JUDAİZM

Dr. Hakkı Açıkalın

Yahudiler hakkında binlerce kitap yazıldı. Bunlar arasında objektif olanlar da vardır, subjektif olanlar da. Bu kitap objektif olmayanlardan biri. Çünkü belli bir ideolojinin temsilcisi. Şu ana kadar ki İslam devletlerinde, Yahudiler haklarını muhafaza etmişler hatta ileri derecede taltif görmüşlerdir. Yahudiler’e bakış açımız demokratik normların dışındadır ve tamamen İslâmîdir. İsteyen istediği tenkidi yapabilir, bu tenkidler bizi bağlamaz. Önemli olan, ideolojimizle ve referanslarımızla ne kadar uyum içinde olduğumuzdur, gerisi laf-ı güzaf... Kitabın "bilimsel" olmak gibi bir kaygısı da yoktur; zira "bilimsellik" de ideolojik bir kategori normudur, aynı tarih biliminde olduğu gibi. Daha da ötesi, "objektif bilim" adı altında bize dayatılan da en nihayetinde Yahudi bilimi eşdeyişle Yahudi ideolojisidir. Bu kitap genel propaganda amaçlı olduğu için dili dar bir jargona sıkıştırılmamaya çalışıldı ancak yine de zaman zaman ağdalı analizlerle karşılaşacaksınız. Allahuekber....

"Ey İsrailoğulları! Benim sizlere ihsan etmiş olduğum nimetlerimi yad ediniz. Ve benim ahdimi yerine getiriniz ki, ben de sizin ahdinizi yerine getireyim. Ve, ancak benden korkunuz. Ve sizin yanınızdakini musaddık olarak indirmiş olduğuma iman ediniz. Onu ilk inkar edenlerden olmayın. Ve ayetlerimi az bir paha ile satmayın. Ve, ancak benden sakının. Ve, Hakk’ı, batıl olan ile örtüp karıştırmayın. Ve, Hakk’ı saklamayın. Halbuki siz bilirsiniz... Ey İsrailoğulları! Sizlere in’am ettiğim nimetini ve sizlere alemlere tercih ettiğimi hatırlayınız. Öyle bir günden korkunuz ki, o günde hiçbir şahıs hiçbir şahıstan dolayı hiçbir şey ödemez. Ve o şahıstan hiçbir şefaat kabul edilmez. Ve ondan hiçbir fidye alınmaz. Ve onlar ne de yardım olunurlar. Ve o zamanı yadediniz ki, sizi Allah-i Fir’avn’dan kurtardık. Sizi en kötü azab ile cezalandırıyorlardı. Oğullarınızı boğazlıyorlardı, kadınlarınızı da diri bırakıyorlardı. Bunda sizin için Rabbiniz tarafından pek büyük bir imtihan vardı. Ve hatırlayınız o zaman ki, sizin için denizi yardık da hepinizi kurtardık. Fir’avn’ın alini de gark ettik, bir halde ki, sizler bakıp duruyordunuz. Ve bir vakit Musa ile 40 geceyi vadeleştirmiştik, sonra siz, zalimler olarak buzağıya tutunmuş idiniz. Sonra, bunu müteakip sizi affettik, gerekti ki, şükredesiniz. Ve o zaman Musa, kavmine: "Ey kavmim! Buzağıya tutunmakla nefsinize zulmetmiş oldunuz. Hemen Halik’ınıza tevbe edin, nefslerinizi öldürün. Bu sizin için, Rabb’iniz indinde daha hayırlıdır”, demişti. O Halik-ı Kerim de tevbenizi kabul etmişti. Şüphe yok ki, tevbeleri kabul eden, Rahim olan ancak O’dur. Ve yadediniz ki, siz: “Ya Musa! Sana iman etmeyiz, Allah Teala’yı aşikar görmedikçe”, demiştiniz de sizi yıldırım çarpmıştı. Siz ise bakıp duruyordunuz”. (Bakara suresi, 40-43,47-53. Ayetler)

Oxford Üniversitesi bilim adamlarından Norman Solomon diyor ki: “Biz Yahudiler, Hristiyanlar’a Şintoizm ya da Budaizm’e baktığımız gibi bakamayız”. Solomon haklı , Hristiyanlık, Yahudiliğe rağmen ortaya çıkan ve onunla çatışarak hatta onu yok sayarak varoldu. Bu, bir anlamda bir evladın anasını katletmesi gibi de algılanabilir. Yani, araya kan girmiştir. Bu dava 2000 yıla yakın bir zamandır, zaman zaman akut dönemlerle seyretmiş ve asla tükenmemiştir ve de tükenmeyecektir de. Öte yandan, İslam’ın, Yahudiliği analizi olayı biraz daha netleştirmiş ve dünya üzerinde, kendi peygamberlerine bu kadar zulmeden başka hiçbir kavim olmadığını tarihi verileriyle ortaya koymuştur. Bu cümleden olarak şunu kolayca söylemek mümkündür ki, Yahudilik, özünde yapayalnız bir ideoloji değildir. Yahudiler, bunun suçunu başkalarında aramak yerine Ben-i İsrail’de yani kendi köklerinde ararlarsa daha sonuç alıcı bir noktaya gideceklerdir. Bunları okuyanlar, bizim Yahudiler’e akıl vermeye çalıştığımızı düşünüyorlarsa bu da doğrudur çünkü akıl vermeye yetkin bir yerlerde duruyoruz. Sadece akıl vermekle de kalmıyoruz, uyarıyoruz da, İslam’la ve onun külliyatıyla oynanmaz, cüce kalırsınız. Milyon tane Qabbalah, bir o kadar Zohar ve Talmud, üstüne de bütün ideolojik-politik büyüleri ekleyin İslam’la mücadele edemezsiniz. Yok ederim diyenler buyursunlar, görsünler el mi yaman, bey mi?

Bir mütefekkir, "Dünyaya ‘SOYUN!’ emri geldi" diyordu. Bu şeklî ve enfüsi anlamda bir soyunmadır. Herkes eteklerindeki taşları dökecek ve gerekirse-ki muhtemelen gerekecektir- Armageddon (Kıyamet Savaşı) yaşanacaktır zira, yapmak için önce yıkmak, ortadan kaldırmak gerekir. Burada açık açık ifade ediyoruz ki, yıkacağız, yıkmalıyız. Yıkmayı da, kurmayı da hak ediyoruz, biliyoruz. Buna mecburuz, memuruz...

(*Armageddon kavramı, “Megiddo” veya “Mecid” kelimesinden köken alır . Hz. Süleyman’ın efsanevi savaş atlarının yetiştirildiği ahırların-haraların bulunduğu yerleşim birimidir).

İng: Jew weya Hebrew, Fr: Juıf veya Hebreu, Yun: E (Evreos), Arapça İbrani, Almanca Juden, Türkçe: Musevi, İbrani, Çıfıt veya Yahudi... Yahudiler bazen kendi kendilerine şu soruları sorduklarını söylerler: “Biz İsa hakkında ne düşünüyoruz?” ya da “Judaizm’de daha önemli olan nedir; iman mı amel mi?”. Ancak bu ve benzeri sualler, Judaizm hakkında fikir sahibi olmak açısından pek de anlamlı değildir. Judaizm’i, Judaizm’in kendisi gibi anlamak gerekir. Judaizm, kendisini İsa etrafında tanımlamaya çalışmaz. Öte yandan iman ve ameli de birbirinden ayrı görmez.

William Shakespeare şöyle sorar:

"Yahudliler’in gözleri yok mu? Elleri, organları, boyutları, hisleri, duygulanımları, tutkuları yok mu? Aynı yemeği yemiyorlar mı? Aynı silahların hedefi olmuyorlar mı? Aynı hastalıkların süjesi (öznesi) olmuyorlar mı? Aynı Yaz ve aynı Kış’ın, aynı soğuğuna ve sıcağına maruz kalmıyorlar mı? Aynı hristiyanlar gibi...”

Biz de soruyu tersten ve değiştirerek soralım:

"Hz. Muhammed’in yemeğine zehir koyan Medineli Zeynep Yahudi değil miydi? Hz. Muhammed’e Kabbala büyüsü yapanlar yahudiler değil midir? Hz. İsa’yı sapık, hain, katil, ilan eden yahudiler değil mi? Yahya Ayaş’ı, Fethi Şakaki’yi, onbinlerce Müslüman Filistinli’yi katledenler, Kumandan’a Kabbala büyüsü yapıp ölümünü sağlamaya çalışanlar yahudiler değil mi?, Mahir Çayan’ın ölüm emrini verenler yahudiler değil mi? Ölenlerin, mağdur edilenlerin, hakarete ve iftiraya uğrayanların elleri, gözleri, ruhları yok mu?”

Yahudi olmak nedir? gibi çok genel bir soruya nasıl yanıt verilebilir? Önce bir grup Hristiyan lise öğrencisinin kendilerini nasıl tanımladıklarına bir göz atmak faydalı olacaktır. Onlara göre Hristiyanlığı tanımlayan temel anahtar kavramlar şunlardır:

"Allah (Baba), Oğul (İsa), Kutsal Ruh (Nefyedilen Ruh, Mukaddes Nefes), Yeniden doğuş, Kurtarıcılık, Vaftiz, Affedicilik, Çarmıh, Dönüş (Dönme), Olumlanma, Göğe Yükseliş, Doğrulama, El yazmaları, İman, Aşk, Doğallık, Kutsal Birlik, İbadet, Güven, Dostluk, Arınma, Barış, Sonsuz Hayat, Öğrencilik...”

Yahudi öğrencilerin anahtar kelimeleri ise şunlardır:

"Allah (Zati, tarihi, İlke anlamlarında...), Torah (Tarik, giriş, öğrenim { Kanun yok...}), Mitzvah (Emir=Torah’ın pratik birimi), Averah (günah), Özgürlük, Teshuva (Allah’a dönüş), Tefilla (İbadet), Tsedaka (Doğruluk, centilmenlik, yardımseverlik, Arapça sadaka kelimesinin karşılığı), Hesed (Aşk, Esirgeme, Zerafet), Yetser Tov (iyi duyum, iyiye eğilim) bunun zıddı olarak Yetser Hara (Şeytan’a eğilim, Allah’a imansızlık), İsrael (halk, vatan , yurt)...

Hristiyan öğrencilerinin tanımları içinde Yahudiler’i en çok rahatsız eden kavramların, Oğul, Kutsal Ruh, Çarmıh, Kurtarma, Yükseliş ve doğallık kavramları olduğu saptanmıştır. Evet, onlara göre kurtarıcı olan, kutsal ruh olan, yükselen, doğal olan ancak ve ancak yahudilerdir. Oğul diye bir şey ise zaten yahudi şeriatında kabul edilmez. Yahudiler daha da ileri giderek, bu iki din arasında en ufak bir yakınlık olmadığını ileri sürerler ama Hristiyanlar “Eski Ahid” (Old Testament) ve “Yeni Ahid”i (New Testament) birlikte okumaya devam ederler yani hem Tevrat hem de İncil birlikte okunur. Yahudi ise böyle birşeyi kabul etmez. O tek başınadır, paylaşmaz.

Yahudilerin bir diğer iddiası da, kendi dini kavramlarının derin manalar içerdiği ve herkes tarafından anlaşılamayacağı hatta büyük bir bölümünün ancak ve ancak rabbiler tarafından anlaşılabileceği yani yahudiliğin oldukça mistik bir inanç olduğunu, onu anlamanın derin bir ilim ve tefekkür gerektirdiğini savunurlar. Bu iddia, büyük oranda da doğrudur ama neden böyledir? Böyledir çünkü olayları ve olguları daha kolay meşrulaştırabilirsiniz böylelikle. Arap öldürürsünüz, sonra da rabbileri konuşturup işin mistik ve karmaşık yönünü anlattırır ve halkın gözüne bunu hoş gösterirsiniz. Böyledir çünkü, yahudiler ve yahudi şeriatı ‘hep haklıdır’ ve diğerleri hep ‘haksızdır’. Böyledir zira ideolojinin amir hükmü budur.

Din, pratik hayata geçmediği sürece bir mücerret kavram olarak kalır ve sosyal hayatta, ancak kuşseverler derneği kadar değeri olur. Onu anlamlı kılan, “yer”deki etkinliğidir. Örneğin Hristiyanlık’ta bunu göremezsiniz. Kilisenin kendine biçtiği rol asla ideolojik değildir ya da bir diğer deyişle ideolojik olamamış, “hümanizm”, “kardeşlik”, “aşk”, “sevgi” vs gibi çok genel ve anlamı çok göreli kavramlar üzerine kendini bina etmeye çalışmış, bu nedenle de “hayır severler derneği” düzeyine gerilemiştir. Burada Orthodoksi’yi tamamen vuramamıştır ama diğer kiliseler neredeyse topyekün düzeyde harap olmuşlardır.

