İSLÂMİ ZÂVİYEDEN ARMAGEDDON... Dr. Hakkı Açıkalın
Gog ve Magog mefhumlarının İslâmî terminolojideki karşılıkları ‘Yecüc ve Mecüc’dür (Yejooj u Mejooj). Ebu Hureyre (radıyallahu anh) diyor ki: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdu ki: "Ye'cuc ve Me'cuc (seddi) her gün kazarak nihâyet güneşin ışığını görmeye yakın, başlarındakı adam onlara: "Sabah kazmaya davam ederiz!" der. Allah Teâla hezretleri, sabaha kadar seddi evvelki muhkem hâline getirir. Bu hâl onların müddetleri dolana kadar davam edecektir. Vakit dolduğunda Allah onları insanların üstüne göndermek istediği vakit, aynı şekilde yine kazacaklar, güneşin ışığını görecekleri delik açılacağı zaman, başlarındaki " İnşaallah sabah kazmaya devam ederiz" diyecek. Onlar da "inşaallah!" deyecekler; ertesi gün gelecekIer. Bu defa seddi bıraktıkları gibi bulacaklar. iene kazacaklar, bu defa insanların üzerine çıkacaklar ve (gördükleri) suyu içip kurtulacaklar. İnsanlar, onlara karşı kala’larına çekilecekler. Bu defa onlar da oklarını göğe atacaklar. Okları, üzeri kanlı olarak geri gelecek. Bundan sonra Yecüc ve Mecüc: "Biz yeryüzündeki insanları mahvettik ve göktekilere de galebe çaldık" diyecekler. Sonra Allah, onların çenelerine yapışan deve kurtlarını gönderecek, bunlarla onları öldürecek." Resûlullah aleyhissâlatu vesselam davamla dedi ki: "Nefsim elinde olan Zât-ı Zülcelâl'e and olsun ki, yerdeki hayvanlar onların etlerini yemekle elbette ki, güzelce paylaşacak ve memeleri sütle dolacaktır." Abdullah İbni Mes'ud (radıyallahu anh) der ki: "Mirâc gecesinde, Resûlullah aleyhissalâtu vesselam Hz. İbrahim, Hz. Musa ve Hz. İyşâ ile karşılaştı. Qıyâmeti aralarında müzâkere ettiler. Evvelce Hz. İbrahim Aleyhisselâm'dan başlayıp ona Qıyâmetten sordular. Onun Qıyâmet haqqında hiç bir mâlumâtı yoktu. Sonra Hz. Musa Aleyhisselâm'a sordular. Qıyâmet haqqında onun da bir mâlûmâtı yoktu. Söz Hz. İyşâ Aleyhisselâm'a geldi. O: "Qıyâmetin kopmasına yakın şeyler (alâmetler) haqqında bana mâlûmat verildi. Ama Qıyâmetin kopma (vaktini) Allah'dan başka hiç kim bilmez" dedi. Sonra (Qıyâmetin alâmetlerinin en birincisi olarak) Deccâl’in çıkmasını dedi. Bunları söyledi: "Sonra ben inip onu öldüreceğim ve bundan sonra halq yurtlarına dönecek. Bu defa onların karşısına Ye'cuc ve Me'cuc çıxacak ve her tepeden sür’âtle hücûm edecekler. Onlar giderken rastladıkları her suyu içip kurtaracaklar ve çattıkları her şeyi dağıtıp tüketecekler. Bundan sonra halq feryâd ederek Allah’tan yardım isteyecek. Ben de Ye'cuc ve Me'cuc’u öldürmesi için Allah'a dua edeceğim. (Duam kabul olunacak) ve yer onların(leşleri ile çok pislenecek. Ben yine Allah'a dua edeceğim! Allah da bir su gönderecek ve o su, onları taşıyıp denize atacak. Daha sonra dağlar küçültülüp dağıtılacak ve yer, derinin yarılıp genişletildiği gibi yayılıp genişletilecek”. Söylenen bu hadise başladığında, insanlara yakınlığı itibârıyla Qıyâmetin, ev halqının, doğumu ile ne vakit (âniden) karşılaşacaklarını bilmedikleri hâmile kadın gibi olacağı bana bildirildi." Ravi el-Avvam demiştir ki: "Bunun tasdiqi Kitâbullah'da vardır. (Meâlen): "Nihâyet, Ye'cuc ile Me'cuc’un karşısındaki sedd açıldığında, her tepeden hücûm etmeye başlarlar" (Enbiyâ 96).
