BUNLAR KELİMELER*…
Dr. Hakkı
Açıkalın
Dünya üzerinde
hiçbir arı lisân mevcud değildir. Ve yine
hiçbir devlet kendi (lisânının) atasını inkâr etmez bilakis ona sahib
çıkar. Bir İtalyan, bir Fransız, bir İspanyol, bir Portekizli, bir Rumen
lisânının aslının Latince olduğunu, bir Yahudî veya bir Arab kendi
lisânının Aramî kökenli olduğunu kesinlikle inkâr etmez. Britanya, Fransa,
İtalya, İspanya vs. devletlerinin kültür siyâsetlerinde de asla kendi
lisânının atası inkâr edilmez. Kezâ, bu devletler kendi lisânlarını
zenginleştiren farklı lisânlardan kendi lisânlarına giren kelime ve
kavramları da inkâr etmezler. Devâsa etimolojik lugâtlar oluşturup
dillerinin gerçekliğini olabildiğince objektif olarak halqlarına sunarlar.
Lisânlar insanlığın ortak mirası olduğundan onlarla alâkalı her şeyi bilme
hakkımız mahfuzdur.
Bana
ızdırab veren şey, kendi lisânıma aid
etimolojik verilerin neredeyse hiç bulunmaması veya bulunanların da
objektiflikten uzak olması ve bunun yanı sıra, ata dilim olan Osmanlıca’ya
karşı kendi evlâdı (Türkçe) tarafından ‘köpek’ muamelesi yapılmasıdır.
Herkes tarihî mirasıyla şeref duyarken biz, bizi var ve mânâlı kılan
atamızı inkâr ediyoruz. Sâdece atamızı mı inkâr ediyoruz? Hayır
kültürümüzü zenginleştiren tüm ögeleri de yok sayıyoruz.
Konumuz Türk
dili değil. İngilizce’deki farklı kökenlerden
gelen bazı (epeyce) kelimeye bir bakacağız ve bu kadar yabancı kavramla
yürüyebilen ve dünya dili olan İngilizce’nin komplexlere kapılmadan kendi
gerçekliğini her geçen gün didikleyerek aslında daha da zenginleştiğini
görmeye çalışacağız. Sanılanın aksine, bir dildeki yabancı kelime
sayısının fazla olmasının o dili faqirleştirmediğini bilakis
geliştirdiğini göreceğiz. Bunları sakladıkça küçülüp paranoyaklaşacağımız,
âyan ettikçe ise büyüyeceğimiz ortada…
İngiliz lisânı
Anglo-Saxon temelli bir lisândır. Bu biçimde tanımlamamızın nedeni, bu
dilin eşyâ, araç-gereç, vücudun bölümleri, hayvanlar, tabiî elemanlar,
zâmirler, edâtlar, bağlaçlar ve yardımcı fiiller açısından ağırlıklı
olarak Anglo-Saxon olmasındandır. Bunun dışında kalan kelime ve kavramlar
5 kaynaktan gelişmiştir. Bunları aşağıda belirtiyoruz:
1- Hiçten
(Yok’tan) Üretilen Kelimeler:
Misâller;
byte (bayt:’binary’ teriminin kısaltılmış
hâli. Bir karakteri/harfi temsil eden depo kapasitesi. Modern
bilgisayarlarda bir byte=8 bit’tir. Daha büyük hafıza mıqdarları ‘kilobyte’:
1024 byte, ‘megabyte’: 1.048.576 byte ve gigabyte: 1.073.741.824 byte’a
tekâbül ederler), ‘dog’ (köpek: Bu kelime
İngilizce’de köksüz kelimelerden biridir.
Yok’tan üretilmiştir. Eski İngilizce’de ise ‘Hund’ kelimesi
kullanılıyordu. Bu kelime Eski ve Modern Almanca’da ‘köpek’ mânâsını
haizdir ve İngilizce’ye buradan geçmiştir), donkey (danki:
eşek mânâsına gelen bu kelime de köksüzdür),
jam (cem: reçel mânâsına gelir ve
köksüzdür), kick (kik: tekme mânâsına
gelir ve köksüzdür), log (log: not etme-notasyon
mânâsına gelir ve köksüzdür ancak bu
kelimenin yunanca ‘logos’ kelimesiyle irtibâtı olduğunu söyleyen yazarlar
vardır ve ben de bu ihtimâl üzerinde duruyorum)…
William
Shakespeare İngilizce’ye yaklaşık 1600 kelime
kazandırmıştır, bu kelimeler arasında ‘countless’ (kaıntlıs:
sayısız), critical (kritikıl:
kritik), excellent (eksılınt: şahâne,
muhteşem), lonely (lonli: yalnız,
tek), majestic (meycıstik:
mânevî mânâda; büyüklere değgin, hazretlere değgin) sayılabilir.