Buna karşın, yani Hristiyan pasifizmine mukabil, Judaizm had safhada aktiftir ve dünyayı kavrar, dünyaya anlam biçer ve onu yansıtır. Olayı bir “vicdan” hikayesine indirgemez, süreçlere müdahale eder ve onlar üzerinde tahakkümde bulunur. Yani Judaizm ayağını yere sıkı sıkı basar. Tabii ki, savaşır ve kendini yenmek zorunda hisseder, bundan başka çıkarı olmadığını bilir ve halkını böyle örgütler, kurumlarını böyle örgütler nihayet dünyayı böyle örgütler, bu yolda herşey mübahtır, kıyımlar, katliamlar, savaşlar dahil...

"Din asla soyut bir şey olamaz!” diyor bir yahudi düşünürü. Evet böyledir, onun (dinin) Allah tarafından ilham edilmiş ya da yazdırılmış olması müşahhaslığına halel getirmez ve bu durum ilanihaye böyledir. Ancak, ilahi metinler halka mutlaka, müşahhas açılımları doğrultusunda empoze edilmeli ve onları sürekli coşkulu ve aktif tutmalıdır. Bu coşku bitmez tükenmez, yeniden üretilen bir coşku olmalıdır. Durmamalı, sekteye uğramamalı, engellenmemeli ve dejenere edilmemelidir. 2000 yıllık yahudi tarihine bakıldığunda, bu idealin hep canlı tutulduğu ve yenilgilere rağmen sönmediği görülür, bu anlamda yahudi tarihi öğreticidir, ders verici, ibret vericidir. İyi okumalı, iyi özümsenmelidir. Her müslüman, en az kendi hakikatini öğrendiği kadar yahudi ideolojisini de mutlaka öğrenmelidir. Düşmanı düşmandan öğrenmekle mükelleftir. İşte 2000 yıllık yahudi tarihi bu örneklerle doludur. Gözler görsün, kulaklar işitsin.

Yahudiler’e göre, kendi öykülerinin (kendi dramalarının) 4 temel varlığı sözkonusudur. Allah, Torah (Yahudi pratiği), İsrael halkı ve onun etrafındaki dünya. İşte yahudi hikayesi bu 4 temel kavram etrafında kurgulanmıştır. Yani, gaye Allah’ın emrini yerine getirmek, yöntem Torah ideolojisi, uygulayıcı olan İsrael halkı ve sömürülüp ezilecek olan da diğer dünya halkları. Böyle anlayacağız ve yahudi kurgusunun bu 4 temel kavramını en derinlikli bir biçimde elden geçireceğiz.

Burada İsrael özne, dünya ise bütün boyutlarıyla nesnedir. Bu asla unutulmasın ve doğru anlaşılsın. Gerilimler, ilişkiler, çözüm ve çözümsüzlükler, trajediler, dramlar, içiçe geçmeler, altüst oluşlar hep bu muvacehede değerlendirilir. Günümüzde yahudi ideolojisi, eski yahudi tarikatlarını yahudiliğin garnitürü olarak görüyorlar. Buna da kanmamak gerekir. Doğruyu o eski tarikatların argümanlarında ve ilkelerinde bulmak daha kolay olacaktır. Hangi tarikatlardır bunlar? Esseniler, Sadukiler (Saduseenler), Samariyeliler (Samaritler), Yahudi-Hristiyan sentezcileri... Bu tarikatları mutlaka ciddiye almak gerekir zira onlar yahudilik-hristiyanlık geçiş döneminin ışık tutuculuğunu yapmaktadırlar. Onları öğrenmeden, kavşak noktasını anlamak çok zordur.

Yahudi ideolojisi, dini, toplumlan, tarihi süreçlerden, duygusal deneyimlerden ve entellektüaliteden ayrı tutulamaz, onların birer bağlaşığı gibi rol oynar. Bunlar arasında özellikle tarih özel bir yer tutar. Yahudi historiograflar (tarih yazıcıları) farklı görüşlere sahip olsalar da, ideolojilerine mutlaka en üst düzeyde sahip çıkmaya özen gösterirler. Bu anlamda budalavari bir objektivizmin yeri olamaz. Dünyanın neresinde olursa olsun, bir yahudinin gözü kulağı “Anavatan” da, kutsal topraklarda, Tel Aviv’de, Kudüs’te, Yafa’dadır. Hep oraya bakar, oradan gayrısı onun için bir anlam taşımaz, orası için gerekirse ölüme yatar, gerekirse malını mülkünü tüketir, gerekirse adam keser, gerekirse kişisel namusundan vazgeçer. Kutsal Toprak (Holy Land) namusu temel namustur. Onun önünde hiçbir namusun adı geçemez. Yahudi ideolojisinde her menkıbenin derinlemesine bir tahlili mutlaka yapılır, masal olarak, avutma olarak bir kenara atılmaz aksine tarihi bir dokümandır o. Otantizm ve dar gelenekçiliğe prim verilmez. Her ahlaki eylemlilikte, ilahi referans en belirleyici unsurdur. Yahudi için emfasis noktası Judaizm tarihidir! Göç her defasında öğretici olmuş, ideolojiyi pekiştirmiş, yahudi halkını pişirmiştir. Yahudi asla mültecileşmez zira onun kendine özgü bir korunma yöntemi vardır.

Yahudi yazarlar hep şu saptırmayı yapagelirler: Bir yahudi tanımı yoktur, zira siyahı var beyazı var, doğulusu var batılısı var, dindarı var dinsizi var, zengini var yoksulu var, dönme olanı var anadan doğma yahudi olanı var. O halde yahudi, kollektif bir tanıma sığmaz aynı diğer insanlar gibi. Bunun bir illüzyondan ibaret olduğunu ileride ideolojiyi incelerken net bir biçimde görebileceğiz. Örneğin Muharref Tevrat’a göre, Ben-i İsrael (İsrailloğulları) özel, Allah tarafından seçilmiş bir kavimdir (kavm-i necip’tir) ve dünyadaki herşey ve herkes onların emrine verilmiştir. Yahudi olmayanlar öldürülebilir, katledilebilir. Nitekim İsrail devleti de, yahudi şeriatını her defasında yerine getirmiş, Desir Yassin, Sabra ve Şatila ve daha nice kaliamlarda, hayvanlara varana kadar Muharref Tevrat’a sadık kalmıştır ve bundan sonra da kalacağı muhakkaktır, bakmayın siz, hem anadan hem babadan yahudi (kan bağı olarak) olan Yasir Arafat’ın barış anlaşmasına. Onun tıyneti bunu gerektiriyordu. Yanı yahudi tıyneti. Hiç duydunuz mu, Mossad’ın Arafat’a saldırdığını, onu öldürmeye teşebbüs ettiğini? Ne hikmetse hep devrimci ve Müslüman Filistin önderleri tasfiye edildi. Ama Arafat’a bulaşan kimse olmadı. Gören gözlere ithaf olunur. İsa en büyük düşmandır! O bir mürteddir! Yahudi, O’na ve inananlarına düşmandır, İslam’a ve Müslüman’a da düşmandır. Sanılmasın ki, Şintoizm’e, Brahmanizm’e, Hinduizm’e, Budaizm’e düşman değildir. Onlar daha tekamül edememiş olduğu için yahudi ideolojisinin acil gündeminde değildir. Sakın farklı anlaşılmasın. Yoksa, dünyada farklı inanç mensubu kim varsa hepsi yahudi şeriatının ilgi alanındadır.

Taktik ise hep aynıdır; Eziliyoruz, aşağılanıyoruz, toplum dışına itiliyoruz, öldürüyoruz öyleyse masum ve mazlumuz. Yani haklıyız, hatta sadece biz haklıyız. Haklı olduğumuza göre de, yaptığımız ve yapacağımız her eylem meşrudur, haklıdır. Klasik tavır. Tam yeri gelmişken Sabra ve Şatila Katliamı’na bir göz atalım. Bakalım kim haklı, kim haksız, kimin çarkı dönüyor kim eziliyor, katlediliyor, kim vandal kim hümanist:

EYLÜL 1982; SAVRA VE ŞATİLA KATLİAMLARI... YA DA “ERRARE HUMANUM EST” YANİ “BU BİR İNSAN HATASIDIR”...

14 Eylül 1982 tarihinde Doğu Beyrut’ta patlayan bir bomba ortalığı karıştırdı. Yaklaşık 50 kg. patlayıcının kullanıldığı patlamada bir bina yerle bir oldu ve bulunduğu semtte de büyük hasara yol açtı. Patlamanın meydana geldiği bina Parti Katayep (Hristiyan Falanjist Parti. Falanjistler Lübnan Marouni Kilisesine bağlıdırlar) binasıydı. Daha da önemlisi, iki hafta önce Lübnan devlet başkanı seçilen Beşir Cemayel, patlama sırasında aynı binada bir toplantı yapıyordu. Tsahal (İç güvenlik teşkilatı), yaralıları taşımak üzere bölgeye iki helikopter, ambulanslar ve çok sayıda sağlık görevlisi gönderdi. Akrafiyeh semti İsrail ordusuna bağlı askerler tarafından kuşatma altına alındı. Beşir Cemayel ve 24 kişi patlamada öldüler. Falanjist Parti tarafından yapılan ilk açıklamalar, Suriye’yi ve FKÖ’yü hedef alıyordu zira Beşir Cemayel, Filistin’de “fazladan” bir halk yaşadığını, bunların da Filistinliler olduğunu açıklamıştı. Bunun anlamı, onlardan kurtulunması gerekliydi. Aynı Cemayel, Lübnan’daki iç savaş sırasında İsrail ile İttifak halindeydi ve onlardan ayrı düşünmüyordu. Bazı yazarlar bu durumu, “Hristiyan-Yahudi Paktı” olarak da değerlendirirler. Cemayel’in seçilmesinden hemen önce, Menahem Begin, 82 yılının sonunda önce Lübnan’la bir barış anlaşması yapacaklarını deklare etti. Bu, şu demekti; Beşir Cemayel bizim adamımızdır ve onu önce Lübnan devlet başkanlığına getireceğiz daha sonra da oraya ilelebed yerleşeceğiz, yani Lübnan tamamen bizim olacak. Cemayel’in devlet başkanı seçilmesine, Ariel Şaron’un zaferi olarak bakılıyordu. Şaron, FKÖ’nün sonunun geldiğini de halkına müjdeliyordu, önce Cemayel seçilecek sonra “Filistinliler”, Cemayel’in askerlerine kırdırılacaktı. Cemayel’in seçilmesi birinci etaptı ve bu başarılmıştı. Sıra ikinci etaptaydı. Anti-Goliath yeniden harekete geçmişti. Ama evdeki hesaplarla çarşıdakiler arasında bir uyumsuzluk havası esmeye başladı. Bazı gazeteler, “Filistin’li David’le İsrail’li Goliath’ın savaşı"ndan sözettiler. O karambolde bunu tam olarak anlayan oldu mu bilinmez ama anlayanlar gülümsediler. Kısmete bakın ki, Filistin halkını da bir Yahudi yürütüyordu. Arafat’tan ayrılmaların temelinde de çoğu zaman bu vardı. Ama dışarıya fazla yansımıyordu. Cemayel’in, Sharonisme’in Ortadoğu’daki en büyük başarılarından biri olduğunu belirtmiştik. Bu kendiliğinden oluveren bir gelişme değildi kuşkusuz, öncesi vardı.

Cemayel, 1976 yılından itibaren İsrail tarafından eğitildi. Hatta 1970’lerin başından beri onlarla çok yakın ilişkiler içindeydi. 1977 yılından itibaren Likud şefleriyle Falanjist liderler periyodik olarak biraraya gelmeye başladılar ve bu biraraya gelişler aksamadan devam etti.

Cemayel’in ölümünden sonra, İsrail genelkurmay başkanı Rafael Eytan, “Şeyh Beşir bizden biriydi” açıklamasını yaptı. Eytan’ın açıklaması çok isabetliydi, Cemayel gerçekten de, İsrail’in en “sadık evlatlarından!” biriydi. Ancak, Cemayel de her ölümlü gibi hatalar yapabilir, verdiği sözleri unutabilirdi. Öyle de oldu. Devlet başkanı olduktan sonra, velinimetine verdiği sözleri hatırlamama eğilimine girdi. İhanet’in her yerde bir bedeli vardır, hele İsrail’de bu çok daha belirgindir. Bu gelişmeler başta Ariel Şaron olmak üzere bütün Yahudiler’i ciddi bir biçimde rahatsız etti. Her yol denendi, konuşuldu, ama olmadı. Cemayel resti çekti ve “Lübnan bağımsız bir devlettir” deyiverdi. Bu aslında “ölüm fermanını” kendi eliyle imzalamasıydı.

