış, yer dar olduğundan onarlı gruplar hâlinde sahabeyi çağırmış hepsi
karnını doyurmuş. (Buhâri Etîme)
Hazreti Câbir-ul Ensâri, Resûlullah'tan yiyecek istemiş, o da
bir miktar arpa vermiş. Günlerce, haftalarca yemişler bitmemiş, merak edip
ölçmüşler, ondan sonra azalmış ve bitmiş. Resûli Ekrem buyurmuş ki "Eğer
ölçmeseydiniz ömrünüz boyunca yerdiniz." (Müslim, Fedâil)
Mescid-i Nebevî'nin Suffe kısmında bulunan yüzden fazla fakir
muhacir davet edilmiş, önlerine konan bir tabak yemekten hepsi doymuş ve yemek
artmış. (Kadı lyaz, eş Şifâ)
Aç insanların yemek yemesi bir saadet, bir tabak yemeğin
bitmemesiyle bir mucizeye şahit olmak da büyük bir saadet.
Resûli Ekrem Abdulmuttalib oğullarını davet edip, onlara bir
tabak yemek ikram etmiş, kırk kişi bu yemekten yeyip, doymuşlar. Bir tas süt
getirmiş, hepsi içmiş yine artmış. (Kadı
lyaz, eş Şifâ)
O devirde Kur'an tamamlanmamış, İslâm'ın geçmişi de yok ki
ibret alınsın; mucizeler bir taraftan İslâm'ı kabul edenlerin sayısını
artırırken, Müslümanların da imânı güçlenmiş.
Hazreti Ali'yle, Hazreti Fâtıma'nın düğün yemeği için
Resûlullah, Bilâl-i Habeşî'ye emrediyor, o da beş avuç dolusu unla ekmek
yapıyor, bir deve yavrusu kesip pişiriyor. Resûlullah dua ediyor, sahabe gruplar
hâlinde gelip, bu yemekten yiyiyor, artan kısmı tabaklara koyup, Ezvâc-ı
tâhirat'a gönderiyor ve yine buyuruyor ki: Yakınlarını da davet edip, hep
beraber yesinler. (Kadı lyaz, eş Şifâ)
Hazreti Fâtıma iki kişilik yemek pişirmiş, Hazreti Ali de
Resûlullahı yemeğe davet etmiş. O da gelmiş, Ezvâc-ı tâhirâta birer kâse yemek
göndermiş, kızına ve damadına da birer kâse vermiş ve kendileri de yemişler.
Kızı Fâtıma, tencerenin kapağını açmış, dolu. Onlar da bu ilâhi ikramla birkaç
gün geçinmişler. (Kadı lyaz, eş Şifâ)
Resûlullah, Hazreti Ömer'e Ahmesi Kabilesinden gelen dört yüz
atlıya yol azığı vermesini söylemiş. O da: "Ya Resûlallah, hurmamız azdır,
(tahminen on beş kilo kadar). Emretmiş: "Git, ver." O da dört yüz
süvariye hurma dağıtmış, bakmış mevcuttan bir şey eksilmemiş.
(Kadı lyaz, eş Şifâ)
Hazreti Câbir'in babası vefat ettiğinde, alacaklı olan
Yahudiler kapıya dikilmişler. Resûlullah borçlunun bağındaki hurmaları
toplatmış, dua etmiş. Yahudiler alacaklarını almış, yine de artmış, buna herkes
hayret etmiş. (Kadı lyaz,
eş Şifâ)
Mucizelere Müslümanlar da, gayri müslimler de şahitti.
Böylece mü'minlerin imânı kuvvetleniyor, diğerlerinden de müslüman olan çoktu.
Ebû Hureyre nakletmiş: Tebük Gazvesinde ordu aç kaldı,
toplanan bir avuç hurmaya Resûlullah dua etmiş, askerler onar onar gelmiş hepsi
doymuş, Ebû Hureyre torbada kalan hurmalarla aylarca beslenmiş.
(Tirmizi, Menâkıb)
Yine Ebû Hureyre anlatıyor: "Acıkmıştım. Resûlullah'ın
ardında yürüdüm, Hâne-i Saadetlerine kadar gittim, bir kâse süt vardı, onun
bütününü ben içebilirdim, emirleri üzerine Ashâb-ı Suffeyi çağırdım içtiler,
ayrıca yüzden fazla insan o sütten içti, sonra bana emretti: Sen de iç, içtim,
artan kısmını da kendisi alıp içti.
(Kadı lyaz, eş Şifâ)
Ashâb-ı Suffâ İslâmiyet'i öğrenmekle meşgul olan kimselerdi,
orası bir nevi akademiydi. Bunların malı, mülkü yoktu, bir gelirleri de yoktu,
fakat başlarındaki kimseyi iyi biliyorlardı, biliyorlardı ki Resûlullah onların
ihtiyâcını temin eder ve etmiş.
Bir Hadîs-i Şerif vardır: "Söylemediğim bir sözü ben
söylemişim gibi bilerek uyduran, cehennemde yerini hazırlasın"
(Buhâri, İlim)
Bu şiddetli tehdit karşısında olmamış bir hâdiseyi veya söylenmemiş bir sözü
Sahabenin nakletmesi mümkün değildir. Kaldı ki yalan büyük günahlar arasındadır,
haramdan köşe bucak kaçan sahabe elbette ki yalana tevessül etmez ve mucizelerle
alâkalı rivayetlerin hepsi doğrudur. Zâten mucizeler, Peygamberimizin
peygamberliğine delildir, onlar olacak ki o insanlar O'na inansın.
Arabistan'da su ve yiyecek az bulunduğundan Resûlullah'ın
mucizeleri de bu yönde tecelli etmiş. Rezzâk-i Kerîm'in memuru olan Resûllullah,
Allah'ın izniyle bu mucizeleri göstermiş.