Qıyâmet’in Büyük Alâmetleri 1-Bir Duhan’ın (azâb verici bir duman) ortaya çıkması. 2-Deccâl’in gelişi 3-Dabbe’t-ül Arz’ın çıkması 4-Güneş’in Batı’dan doğması 5-Ye’cüc ve Me’cüc kavminin ortaya çıkması 6-Hz. İyşâ’nın yeryüzüne inmesi 7-Hz. Mehdî’nin gelmesi 8-Yemen tarafından dehşetli bir ateşin çıkması 9-Dünya’nın muhtelif yerlerinde bazı kara parçalarının kopması ve ortadan kalkması Hattâ idzâ fütihat ya’cucu wa ma’cucu wahum min kulli hadabin yansilûne (Enbiyâ Sûresi, 21:96). İngilizce okursak: Until the Gog and Magog (people) are let through (their barrier), and they swiftly swarm from every hill. Türkçe meâli: Ye’cüc ve Me’cüc (ün seddleri) açıldığında, onlar her bir tepeden akın ederler; Fransızca okuyalım: Jusqu'à ce que soient relâchés les Yajuj et les Majuj et qu'ils se précipiteront de chaque hauteur; Almanca: Bis dann, wenn Gog und Magog freigelassen werden, sie von allen Höhen herbeieilen. İspanyolca: Hasta que se suelte a Gog y Magog y se precipiten por toda colina abajo. Yunanca: Mehris otu i diodis anihthi ya tus Gog ke Magog i opii katespefmenos tha katevenun apo ola ta ipsomata) Abdullah İbnü Amr radiyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki: "Ümmetimde hasf, mesh ve kazf olacaktır."
Kazf: Kuvvetle atmak,
sözü ağzından atıvermek, dokundurmak, iffetine iftira etmek. İffetli bir
kadına zinâ isnâdında bulunmak. Büyük günahlardandır. Taşlanma azâbı. Hasf: Yere batma. DABBETU'L-ARZ... Neml 82- Söylenen başlarına geleceği vakit, bunlar için yerden bir "dâbbe" çıkarırız ki bu, onlara insanların âyetlerimize kesin bir imân getirmemiş olduklarını söyler. Neml 82- İnsanlara yönelttiğimiz o tehdidin gerçekleşme günü yaklaşınca karşılarına yerden bitme bir hayvan (dabbe) çıkarırız. Bu dabbe dile gelerek insanların âyetlerimize inanmadıklarını açıklar. Burada sözü edilen dabbenin ortaya çıkışını anlatan pek çok hadisler de vardır. Bu dabbenin uzunluğunun 60 arşın olması, hem tüyleri hem kılları, hem de kanadının bulunması, üstelik sakallarının olması ne anlam ifâde edebilir! Başının öküz başı gözlerinin domuz gözü, kulağının fil kulağı, boynuzunun geyik boynuzu, boynunun deve kuşu boynu, göğsünün aslan göğsü, renginin kaplan rengi, böğrünün kedi böğrü, kuyruğunun koç kuyruğu, ayaklarının deve ayakları... olmasından bahsedilir. Dabbenin çıkması qıyâmet alâmetlerinden biridir. İnsanların cezâyı hak edip bundan sonra tevbelerinin kabul edilmediği, o ânda üzerinde bulundukları hâl ile durumlarına hüqmedildiği sırada... İşte tam bu sırada Allah bir dabbe çıkaracak, bu dabbe onlarla konuşacaktır. Ve onun qıyâmetin yaklaştığını haber veren bir mucize olduğunu öğrenecekler. Neml Suresi’ndeki sahneler, genellikle cînler, kuşlar ve