Bütün bu gelişmeler üzerine, İsrail, 50 km. derinliğinde bir güvenlik hattı çekeceğini ilan etti. Bu deklarasyonu, bir “Güney Lübnan Ordusu” kurulacağı açıklaması izledi. Güney Lübnan Ordusu kurulmakta gecikmedi ve başına bir diğer “İsraelophile” (İsrailsever) olan Saad Haddad getirildi. Haddad, Lübnan Ordusu’nun eski subaylarından biriydi ve Mossad ajanıydı. Tsahal, Lübnan Ordusu’nun Güney’e inmesine izin vermedi ve Haddad’ın rahat hareket etmesi sağlandı. Bütün bu provokatif politikalar sonuç vermedi zira Cemayel, “Time” dergisine verdiği demeçte, Lübnan’ın bütün bölgelerinde “detente” (yumuşama) istediğini belirtiyordu. Yumuşama ve İsrail kavramları ise birbirini iten kavramlardı. Bu sözler Cemayel’in belki de son sözleri oluyordu. Şaron, Cemayel’in tasfiyesinin gerçekleştiğini haber alır almaz, Batı Beyrut’u işgal kararı aldı. Aslında bu karar çok daha önceden alınmıştı ancak senaryo gereği Cemayel’in ölümünden sonra deklare edildi. ABD, Filistin’li yöneticilere, ABD’li, Fransız ve İtalyan askerlerinin denetiminde Batı Beyruttan çekilmeyi teklif etti. Ancak bu plan yürümedi daha doğrusu İsrail planın yürümesine engel oldu. Batı emperyalizminin bütün askerleri kuzu kuzu Beyrut’tan ayrıldılar eşdeyişiyle alanı boşalttılar. Herkes Barış Gücü denen soytarıların buraya Filistinliler’i İsrailliler'den korumak için geldiğini düşünmüş olabilir ama bunun böyle olmadığı, her zaman olduğu bir kez daha görüldü. Emperyalistler’in “kan”ları pahalı ve değerliydi. Ölmesi gerekenler ise, “ucuz kan!” sahipleri olan Filistinliler’di. Barış Gücü aslında bir “Kontr-gerilla” gücüydü ve İsrail’i anı anına, gelişmelerden haberdar ediyordu. Oysa, İsrail’in Beyrut’a müdahele etmesinden bir hafta önce, Ariel Şaron, ünlü İtalyan gazeteci Oriana Fllaci’ye, “Beyrut’a girmemiz için hiçbir neden yok” diyordu. Operasyon’un adı bile bu röportajdan çok önceleri konmuştu: “Demir Kafa”! İsrail, taşeron olarak klasik tercihini yaptı. “Falanjistler”! Bir Falanjist yetkili şöyle diyordu: “Ölü bir Filistin’li çevreyi kirletir, çözüm onları bu topraklardan tümden söküp atmaktır.” Bu tamamen Taroh felsefesiydi: Bütün yabancı unsurların, Kutsal Topraklar’dan söküp atılması! Yahudiler’den başka herkes de “Yabancılar” sınıfına giriyor. Bir Falanjist subay da şunları söylüyordu: “Sorun, şiddetle mi, katliamla mı başlamak sorunudur!”. Bir İsrail’li subay ise kuşkularını şöyle dile getiriyordu: “Falanjistler’e, Filistin kamplarına giriş izni vermek, tilkinin tavuk kümesine girmesine izin vermekten farksızdır.” Ama ne hikmetse, İsrail’li subay kendisini objektif bir gözlemci olarak kabul ediyordu oysa tilkiyi yönlendiren, yani kendisi çok daha acımasızdı. Falanjistler’in sicilleri çok kirliydi: 1978 Martında yürütülen Litani Operasyonu’nda da onlar kullanılmış ve istisnasız bütün halkı öldürmüşlerdi. Aslında İsrail bu yüzden Falanjistler’e başvuruyordu zira çok güvenilirdiler!

"Sabra", Arapça "kaktüs" anlamına gelir. İlginç bir tevafuk; Yahudi rabbileri, “sabra” kavramını, yani dışı dikenli içi sulu-sütlü bitkiyi, ideolojilerinin bir mecazı olarak değerlendirir, dikenlere (dış düşmanlara) en sert bir biçimde saldırmayı, süte (iç muhaliflere) mümkün olduğunca yumuşak-müşfik davranmayı esas alırlar.

Sabra ve Şatila katliamı Elias Hobeyka adlı bir “kasap” tarafından yürütüldü: Hobeyka 1976 yılında, Beşir Cemayel tarafından Güney Lübnan’a gönderildi. Beşir Cemayel de emri İsrail’den almıştı. Güney Lübnan’a gönderildiğinde 22 yaşındaydı ve psikopat düzeyinde hastaydı. İsrail, ona seri sivil cinayetler işletti. Bu sivil cinayetlerin sayısı 50 olarak tahmin ediliyor. Hobeyka, “Lübnan Askeri Kuvvetler Konseyi”nin koordinatorlüğünü de yapıyordu daha doğrusu bu göreve alet ediliyordu, aynı zamanda Mossad’ın da üyesiydi. Yardımcı komutanlıkları ise, Emile İd, Michel Zouein, Dib Anastase, Maroun Michalani, Joseph Edde ve “Jessy” kod adlı bir İsrail’li subay yürütüyordu. İlk katliamlar, Camille Şamun’un Ulusal Liberal Parti’si tarafından gerçekleştirildi. Saad Haddad da işinin başındaydı. En extrem sahnelerinin sergilendiği korkunç bir katliam yaşandı Sabra ve Şatilla’da. Hem Falanjistler’in hem de İsrail subaylarının, telsiz konuşmalarında, “Hepsini geberteceğiz”, “dizboyu kan dökülecek”, “ırzlarına geçmek serbest!” gibi cümleler gırla gidiyordu. Hristiyanlığın yüz karası ve alçaklığın, namussuzluğun timsali haline gelen Falanjistler’in uyguladığı vahşetler Müslümanlar açısından ibret vericidir ancak bu vahşetin arkasındaki esas güç Yahudi İdeolojisidir.

Kamplar, Merkava tanklarıyla çevrili. Nedir Merkava? İsrail ordusuna ait en modern tank gruplarından biri. Ne anlamı var? Şaşırtalım sizi: Hz. Muhammed Mustafa’nın Miraç’a çıkarken bindiği bidirilen “Burak”ın İsrail dilindeki muadili, yine Hint dilinde Thurakapalam ve Tibet dilinde Durakapalam kavramları da benzer anlamlara sahip. Peki İsrail neden Merkava diyor bu tanklara? Sıkı durun: Yahudiliğin Miracı için! Nereye huruç edecek Yahudi? Kutsal topraklara, yani Aden cennetini de içine alan topraklara. Bu ismin babası da İsrail Baş Rabbiliği’dir.

Kadınlar öldürülmeden önce tecavüze uğrarlar. Katledilen kadınlar arasında 12 tane de hamile vardır. Bir yahudi teğmen hamile kadınların katledilmesini şöyle meşrulaştırmaya çalışır: “Aksi takdirde gebe ladomşar terörist doğuracaklardı”. Yedioht Aharonoth gazetesi muhabiri Eytan Habir, Ariel Şaron’u kastederek şöyle der: “Katliam devam etti, çünkü birileri devam edegelen olaylarla ilgileniyordu!”. Erkeklerin cinsel organları kesilip ağızlarına konulur. İntisar İsmail adlı 19 yaşındaki Filistinli genç üstüste 15 kez kere tecavüze uğrar ve daha sonra da katledilir. Hastane yetkilileri bunu doğrulamaktadırlar. Yaralı mültecilere yardım ettikleri gerekçesiyle Dr. Ali Otman ve Dr. Sami Katip, 2 Filistinli hemşire, Suriyeli bir doktor ile Mısırlı bir görevli katledilirler. Gerek Falanjistler gerekse de İsrail askerleri, TV muhabirlerine açıkça konuşurlar: “Hepsini geberteceğiz”, “Bütün Arapları geberteceğiz”, “Analarını, bacılarını s.eceğiz onların”.

Aynı günler, ne hikmetse Yahudi yeni yılının kutlamalarına da denk gelir. Bebekler ise kafaları duvarlara vurularak parçalanmak suretiyle ya da vücutları ortadan ikiye bölünerek katledilirler. Bir Falanjist, Newsweek dergisinin muhabirinin kampları gezmek istemesi üzerine şöyle cevap verir. “İçeri giremezsiniz çünkü şu sırada onları boğazlıyoruz”. Washington Post gazetesi muhabiri olaylardan sonra şu haberi geçer: “Evler, sakinleri içerideyken buldozerlerle yıkılıp, tuzla buz edilmiş. Cesetler üst üste yığılmış, aralarında bebekler var. Küçük bir bahçede, sabit bakışlı bir bebeğin kafasının gözüktüğü yıkıntıların yanında, buğday çuvalı gibi iki kadın uzanıp yatıyor. Onların yanında kundak bezi içinde kafası ezilmiş bir bebek sırtüstü devrilmiş. Başka bir köşede, küçük bir çıkmazda biri 11-12 yaşlarında, diğeri ise birkaç aylık iki küçük kız çocuğu bulduk: Bacakları açık, kafalarında küçük birer delik öylece uzanmışlar. Oradan birkaç adım uzakta 422 ve 424 no.lu binaların duvarlarında 8 kişi kurşuna dizilmiş. Tozlu her dar sokak kendi hikayesini anlatıyor. Sokakların birinde 16 ceset birbiri üstüne yığılmış. Bu sokağın yanında, bir bina avlusunda, pamuklu elbiseli 40 yaşlarında bir kadın sırt üstü uzanmış kalmış. Kafasının görüntüsü berbat, gözleri kocaman açılmış. Göğüslerinin arasına bir kurşun sıkılmış. Küçük bir dükkanın yanında, 70 yaşlarında ihtiyar bir erkek kafası tozlar içine gömülmüş, eli sanki yalvarır gibi bir halde yıkıntılar içinde kalmış bir kadının ayakkabılarına doğru uzanmış yatıyor. Yakın mesafeden ateş edilerek öldürülmüş”.

Bazı cesetlerin altına, ölülerini toplamak isteyecek insanları da katletmek için, pimi çekilmiş el bombaları yerleştirilmiştir. Duvarlarda ise şu yazılara rastlanır: “Tanrı buradan geçti. İmza: Ketayib”. “Hepsinin g..üne koyduk”. “Analarını s.tik”. Katliam Talmud’a uygundur zira atlar, koyunlar, köpekler ve kadiler de öldürülürler. Öldürülen insanlar, Haç şeklinde dizilirler. İsrail başbakanı Menahem Begin ise şöyle buyuruyor: “Onlar, iki ayak üzerinde yürüyen hayvanlardır”.

Katliamın olduğu saatlerde, Ariel Şaron Yahudiliğin kazandığı zagerin şerefine kadeh kaldırmaktadır. Aynı esnada kendini telefonla arayan general Drori’yi de kutlar. An Nida gazetesi katliamı tek kelimeyle yorunlar: Naziler! Bir iddiaya göre ise, İsrail askerleri Falanjist üniforması giyerek katliamları gerçekleştirmiştir.

Bir Falanjist subay İstail TV’na şu demeci verir: “Yıllarca Filistinli öldürmeye devam edeceğim. Kamplarda 15 tanesini öldürdüm ve daha bitirmedim. Onlardan nefret ediyorum. Kendimi de bir katil olarak görmüyorum. Lübnan’dan defolup gidinceye kadar daha binlercesi katledilecek ve kalanlar da açlıktan geberecekler”. Subayın ismi Michel’dir ve İsrail ajanıdır.

5000’den fazla insan bu katliamda hayatlarını yitirdiler. Şatila’daki bir toplu mezarın başında bir kadın sürekli gidip gelmekedir. Aralarında 4 aylık bebeğinin de bulunduğu, ailesinden 13 kişi öldürülmüştür. Birden durur ve yere oturur, başından aşağı toprak dökmeye ve “Şimdi ben nereye gideceğim” diye ağlamaya başlar.