Ben Johnson
damp (demp: Nem, rutubet), Isaac Newton
centrifugal (sentrifügıl: merkezkaç)
ve Thomas More ise, explain (expleyn: izâh etmek)
ve exact (ekzakt: tam, tam da (öyle)) kelimelerini
İngilizce’ye kazandırmıştır.
2- Hata Sonucu
Ortaya Çıkmış Kelimeler:
Bezelye mânâsına
gelen ‘Pea’ (Pii) kelimesi aslında Fransızca kökenlidir ve ‘Pois’ (Pua)
kelimesinden gelir. Onun da kökünde Latince ‘Pus’ (Ayak) ve daha evvel
yunanî ‘Podi’ (Ayak) kelimesi var. İngilizce’de önceleri bu kelimeye
‘pease’ adı verilmiş bilâhare, ‘Pea’nin çoğulu olarak düşünülmüş sonra hem
çoğul hem de tekil mânâda kullanılmış (ikincil olarak hâlâ kullanılmakta)
sonra yerini tekrar ‘Pea’ye bırakmıştır. ‘laze’ (leyz)
fiili yanlışlıkla (hatalı olarak) ‘lazy’ (leyzi:
tembel) sıfatından türetilmiştir ve gerçekte İngilizce’de böyle bir fiil
yoktur. buttonhole (batınhol:
Butoniyer, düğmelik) kelimesi button-hold (batın-hold:
buton alım) kelimesinin yanlış işitilmesi sonucu ortaya çıkmıştır.
3- Ödünç Alınmış
veya Uyarlanmış Kelimeler:
3 misâl
verelim:
Orange (Orınc)
Sanskritçe ‘Naranj’
kelimesinden mülhemdir. Ticârî ilişkiler
neticesinde Arabî’ye ‘Naranjah’ olarak geçmiştir.
Kuzey Afrika Arabları’yla ilişki içinde olan İspanyollar kelimeyi ‘Naranja’
olarak aldılar (kelime İspanyolca Naranha
olarak telaffuz edilir).
İlk evvelâ bu
kelime İngilizce’ye ‘Naranj’ olarak geldi. İngilizce’de sonu ‘j’ ile biten
orijinal kelime yoktur. Bu nedenle bu kelime İngilizce’de ‘Narange’ (Nerınc)
olarak telaffuz edilmeye başlandı.
Baştaki
‘N’, ‘A’ya evrildi zira önüne article olarak ‘A’
konmuştu yani ‘A narange’ (e
nerınc) olarak okunuyordu. Yanlış işitme
nedeniyle ‘An Arange’ (En erınc)
hâline geldi. Modern İngilizce’de ise ‘an orange’ (en orınc)
olarak söylüyoruz. Bir bilgi olarak; bu tür kelime tahlillerine
‘Metanaliz’ (Meta-analiz) adı veriyoruz. Türkçesi; Portakal…
Chocolate (Çaklıt
veya Çokoleyt)
İspanyollar
Meksika’ya geldiklerinde Aztekler’le karşılaştılar. Aztek lisânına
Nahuatl adı verilir. Aztekler,
fasulyeden imâl ettikleri bir içki kullanıyorlardı ve bu içkinin adı
‘Çoko’ idi ve Aztek lisânında ‘Acı’ mânâsına geliyordu. Bu acı bulamacı
suya koyarak inceltiyorlardı. Aztek lisânında ‘Atl’ kelimesi
‘Su’ mânâsınadır. Son ürünün adı ‘Çoko-Atl’dır
(Acı Su).
TL
sesi Aztek lisânına özgüdür ve İspanyolca’da
yoktur. Bu nedenle, T ve L arasına bir A koydular. Ve bu içeceği
‘Çokolato’ olarak adlandırdılar.
İçecek
Avrupa’ya geldi ve içine şeker karıştırıldı. This drink was brought to
Europe (with sugar added) where the pronunciation and spelling in English
became CHOCOLATE.
Checkmate (Çekmeyt)
Bu bir Satranç
terimidir. Farsî ve Afgan lisânlarında
Şatrang ve Sanskrit lisânında
Çataranga kelimelerinden köken alır.
Orijinal kavram ‘Şah-k-Mate’dir ve mânâsı
‘Kral öldü’dür.
Şah kelimesi
eski İran lisânında ‘Kral’ mânâsına gelir. ‘Mate’ kelimesinin İngilizce
karşılığı ‘murder’ ve İspanyolca karşılığı ‘matador’dur (kâtil, öldürücü).
Terim,
İngilizce’ye Fransızca’dan geçmiştir ve ‘sh’,
‘ch’a evrilmiştir. Ma-te heceleri de tek bir heceye indirgenerek ‘Mate’e (Meyt)
dönüşmüştür. Kısaca, ‘Şah-Mat’ın İngilizcesi ‘Checkmate’ olmuştur...
4- Kelimelerin
Içindeki Değişiklikler:
İngilizce’de
kullanılan birçok kelime zaman içinde anlam değiştirmiştir.