böcekler ile Hz. Süleyman -selâm üzerine olsun- arasında geçen diyalogun ve konuşmaların sahnelerine de benzemektedir. Sûrenin akışı qıyâmetin yaklaştığını gösteren alâmetten sonra mahşer sahnesine geçmektedir! Neml 82- O söz, başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir Dabbe çıkarırız; o da, insanların bizim âyetlerimize kesin bir bilgiyle inanmadıklarını onlara söyler. ''Biz ise, qıyâmet gününe aid duyarlı teraziler koyarız da artık, hiçbir nefs hiçbir şeyle haksızlığa uğramaz. Bir hardal tanesi bile olsa ona (teraziye) getiririz. Hesab görücüler olarak Biz yeteriz.'' (Enbiya Suresi, 47) "O söz" kelimesinin Arabcadaki karşılığı "kavl"dir ve Qur’an'da "anlaşma ve söz" anlamlarında kullanılmaktadır. Bu iki anlamın dışında aynı kelimenin "görüş, inanç, düşünce ve akide" gibi anlamları da bulunmaktadır. Kavl kelimesi bazı âyetlerde mü’minlerin güzel ve maruf sözleri, insanlara yaptıkları tebliğ ve konuşmalar anlamında kullanılmaktadır. Örneğin Bakara Suresi'nde Allah, mü’minlere "Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden eziyet gelen bir sadakadan daha hayırlıdır..." (Bakara Suresi, 263) şeklinde buyurmaktadır. Nisâ Suresi'ndeki bir ayette ise yetimlere ve yoksullara "... güzel (maruf) söz..." (Nisa Suresi, 8) söylenilmesini emretmektedir. Bu anlamının yanısıra, "kavl" kelimesi âyetlerde doğrudan Qur’an anlamında da kullanılmaktadır. Allah'ın resûlullah’a vahyi ile insanlara ulaştırdığı haqîm sözleri birçok âyette "söz" kelimesiyle ifâde edilmektedir. Bu âyetlerden bazıları şu şekildedir: "Şübhesiz o (Qur'an), ayırt eden bir sözdür." (Tarık Suresi, 13). "Şübhesiz o (Qur'an), üstün onur sahibi bir elçinin gerçekten (Allah'tan getirdiği) sözüdür" (Tekvir Suresi, 19). "O (Qur'an) da kovulmuş şeytanın sözü değildir" (Tekvir Suresi, 25). "Kavl" kelimesi Secde Suresi'nin 13. âyetinde Allah'ın sözünün –vâ’dinin- gerçekleşmesi olarak kullanılmaktadır". Eğer biz dilemiş olsaydık, her bir nefse kendi hidâyetini verirdik. Fakat Ben’den çıkan şu söz gerçekleşecektir: "Andolsun, cehennemi cinlerden ve insanlardan (inkâr edenlerle) tamamıyla dolduracağım" (Secde Suresi, 13). Saffat Suresi'nin 31. âyetinde ise ‘kavl’ kelimesi Allah'ın yıkımı ve azâbı olarak ifâde edilmiştir: "Böylece Rabbimizin sözü (yıkım ve azâb vâ'di) üzerimize hak oldu. Şüphesiz, (azâbı) tadıcılarız" (Saffat Suresi, 31). Allah'ın vâ’dettiği ettiği sözü, cehennemin inkâr eden insan ve cinlerle tamamen doldurulması, azabın insanlar üzerine hak olmasıdır. "O söz" gerçekleştiğinde inkâr edenler sonsuz cehennem azâbıyla karşılaşacaklardır. Üzerine "söz hak olmuş" olan kimseler için bir kurtuluş, çıkış ya da kaçış yolu yoktur. Onlar hem dünyada hem de âhirette büyük bir