Bu katliam, Yahudilğin ne ilk katliamıydı ne de son olacaktı. Örneklemek gerekirse, Deir Yassin, Kibia (Batı Şeria’da, 1967 savaşından önce Ürdün ile İsrail’i ayıran ateşkes hattı yakınındaki bir Filistin kasabasıdır. 1953 yılında, 14 Ekim’i 15 Ekim’e bağlayan geceyarısı Albay Ariel Şaron komutasındaki 101. Bölüğün bu kasabaya yaptığı saldırı sonucu 132 kişi öldürüldü). Litani, Tell-el Zaatar ve nihayet Kürdistan...

Kendisi de bir yahudi olan William Shakespeare bu katliamları duysaydı acaba ne derdi?

Anadolu topraklarındaki judaist aktivite 1360’lı yıllara iner. 1363 yılında, “Ahi Loncaları” adı altında örgütlenen Yahudi sermayeye izin verildi. “Ahi" Arapça “kardeş” anlamına gelir. Hala, Müslümanlar dahil birçok kişi, özellikle İç ve Orta Anadolu’da varlığını sürdüren Ahi Ocakları’nın kendi halinde, dini bütün, masum insanlardan müteşekkil olduğuna inanır. Oysa bunlar Fütüvvi-Drüzi-Yahudi-Şaman karışımı bir esoterik (batıni) ideolojinin Anadolu’nun bağrına hançer gibi saplanmış olan kurumlarıdır ve tamamen Kemalist siyonizme hizmet etmektedirler; aynı Bektaşiler, Neo-Mevleviler ve İsmaililer gibi. “Ahi Loncaları” bir “Masonik örgütlenme” modelidir. Bu, Osmanlı orta burjuvasini de örgütün içine çekti. Görevi ise Osmanlı’nın gözde ordusu, “Kapıkulu Ordusu”nu finanse etmekti. Böyle bakıldığında, İspanyol Yahudiler’nin (Sepharadlar, judeoespagnol’lar) 1492 yılında Osmanlı topraklarına niçin kabul edildikleri daha rahat anlaşılabilir. Osmanlı, Yahudiler’in kaşına gözüne hayran olduğu için değil, onların ekonomik dehalarını bildiği ve kendi maliyesini onlara örgütletebilmek için kabul etti. 1500’lü yıllardan itibaren, Siyonizm, Avrupa’dan çok önce Osmanlı’yı kuşatmaya başladı. Osmanlı tarihinde, Yahudiler’e yönelik ne bir göç ettirme ne de bir tek infaz vardır. Koskoca tarih boyunca yaşanan tek olay Sabatay Sevi (zvi) mes’elesidir, o olay da hemen kapatılmıştır. TC’nin kuruluşuyla birlikte Siyonizm’in etki alanı daha da genişlemiş ve gücü katlanmıştır. Finans-kapital’i tamamen kontrol etmeye başlamışlardır. 1920-24 yılları arasında, 100 yabancı işletmeden 60’ı Yahudi kökenlidir. Bankalar ve fabrikalar onların elindedir. 120 milyon TL’lik Yahudi sermayesine karşı, Osmanlı’dan kalan milli sermaye (non-just) 18 milyon TL’dir.

TC’nin İsrail ile içiçe geçişinin bir başka boyutu TC’de yetişen üst düzet Yahudi bürokratlardır. Bunlara bazı örnekler vermek olasıdır. Prof. Dr. İsmail Hanukoğlu (İsrail eski başbakanı Binjamin Netanyahu’nun baş danışmanıdır), General Şlomo Gazit (İsrail ordusu istihbarat teoristyenlerinden, Moşe Dayan’ın beyinlerinden, Stratejik Planlama Dairesi eski başkanı, Yom Kippur Savaşı’ndan (1973) sonra İsrail Ordusu istihbarat şefi, Tel Aviv Üniversitesi Moşe Dayan Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin başkanı), Mordehay Gazit (Şlomo Gazit’in kardeşi, İsrail dışişleri bakanlığının eski diplomatlarından, 1994 yılında Ürdün kralı Hüseyin ile yapılan barış anlaşmasının teorisyeni), General Daniel Beeri (İsrail’in askeri baş hahamı), Prof. Dr. Yosef Chaaltiel (İsrail’in en tanınmış ressamlarından biri), Prof. Dr. Jak Yakar (Arkeoloji profesorü).

DÜNYADAKİ SAYILARI (BİLİNDİĞİ KADARIYLA)

ABD : 6.500.000, Almanya: 60.000, Arjantin: 300.000, Avustralya: 100.000, Avusturya: 15.000, Belçika: 30.000, Brezilya: 200.000, Britanya: 350.000, Bulgaristan: 10.000, Çek Cum: 120.000, Danimarka: 10.000, Erithre: 35.000, Estonya: 5.000, Ethiopia: 100.000, Fas: 20.000, Filipinler: 3.000, Finlandiya: 3.000, Fransa: 700.000, Güney Afrika Cum: 150.000, Gürcistan: 5.000, Hırvatistan: 7.000, Hollanda: 40.000, Irak: 4.000, İran: 125.000, İspanya: 15.000, İsrail: 5.000.000, İsveç: 20.000, İsviçre: 30.000, İtalya: 45.000, Kanada: 400.000, Kenya: 15.000, Letonya: 10.000, Litvanya: 10.000, Macaristan: 100.000, Meksika: 40.000, Moldova: 5.000, Mısır: 15.000, Norveç: 5.000, Peru: 15.000, Polonya: 50.000, Portekiz: 8.000, Romanya: 250.000, Suriye: 20.000, Şili: 25.000, Tanzanya: 20.000, Türkiye: 350.000, Uganda: 5.000, Ukrayna: 40.000, Urugay: 40.000, Venezuela: 25.000, Yemen: 3.000, Yeni Zelanda: 10.000, Yunanistan: 8.000, Zimbabwe: 4.000

Oysa onların gerçek nüfuslarını kimse bilmiyor, ancak kendileri biliyorlar. O yüzden, ancak kendileri kendilerini tanıyabiliyor...

YAHUDİLİK TARİHİ

Yahudiliğin tarihlenmesi farklı görüşlere göre ele alınır. Örneğin Yahudi miladı Hz. İbrahim’e (Abraham) indekslenecek olursa, onu İ.Ö. 18. Asır’a (-3800) taşımak gerekir. Buna göre yahuhilerin kadim babası olarak kabul edilir. Tabii ki, bu durumda Arap kavminin babası da Hz. İbrahim olmaktadır.

Kimileri ise, yahudiliği Hz. Musa’ya tarihler. Tam tarih ise Hz. Musa’nın Tur-i Sina’ya (Sina Dağı’na) çıkıp, Allah’tan gelen 10 emiri (The Ten Commandments ) almasıdır. Bu olay, Hz. İbrahim’den 400 ila 500 sene sonra (-3400 civarı) gerçekleşmiştir. Yani, İ.Ö. 13-14. Yüzyıllarda.

Bir başka kabule göre de, yahudiliğin miladı “Eski Ahid” (Yahudi yazmaları) tamamlandığı zamana tekabul eder. Bu, Hz. Musa’dan daha sonralarıdır.

Bazıları, yahudiliği, Hz. Adem ve Hz. Havva’ya kadar götürür ve onları da yahudi sayar. Buna bir tarih de verilir: Bazı yahudi uleması Hz. Adem’in yaradılış tarihi olarak, İ.Ö. 3760’ı gösterirler. Ne hikmetse Mason takvimi de bu tarihi insanlık miladı olarak alır. Buna göre, Hristiyani 200 yılının takvimindeki karşılığı 5760’dır.

Hristiyan teolog Ussher ise, Hz. Adem ve Hz. Havva’nın yaradılışını, İ.Ö. 4004’e tarihler yani bugün itibarıyla yaradılış takviminin 6004. Yılıdır.

Bazılarına göre ise Judaizm’in kurucusu Ezra Kohen’dir “Musa’nın 5 kitabı”nı ortaya çıkaran odur: Kohen, İ.Ö: 398 (-2398) yılında Judaizm’i ilan etmiştir.

Böyle bakıldığında, yahudiliği en çok 5760, en az da 3500 yıllık bir din ve dahi ideoloji olarak kabul edebiliriz. Bunun anlamı, dünyanın en eski kavimlerinden, inançlarından ve ideolojilerinden biri olmasıdır. Bu nedenle dünyayı, yahudi süreçlerinden kopuk bir biçimde ele alamayız.

Rabbinic Judaism, yani Eski Ahid’den yola çıkılarak rabbiler tarafından kaleme alınan süreç, gerçek yahudi öğretisini temsil etmektedir. Bugünkü judaizm’in kökleri Rabbinic Judaism’de bulabiliriz. Referans orasıdır. Bazıları, rabbinic judaizm’i, “çifte Torah, çiftli Torah” diye de anarlar. Bunun anlamı, yazılı ve sözlü Torah’tır. Buna, yazılı kanunlar da denebilir.

İ.S. 50 yıllarına kadar Yahudilik’le Hristiyanlık arasında belirgin bir çizgi görülmez. Sadece flu farklar mevcuttur. Hz. İsa veya havarileri de, Hristiyan kavramını hiç kullanmaz, hatta onlara hangi dini getirdikleri sorulduğunda “Allah’ın dini” derler. Yahudiler bu tanımdan hep judaizm’i anlamışlardır. Yani, Allah’ın dini yahudiliktir!!!

Gerçek ayrışmanın miladı ise havari Paul’ün (Saoul, Acher adlarıyla da anılır) mektuplarıdır. Yani, herşeyin kanla temizlenebileceğini ileri süren “Aziz Paul”. Mektuplarda, yepyeni birçok ilke mevcuttur. Yani 50-63 arası= Paul (Pavlus)un mektupları. Örneğin Hz. İsa’nın “Mesih” olarak kabul edilmesi ve Allah’ın oğlu olarak tanınması Yahudilik açısından kabuyl edilemez “yenilik”lerdir. Kimilerine göre bu durum, Hristiyanlar’ın belirttiği gibi “yahudiliğin tecdidi” değil bir antijudaizm hareketidir. Paul’ün yeni kredosu (inancı), kateşizmi (içtihadı) yahudi uleması tarafından tamamen reddedilir. Günümüzde Hristiyanlık sürekli bir reform hareketliliği içindeyken, judaizm reformlara kapalıdır. İlginç olan ise, daha eski olan yahudiliğin tazıı kanunlarının (Talmud), daha yeni olan Hristiyanlığın metinlerinden sonra kaleme alınmış olmasıdır. Bu da, belki sözlü geleneğin önemiyle açıklanabilir, aynı Kürtler’in yazılı kaynaklarının çok az olması gibi. Yazılı kaynakların eskiliği gözönüne alındığında, “Ağabey” Hristiyanlıktır.

Aslında havari Paul, bugün hala Hristiyanlık aleminin en tartışılan isimlerinden biridir. Şöyle bir deyim artık halk arasında bile neredeyse yerleşmiş durumdadır: “Paul’ün İsa’sı, Allah’ın İsa’sı değildir”. Kimilerine göre, o bir yahudi ajandır ve gerçek Hristiyanlar’ın arasına sızmıştır. Paul; İsa’nın takipçileriyle şiddetli çatışmalara girer. Şam yolunda ise bir “Paulizm” ideolojisinin hayallerini kurar. Arkadaşı Barnabaş ile birlikte, Antakya’dan geri dönüp, Kudüs önderliğinin (yahudi önderliği) olurunu alıp, İsa takipçilerinin sünnet olmaları ve Musa Kanunları’na itaat etmeleri için ikna faaliyetlerine girişmeye karar verir.

Hristiyanlığın ilk şehidi olarak kabul edilen ve Esseniliğin “büyük adaletçi”, “büyük ruh” diye adlandırdıkları liderleri Azizi Stephen (Sr. Stephen) İ.S. 71 yılında meşhur Qumran mağaralarından birinde katledilir. Bu cinayet, ilk hristiyanların ya da merkezi devlete karşı tavır almış olan Yahudi militanların (bunlara Zealotlar da denir) Roma’ya karşı başlattıkları isyan dönemine denk düşmektedir. Mağaralarda Roma askerleri tarafından yürütülen katliamı “seyreden” biri daha vardır: Saoul, nam-ı diğer Aziz Paul, adına, dünyanın dört bir yanında kiliseler inşa edilen “en büyük Hristiyan”, Hristiyanlığı doğmadan tasfiye etmektedir. Saoul aslında İlk Kilise’nin ve İlk Hristiyanlar’ın azılı bir düşmanıdır.

Aziz Paul, Roma imparatorunun yakın dostu,Yahudi Hahambaşılığı’nın has adamı, İlk Hristiyan, İsa düşmanı ama aynı zamanda İsa dostu Paul. Bir garip karanlık isim. Paul’ün değerlendirilmesini tarihe ve insanlığın sağduyusuna bırakıyoruz.