Misâller ve
orijinal mânâları;
Kelime Mevcud
Mânâsı Orijinal Mânâsı
Awful korkunç
korkuyu hak edici
Counterfeit zıd
tarz yasal kopya
Girl kız
her iki cinsten genç insan
Guess konjektür
alım amacı
Knight
şövalye delikanlı, genç erkek
Luxury lüks
günahkârâne tavır
Neck boyun
arazi parseli
Notorius meşhur
dikkate değer, not etmeye değer
Nuisance zarar,
ziyân harabiyet, yara, ziyân
Quick acele,
ivedi, hızlı canlı, sağ, hayatta
Sophisticated
karmaşık, komplex çürümüş
Tell söylemek,
demek saymak
Silly
kelimesi 11. asır itibârıyla, ‘korunmuş’,
‘sevilip sayılmış’ veya ‘mutlu’ mânâlarında kullanılıyor; bilâhare mâsum,
acınacak durumda olan, zavallı, mazlum, düşkün, yardıma muhtaç, fukara
mânâlarını üstleniyor. En son ‘deli’ veya ‘ahmak’ mânâlarında karar
kılıyor.
Pretty
kelimesinin ilk mânâsı ‘elinden her iş gelen,
mâhir’ sonra ‘zekî’ mânâsına geliyor. Şimdilerde ‘güzel, ince-rafine,
özenli’ mânâlarını yüklenmiş durumda.
Buxom
kelimesi ‘itâatkâr’ mânâsını taşıyor
başlangıçta. Zamanla, ‘canlı, canayakın, geniş gönüllü, bonkör’ mânâlarını
alıyor.
Nice
kelimesi evvelâ ‘ahmak’ veya ‘deli’ mânâsına
kullanılıyor (13. asır). Sırasıyla, zarif, kibar, nâzik, ılımlı, ince
mânâlarını taşıyor. 18. asrın ortaları itibârıyla ‘zevkli’, ‘hoş’ ve
‘sevimli’ mânâlarını alıyor.
5- Eksiltme ve
Eklemelerle Oluşturulan Kelimeler:
Son ekler (suffix):
-able (…ebilir, abilir), -ness (lık,
lik, luk, lük), -ment (isimleştirme
eki). Önekler (prefix): dis- (zorluk,
güçlük, imkânsızlık belirten önek, aslı
Yunanca’dır), anti- (karşıtlık,
zıddiyet belirten önek, aslı Yunanca’dır)...
Misâller;
brightness (braytnıs: parlaklık),
pavement (peyvmınt: kaldırım),
disestablish (diz-establiş: tesis
edememe), antibody (antibadi: tıbb
terimi olarak, karşı madde, antikor)...
Birleşik
kelimeler; Air (eyr: hava) + port (liman): Airport: Havalimanı.
Tragycomic, aeroplane, landmark, automobile vs... Bir de, yer değiştiren
ve paralelinde anlamları değişen (kombinasyon) kelimeler; Bookcase:
Kitab sandığı, kitab kasası.
Casebook: vak’â kitabı, olgu kitâbı.
Kısaltılmış
kelimeler; Bus (omnibus; Latince ‘herkes için’ mânâsına),
exam (examination: imtihan, sınav), gym (gymnasium: ortaokul), lab (laboratory:
laboratuar), mob (mobile vulgus: Latince ‘topyekûn istikrarsızlık’
mânâsına. Almanca’da, ‘mob’: psikolojik terör mânâsına), petrol (Yunanca;
petreleo: ‘kaya yağı’ mânâsına)...
Harf çıkartılmış/eklenmiş
kelimeler; Nickname: (nikneym: takma isim mânâsına.
Orijinali: Ekename), adder (an adder: ekleyici. Orijinali: A nadder),
apron (an apron: Apron. Orijinali: A napron), Orange (an orange:
portakal. Orijinali: A narange), umpire (An umpire: Hâkem. Orijinali: A
nonper)...
Borç/Ödünç
Kelimeler ve Orijinleri:
Bantu ve Batı
Afrika lisânlarından İngilizce’ye geçen bazı kelimeler;
Boma, bwana,
chimpanzee (şempanze), impala (bir tür
antilop), impi, mamba, marimba, zombie (hortlak), banjo, gumbo, jazz
(caz), juju, juke, mumbo-jumbo, okra, voodoo (vudu büyüsü), yam.
Altay
dillerinden İngilizce’ye geçen bazı
kelimeler;
Türk-Tatar
kökenliler:
Kaftan, cossack
(kosak-kozak), divan, horde, khan (han, kagan), mammoth (mamut), Tartar
(Tatar), turquoise (türkuaz: Türk mavisi), yoğurt...
Austronesian
dillerden İngilizce’ye geçen kelimeler;
Avustralya
Aborijin dilleri’nden;
Billabong,
boomerang (bumerang), corroboree, kangaroo (kangru), koala (tembel
hayvan), kookaburra, wallaby (kemirgen bir hayvan türü), wombat (bir tür
karıncayiyen), yabber...