Hazreti Enes anlatıyor: Zevra bölgesindeydik, ikindi
namazını kılacağız abdest almaya su yok. Buyurdular, bir parça su getirdik;
ellerini suyun içine soktu, mübarek parmaklarından sular akmaya başladı ve üç
yüz kişi abdest alıp, namazını kıldı. (Tirmizi,
Menâkıb)
Hudeybiye Gazvesine giderken ordunun suyu bitiyor. Her taraf
çöl, kuyu, çeşme yok. Akıllı sahabeler gelip Resûlullah'tan su istiyor. Onlar da
biliyor ki Resûlullah'da su yok amma yine biliyorlar ki su istedikleri şahıs
Peygamberdir, peygamberliğin en baş nişanesi mucizelerdir. Buyuruyorlar, deri
tulumla biraz su getiriyorlar, mübarek ellerini onun içine sokuyor, bin beş yüz
kişi içiyor, su kablarını dolduruyor, Câbir diyor ki: "Yüz bin kişi olsaydı,
o su, onlara da yeterdi."
(Buhâri, Menâkıb)
Bu mucizeyi gören ordu Hudeybiye'ye değil, nereye dense oraya
gitmekte tereddüt etmezdi ve etmemiş.
Kabile reislerinden Gavres, kılıcını kaldırıp, oturan Resûlullah'ın
başına dikilir: "Şimdi seni benden kim kurtaracak?" der.
Resûlullah: "Allah" dedikten sonra dua eder:
"Allah'ım beni bundan kurtar."
Gavres birdenbire yere yuvarlanır, kılıncı elinden düşer.
Resûlullah kılıncı alır. "Şimdi seni kim kurtaracak? der, sonra onu af
eder.
Adam, arkadaşlarının yanına dönünce durumu anlatır ve:
"Ben, şimdi insanların en iyisinin yanından geliyorum" der. Çünkü Gavres,
Onu öldürecekti, fakat kendinden geçti yere yuvarlandı. Fırsat Resûlullah'ın
eline geçti, öldürebilirdi, af etti.
Resûli Ekrem'in kendi şahsı da bir mucizedir, ondaki Kur'ânî
ahlâk, onu en yüce mertebeye çıkardığı gibi, o ahlâka hayran olanlar, O'nun
tebliğini dinlemiş, O'nu taklit edenlerin dünyası cennet olmuş. O; canından,
malından, yakınlarından vaz geçme pahasına da olsa Allah'ın emirlerine uymuş. Bu
kadar yalnız bir insan elbette mucizelerle yolunda ilerliyecekti.
Dînini kıyamete kadar devam ettirecek olan Allah, Nebîsi'ni
korumuş. Feza âlemini, taşları, toprakları, ağaçları, hayvanları yaratan Allah,
yarattıklarından bâzılarını ve bâzı zamanlarda Nebisine hizmetkâr etmiş.
Ebû Cehil'le, amcası Ebû Leheb, Peygamberimizi öldürmek için
evini bastılar. Hazreti Ali'yi kendi yatağına yatırdı, bir avuç toprak aldı,
müşriklerin başına savurdu; çıktı, gitti, hiç kimse O'nu göremedi.
Gözleri yaratan Allah, gözlerin hâkimidir.
Hazreti Ali de Resûlullah'ın makamını öyle anlamış ki, ölümü
pahasına da olsa o yatağa uzanıyor. Zira müşrikler, onu Resûlullah sanıp şehîd
edebilirlerdi.
Hicrette Hira Dağı'na gelip, mağaraya girdiler. Müşrikler
mağaranın önüne gelince kapısının örümcek ağlarıyla örüldüğünü, iki güvercinin
de orada beklediğini görüp "Burada insan olmaz" diye gitmişler.
Örümcekleri, güvercinleri yaratan Allah, onları dilediği gibi
sevkedebilir.
Hendek Harbinde düşmanın vurmasıyla Aliyy İbnil Hakem'in
ayağı kırılmış, Resûlullah elini kırığa sürünce şifâ bulmuş, atından bile
inmemiş. (Kadı lyaz, eş Şifâ)
Dilsiz ve abtal bir çocuğu getirdiler, Resûlullah'ın elini
yıkayıp, ağzını çalkaladığı suyu çocuğa içirdiler, çocuk hem konuştu, hem de
akıllı, kâmil bir insan oldu. (İbn-i Mâce,
Tıb)
Resûlullah Mekke'deyken Mescid-i Haram'da namaz kılmış,
Kureyş'in ileri gelenleri O'na kötü muamele yapmışlar. O da onlara beddua etmiş.
İbni Mesud yeminle söylemiş ki: "Resûlullah'ın beddua ettiklerinin leşini
Bedir Savaşı'nda gördüm. (Buhâri, Salât)
Yine Buvat Gazvesinde abdest alınacak su yok. Emrettiler bir
tekne getirdik, mübârek ellerini teknenin içine uzattılar, ben su döktüm
parmaklarından sular akmaya başladı, herkes abdest aldı, teknede su doluydu.
(Buhâri, Menâkıb).
Bulutlardan yağmur, topraktan su çıkartan Allah, Nebisinin
parmaklarından da su akıtır.
Bu mucizeler olmasaydı Peygamberlik müessesesi de olmazdı, o
zaman din olmazdı, dinsiz insanlık da hayvanlar âleminden farksız kalacaktı.
Allah, bu âlemi hayvanlar için yaratmamıştır. Bu sebeble mucizeleri dinle, dîni
kâinatla bütünleştirmek gerek.
KAYNAK: HEKİMOĞLU, İsmail; "İslâm Tarihi", FEZA Gazetecilik A.Ş. & Zaman Gazetesi, s.44-51