Paul’ün, "Romalılara Mektup”undan okuyalım:

"...Fakat, sen eğer Yahudi adını taşıyorsan ve şeriata dayanıyor ve Allah ile övünüyorsan ve şeriatten öğretilmiş olarak Allah’ın iradesini biliyor ve ala şeyleri beğeniyor, ve şeriatte ilmin ve hakikatin suretine malik olarak, körlerin kılavuzu, karanlıkta olanların ışığı, akılsızların mürebbisi ve çocukların öğretmeni olduğuna kani oluyorsan; şimdi başkasına öğreten, kendine öğretmez mi? Çalmamayı va’zeden, çalar mı? Zina etmemeyi söyleyen, zina eder mi? Putlardan nefret eden, mabedleri yağma eder mi? Şeriatle övünen, şeriata tecavüz ederek Allah’ı tahkir eder mi? Çünkü yazılmış olduğu üzere, sizin yüzünüzden Milletler arasında Allah’ın ismine küfrediliyor. Şimdi eğer şeriatı tutarsan, sünnetlilik fayda eder; fakat şeriata tecavüz edici isen, sünnetliğin sünnetsiz olmuştur. Şimdi eğer sünnetsiz olanlar şeriatın hükümlerini tutarlarsa, onların sünnetsizliği sünnetlilik sayılmayacak mıdır? Zira zahiren Yahudi olan Yahudi değildir, ne de zahiren sünnetli olan sünnetlidir. Fakat içten Yahudi olan Yahudi’dir, ve harfe değil, ruhta yüreğin sünnetliliği sünnetliliktir; kendisinin medhi de insanlardan değil Allah’tandır” {Bap 2, 17-29. Ayetler}

Paul, apaçık Musa şeriatinden bahsediyor. Zina’dan, sünnetten, Mabed’in kadsiyetinden... Hiçbir gizli kavrama sarılmıyor. Hatta, “Putlardan nefret eden mabedleri yağma eder mi?" Diye sual ediyor. Bu sualin muhatabı sanki Roma imparatorluğu gibi görünüyor ancak, Roma tarzı değil mabed yıkmak, zira ideolojisi bunu öngörmüyor. Peki kim, hangi mabedi derdest etmiş? Hz. İsa’nın ta kendisi. Yozlaşan mabedi yıkmış, dağıtmış. Eylem ortada. Paul ne yapıyor? Hz. İsa’nın eylemini mahkum ediyor. Ama sorarsanız, muhatap Roma, Hz. İsa’yla ilgisi yok. Gören gözler iyi okusun.

Devam ediyoruz:

"Şimdi, Yahudliğin ne fazileti var? Yahut sünnetliliğin faydası nedir? Her suretle çoktur; önce, Allah’ın vahiyleriyle emin kılındılar....” {Bap 3, 1-2 Ayetler}

Allah, Allah, Yeni Ahid’de yahudilik propagandası.

Devam:

"Şimdi ne diyelim? Şeriat günah mıdır? Haşa! Şeriat vasıta olmasaydı, günahı bilmemiş olurdum; çünkü eğer şeriat: ‘Tamah etmeyeceksin’ dememiş olsaydı, ben tamahı bilmezdim; fakat fırsat bularak emir vasıta ile bende her türlü tamahı hasıl etti; çünkü şeriat yokken, günah ölüdür. Ve bir vakitler şeriat yokken, ben diriydim; fakat emir gelince, günah dirildi ve ben öldüm; ve hayat için olan emir bana ölüm için oldu. Zira günah, emir vasıtasıyla beni öldürdü. Şöyle ki, şeriat mukaddestir ve emir doğru ve mukaddes ve iyidir. Şimdi iyi olan şey bana ölüm mü oldu? Haşa! Fakat ta ki, günah iyi şey vasıtasıyla bana ölüm hasıl ederek günah görünsün...” {Bap 7, 7-13. Ayetler}.

Paul, mütemadiyen Yahudi şeriatını övüyor.

Ve bakla çıkıyor:

"...Onlar İsrailliler’dir; oğulluk ve izzet ve ahidler ve şeriatın verilmesi ve ibadet ve vaidler onlarındır; Mesih onlardandır; o cümle üzerinde ebediyyen mübarek olan Allah’tır. Amin” {Bap 9, 4-5 Ayetler}.

Bu arada, Paul’ün, "Selanikliler’e ikinci mektup’undan kısa bir bölüm aktarıp, kendi ara mesajımızı da verelim:

"...Hiçbir suretle kimse sizi aldatmasın; mükü önce irtidat gelmedikçe, ve Allah denilen, yahut ibadet denilen herşeye karşı duran, ve Allah’ın mabedinde oturup kendisinin Allah! Olduğunu göstermek suretiyle kendisini yükselten fesad adamı, helakın oğlu, izhar olunmakdıkça, o gün gelmez...” {Bap 2, 3-4 Ayetler}.

Havari Peter (Petrus) da aynı kanaatedir. Aksi takdirde judaizm ciddi yaralar alacaktır. Bu sızma harekatının ilk hedef alanları, Antakya, Suriye ve Kilikya (bugünkü Çukurova bölgesi)dır. Fakat, Paul kendi tarzını ve ilkelerini bir bütün olarak dayatır ve ısrarla “Musa’nın Kanunları”nın belirleyici olduğunu söyler. Böylece, halihazırda bile varlığını sürdüren, Paulist Hristiyanlık gelişir. Hatta bazı iddialara göre “Yeni Ahid”in (New Testament, İncil) tamamı Paul tarafından kaleme alınmış ve Hristiyanlığın temel nasları da yine Paul tarafından belirlenmiştir. Böylelikle, Hz. İsa öğretisi, bilerek ya da bilmeyerek ikinci plana düşürülmüş olmaktadır. Yani, Hristiyanlık bir anlamda Paul Hristiyanlığı biçiminde gelişmiştir. Bunun arkasında yahudi komploculuğunu arayanların ve bulanların saysı hiç de az değildir. Olaylar ve olgular, bu durumu doğrular niteliktedir.

Kimilerine göre Paul, eski bir ağaçtan yeni bir filiz üretmeye çalışmıştır. Ya da, yabani zeytine semereli zeytinden aşı vermiştir. Çünkü, o dinamizmle yürüyen İsa dini, Yahudiliği tamamen silip süpürüp ortadan kaldıracaktır, Paul’ün gönlü buna razı gelmez ve muharref Musa şeriatini ilelebed muhafaza etme misyonunu yüklenir. Amaç aslında “Eretz İzrael”dir.

Daha İ.S. 50’lerden itibaren İsa takipçileri bölünmeye başlarlar. Bu Roma’nın da işine gelmektedir. Hızla yükselen bir ideoloji Roma’yı çok büyük sıkıntıya sokacaktır; Paul ve Peter gizlice desteklenir. İ.S. 70 yılında, Süleyman Mabedi’nin yıkılması Hristiyan-Yahudi, Hristiyan-Hristiyan ve Roma-Hristiyan zıtlaşmalarını daha da keskinleştirir. Mabedin yıkılması, en son tahlilde yine judaizm’in işine yarar. Hristiyanlar bu olayı, Allah’ın yahudiliği mahkum etmesi olarak algılarken, yahudiler bu durumu, Allah’ın kendilerini uyarması olarak kabul ederler. Bunun ötesinde Roma imparatoru bir “Fiscus Judaicus” (Yahudilerden alınan kelle vergisi) koyar. Roma, böylelikle radikal judaizm ile hakiki Hristiyanlar’ı durdurmayı ve tedricen zayıflatmayı hesaplar. Nifak netleştirilir. Aktörleri yerli yerine koyarsak, bugünkü konjonktürü de kolay anlarız. Örneğin, “Pax Americana” (Amerikan Barışı), “Pax Romana” (Roma Barışı)nın yerini almıştır.

İ.S. 254 tarihinde ölen Kilise babalarından origen Filistin’de, Sezariye’de yaşadı. Çağdaşı Rabbi Tiberiaslı Yohannan da aynı bölgedendi. Yorumlarına bir göz atalım:

Origen’e göre, Hz. Musa ile Allah’ın görüşmesi dolaylı bir görüşmedir. Yani, Allah İsrailliler’le direkt görüşmez. Buna karşın, Hz. İsa, bizzat kendisi Allah’ın oğludur. Bu vesileyle, kutsal toprakları İsa takipçileri, Musa takipçilerinden daha çok hak etmektedirler. Yohanan ise, Hz. Musa’nın Allah’la görüşmesini, dudak dudağa öpüşecek kadar yakın olarak addeder ve dolaysız olarak niteler. Bu nedenle Allah ile İsrael arasında aşk vardır.

Origen’e göre, Yahudi yazılı belgeleri tamamlanmış ve Yeni Ahid tarafından aşılmıştır. Yohannan’a göre de yazılı hükümler tamamlanmıştır ve “Sözlü Torah”la devamlılık arz etmektedir.

Origen’e göre, Hz. İsa merkezi figürdür ve Hz. İbrahim’in yerini almıştır. O, Hz. Adem’in işlediği günahın kefaretini de ödemiştir. Yohanan’a göre, Hz. İbrahim merkezdeki yerini korumaktadır ve Torah günahının panzehiridir.

Origen’e göre, Kudüs sembolik olarak cennet şehridir. Yohanan’a göre, Kudüs, somut ve hakiki anlamda Cennet ve Dünya arasındaki bağlantıyı kurar. Orası, en önemli ilahi tecelligahtır.

Origen’e göre, Allah, İsrael’i mahkum etmiştir. Yohanan’a göre, Allah İsrael’e uyarı da bulunmuştur.

İ.S. 100’e doğru, Flavius Joseph’in kaleme aldığı Yahudi antikiteleri (The Antiquities of Jews)adlı eseri de kaydadeğer eserlerden biridir. İ.S. 1. Yy. itibarıyla yahudiler 4 tarikata ya da 4 felsefi gruba ayrılmışlardı:

· Farisiler (en güçlü gruptur). Bunlar aşırı gelenekçidirler, ibadet faaliyetleri ve kutsamalar kendileri tarafından yürütülüyordu.

· Sadusiler de geleneğe bağlıydılar.

Esseniler (Ölü Deniz-Qumran mağaraları tomarlarının 1947 yılında bulunmasıyla gündeme daha sık geldiler), bir görüşe göre, ruhun ölümsüzlüğü ve ahiret mes’elelerini daha çok irdeleyen ve sosyal yaşamı pek önemsemeyen bir gruptu. Yine bir iddiaya göre, Haşhaşi öğretisinin kurucusu Hasan Sebbah, Esseniler’in felsefesinden haylice etkilenmiştir. Bunlar arınmaya çok önem vermişlerdir ve sürekli Kutsal Mabed’de (Süleyman Tapınağı) ibadet edip kendilerini maddi hayattan soyutlamaya çalışmışlardır. Evlenmezler, 3 yıl boyunca Esseni liderlerinden biriyle beraber yaşadığını söyler. Bunun ismi Banus’tur ve çölde yaşar. Çuldan gayrı bir şey giymez ve ağaçlarda beslenir.

1947 yılında bir Bedevi çoban Qumran (Ölüdeniz kıyıları) mağaralarında küplerin içine saklanmış bir sürü yazılı tomar bulur. Belgeler, Kudüs’te Rockfeller Vakfı’nın kurduğu “ECOLE Biblique” (İncil Okulu) tarafından incelemeye alınır. Okulun başında bir Fransız papaz olan Peder Rolanmd de Vaux vardır. Yazıları İbranice ve Aramice>’dir. Yazıldıkları tarih ise, C-14 (Karbon-14) testine göre, İ.Ö.33 (+,-200) olarak belirlenir.

Ecole Biblique’nin iddiasına göre bu tomarların yazarları Esseniler adı verilen bir topluluktur. Yine iddiaya göre bunlar aşırı dindar, dünyadan elini eteğini çekmiş olan bekar erkekler topluluğudur. Mal-mülk kaygıları yoktur. Manastır disiplini içinde öğrenim görür, topluca yer içer ve ibadet ederler. Ecole Biblique, Esseniler’in Hristiyanlıkla bir ilgilerinin olamayacağını savunur.