Java lisânından;
Bantam, batik,
junk...
Malay (Malezya)
lisânından;
Amok (bir tür
öldürücü delilik), bamboo (bambu), caddy, camphor (bir bitki), cassowary,
cockatoo (bir papağan türü), dugong, gong (gong),
compound (bileşik), orangutan, pangolin (zırhlı bir hayvan türü), rattan,
sarong...
Polinezya lisânından;
Aloha, hula,
kawa, kiwi (kivi), lanai, lei, moa (bir tür devekuşu),
muumuu, taboo (tabu), tattoo (tatu: dövme), ukelele...
Basq lisânından;
Chaparral, jai
alai...
Dravid lisânlarından;
Tamil;
Catamaran (katamaran:
bir tür tekne), cheroot, curry (bir tür sos bitkisi), mango (bir tür
meyve), mulligatawny, pariah (parya)…
Hind-Avrupa
lisânları;
Afrikaan;
Aardvark (bir
tür ot), apartheid (aparthayd: ırkçı rejim),
boer (güney afrika beyazı), commando (komando), spoor, trek...
Eski Keltçe;
Ambassador
(sefir), bard (peygamber, bilge, büyük şair),
breeches (pantalon), car (araba), carry (taşımak), career (kariyer/keriır:
taşıyıcı), carriage (keriyıc: taşıma), cargo (taşıma), carpenter (tahta
ustası), charge (çarc: yük), crag (kreg: kaya), druid (seyyah, abdal,
derviş), embassy (sefârethâne), minion (minyın: ufak tefek, minyon), piece
(piis: parça), vassal (vasal), valet (valet: uşak)...
Çekçe;
Howitzer (hovitzır:
bir tür top), pistol (tabanca), robot (robot)...
Dutch/Felemenk/Aşağı
Almanca;
Boor (delici),
boss (patron), brandy (bir tür alkollü içki), bully (despot), bumpkin (kırsal,
ziraî), clipper (kırkıcı), coleslaw (lahana salatası), cookie (bisküi,
kurabiye), derrick (kule), dope (dopa; narkotik bir ajan), drill (delici),
drum (davul), easel (destek), frolic (oyun isteğiyle dolu olma), golf,
grime (kirlilik), hunk (büyük parça), kink (katlantı), landscape
(manzara), loiter (alık), rant, skipper (kaptan), slim (ince), snap
(sekte), splint (atel), spook (dalgaboyu, tayf), stoop (sarkma), yacht
(yat)...
Eski Fransızca’dan;
Allow (bırakmak,
izin vermek), bastard (batârd: piç), beauty (beauté: güzellik),
beef (boeuf: öküz), brush (brosse: fırça),
castle (château: Şato, kal’a), chivalry (cheavelerie: şövalyelik, fazilet,
erdem), choice (choix: tercih, seçki), cloister (cloître: manastır),
conquest (conquête: fetih), constraint (contraint: gereklilik), court (cour:
mahkeme), defeat (défaite: çöküş, kayıb, felâket), destroy (détruire: imhâ
etmek), dinner (dîner: akşam yemeği), forest (fôret: orman), frail (frêle:
kırılgan, frajil, kadük), garden (jardin: bahçe), govern (gouverner: idâre
etmek, yönetmek), honest (honnête: dürüst), hostel (hôtel: otel,
konukevi), interest (intêret: menfaati çıkar), judge (juge: hâqim,
yargıç), loyal (Fransızca ‘loi’ (kanun) kelimesinden mülhem. Anlam
genişlemesiyle, sâdık, bağlı), marvel (merveille: harika), mutton (mouton:
koyun), paste (pâte: ezme), place (place: yer), poison (poison: zehir, ağu),
port (port: liman), priest (prêtre: rahib), push (pousser: itmek), quarter
(quartier: mahalle), quest (quête: araştırma), royal (royal: kraliyete
değgin), stuff (substance: madde-materyel), sure (sûre: emin, kesin),
tempest (tempête: fırtına)...
