JAMES JOYCE, FINNEGANS WAKE VE... Dr. Hakkı Açıkalın Yanılmıyorsam 1998 yılında Türkçe’ye çevrildi “Ulyssis”. Tercümeyi de galiba Nevzat Erkmen yapmıştı ve 7,5 yılda tamamlayabildiğini belirtmişti. Bu eser her yerde çalkantılara yol açıyordu. Kimileri “reklâm” diyordu. Meselâ Yunanistan’da “Odyseas” ismiyle çevrilen bu kitabın yanında 2 tane de “anlama kılavuzu” satılıyordu. Anlı şanlı yazarlar, kitabın “ütopik anarşizm”i anlattığını öne sürüyorlardı. Eseri anlayamadığı için strese giren, hatta intihar eden akademisyen düzeyinde kişilerin bulunduğu fısıldanıyordu. Neticede “anladım” diyene pej rastlanmıyordu. Evet bu fırtınaları koparan adamın ismi James Joyce. James Joyce, 22 Şubat 1882’de Dublin’de doğdu; yani o bir “Irısh” (İrlandalı). Önceleri zengin daha sonra ise fukaralaşan bir ailenin 10 çocuğundan en büyüğü. Eğitimini “Jesvit” (Cizvit) okullarında ve Dublin Üniversitesi’nde tamamladı. Üniversitedeki hocaları, onun bir “dehâ” olduğu konusunda mutâbıktılar. 1902 yılında Tıp tahsili için Paris’e gitti ve orada şiire başladı; skeçler de yazdı. Derdi “estetik bir sistem” formüle etmekti. 1903 Nisanı’nda Dublin’e geri döndü zira annesi ölümcül bir hastalığa tutulmıştu. 1904 yazında Galway’li genç bayan Nora Barnacle ile tanıştı. İkisi birlikte Pola’ya (Hırvatistan’da bir yer) gittiler ve orada birkaç ay kaldılar. 1904’te Trieste’ye gitti, 7 aylık bir Roma ikâmeti ve 3 kez Dublin seyahati dışında 1915’e kadar burada (Trieste/İtalya) kaldı. Burada, bayan Nora’dan bir kızı ve bir oğlu oldu. Joyce’un ilk eseri "Oda Müziği Şiirleri” oldu ve 1907’de Londra’da yayınlandı. İkincisi, bir hikâye kitabı olan “Dubliners-Dublinliler” yine Londra’da 1914’te yayınlandı. İtalya’nın 1. Dünya Savaşı’na girmesiyle Joyce da Zürih’e geçti ve 1919’a kadar orada kaldı. Bu dönemde “Genç Bir Adam Olarak Sanatkârın Portresi” (1916) ve “Sürgünler” (1918) isimli eserleri yayınlandı. Oradan Paris’e gitti ve 1914’ten beri üzerinde çalıştığı “Ulysses” isimli eserini (1922) yayınladı. Aynı yıl, “Finnegans Wake” (Wake kelimesi; 1. Geminin iskele tarafı 2. Kuzey Britanya’da bir bayram 3. Eski İrlandaca’da ‘Sabahlayan ölü’ anlamlarına geliyor; burada muhtemelen her üç anlamı da ve belki bilmediğimiz başka anlamları da mûteber.) isimli eserini yazmaya başladı. Ciddi bir göz problemi ve kızının da zihnî bir hastalığı mevcuttu. Kitabını 1939’da tamamladı. 1940 Aralık’ında Zürih’e döndü ve 13 Ocak 1941’de orada öldü. Fluntern Mezarlığı’na gömüldü. Finnegans Wake’in Türkçe’ye çevrilmediğini (çevrilemeyeceğini) biliyorum; herhangi bir başka dile de çevrilebileceğini zannetmiyorum. Zaten içinde onlarca dilden kavram, deyim ve kelimeler var. Meselâ, aslında bir fizik terimi olan “QUARK” kelimesini de onun kullandığı biliniyor. Burada Fainnegans Wake’in çevirisini yapacak değiliz elbette; fakat onun bazı bölümlerine farklı bir zâviyeden yaklaşıp, edebî olmasa da fikrî-felsefî-dinî bir yorum-polemik ortaya koymaya çalışacağız. Rastgele... İndiana Notre Dame Üniversitesi İrlanda Araştırmaları bölümü proflarından Seamous Deane bu eser için şunları söylüyor: "Finnegans Wake’le ilgili söylenecek ilk şey ‘okunamaz’ olduğudur. F.W.’in bir roman olduğunu söylemek