1770 yılında Büyük Frederic, Hz. İsa’nın aslında bir Esseni olduğunu söyler. 1863 yılında ünlü teolog Ernest Renan, Hristiyanlığın aslında Essenizm olduğunu iddia eder. Qumran harabelerinde birçok kadın ve çocuk iskeletinin de bulunması Esseniler’in bekar erkekler topluluğu olduğu iddiasına gölge düşürmektedir. Yine Esseniler’in döneminin Yahudi kralı (Roma kuklası) İrodes’le sürekli çatışma içinde oldukları yazıtlardan anlaşılmaktadır. Yani, merkezi hükümetle iyi ilişkiler içinde olmadıkları eşdeyişle egemen yahudilere karşı bir mücadele yürüttükleri ortadadır. Bu yönüyle Esseniler’in dünyadan elini eteğini çekmiş bir dervişan topluluğu olmadığı nettir. Onlar dünyayla sıkı sıkıya ilişki içindedirler. Pasif keşişler değil aksine aktif savaşçılardır. Bu yönleriyle yahudi savaşçıları Zealotlar’a yakındırlar hatta Zealotlar’la Esseniler aynı kişilerdir. İ.Ö. 167 yılında anti-Yunan bir isyan başlatan Mattathias Maccabeaus ilk Zealot olarak kabul edilmektedir, bu açıdan Esseniler’in Maccabiler’in ta kendileri ya da bir kolları gibi olarak da algılanabilmektedir. Liderleri olrak kabul edilen “James the Righteous” (Haksever James / Aziz Stephen) İlk Kilise’nin de önderidir. Bir iddiaya göre ise James, Hz. İsa’nın kardeşidir. Esseniler, Roma’nın üzerine 100.000 kişilik bir ordu gönderecek kadar örgütlü bir güçtür. Bütün bunlar Ecole Biblique tarafından es geçilmiş ve pasif bir topluluk olarak gösterilmiştir.

Zealotlar. Joseph onlarla hiçbir temasa girmediğini söyler. Allah yolunda kutsal savaşı öngören Zealotlar, özgür olmanın en önemli şart olduğunu ileri sürerler. Özgürlükten daha önemli bir başka ilke olamaz, onlara göre. Maccaveaus’un takipçileridirler.

Samariyeliler ise farklı bir etnik kimliğe sahip bir yahudi gruptur ve tapınakları Gerizim tepesindedir. Bunlar daha ziyade, “Gizli Cennet Sarayları” ilahi bilgisiyle meşgul olurlar. Kıyametle yakından ilgilenirler.

Bu bağlamda İ.S. 50 yılına bakıldığında, Hristiyanlık hala küçük bir yahudi tarikati hükmündedir.

Eski Ahid’in bazı yerlerinde ise akılalmaz ahlakdışılıklara rastlanır. Allah’ın münezzeh kıldığı peygamberlere olmadık karaktersizlikler atfedilir:

"Ve Ruben buğday biçme günlerinde gitti, ve tarlada lüffah meyveleri buldu, ve onları anası Lea’ya getirdi. Ve Rahel, Lea’ya dedi: Rica ederim, oğlunun getirdiği meyvelerden bana ver. Ve ona dedi: Kocamı aldığın yetmiyor mu? Oğlumun meyvelerini de mi alacaksın? Ve Rahel dedi: Öyleyse, oğlunun meyvelerine bedel bu gece seninle yatacak. Ve Yakup akşemleyin kırdan geldi, ve Lea onu karşılamaya çıkıp dedi: Benim yanıma gireceksin; çünkü seni oğlunun meyveleri ile kiraladım. Ve o gece onunla yattı”.(Genesis [Tekvin, Oluş] Bap 30, 14-16. Ayetler).

Koskoca peygamber, kiralanıyor, başka bir kadınla yatıyor... Hangi şeriat bunu kabul ediyor? Yahudi şeriatı. Hem de kutsal kitabına yazıyor bunu...

"Ve Lut (peygamber) Tsaoar’dan çıkıp dağda oturdu, ve iki kızı onunla beraberdi; çünkü Tsoar’da oturmaktan korktu; ve o, ve iki kızı bir mağarada oturdular. Ve büyük kız küçüğüne dedi: babanız kocamıştır, ve bütün dünyanın yoluna göre yanımıza girmek için memlekette erkek yoktur; gel babamıza şarap içirelim, ve babamızdan zürriyeti yaşatmak için onunla yatarız. Ve o gecede babaların şarap içirdiler; ve büyük kız girip babasıyla (Hz. Lut) yattı, ve onun yatmasını ve kalkmasını bilmedi. Ve vaki oldu ki, ertesi gün büyük kız küçüğün dedi: İşte, dün gece babamla (Hz. Lut) yattım; bu gecede ona şarap içirelim, ve babamızdan zürriyet yaşatmak için, gir, onunla yat. Ve o gece de babalarına şarap içirdiler, ve küçük kız kalkıp onunla yattı; ve onunla yatmasını ve kalkmasını bilmedi. Lut’un iki kızı böylece babalarından gebe kaldılar. Be büyük kız bir oğul doğurdu ve onun adını Moab çağırdı; o bugüne kadar Moablılar’ın atasıdır. Ve küçük kız, o da bir oğul doğurdu, ve onun adını Ben-Ammi çağırdı; o bugüne kadar Ammon oğullarının atasıdır.” (Genesis [Tekvin, Oluş] Bap 19, 30-38 Ayetler).

Haşa, kızlarıyla yatan bir peygamber!!! Hem de, eşcinselliğe karşı savaşmış bir peygamber, Hz. Lut. Ve iddiaya göre de yahudilerin önemli bir bölümünde atalık ediyorlar. Kimler? Babalarıyla cima edip doğum yapan kızların çocukları. Ammon oğulları kim? Bugün Ürdün’ün başkenti Amman’a ismini veren soy.

KISA KRONOLOJİ...

İ.S. 70: Kudüs, Roma imparatorluğunun eline geçti.

703-95: Direkt Roma yönetimi.

395-638: Bizans yönetimi

638-1072: Arap-İslam yönetimi

1072-1099: Selçuk Yönetimi

1099-1291: Aralıklı olarak Haçlı yönetimi

1291-1516: Memlük yönetimi

1517-1917: Osmanlı yonetimi

1920-1948: Britanya yönetimi (BM manda yönetimi)

29 Kasım 1947: BM, Filistin topraklarını, Yahudiler ve Araplar arasında pay etti. Paylaşım Yahudiler tarafından kabul edilirken Araplar tarafından reddedildi.

14 Mayıs 1948: Bağımsız İsrail devletinin ilanı

15 Mayıs 1948: 5 Arap devletinin orduları İsrail’e girdi ve bu İsrail bağımsızlık savaşı başlattı.

1956 Ekim: Yom Kippur savaşı

26 Mart 1979: Mısır-İsrail barış anlaşması, Washington. Enver Sedat’ın ölüm fermanı.

1982 Haziran: İsrail’in, Lübnan’daki Filistin kamplarına saldırması, Sabra-Şatila katliamları ve Güney Lübnan’ı işgali.

1987 Aralık: Batı Şeia ve Gazze’de “İntifada”nın başlaması.

1993: Oslo’da, İsrail-Filistin barış görüşmelerinin başlaması.

1994: İsrail-Ürdün barış anlaşması

1995:Oslo II anlaşması.

2001:İNTİFADA SÜRÜYOR, İslam savaşıyor!

KUTSAL TOPRAKLAR (HOLY LANDS)...

İSRAİL’İN KENDİNE AİT OLARAK KABUL ETTİĞİ TOPRAKLAR...

Judaizm’in, İsrail devletine empoze ettiği temel düşüncelerden biri ve belki de en önemlisi, Vadedilmiş Topraklar (Promised Lands, Arz-ı Mev’ud) dır. Judaizm, Allah tarafından İsrailoğulları’na kutsal kitapta vadedilen toprakların bugün de İsrail devletine ait olmasını öngörür.

Buna göre; Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat ırmağına kadar, eşdeyişle Nil’den Fırat’a kadar, kimilerine göre ise Ceyhun ve Seyhun ırmaklarına kadar uzanan topraklar Yahudiler’e vadedilmiş olan kutsal topraklardır. Turanizm, Pan-Türkizm, Kızıl Elma ideolojileri de, Judaizm’in bu idealinden aparılmış ideolojilerdir. Kemal de, önüne bu ideolojiyi koymuştur.

"O vakit Rab Allah, bütün milletleri önünüzden kovacak ve sizden büyük ve kuvvetli olan milletlerin mülkünü alacaksınız. Ayağınızın basacağı her yer sizin olacak, sınırınız çölden ve Lübnan’dan, ırmaktan, Fırat ırmağından, Batı denizine kadar olacak. Önünüzde kimse duramayacak, Allah’ınız Rabb’ın size söylediği gibi dehşetinizi ve korkunuzu ayak basamayacağınız bütün diyarlar üzerine koyacaktır. (Tesniye, Bap 11, Ayet:2325).

Yahudi topraklarının Tevratsal sınırlarına şöyle bir göz atalım: Güney’de Nil. Eğer Nil’i kaynağından alırsak, bir yandan Tanzanya’ya diğer yandan Ethiopia’ya kadar uzanmak gerekir. Ethiopia büyük ölçüde Judaizm’in etkisindedir. Tanzanya’da da yahudilerin, Müslümanlar ve Hristiyanlar arasına sızdığı ve ajan faaliyetleri yürüttüğü biliniyor. Nil, yukarı Mısır’a kadar gelir ve oradan da Akdeniz’e dökülür. Yani Mısır’ın bir bölümü de Yahudi ilahı tarafından, İsrailoğulları’na vadedilmiş oluyor. Ürdün, Lübnan, Suriye’nin bir bölümü, Irak’ın bir bölümü, Kürdistan ve Türkiye’nin az bir bölümü ve hatta Kıbrıs da Yahudiler’e vadedilmiş durumda. İsrail görev aşkıyla yanıp tutuşuyor...

Filistin kasabı olarak da tanınan Ariel Şaron, 1993 yılının Mayıs’ında yapılan Likud kongresinde, İsrail’in “Tevratsal Sınırları”nın resmi politika olarak benimsenmesini önerdi.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin haritalarında da, TC devletinin normal sınırlarının 36-42 kuzey paralelleri ve 26-45 doğu meridyenleri olarak belirlenmiş olmalarına karşın, bu sınırlar, aşağı ve yukarı doğru 2 paralel ve sağa ve sola doğru 2 meridyen artırılarak gösterilmektedir. Bu da, Judaist Kemalizm’in ukdelerinden biridir.

Judaizm’in, İsrail devletinin önüne koyduğu harita-takdir edilmelidir ki-çok büyük bir coğrafyayı kapsamakta ve yerine getirilmesi zor bir ideali oluşturmaktadır. Ancak, hedef nihaidir ve kaçınılmaz.

Bu emperyal vizyon, daimi bir paranoya içinde yaşayan bir ülke için aşırı sayılabilir, bazılarına göre. İlk bakışta, Yahudi devletinin böyle bir ütopyanın peşinde koşması irrasyonel (gayrı akli) olarak görülebilir. Ama unutulmamalıdır ki, İsrail sözkonusu olduğunda kaba matematik pek yürümez. 1800’lü yılların sonlarında da politik siyonizm’in babası Theodore Herzl, İsrail devletinin 50 yıl içinde kurulacağını söylerken de herkes gülüyordu ama söylenen yerine getirildi ve İsrail devleti 1948 yılında kuruldu hem de sayıları 1 milyonu bile bulmayan taşıma yahudiye karşı 100 milyon Arap popülasyonuna rağmen. Bu nedenle, Judaizm kendi önüne koyduğu nihai hedeften vazgeçmez, üzerine gider. Daha da ötesi, İsrail rahata kavuşmanın yolunun Ortadoğu’daki temizlikten geçtiğine inanmaktadır.