Modern Fransızca’dan;
Aperitif (apéritif:
açar, iştah açıcı), après-ski (après-ski:
kayaktan sonra mânâsına. kayak yaptıktan sonra ayaklara giyilen yünlü bir
bot türü), avant-garde (avant-garde: avangard, öncü), bourgeois (bourgeois:
kentsoylu, burjuva), brasserie (brasserie: havadar mekân, açık kahvehâne,
kafeterya), camouflage (camouflage: kamuflaj, alalama), canard (canard:
ördek), chateau (château: şato), chief (chef: şef), chevalier (chevalier:
şövalye), coup d’etat (coup d’etat: darbe, devlet darbesi), croissant (croissant:
kruasan, ay çöreği), kitchen (cuisine: mutfak), debacle (debacle: felâket,
âfet), debate (débat: münâkaşa, kavga. hukukî bir terim olarak; open
debate: açık hukukî kavga), debut (début: başlangıç), dessert (dessert:
tatlı), elite (elite: seçkin), spirit (esprit: ruh, mânâ, espri),
etiquette (etiquette: etiket), fiancé (fiancé: nişanlı), garage (garage:
garaj), gourmand (gourmand: gurman), gourmet (gourmet: ağız tadına düşkün
olan), hors d’oeuvre (hors d’oeuvre: birebir mânâsı ‘eser’in dışında
kalan’; meze mânâsına), joie de vivre (yaşama neş’esi, yaşama keyfi),
liaison (liaison: bağlantı), limousine (limousine: limuzin), lingerie (lingerie:
çamaşır), marionette (marionette: kukla), morale (morale: moral, etik),
objet d’art (objet d’art: san’at nesnesi), parole (parole: söz, parola),
pastiche (pastiche: karpuz, water melon da deniyor), patisserie (patisserie:
pastahâne), petite (petit: küçük), prestige (prestige: prestij), regime (regime:
rejim), silhouette (silhouette: siluet), souvenir (souvenir: anı, hatıra),
vignette (vignette: ince tad, lezzet; label da deniyor), voyeur (voyeur:
görücü, röntgenci)...
Gaelik (Gal)
lisânından;
Bog (bataklık),
galore (terk), whiskey, banshee (beyaz tenli kadın), blarney (kompliman),
hooligan, shamrock (kuzukulağı), torz (muhafazakâr), clan (klan), glen
(boğaz), slogan...
Almanca’dan;
Blitz: aydınlatılmış
saldırı, cobalt (kobalt), dote (hayran olmak, gıpta etmek), feldspat,
hamburger, kindergarten (çocuk bahçesi), leitmotiv, quartz, realpolitik,
zeitgeist (zamanın ruhu)...
Yunanî;
Abiogenesis (aviogenesis:
canlılık olmadan tekvin), agnostic (agnostikos:
bilinemezci), alphabet (alfavita: alfabe), analysis (analisi: tahlil,
analiz), anemone (anemoni: dağ lâlesi),
antithesis (andithesis: antitez, karşı sav), atheism (atheismos: ilâh
tanımazlık), atheist (atheos: ilâh tanımaz), automatic (aftomatiko:
otomatik), automaton (aftomaton: otomat), biology (viologia: biyoloji),
blasphemy (vlasfima: ilâha ve mânevî değerlere
küfür etmek, hakaret etmek), charisma (harisma: karizma), chemotherapy (himiotherapia:
kemoterapi, kimyevî tedavi, ilâçlı tedavi), cinema (kinima: sinema),
crisis (krisi: kriz, düşüş), criterion (kritirio: kriter),
criticism (kritikismos: tenkidçilik), cytokinesis (kitokinisi: hücre
hareketi), diagnosis (diagnosi: tanı,
teşhis), dogma (dogma: inak, nas), drama (drama: drama), electron (ilektrono:
elektron, kehribar), enigma (enigma: enigma, evrensel gizem, sır),
epistemology (epistimologia: epistemoloji, bilgibilim), gene (genos: gen,
cins), gnosis (gnosi: bilme, tanıma), herpetelogy (erpetologia:
sürüngenbilim), magma (magma: magma), moussaka (moussaka: musakka),
narcolepsy (narkolipsia: uyku hastalığı, uykuya eğilim), oligarchy (oligarhia:
azınlık iktidarı), osteoporosis (osteoporosis: osteoporoz, kemik erimesi),
ouzo (ouzo: uzo), patriarch (patriarhio: patrik), phenomenon (fenomena:
fenomen, olgu), photograph (fotografio: fotoğraf), photon (foton: foton),
rhinoceros (rinokero: gergedan), rhododendron (rododendron: gül ağacı,
gül dalı), souvlaki (souvlaki: şiş, şiş kebab), synthesis (synthesis:
sentez), thesis (thesis: tez), zoology (zoologia: hayvanbilim, zooloji),
sperm (sperma: sperm, tohum), bacteria (vaktiria), dramatugy (dramaturgia:
dramaturgia), tragedy (tragedia: trajedi)…
Hindî-Urdu;
Bungalow,
dinghy (kano), raj (raca), shampoo (şampuan),
tandoori (tanduri)...