azâba uğrayacak, bu azâbdan hiçbir şekilde uzaklaşamayacaklardır. Çünkü bu, Allah'ın vâ’didir ve Allah vâ’dinden dönmez. Qıyâmetin gelişi ise pek çok alâmetle anlaşılacaktır. İşte âhir zamanda meydana gelecek olan bu alâmetlerden biri de Neml Suresi'nde bildirilen "dabbe"nin çıkışıdır. Dabbe kelimesi "Debbe" kökünden türemiş bir isimdir. "Debbe", ‘hafif yürüme, debelenme’ demektir. Hayvanlar ve haşereler için kullanılır. Bunun yanı sıra içilen ‘sıvının bedene yayılması ve bir çürüklüğün etrafına sirâyeti (bulaşması, sarması) gibi hareketi gözle fark edilemeyen şeyler’ için de kullanılır. Qur’an'da "Dabbe" kelimesinin geçtiği pek çok âyet vardır, ancak âhir zamanda gerçekleşen bu özel olayı anlatan tek âyet – bilinebildiği kadarıyla - Neml Suresi'nin 82. âyetidir. "Dabbe"nin bu âyette ifâde edilen özelliklerini tahlil ettiğimizde şunları görürüz: 1. Dabbe, "debb" eden; yani hareketli, canlı, bir varlıktır. 2. Dabbe, yerden, topraktan mamûldür. 3. Dabbe, "konuşan" ve belli bir mesaj veren bir şey ya da varlıktır ve bu konuşması tüm insanlara ve insanlığa yöneliktir. Ünlü müfessirlerden Elmalılı Hamdi Yazır'ın ifâde ettiğine göre, dabbe kelimesinin yaygın kullanımı canlı hayvanlar için olsa da; "Dabbe" kelimesi asıl lûgâtte "debbeden, hafif yürüyen, debelenen, kımıldayan" olarak açıklanır. Ayrıca, "dabbe" kelimesinin Arabcada "nekire" denilen, yani belirsiz kelime şeklinde kullanılmış olması, bunun bilinmeyen, tanınmayan bir varlık olduğunu ifâde etmektedir. Elmalılı Hamdi Yazır bu noktaya şöyle işâret etmektedir: "Bu âyette "dâbbe" diye nekre (belirsiz isim) olarak geldiğinden bunun bildiğimiz dâbbelerden bambaşka bir dâbbe olması akla gelir...". İbranîce ‘Dabbe’ (בבד: Dalet, Beth, Beth) fiili Arabca’daki ‘Deb’ (بد , de, be) fiiliyle eşanlamlıdır. Akad ve Kalde lisânında ‘Dababu’ fiili ‘Konuşmak, söylemek’ mânâsınadır. Ayrıca İbranîce ‘Dabah’ (הבד, Dalet, Beth, Heh) fiili ‘beklenmedik ve istenmedik bir haber yaymak, kara haber yaymak, kötü haber yaymak’ mânâsını haizdir. Bu açıdan bakıldığında ‘Dabbe’nin bir insan olduğu düşüncesi belirginleşir. Meselâ, Enfal suresi 22. ve 55. âyetlerde geçen dabbe kelimesinin çoğulu devabb kelimesinden kasd inkârcı insanlardır. ‘Ehrecnâ’ fiili ‘Dabbe’nin ‘insan’ olabileceği ihtimâlini daha da güçlendirmektedir. Son olarak "dabbe"nin âyette belirtilen temel bir özelliği de bunun yerden çıkartıldığı veya "yerden mamûl" olduğudur. Doğrusunu ALLAH bilir. Sebe Suresi’nin 14. âyetinde Hz. Süleyman’ın yaslanmakta olduğu âsâsını kemirerek aşındırmak suretiyle bedeninin yere düşmesine ve vefât ettiğinin anlaşılmasına vesile olan bir kurt mevcuddur. Sebe 14- Sonra onun ölümüne hüqmettiğimizde onlara onun ölümünü sezdiren