Dünya üzerine kaç tane İsrail olduğu tartışmalıdır. Yalnızca Ortadoğu’da yeralan bildiğimiz İsrail midir bu? Yoksa başka İsrail’ler de var mıdır? TC’nin bir ikinci İsrail olduğu zaten tartışma kabul etmez bir gerçektir. Eski deniz kuvvetleri komutanı ve mevcut başbakanlık danışmanı Güven Erkaya, dışişleri bakanı İsmail Cem İpekçi, devlet bakanı Şükrü Sina Gürel, başbakan Ecevit’in karısı Rahşan Ecevit, Alarko, Profilo, Vakko, Panda, Beymen, Altınyoldız, Alkent, Uzan ailesi, Ar ailesi, Öze ailesi, Menase ailesi, Levante ailesi, Kaslıwsky’ler, Canetti’ler, Cauki’ler, Acımanlar, Beharlar, Leviler, Bezmen’ler, Simaviler ve daha binlerce yahudi TC’yi yönetmektedir. Kürdistan topraklarını da kendi işgali altında tutan TC, İsrail’in kutsal haritasındaki Fırat ve Dicle’nin kaynaklarını elinde tutmakla zaten haritanın kuzey bölümünü İsrail’e kazandırmış bulunmaktadır. Üçüncü İsrail Yemen’dir ve oradaki mevcut “sosyal demokrat” yönetimin başındaki şahıs da bir İsrail ajanıdır. Dördüncü İsrail, Erithre’dir. Bu ülkenin Yahudi devlet başkanı İsaiah Afewerhi bir yahudidir ve Erithre’yi İsrail’in emrine vermiştir. Beşinci İsrail Ethiopia’dır. İsrail burada da çok etkilidir ve TC de devreye girmekte ve şu anda üretilen savaşa kimse aldanmasın, o bir hedef saptırma operasyonudur. Böylece Eretz İsrail’in yetiştirmesi ve M.Kemal’in en yakın arkadaşlarından olan ve kendisini de bir Kemalist ilan eden kan içici diktatör Habib Bourgiba’nın öğrencisi Zeynel Abidin bin Ali ve onun tayfası şu anda Tunus’ta iş başındadır. Bilindiği gibi, 1988 yılında, şu andaki İşçi Partisi’nin lideri ve eski başbakan Ehoud Barak’ın yönettiği bir operasyonla Tunus’ta bulunan FKÖ’nün ikinci adamı Ebu Halil ve 80 Filistinli katledildi. Bu operasyonla Tunus da, gemileri, helikopterler, uçaklar ve 200 kadar İsrail deniz komandosuyla (İDF) birlikte Tunus’lu kolluk güçleri de katıldı. Hiçbir gizliliği olmayan bu operasyonu Zeynel Abidin bin Ali’nin Ehoud Barakl’la birlikte yürüttüğü aşıkardır. Yedinci İsrail, Romanya’dır. Romanya devlet sabık başkanı Emil Constantinescu, eski başbakan ve koalisyon ortağı Petre Roman Yahudi’dir ve Romanya Parlamentosu’ndaki Yahudiler’in toplam sayısı 84’tür. 1996 Aralık seçimlerinin galibi olan Constantinescu ve hükümet üyeleri yine aynı yılın Bilderberg Mason toplantısında kararlaştırılmıştır. Sekizinci İsrail, Hırvatistan’dır ve devlet eski başkanı Franjo Tundjman bir Yahudi’dir, İsrail ve TC’nin Hırvatistan’da büyük yatırımları vardır. Bazı yatırımlar ise “düşman kardeş!” Almanya ile ortaktır. Oh ne güzel, Almanya-İsrail-TC elele. Dokuzuncu İsrail Kenya’dır ve bir Yahudi olan Daniel Arap Moi, kendisini “milli şef” ilan etmiştir ve ülkesini Kemalist-Judaist normlara göre geliştirmektedir (Apo’nun bu tuzağa düşmesi ise bambaşka bir muammadır). Onuncu İsrail, Güney Afrika Cumhuriyeti’dir ve “Yahudi Bolşevizmi”nin en büyük teorisyenlerinden biri olarak kabul edilen ve Talmud üzmanı olan Joe Şlomo, Ev ekonomisi bakanı ve Mandela’nın bir no.lu yardımcısıdır. Onbirinci İsrail, Rusya’dır. Eski devlet başkanı Boris (Baruh) Eltsine, eski başbakan Krienko, dışişleri eski bakanı Yevgeni (Eugene) Primakov, BDT genel sekreteri dolar milyarderi Berezowsky, muhalefet liderlerinden Vladimir Jirinowsky ve birçok üst düzey bürokrat yahudidir. Onikinci İsrail, Makedonya’dır. Makedonya devlet eski başkanı Kiri Gligorof (asıl ismi Mousi Mousegief’tir) da bir yahudidir ve TC’nin bu ülkede çük büyük yatırımları vardır. Onüçüncü İsrail, ABD’dir. Başkan Jefferson Bill (Williams) Clinton, dışişleri bakanı Madeleine Allbright, savunma bakanı William Cohen, dışişleri sözcüsü James Rubin ve daha sayamayacağımız kadar üst düzey bürokrat yahudidir. Ondördüncü İsrail, Avusturya’dır. Avusturya eski başbakanı Viktor Klima bir yahudidir. Heider’i istifa ettiren de yahudilerdir. Onbeşinci İsrail, Ürdün’dür. Ürdün kralı Hüseyin, aynı dedesi, büyük dedesi ve babası gibi üst düzey bir masondur ve Ürdün, İsrail Ordusu’nun kullanımı için “askeri üs” açan tek Arap ülkesidir. Onaltıncı İsrail, Gürcistan’dır. Gürcistan devlet bakanı Edouard Schwardnadze, bir siyonist-Mason’dur. Onyedinci İsraiL, Yunanistan’dır. Başbakan Costas Smitis’in dedesinin esas ismi “Saron Avouris (Evreos)”tur yani “Yahudi Aaron (Harun)”. Dışişleri bakanı Yorgo Papandreu da ana tarafından yahudidir. Keza Miltiadis Evert de, Yannis CEN de. Yeni Zelanda ve İsviçre başbakanlarının da yahudi olduklarını belirtelim. Diğerlerini saymaya gerek yok. Görüldüğü gibi dünya üzerinde kaç tane İsrail olduğu bilinmiyor ama kesin olan tek bir şey var, o da “bir” den çok daha fazla, belki 20, belki 50, belki de 100, kim bilir!

Sentez şudur: Yahudi Devleti, “Yahudi ideolojisi” tarafından kendisine gösterilen emperyal vizyona sadık kalmalıdır. Bir başka deyişle, eğer Ortadoğu’yu kendisi için güvenli bir yer haline getirmek istiyorsa, bunu Nil’den Fırat’a uzanan coğrafya üzerinde egemenlik kurarak gerçekleştirmelidir. En iyi savunmanın saldırı olduğu şeklindeki klasik kurala uygun olarak şekillenen bu sentez, Ortadoğu’nun Yahudi Devleti için bir “hayat sahası” haline getirilmesini öngörmekte ve bunun da İsrail’in bekasının tek yolu olduüunu savunmaktadır.

M.Kemal’in Cumhuriyetçi kadrosunda görev alanların büyük bir bölümü yahudi ve/veya Masondur!

Bir bakıma yönetinin yürütülmesi Masonlar’a emanet edilmiştir. Şöyle bir hatırlanırsa: Fethi Okyar, Rauf Orbay, Refet Bele Paşa, Ali İhsan Sabis Paşa, Meclis Başkanı Kazım Özalp Paşa, Meclis Başkanı Abdülhalik Renda, Başbakan Hasan Saka, İçişleri Bakanları Şükrü Kaya ve Mehmet Cemil Ubaydın, Dışişleri Bakanları Bekir Sami Kunduh ve Tevfik Rüştü Aras, Sağlık Bakanları Dr. Rıza Nur, Adnan Adıvar, Refik Saydam, Behçet Uz, Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip ve Hasan Ali Yücel, Ekonomi Bakanı Sırrı Bellioğlu, Milletvekilleri Cevat Abbas, Atıf Bey, Edip Servet Tör, Yunus Nadi, Reşit Saffet Atabinen, Memduh Şevket Esendal, Hilmi Uran, Tevfik Fikret Sılay, Ahmet Ağaoğlu, Ankara Valisi Nevzat Tandoğan ve Belediye Başkanı Süleyman Asaf İlbay, İstanbul Valileri Muhittin Üstündağ ve Lütfü Kırdar, Danıştay Başkanı Mustafa Reşat Mimaroğlu, Yargıtay Üyesi Servet Yesari, Parti Müfettişi Hakkı Şinasi Paşa, Polis Müdürleri Bedri Bey, Zeki Derviş, Muhip Nihat Kuran, Jandarma Genel Komutanı Galip Paşa, İstiklal Mahkemesi Başkanı Necip Ali Küçüka, Amiral Mehmet Ali Paşa, Prof. Fuat Süreyya Paşa, Halide Edip Adıvar, Afet İnan, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Sabiha Gökçen M. Kemal’in çevresindeki belli başlı yahudi ve/veya Masonlar’dır.

A-Filistin hakkında genel bilgi

1-Filistin’in tarihi sınırları, isimleri ve coğrafi konumu

Kimilerine göre Filistin, Ürdün nehrinin her iki tarafında kalan toprakları ifade eder. Modern İsrail ise, vadedilmiş toprakların sadece 1/9’luk kısmına tekabül etmektedir. Buna göre, 9 misli toprak daha işgal etmesi gerekmektedir. Önündeki hedef budur. Örneğin Ürdün’ün büyük bir bölümü, yahudi ideolojisine göre hala Araplar’ın yani düşmanın işgali altındadır.

Filistin ismi "Pelesef"ten hasıl olmuştur. Yahudiler, Filistinliler’in yerleştirdikleri bütün mahallere bu ismi vermekteydiler. Filistin ismi ile, bir vakitler İsrailoğulları’nın yaşadığı ufak ülke anlaşılırdı. Filistin toprakları, kuzeyden güneye 49, doğudan batıya 32 kilometredir, yani bütün sathı (yüzeyi) yaklaşık 1568 km2 dir. Tarihçi İeronimus, Filistin kıtasının pek ufak olduğunu dostu Dardanos’a yazdığı mektupta anlatır. Ünlü şair ve hatip Çiçero da Filistin kıtasının çok küçük olduğunu, yazdığı eserinde açıkça ifade ediyor. Filistin’in eski ismi “Kanaan” (Kenan) dı. Bu isim, o yerlerin ahalisinin ecdadı olan “Ham”ın torunu olan Kanaan’dan kalmıştır. Kanaan toprağı bütün Yahudi toprakları kadar geniş olmayıp ancak Iordan (Ürdün) ırmağı ile Akdeniz arasındaki bölgeyi içerir. Filistin’e başka isimler de verilmiştir: Arz-ı Yahud (Yahudi toprağı), Arz-ı İsrail (İsrail toprağı), Arz-ı Yuda (Yuda toprağı), Arz-ı Mukaddes (Kutsal toprak). Şerif Evangelion (Şerefli İncil)da, Filistin’e, Arz-ı Mev’ud (Vadedilmiş toprak) adı da verilir.

Filistin’in sınırları çeşitli dönemlerde değiştiğinden net olarak saptanması çok güçtür. Genesis (Oluş, Tekvin) kitabına göre, Arz-ı Kanaan (Kenan topraklarının)ın batı sınırı Sidon sahilinden Gaza sahillerine, güney sahili Gaza’dan Lot (Lut) gölüne kadar uzanır, doğu sınırını ise Iordan (Ürdün) ırmağı oluşturur.

David (Davud) ve Solomon (Süleyman) devirlerinde Yahudi devletinin sınırları çok genişlemişti. Kitab-ı Mukaddes’e göre, Yahudiler’in ülkesi doğuda lordan nehrinin diğer köşesindeki Euphrates (Fırat) ırmağına, kuzeyde Sam ile Cebel-i Seyh'e (Anti-Lübnan dağları) ve Tirioslar ülkesine, batıda Mısır’ın şimdi Quad-el Arif adı verilen ırmağının doğduğu yere kadar Akdeniz’e ve güneyde adı geçen ırmaktan Lut gölünün güneyine kadar uzanmaktaydı. Bu son nokta, Yahudiler’le Moablar’ı ayırıyordu.

2-Filistin’in zemini

Hz. Musa’nın Yahudiler’e hitaben: “Size kalacak olan toprak, çıktığınız Mısır toprağı, aletlerle sulanacak cinsten değildir. Bu toprak dağlık ve ovalık olup yalnız Sema’dan düşecek yağmur taneleri ile sulanır” demesi ve Agia Grafi’nin birçok yerinde “Filistin’e çıkmak” yahut “Filistin’e ermek” deyimlerinin kullanılması orasının dağlık bir mahal olduğunu tasdik ediyor. Lodan nehrinin doğu ve batı taraflarına Cebel-i Lübnan (Lübnan dağları) dan başlayan büyük dağ silsilesi Filistin’i kuzeyden güneye doğru ikiye böler ve bu iki dağın arasında oluşan Gor ismindeki büyük tepeden lodan ırmağı geçer. Kuzey tarafının dağları ağaçlı, yeşillikli ise de güney tarafı tamamen çıplak ve kurudur. Lut gölüne yakın olan yerler birçok defa depremlere maruz kalmıştır.