İzlanda
lisânı’ndan;
Geyser (gayser,
doğal sıcak su kaynağı), saga (İskandinav
efsânesi)…
İtalyanca’dan;
Adagio, alto,
andante, arpeggio (arpej), battalion, bel canto (güzel
şarkı), bimbo (çocuk), bordello (genelev),
brave (bravo: cesur), caprice (capricio: kapris), cello, charlatan
(şarlatan), concerto, confetti (konfeti), contralto, crescendo (kreşendo),
contralto, cupola, diminıendo, divertimeto, extravaganza, fiasco
(fiyasko), fortissimo, fresco (tâze), frigate (fırkateyn), ghetto (getto),
gigolo (jigolo), lasagne (lazanya), libretto (kitabçık, opera kitabı),
macaroni (makarna), mafia, mezzosoprano, mozzarella, palazzo (palas,
saray), pasta, piano, picturesque (pitoresk), pizza, ravioli, regatta,
scherzo (zevk verici), solo (yalnız), sonata (sonat), spaghetti, stanza
(oda), tirade (tirad)…
Latince’den;
A posteriori
(araştırma-inceleme yaptıktan sonra, a
priori’nin zıddı), a priori (öncel, araştırma-inceleme
yapmaksızın yapılan tefsir, değerlendirme), ad hoc (Latince;
ad: …e, a doğru + hoc:
‘bu’ mânâsına gelen ‘hic’in
nötr akkusatif formu. Meâlen; ‘Buna doğru’)
Zarf olarak; sâdece elde tutulan spesifik bir gâye, vak’â veya durum için
kullanılır. Misâl; yalnızca
ücretlerin belirlenmesi için teşkil edilen bir komisyon: a committee
formed ad hoc to precise the salaries. Sıfat olarak; 1- Spesifik bir amaç
için teşekkül eden, oluşan. Misâl; yalnızca telâfi komitesi: an ad hoc
compensation committee. 2- İlhâm olunmuş-doğaçlanmış veya sıklıkla
kendiliğinden gelişen mânâsına. Misâl; on an ad hoc basis: mülhem bir
temel üzerine). Add (addere: eklemek, toplamak), addendum
(addere: eklemek, bütünlemek. Bu fiilden isim: ekleme, bütünleme,
tümleme), agent (isim; ‘agere’: sürmek, idâre etmek, başını
çekmek, liderlik etmek, faaliyet yapmak fiilinden mülhem. Eski Norveç
lisânında; ‘Aka’: araçla seyâhat etmek. Yunanca; ‘ago’:
sürmek, öncülük etmek, önünü açmak, yol göstermek, liderlik etmek, başını
çekmek. 1- Faaliyet yürüten kişi, bir gücün sürükleyicisi, idâre edicisi,
2- Bir eylem/iş üreten veya üretme yeteneğinde olan şey; aktif veya etkili
sebeb veya kimyevî, fizikî veya biyolojik aktif bir prensip, 3- Kendisiyle
istihbarat neticesi elde edilen mânâ veya enstrüman, 4- Bir yer veya bir
başkaasının yerinde faaliyet yapmakla görevlendirilmiş kişi: temsilci veya
bir hüqümetin resmî yetkilisi; federal ajan vs. Örtülü aktivitelere (espionaj
vs.) angaje olmuş kişi, casus, hafiye, gizli ajan. İş temsilcisi; tiyatro
ajanı, futbol ajanı vs.), albumen (‘albus’: beyaz,
yumurta akı. Albumin: bir tür protein), apex
(tepe), aqueduct (aquaductus: sıvı
kanalı), area (alan, saha), audio (işitmeyle
ilgili), audit (‘auditus’: işitme
eylemi. ‘Audire’: İşitmek. 1-
Bir organizasyonun veya ferdin hesablarının veya finansal durumunun
incelenmesi ve bu incelemenin nihaî raporu. 2- Metodik inceleme ve
revizyon), cactus (aslı Yunanca;
kaktase), camera (oda mânâsına.
Papalık’ın ‘hazine dairesi’. Elektrik impulslarının görsel tercümesini
yapmaya yarayan araç. Gözde bir bölüm), cancer (kanser;
yengeç mânâsına. Yunanca, ‘Karkino’dan
mülhem), candle (Yunanca, kandela’dan mülhem, kandil,
şandel), caveat (‘cavere’:
gardını almak. Uyarı, ikâz mânâsına),
circus (sirk), color (renk), colossus (Yunanca ‘kolossos’dan
mülhem; dev boyutlu heykel, devâsa görünümlü kişi),
complex (‘complexus’: total olma, bütün, topyekûn
olma hâli), consider (‘considerare’: gözlemek, tefeqqür
etmek. Bir konuda ve eyleme dönük olarak dikkatlice düşünmek,
tefeqqür etmek. Dikkatle bakmak), contemple (istiğrak
hâlinde olmak, dalınç hâlinde olmak), data (datum’un çoğulu.
İstatistikî bilgi, enformasyon. Veri), de facto (‘factum’:
kontrat, sözleşme, kullanma, işletme. ‘Ben
yaptım oldu’ mânâsına), casus belli (‘casus’: vak’â, olay +
‘belli’: Güzel. Güzel Olay mânâsına.