olmadı, yalnız bir güve (böceği) dayandığı âsâsını yiyordu. Bu sebeble yere yıkıldığında besbelli oldu ki, eğer cinler gaybı bilselerdi, o horlayıcı azâb içinde bekleyip durmazlardı. Sebe 14- Mukadder ölümünü hükmettiğimiz zaman da sopasını yiyen kurttan başka hiçbir mahlûk, öldüğünü bildirmedi onlara; yere yıkılınca anlaşıldı ki cinler, gizli olan şeyleri bilselerdi aşağılatıcı azâb içinde kalıp durmazlardı. ‘Mevtihi illâ Dabbe’t-ül Ardz’ biçiminde geçiyor surede. Neml suresi 82’de de, ‘Ve idzâ veqâhâ’l kavlu âleyhim ehrecnâ lehum dabbeten min el ardz...’ biçiminde... Dîyânet, ‘Dabbe’yi ‘hayvan’ olarak anlarken, Ömer Rıza Doğrul ‘Mahlûq’ biçiminde anlıyor. Bazı yazarlar, peygamberi ve vatanı koruyup savunan âlim ve salih kullar ‘Dabbe’yi Vatan da ‘Ardz’ı temsil etmektedirler. Abdullah İbnu Bureyde radiyallahu anhuma babası (Bureyde)'den naklediyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm beni, Mekke'ye yakın badiyedeki bir yere götürdü. Burası kuru bir yerdi, etrafı da kumdu. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "Dabbetu'l-arz bu yerden çıkacak" buyurdu. İşâret edilen yerin eni ve boyu birer karıştı"
"Bundan yıllar sonra haccettim. Babam (o sahanın en ve boy uzunluğunda bir âsâsını bize gösterdi. Baktım ki, o âsâ benim bu âsâm ile şu ve bu kadardır." Beğavî, Müslim kanalıyla Abdullah b. Amr'dan şöyle rivayet eder: Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu duydum: "Kıyametin alametlerinden birincisi güneşin batından doğuşu ve kuşluk vaktinde Dabbet-ul Arz'ın çıkışıdır." Kimi otörlere nazaran; Dabbe yaşamaktadır, hiç kimse tarafından tanınmaz, korkunç bir şekli vardır. Saçı ve kılı vardır. Bütün renklerden oluşmuş olup dört ayağı var. Bulutlara ulaşan uzunca bir boynu var. Doğuda olan batıda olan gibi onu görür, âhir zamanda hacılar Mina'ya çıktığı akşam Sefa dağından ve bir rivâyete göre de, Teşrik günleri Ciyad denilen dağdan çıkacaktır. Ona ulaşmak isteyen ulaşamaz, kaçan ondan kurtulamaz, insanlara imân ve küfürden bahseder. Mü’minin iki kaşının ortasına alâmet bırakır ve "mü’mindir" yazar. Kâfirin iki kaşının ortasına alâmet bırakır ve "kâfirdir" yazar. Dabbet-ul Arz'ın yüzü insan yüzü gibi, gövdesi ise kuş gövdesi gibidir. O, fasih Arabca'yla bağırabildiğince "İnsanlar, âyetlerimize içtenlikle inanmıyorlardı..." (Neml, 82) diye haykırır. Onun yanında Musa'nın âsâsı ve Süleyman'ın yüzüğü vardır. Bu ikisiyle mü’minlerle kâfirleri birbirinden ayırır. Mü’minin yüzüne yüzükle bir nokta vurur; böylece mü’minin yüzünde beyaz bir nokta oluşur ve bu beyaz nokta onun yüzünü tamamen aydınlatacak kadar yayılır. Âsâyla kâfirin burnunu mühürler; böylece kâfirin yüzünde siyah bir nokta oluşur ve o nokta kâfirin yüzünü