çok zor, fakat bunu inkâr etmek de bir o kadar güç. Kendisini tarihe, kültüre ve tecrübeye açan bir kitap. Joyce kendisini ve bizi çok karmaşık ve sonsuz bir tercümeler dizisinin içine sokuyor. Kitap İngilizce yazılmış ama aynı zamanda İngilizce’ye karşı da. Kendisini İngilizce’ye tahvil ediyor ve kendisini İngilizce’den berî tutuyor. Bazen tek bir kelime veya kelimenin bir parçası okuyucu için soru teşkil ediyor...” İşte böyle uzayıp gidiyor değerlendirme; sayfalarca... Bu kitabı bir şâheser olarak kabul edenler de var, “Bullshit” (zırva) olarak ele alanlar da. Görelim... Sayfa 104: "In the name o Annah the Allmaziful, the Everliving, the Bringer of Plurabilities, haloed be her eve, her singtime sung, her rill be run, unhemmed as it is uneven!" Bu "Joyce’ça" paragraftaki "düzeltme"leri yapalım evvelâ. 1- İngilizce’de “Allmaziful” diye bir kelime yok. Peki bu kelimeyi nasıl okumalı/yazmalı? Meselâ, “All-maze-ful” şeklinde! Peki bir anlamı olabilir mi? "Maze" kelimesi İngilizce “labirent/dolambaç” mânâsına gelir. Düz mantıkla olmaz a, “all-maza-ful” uydurma kelimesine bir de uydurma bir mânâ yüklersek: “Her şey/Hepsi/Bütün lâbirentlerle dolu” diyebiliriz. Fakat Joyce’un, eskaza benim gibi düşünmüş olsa, muradını anlamak mümkün görünmüyor. 2- Yine İngilizce’de “Plurability” kelimesi yok. Peki onu nasıl yazalım? Bu bir öncekine göre daha kolay görünüyor: Plurality+Ability... "Plurality": Çoğunluk, kat kat artış, ekseriyet. "Ability": Kâbiliyet. O hâlde yine "sentetik" mânâlandırma temelinde “Plurability” kelimesini “çoğulluk kâbiliyeti” veya “artış yeteneği” olarak çevirebiliriz. 3- Ve dahî İngilizce’de “Singtine” diye bir kelime de yok. Ancak şöyle olabilir; “sing” ve “time”; yani: "Sing": Şarkı söylemek (Sing a song), ötmek, şakımak, çığırmak, ıslık çalmak, tegannî etmek, ilâhi okumak. "Time": Zaman. Şöyle tercüme edilebilir bu halde: “Şarkı söyleme zamanı” veya “İlâhi okuma vakti”. 1- Ayrıca İngilizce’de “Rill” diye bir kelime de yok. Onu da “reel” olarak düşünürsek, “Dinamik dans/hareketli-çevik dans, Horon” diye çevirebiliriz. Evet "Joyce’ça" paragrafın içindeki dört kavramı aklımız sıra “düzelttik”! Şimdi bu düzeltmeler muvacehesinde evvelâ bir çevirelim (böylece): "Arefesi hâlelenmiş (ayçalanmış), ‘şarkı söyleme zamanı’ şarkı(sı) söylenmiş, hareketli dansı/horonu akıp gitmiş, sıradışıymış/anormalmiş gibi çevrelenmemiş/etrafı sarılmamış, çoğulluk kâbiliyetlerinin getiricisi, Hayy, bütün dolambaçlarla dolu (olan) Annah adına.” Bu ne berbat bir tercüme diyenlere itiraz etmem; hakikaten de öyle. Fakat zaten beni asıl alâkadar eden de bu tercüme değil. O sebeple başka tercüme-tefsirlere yelken açmak şart oldu. 2- "Allmaziful"un yerine "Almighty" sıfatını yerleştirirsem, “bütün dolambaçlarla dolu (olan)” yerine “Kâdir-i Mutlak” diye; “(Al) Merciful”u koyarsam, “Rahman” diye çeviriyorum. Joyce’un Samî dillerine olan ilgisini ve İbrânîce bildiğini, Arapça’yı da bilebileceğini biliyorum. Bu cümleden destek alarak, Joyce’ça "All"u "Al" biçiminde yazıyorum. "(Al) Merciful", oluyor "Al Rahman"; hâliyle "Errahman". "Annah"ı “Allah” diye okursam şu hâle dönüşüyor: "In the name of ALLAH, the (Al) Merciful..." Yani: "Rahman