Bir savaş hâlini anlatmak için kullanılan deyim), de jure
(Hakka, hukuka dayalı olarak, ‘de facto’nun
zıddı), decide (‘decidare’: karar vermek), discus
(Yunanca; yastık, disk),
equilibrium (denge), equitation (binicilik), virtus
(erdem, fazilet), virtual (sanal, imajiner, hayalî), erupt
(ifrâz etmek), ex post facto (geriye doğru
etkin olan, retroactive), exeunt (‘exire’: gitmek, çıkmak),
extempore, fauna (hayvan topluluğu),
flora (bitki topluluğu),
fiat (‘fiere’: oluşmak, hâline
gelmek, yapılmış olmak. Belli bir çaba gösterilmeden oluşma),
formula (‘forma’: şekil. Bu
kelimenin küçültülmüş hâli. Biçem, formül), fungus (mantar),
general (genel), genius (‘gignere’: güçlü bir biçimde
üretmek, kaliteyi arttırmak. Dehâ, öke),
genus (aslı Yunanca; cins),
gluteus maximus (aslı Yunanca;
vücudun en büyük kası, kalça kası), honor (onur), homo
(insan), homonculus (insancık, küçük
insan, gelişimini tamamlamakta olan insan), homo sapiens (akıllı
insan), honorarium (onuruna), immoral (gayrı
ahlâkî), immortality (ölümsüzlük), interim (geçici),
latex, literature (edebiyat, yazın,
bediiyat), locus (yer), media (orta), medium
(orta, medyum, aracı), memorandum
(‘memoranda’: tören olmaksızın yapılan
kayıd; yazılı kayıd, düşülmüş not veya teklif edilmiş
enstrüman-hatırlatıcı bilgi. Dışa
vurulmayan diplomatik iletişim. Bürolararası dolaşım için yazılmış kısa
iletişim (notu). Direktif, tavsiye veya bilgi içeren iletişim
(notu). Memory (hafıza, anı,
hatıra), moment (ân), momentum (momentus:
hareket), moral (moral, ahlâkî), noble (asil), onus
(hoşnutsuzluk veren gereklilik, suç atfı),
opera (opus’un çoğulu. Bir
san’at dalı), opus (oper veya opus: iş,
eylem, operasyon. Özellikle müzikte, eserlerin sırası ve düzeni),
ovum (aslı Yunanca), pauper
(başkalarından yardım alarak yaşayan, faqir.
Poor), pax (pax romana), pendulous (sarkaçsı),
pendulum (sarkaç), peninsula (‘paene’: yaklaşık
olarak + ‘insula’: Ada. Yarımada
mânâsına), post modern (modern sonrası),
post mortem (ölüm sonrası),
ante meridiem (A.M. Öğleden
evvel), post meridiem (P.M. Öğleden
sonra), propaganda (Papa 15. Gregoire tarafından
tesis edilen örgüt’ün isminden mülhem; Congregatio de propaganda
fide: İmânı yaymak için birlik.
1600’lerin başında geliştirilmiş bir örgüttür. Kelime ‘Propagatio’:
Yaymak kelimesinden mülhemdir), agitatio (‘agitare’: Harekete
geçirmek fiilinden mülhem. Uyarma, harekete geçirme, motive etme), quid
pro quo (başka bir şey için alınmış veya
verilmiş bir şey), radium (ışın),
referandum (‘referre’: refere etmek, ‘referendus’:
referans alma), respublica (‘res’: zenginlik, refah,
mutluluk + publica: halka değgin.
Halk’ın refahı mânâsına. Cumhuriyet. Republic), revise
(gözden geçirme), series (seri), sex (cinsiyet), similar
(benzer), sine die (‘Sine’: …sız,
siz + ‘Die’: Gün. ‘Günsüz’ mânâsına.
Tasarlanmış bir geleceğin olmadığını anlatır), status (kanun
önünde bir kişinin veya bir şeyin durumu,
statü, durum, hâl), status quo (içinde bulunulan hâl;
statüko), status quo ante (bir evvelki durum, bir önceki statüko),
exageratio (abartma, mübalaâ etme), temple (tapınak,
mâbed), terminus (nihaî amaç, son nokta), vertigo (‘vertere’:
dönmek. Baş dönmesi mânâsına),
victor (muzaffer), video (‘videre’: Görmek. Görüş)…
Norveççe’den;
Fjord, kraken,
krill, lemming, ski, slalom…
Eski
İngilizce’den;
Acre, ale, bead,
bed, beer, blood, brother, churl, corn, crank, dead, doom, earl, fast,
east, eight, eleven, elf, food, freedom, glee, god, good, ground, hand,
harvest, head, heart, heaven, hell, husting, iron, lady, land, leech, lent,
lord, love, man, mistletoe, man, nine, north, peony, periwinkle, sit,
sleep, south, stone, summer, thing, twelve, war, water, weird, west, wife,
wine, winter, woman…
Farsî;
Azur, bazaar
(pazar), caravan (karavan), check (çek), checkmate (şah-mat),
dervish (derviş), jackal (çakal), khaki (hâkî), kiosk (köşk), pasha (paşa,
bâce), pilaf (pilav), pistache (fıstık), shah (şah), spinach (ıspanak),
talc (talk), tulip (lâle), turban...