tamamen siyahlaştıracak kadar yayılır. Şeyh Kuleynî kendi senediyle İmam Muhammed Bâkır'dan (a.s) şöyle nakleder: Emir’ül mü’minin Âlî buyurmuştur ki: "(Düşmana) ard-arda saldıran, devletlerin devletinin sâhibi benim. Âsâ ve kızgın demir sâhibi ve insanlarla konuşan Dabbe benim." Şeyh Âlî b. İbrahim kendi senediyle İmam Cafer Sadık'tan (a.s) şöyle nakletmiştir: "Biri Ammar b. Yasir'e, ey Ammar! Allah'ın Kitabı’ndaki bir âyet huzurumu kaçırdı ve beni şübheye düşürdü, dedi. Ammar, hangi âyet? diye sordu. Adam, "O söz, başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir Dabbe çıkarırız; o onlara insanların, âyetlerimize içtenlikle inanmadıklarını söyler" âyetidir; âyetteki Dabbet-ul Ardz nedir? dedi.Ammar, Allah'a andolsun onu sana gösterinceye kadar oturmayacağım, yemeyeceğim ve içmeyeceğim, dedi ve o adamla birlikte Hz. Âlî'nin (a.s) evine gitti. O sırada Hz. Âlî hurma ve tereyağı yiyordu. Ammar'ı görünce, buyur, dedi. Ammar da oturarak o hazretle birlikte yemeye başladı. Adam bunu görünce şaşırdı. Ammar kalkınca adam, Sübhanallah! Ey Ammar! Sen, onu (dabbeyi) bana gösterinceye kadar yemeyeceğine, içmeyeceğine ve oturmayacağına dair yemin etmiştin, dedi. Bunun üzerine Ammar, eğer aklını çalıştırırsan onu sana gösterdim, cevabını verdi". Yine İmam Cafer Sadık'tan (a.s) şöyle rivâyet edilmiştir: "Resûlullah (s.a.a), Âlî'nin (a.s) mescidde bir mıqdar kum toplayarak başını onun üzerine bırakıp uyuduğunu görünce eliyle Âlî'yi (a.s) hareket ettirerek, "Kalk ey Dabbet-ul Arz" dedi. Ashabdan bir kişi, ‘Ya Resûlullah! Birbirimizi bu isimle çağırabilir miyiz?' diye sordu. Resûl, ‘Hayır! Bu isim Âlî'ye hastır. Âlî, Allah'ın Qur'an'da, "O söz, başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir Dabbe çıkarırız..." şeklinde andığı Dabbe'dir' buyurdu. Esbağ b. Nebate'den şöyle nakledilir: Emir’ül mü’minin Âlî'nin huzuruna çıktım. O sırada ekmek, sirke ve zeytin yağı yiyordu. Ben, ey Emir’ül mü’minin! Allah Teâla "O söz, başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir Dabbe çıkarırız..." buyuruyor; bu âyetteki "Dabbe" nedir? diye sordum. Hz. Âlî, "O, ekmek, sirke ve zeytin yağı yiyen bir canlıdır" cevabını verdi! Geçen rivâyetlerdeki, "Dabbe"nin, kuvvet ve mucizenin göstergesi olan Musa'nın âsâsına ve ilâhî hüqümetin göstergesi olan Süleyman'ın yüzüğüne sâhib olduğunun vurgulanması, onun, insanlara âyet ve nişâne olacak yüce ilâhî güce sâhib bir insan olduğunu göstermektedir; ayrıca âyetteki "onlarla konuşur" tâbiri de onun bir insan olduğunu onaylamaktadır. İbnu Amr İbnu'l-As radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Çıkış itibârıyla, Qıyâmet alâmetlerinin ilki güneşin battığı yerden doğması, kuşluk vakti insanlara