olan Allah’ın adıyla (adına)...”; yani “Bismillâhirrahmân...” Eğer “Almighty”i koyarsak: "In the name of ALLAH, the Almighty, the Everliving..."; yani: "Kâdir-i Mutlak ve Hayy(ül Kayyum) olan ALLAH’ın adıyla...” "Kâdir-i Mutlak": Omnipotence. "Hayy(ül Kayyum)": Omnipresence. Sonra... "... Unhemmed as is uneven"; mot a mo tercüme ettiğimizde: “Sıradışıymış/anormalmiş gibi etrafı sarılmamış/çevrilmemiş” şeklinde oluyor... Peki ya... "MUHAMMED (sav) IS UNEVEN" yani: "MUHAMMED (sav) SIRADIŞIDIR”şeklinde okunabilir mi? Bence evet. Ben de biliyorum güzel bir İngilizce değil; “Joyce’ça” çeviri yapmaya, Joyce’u anlamaya çalışıyoruz. "Arefesi hâlelenmiş”i acaba “Gelişi belli oluyor, işâretli” biçiminde tefsir edebilir miyiz? Ben deli bir kimse olduğum için önümü açık buluyorum... "Şarkı söyleme zamanı şarkı(sı) söylenmiş”i, “İlâhisinin / Mezmurunun söylenme zamanı gelmiş” diye okuyorum. "Hareketli dansı akıp gidiyor” zâten... "Çoğulluk kabiliyetlerinin getiricisi”ni, “Kitleleri uyandıran” olarak idrak ediyorum. Bütün bunları söyledikten sonra, “son tecrit”i herkesin hayâl gücüne ve divânelik seviyesine bırakıp, kimseyi sınırlamıyorum. Sayfa 104-105’ten bazı başka alıntılar da yapalım... "The Augusta Angusstissimost for Old Seabeastius Salvation." Baştaki metodla gidelim: "Angusstissimost" kelimesi İngilizce değil, başka bir dilce de değil; melez... "Anguish": İng. Boğuntu, ağır sıkıntı, ıstırab. "Augusta": Lat. Mujaddes, Yüce. "İssimo”: İtalyanca bir son ek olup, “en” anlamını verir. Örnek: “Bellissimo”; en güzel. "Most": İng. “En” anlamını verir, Joyce’ça "Angusstissimost" kavramı, “En büyük ıstırab/sıkıntı” veya “En mukaddes, en yüce, yüceler yücesi” biçiminde okunabilir. Joyce’ça, "Seabeastius" ne olabilir? 1- Sebastius / Sebastian kelimesinin orijini Yunanca "Σεβαστός-Sevastos" kelimesinden gelir ve "saygıdeğer, muhterem” mânâsınadır. “San Sebastian-Aziz Sebastian” ismi de buradan mülhem. 2- "Sea-beast"... Sea: İng. Deniz. Beast: İng. Hayvan (Genel olarak yabanî hayvan). “Sea-beast”: Deniz hayvanı. Topluca tercüme edecek olursak; ya: "Kadim Saygıdeğer’in kurtuluşu için mukaddes ıstırablar ıstırâbı.” Veya: "Eski Deniz Hayvanı’nın kurtuluşu için mukaddesler mukaddesi.” diyebiliriz. Ben birinciden yanayım. Devamla... "Rockabill Booby in the Wave Trough." 1- Joyce’ça "Rockabill" nosyonu İngilizce’de yok Rock: Kaya. Fiil olarak: Silkmek, kımıldatmak, sallamak. Able: Elverişli, muktedir. Bill: 1- Gaga. 2- Hesap. 3- Tiyatro veya konser proğramı. 4- Afiş. 5- Kâğıt para. 6- Nâzım plân. 7- Budama bıçağı... Booby: Puhu, Ahmak/Budala... Wave: Dalga... Trough: Tekne, kilo... Meselâ: Rock-able (Rockable): Silkelenmeye, kımıldatılmaya, sarsılmaya elverişli. Silkelenebilir. Rock a bill: Bir gaga salla, afiş salla, kâğıt para salla, budama bıçağı salla. "Dalga teknesinde silkelenebilir Puhu". "Dalga teknesinde silkelenebilir ahmak". "Dalga teknesinde puhu gagasını salla”. "Dalga teknesinde ahmak bıçağını salla”. Siz istediğiniz gibi devam edebilirsiniz... Ve... "By the Stream of Zemzem under Zigzag Hill." "Zigzag tepesinin altında(ki) Zemzem akıntısıyla”... Zigzag: İng. Yalpalama, “Z” çizerek hareket etme. (T) zigi: Yun. Tartı. Saga: İzlanda destanı. Zic, zeyc: Arapca. Yıldızların yerlerini ve dolaşımlarını tesbit eden gösterge. Zilal: Kur’an’da bir sûre; zelzele. Zik: Arapcaç Sıkıntı, darlık. Zag: Farsca. Karga. Sâk: Arapca. Baldır, incik, sap, kenar. Saka: Artçılar, ordunun gerisinde bulunan asker. Sâki: Arapca. Su veren, su dağıtan, içki dağıtan. Sakka: Su taşıyan adam. Ve... "The Best in the West". "Batı’da en iyi.” Ve... "The Fokes Family Interiar". Joyce’ça "Fokes", İngilizce’de yok. Onun yerine “Fox”u (Tilki) koyarsak; “Tilki ailesi iç (dahil).” Sayfa 308... "Pantocracy-Aun Bimutualisu-Do Interchangeability-Tri Naturality-Car Superfetation-Cush* Stabimobilism-Shay Periodicity-Shockt Consummation-Ockt Interpenetrativeness-Ni Predicament-Geg** *Kish is for antisheirst... **And gags for skool and crossbuns..." Joyce burada 10 tane kavram sıralıyor. Açık söylemek gerekirse, ben biraz paranoyak olduğum için aklıma ilk gelen şey “Sefer Sefirot” (Kabbala’daki 10 prensip) oluyor. Her neyse... Bakalım; 1- Pantocracy: Yunanca "παντοκρατορία" (pantokratorya) kelimesinden mülhem ve "Mutlak Hüküm" mânâsına geliyor. Joyce, bu kavramın karşısına “Aun” yani “Bir” yazıyor. Joyce, ilk sıraya “Pantocracy”yi koymuş; Kabbala’daki “Hogmah” gibi... 2- Bimutualism: "Çift karşılıklılık” mânâsına... Joyce’a göre “2” numara bu. Gel de huylanma! “Şekinah” da böyle değil mi? 3- Intervhangeability: "Karşılıklı değişebilirlik”; “3” numara... 4- Naturality: Tabiîlik, doğallık... 5- Superfetation: Joyce’ça, bu kelimenin karşısındaki “Cush”un (Beş) yanına işâret konulmuş ve aşağıya da not düşülmüş: “Kish is for anticheirst”... “Kish”, “Cush”un karşılığı yani “5”. Joyce’ça “anticheirst”in aslı “anti-shrist” yani “Deccâl”; “Beş Deccâl içindir...”! 6- Stabimobilism: Joyce’ça, bu kelime de sentetik. "Stabilism": Kararlılık, sebatkârlık, istikrar. “Mobilism”: Hareketlilik. “Stabimobilism”: Kararlı/istikrarlı/sebatkâr hareketlilik... 7- Periodicity: Dönemsellik 8- Consummation: Tüketim. 9- İnterpenetrativeness: Joyce’ça; “Karşılıklı duhûliyet”, “Karşılıklı hulûliyet”... 10- Predicament: Dolaştırma, karıştırma. Joyce, bu kavramın karşısına yine işâret koyuyor ve aşağıya şu notu düşüyor: “And gags for skool and crossbuns...” Gag: Tıkaç, burunluk, mizah, nezaketsiz şaka. Bun: Çörek, simit-açma, (saçlar için) örgülü. Skool: Joyce’ça olduğu için “Skull” diye okuyacağız, yani “Kafatası”. Cross: Çapraz, Haç, Çarmıh. "Bun" yerine de "Bone", yani "kemik"i koyalım ve şöyle okuyalım: "Ve çapraz kemikler ve kafatası için nezaketsiz şakalar.” İşte tam burada karşımıza mühim bir kavram çıkıyor: “SKULL AND BONES”; “Kafatası ve Kemikler”! Illuminati isimli Masonik teşkilâtın ABD uzantısı. 1833’de Yale Üniversitesi’nde General Williams Russel tarafından örgütleniyor. Üye olabilmek için “WASP” olmanız gerekiyor. Yani White: Beyaz, Anglo-Saxon, Protestan... Evet, 628 sayfalık “okunamaz” / “anlaşılamaz” kitaptan sadece 2 sayfayı mahdut edebî birikimimizle “okumaya” çalıştık. Muhtemelen yanlış ve eksik “okuduk”. Fakat şu bir hakikat ki, Joyce “zırvalamıyor”; zorluyor. Herhâlde, dünyada başka bir dile çevrilemeyen böyle bir eseri okumak için Joyce’ça bilmek gerekiyor; vesselâm...
2 Eylül 2002
|