Portekizce’den;
Albino, caste,
marmalade, molasses, palaver...
Rusça’dan;
Borsch,
cosmonaut (aslı Yunanca; kosmonaftis: uzay
denizcisi mânâsına), czar (çar), gulag, glasnost, perestroika, pogrom,
samizdat, samovar, steppe (step), troika, vodka…
Sanskritçe’den;
Chintz, chutney,
crimson, guru, juggernaut, jungle, karma, lacquer, maharaja, mahatma,
mandarin, mantra, nirvana, palanquin, pundit, raja, rani, sapphire, sugar,
swastika, yoga…
İspanyolca’dan ;
Armada,
armadillo, barricade, bravado, cask, chincihilla, embargo, galleon,
grenada, guerilla, hacienda, hoosegow, lariat, mosquito, mulatto, negro,
peccadillo, pinto, pronto, ranch, renegade, sarsaparilla, sherry, silo,
sombrero, stampede, stevedore, vamoose, vigilante…
İsveççe’den ;
Ombudsman,
smorgasbord, tungsten…
Yiddiş’ten;
Chutzpah,
shlemiel, shlep (şilep), shlock, schmaltz...
Japonca’dan;
Aikido, judo,
bonsai, bushido, futon, geisha, haiku, issei, jujitsu, kabuki, karaoke,
kendo, kimono, koan, mikado, miso, ninja, nintendo, nisei, nori, obi,
origami, pachinko, sake, samurai, sashimi, shinto, shogun, soba, soy,
sumo, sushi, tatami, tempura, tofu, tycoon, yakuza, zaibatsu, zen…
Amerikan Yerli
Dilleri’nden;
Aleut/İnouit;
Anorak, igloo,
kayak, parka…
Algonquin;
Caucus,
chipmunk, hickory, moccasin, moose, muskrat, opossum, papoose, pecan,
pemmican, persimmon, pow-wow, raccoon, skunk, squash, squaw, succotash,
toboggan, tomahawk, wampum, woodchuck...
Arawakan lisânı’ndan;
Barbecue,
hammock (hamak), iguana, potato, tobacco (tütün), savannah (savan)…
Caribbean (Karaib)
lisânı’ndan;
Cannibal
(yamyam), canoe (kano), hurricane (kasırga),
macaw (bir cins papağan), maize (Yerli mısırı), manatee (bir tür parazit,
şerit), papaya (bir cins meyve), peccary (bir domuz türü), yucca (bir ağaç
türü)…
Nahuatl lisânı’ndan;
Avocado, cocoa,
chilli, chocolate, coyote, mescal, peyote, ocelot, tomato…
Quechua lisânı’ndan;
Alpaca, jerky,
cocaine, condor, guanaco, guano, Llama, pampas, puma, quinine (kinin),
vicuna…
Tupi-Guarini
lisânı’ndan;
Buccaneer,
cashew, cayenne, cougar, jaguar, petunia, tapioca, tapir, toucan…
Samî lisânları’ndan;
Arabî;
Admiral,
albatross, alchemy, alcohol, alcove, algebra, alkali, almanac, apricot,
arsenal, assassin, assegai, aubergine, azimuth, bedouin, caliph, cipher,
emir, gazelle, genie, ghoul, giraffe, harem, hashish, hazard, henna,
hookah, imam, Islam, jasmine, jihad, kaffir, kismet, Koran, lemon,
magazine, minaret, mohair, monsoon, moslem, muezzin, mufti, mujahedin,
mullah, nadir, safari, saffron, sahib, salaam, sash, scarlet, sequin,
sharia, sheik, sherbet, sirocco, sofa, syrup, talisman, tariff, zero…
Aramîce’den;
Abbot, kaddish,
pharisee, cherub…
İbranîce’den ;
Amen, bedlam,
behemoth, cabal, camel, cinnamon, golem, hallelujah, hosanna, jehovah,
leviathan, manna, maudlin, messiah, nard, rabbi, sabbath, seraphim, shalom,
shibboleth, simony, sodomy, talmud, torah, yahweh...
Çin-Tibet lisânı’ndan;
Chopsticks,
chopsuey, chow mein, ginseng, gung-ho, ketch-up, kowtow, kung-fu, wingthun,
lichee, mahjong, pekoe, sampan, tai chi, tao, tea, yang, yin…
Ural lisânları’ndan;
Fince’den;
Sauna...
Macarca’dan;
Goulash, hussar,
paprika...
(*) Bu başlık
Üstad’ın (R.A), ‘Bir Adam Yaratmak’ isimli eserinde ‘Gazeteci’
karakterinin bir repliğinden alınmıştır…
www.drhakkiacikalin.up.to |