dabbetu'l-arzın çıkmasıdır. Bunlardan hangisi önce çıkarsa, diğeri de onun hemen peşindedir". Ebu Hüreyre (r.a)den rivâyet edilen bir hadiste Resûlullah (s.a.v) buyurmuştur ki: "Dâbbetü'l-arz, Musa'nın âsâsı, Süleyman'ın mührü yanında olarak çıkacak, mühür ile mü’minin yüzünü parlatacak, âsâ ile kâfirin burnunu kıracak, insanlar sofraya toplanacak, mü’min ve kâfir tanınacak". İbnü Cerir'in Huzeyfe b. Esîd'den rivâyet ettiğine göre:"Dâbbe'nin üç çıkışı vardı: Birisinde bazı çöllerde çıkar, sonra gizlenir. Birisinde de, emirler kan dökerken bazı şehirlerde çıkar, yine gizlenir. Sonra insanlar mescidlerin en şereflisi, en büyüğü ve faziletlisi içinde iken yeryüzü kendilerini fırlatmaya başlar. Derken halq kaçışır, mü’minlerden bir grup kalır, bizi Allah'tan hiç bir şey kurtaramaz derler. Dâbbe de onların üzerine çıkar, yüzlerini parlak yıldız gibi parlatır. Sonra hareket eder, artık ne tâkib eden yetişebilir, ne de kaçan kurtulabilir. Bir adama varır, namaz kılıyordur, vallahî sen namaz ehli değilsin der. Yakalar, mü’minin yüzünü ağartır, kâfirin burnunu kırar" dedi. "O zaman insanlar ne hâlde olur" dedik. "Arazide komşu, malda ortak, yolculuklarda arkadaş olurlar" dedi. İlim ehlinden bir çokları dâbbenin ortaya çıkması, emir bi'l-ma'rûf (iyilikleri emir), ve nehiy ani'l-münker (kötülüklerden menetme) terkedildiği vakittir demişler. İbnü Ömer (r.a) den rivâyet edilir ki, âyeti emir bi'l-ma'ruf ve nehiy ani'l-münker terk olunduğu vakittir, demiştir. Buna göre "Müslümanlar da bozulup aleyhlerinde hüqüm hak olduğu vakit" demek oluyor. İnsanlar dîn konusunda aralarında bölüklere ayrıldılar" âyeti ile işâret edildiği ve sahih hadislerde de bildirildiği üzere, bu ümmette de ayrılıklar çıkacak; aralarında emir parçalanarak memleketler elden çıkacak; bununla beraber yine de Peygamber ve ashabının yolunda giden bir fırka-i nâciye (ehl-i sünnet ve'l cemaat yani kurtuluşa eren bir grup), bir iyiler grubu eksik olmayacak; zamanlar gelecek dîn garib olacak, iyi insanlar garib kalacak; sonra yine dîn, başlangıçta olduğu gibi dönüp yeniden ortaya çıkacak; peygamberlik iddiasında bulunacak olan otuz kadar Deccal'dan sonra ilâhlık davasına kalkışacak olan büyük Deccal, İyşâ Mesih'in yeryüzüne inmesiyle helâq olacak; derken Ye'cûc ve Me'cûc çıkacak, yeryüzünde görülmedik fesadlar, tasvire sığmaz savaşlar yaptıktan sonra Allah'ın emriyle yok olacaklar. Artık sâlib (haç) kırılacak, domuz öldürülecek, Müslümanlar hâqim olacak, Resûlullah’ın getirdiği şeri’atın her tarafa yerleşmesiyle insanlık bir mutluluk dönemine girecektir. Nihâyet küçük ve orta nice qıyâmetlerden sonrada Dâbbetü'l-arz'ın çıkması, güneşin batıdan doğması ve Sûr'un üflenmesiyle büyük qıyâmet kopacak ...
|