3-Filistin’in dağları

Filistin’in en büyük dağı Lübnan dağıdır ki, Kenan toprağının Suriye’den ayırarak Lübnan ve Anti Lübnan adlı iki parçaya bölerse de, Agia Grafi’de ikisine birden Lübnan’ın ancak güney kolu Yahudi ülkesine doğru uzanır ki, Ermon adı verilen tepe bunun ilavesidir.  Anti-Lübnan’ın kolunu Neftali dağı, güney-doğu kolunu Karmilos dağı oluşturur. Bu dağlar bitki örtüsünden zengindir. Karmilos dağına 7-8 saat uzaklıkta Thavor dağı bulunur. Bu dağın sıralarından olan Efraim dağlarını Geval ve Garizin tepeleri teşkil eder ki, Musa peygamberin emri ile İsrail kavminin 12 kabilesi bu tepelerin üzerinde korkunç beddualar etmişlerdir. Efraim dağlarının güney sınırında Gelvos dağları bulunur. Burada Filsitinliler’le İsrailliler savaşmış ve Saoul ile oğulları bu savaşta ölmüşlerdi. Bölgede, Yahudiler’in gelişinden önce, Amorreon adı verilen dağlar arasında Kitab-ı Mukaddes’te geçen ünlü Sion ve E leon (Zeytunluk) dağları vardır. Bir diğer önemli dağ ise, Musa peygamberin ARZ-I MUKADDES’i (Kutsal toprakları) temaşa etmek üzere çıktığı Navaü dağıdır.

B-Filistin’in taksimatı

Filistin’i iki Aksam-ı Tabiiyye yani, İordan ırmağının “bu” ve “öte” geçitleri diye taksim edilebilir. Yahudiler’in Filistin’e varıiından evvel ovalarda iskan eden ahalinin isimleri ile müsemma birçok kısımlara taksim olunmuşsa da Yahudiler’in zaptından sonra kendilerinin 12 kabilelerinin adedine göre 12 kısma taksim olunmuş ve ayrılmışlar ve o vakit memleket 2 hükümdarlığa yani İsrail ve İudae (Yuda, Juda) hükümdarlılarına taksim olunmuştur. Yahudiler’in esaretinden, Büyük İskender’e kadar Filistin taksimatı hakkında mevsuk (yazılı belge) malumat yoktur lakin Romalılar’ın, İeruşalim’i Maccabiler’den zaptlarına kadar Filistin’in Galilea (Celile), Samariyye, İudea ve Perea eyaltlerine taksim olundukları tarihte görülüyor ki, Perea gün doğusunda ve diğerleri gün batısında idi. Bu taksimat tabii bir taksimattır ki, Tarih-i Mukaddes ile Şerif İncil’in gösterdikleri vukuatın ekserisi de bu taksimatla mütenasiptir. Bir vakit sonra bir de Kilise taksimatı vuk’u buldu ise de Glilea, Samariyye, İudea isimleri yine ahalinin ağzından asla kayıp olmamıştır.

1- GALİLEA (CELİLE): Galilea ismi İbranice “daire” manasında olan “Galil” kelimesinden gelir. Galil ismi ********* kitabında da görülüp Şimali Filistin (Kuzey Filistin) in bir kısmını ve başlıca Neftali toprağını beyan eder. Hz. Solomon (Süleyman), Galielea’nın 20 kıta şehrini Tirioslular’ın hükümdarı Hiram’a heba (hibe) etmişti. Bu eyalette Fenikeliler ve millet-i saire iskan ettiğinden, “Milletler’in Galilea’sı” namını da haiz idi. Galilea, kuzeyde Ati-Lübnan’dan, doğuda İordan ırmağından, batıda Fenike sahillerinden, güneyde Ginea (Cinin) ile Efraim dağlarından hudutlu idi. Yahudiler’in, Babylon (eski Bağdat)dan Filistin’e avdetinden (dönüşünden) sonra Galilea’da eski vakitten ziyade (çok sayıda) putperest bulunup bunlar Galilea Yahudiler’inden nefret ederler. Galilea, İuedea’dan ufak ve Samariyye’den büyük olup ahalisi ise diğerlerininkinden fazla ve öbur Yahudiler’den daha ziyade cenkçi idiler. İudea muharebesinde Yusur, 100.000 cenkçiden bir orduyu kolayca teşkil etmiş idi. Galilea’nın kuzeyi dağ ve güneyi de ova olduğundan yukarı ve aşağı Galilea’ya taksim olunurlardı. Galilea’nın en meşhur şehirleri şunlardır:

Dan şehri: Eskiden Lahis olarak isimlenirken Dan kabilesinin iskan ettiği için bu ismi almıştı.

Kadis (Henereth) şehri: Bu şehir, evvelce Gennisaret denilen denizin ismi de olan Tiberias’a tebdil edilmişti.

Kefernaum (Kapernaum) şehri: Bu şehir İncil’de çok zikrolunur.

Bunlardan başka, Bethsaida, Hourazin, Tiberias, Sepforis (Burası Galilea’nın merkezi olup İerşalim’in harap olmasından sonra da Yahudiler’in meclis-i kebir’i de bu şehirde burası tarihte meşhurdur), Nazareth (Nasıra; herkesçe malumdur). Endor, Naim (Burada dul kadının oğlu mucize ile dirilmiş idi), Ptolemais (eski ismi Akka. Şimdilerde Akri olarak isimlendirilir. Akra (Akko, Ptolemais) şehri birçok önemli Yahudi ve Hristiyan şahsiyeti tarafından ziyaret edilmiştir).

2- SAMARİYYE: Bu eyalet öbür 3 eyaletten ufak olup kuzeyde Galilea’dan, doğuda İordan’dan, güneyde İudea’dan, batıda Akdeniz’den mahdud idi. Pek mümbit toprakları olup buğday, pamuk, tütün ve zeytun çıkarır. Bu eyalet şimdi Nablus olarak isimlenir. Samariyye’nin meşhur şehirleri şunlardır:

Bethan (badehu Skithopolis adını alarak Filistin’in de 2. Metropolü olmuştur), Salim (İoannis Prodromos; 1. John yani Vaktizci Yahya bu şehr civarında vaftiz ederdi), Kassariye (Staton’un kalesi ismini de haizdir), Yezrael (Bu şehir tıpkı isimde olan Yezrael vadisi civarındadır ki, Ahavin konakları burada idi ve İzabel (Jezabel) bu konak pencerelerinden kendini aşağı atmış idi), Samariyye (İsrail hükümdarlarının merkezi idi. Geval ve Garizin dağlarının arasındadır.).

3- İUDEA : İudea ismi bazı defalar Yahudiler’in bütün iskan ettikleri yerlere de denilirse de asıl İudea eyaleti, Samariyye’nin güney sınırlarından Petrea Arabia’ya kadar uzanan mahal idi ki, orası İordan ırmağının bu köşesindeki Plaestin dağlarından çok yüksek ve tepeleri de sivridir. Toprağı oldukça mahsuldardır. Bu eyalete hükümdar İoannis Ourganos (Urkanos) zamanın da İdoumea toprakları da ilave olunmuştu. Eyalete bağlı temel yerleşimler şunlardır:

İeruşalim (Kudüs, Aelia Capitolina, Hieroshalim, Yeruşalim)

"Ve vaki oldu ki, krallığının dokuzuncu yılında, onuncu ayda, ayın onuncu gününde, Babil kralı Nebukadnezat kendisi ve bütün ordusu Yeruşalim’in (Kudüs) karşısına geldi ve ona karşı ordugah kurdu... Ve Rabb’in evini ve kralın evini ve Yeruşalim’in bütün evlerini, her büyük evi ateşe verdi”. (Eski Ahit, ıı Krallar, 25;1,9)

Fars Kralı Kiros şöyle der: “Göklerin Tanrısı Yehova, dünyanın bütün krallıklarını bana verdi; ve Yahuda’da olan Yeruşalim’de kendisi için ev yapayım diye bana emretti”. (Eski Ahit, ıı. Tarihler, 36;23)

Jerusalem: Şehir muhtelif dönemlerde farklı isimler almıştır. Hz. İbrahim döneminde şehre “Şalim” denildiği Eski Ahid’de yazar. Aziz Paul, İbraniler’e Mektuplar’ında “Şalim” kelimesinin barış anlamına geldiğini söyler. Ancak, Eski Ahid’de Melkisedek hükümdarın başşehri gibi gösterilen Şalim şehrinin, bildiğimiz Yeruşalim ise Melkisedek’in aslında Hz. İsa’nın ta kendisi olduğunu (tebdil-i Vücud) ve Şalim’in Hz. İsa’nın payitahtı istenmesidir. Şehrin bir diğer ismi “İevus”tur. Bu isim de Eski Ahid’de geçer. Bu isim kökenini burada yaşayan Kenani halkının bir kolu olan İevuslar’dan alır. Üçüncü isim İeruşalim’dir. Bu isme de Eski Ahid’de rastlanmaktadır. Bu ismin bir yahudi krala ait olduğu iddiası vardır. Bunu ünlü tarihçi Tacitus beyan eder. Attika anlamına gelmektedir. İeros denmesinden kasıt da, bu şehirde bulunan “Beytullah” eşdeyişle Hz. Süleyman’ın inşa ettirdiği “Sahratullah” mabedidir. Yani şöyle de adlandırılıyor: “İeron Solomontos”. Daha sonra kelimeler kaynaşıp İeroşalim’e evrilmiştir. Tarihçi Rolands, “İeron kelimesinin İbranice, “varis olmak” anlamına gelen “Yaras” kelimesinden köken aldığını iddia eder. Buradan yola çıkarak, İeruşalim’in manasının “Veraset-i Sulh” yahut “Muktesebat-ı Irsiyye-i Sulh” anlamında olduğu ileri sürülmektedir. Tarihçi Gnesios ise, “İeron” kelimesinin İbranice “mesken” anlamına geldiğini ve İeroşalim’in de “Sulh Meskeni” manasında olduğunu söylemektedir. Bazı tarihçilere göre, “İeron” kelimesi İbranice “Görmek” anlamına gelen “Raa” kelimesi ile bağlantılıdır. Buradan hareketle bakılırsa, İeroşalim, “Sulhu görmek” demektir. Şehrin bir başka ismi, “Kaditis” dir. Bu kelimeyi Yunan seyyah-tarihçi Herodotos beyan ediyor. Bu kelimenin, çok eski tarihlerde yahudilerin şehre verdiği “Kud’usa” isminden geldiği sanılıyor. Bir diğer isim “Ailia” (Elia) dır. Ailia Capitolia da denir. Bu isim, İ.S.136 yılında kente gelen Roma imparatoru Ailios Adrianos tarafından verilmiştir. Capitolios denmesinin sebebi ise bölgede zeus Kapitolü adı verilen bir tapınağın bulunmasıdır. Bulunan sikkelerin üzerinde “COL AELCAP.” Yani (Colonia Ailia Kapitolina) yazıları görülmektedir. İznik (Nikea) da gerçekleşen 1. Konsil (1. Ekümenik Sinodos) nizamnamesinin 7. Bendinde dahi İeruşalim episkoposundan bahsedilirken, “Episkopos Ailias” denilmiştir. Müslümanlar ve Araplar şehri “Beyt-ül Mukaddes” (Aziz Hane, Kutsal Ev) veya “El-Quds” ya da “Quds-ü Şerif” olarak isimlendirirler. (Yahudi ideolojisine göre iki tane İeruşalim vardır: İlahi plandaki İeruşalim ve yeryüzü planındaki İeruşalim. Yeryüzü planındaki İeruşalim, İlahi iradenin en üst düzeydeki yansıma alanıdır. Öte yandan yeryüzü planındaki İeruşalim. Yeryüzü planındaki İeruşalim, İlahi iradenin en üst düzeydeki yansıma alanıdır. Öte yandan yeryüzü planındaki İeruşalim, İhali kattaki İeruşalim’i etkiler. Bu bağlamda iki plan arasında bir tür interaction (karşılıklı etkileşim) sözkonusudur. Yahudiler’in İeruşalim’i bu kadar önemsemelerinin nedenlerinden biri de budur. Hem Yahudiler’in, hem Müslümanlar’ın hem de Hristiyanlar’ın kutsal şehri. Süleyman Mabedi, Kutsal Mezat Kilisesi ve Mescid-i Aksa burada bulunmaktadır. İsrail işgali altındadır. Aziz Petrus ve İsa peygamber de burada yaşamıştır. İlk Hristiyan şehidi olarak kabul edilen, bir rivayete göre, Aziz Stephen de Kudüs’te yahudiler tarafından taşlanarak öldürülmüştür. Yahudiler’in, Kudüs’e verdiği önemi göstermesi açısından Mezmurlar’da bulunan şu şiir kaydadeğerdir:

Babil nehirlerinde, orada oturduk ve ağladık

Sion’u anımsadığımız zaman

ğütlerin üzerinde, onun ortasında çalgılarımızı astık

Çünkü bizi tutsak alanlar

Orada, bizden naşide sözlerini istediler.

Ve bizi harap edenler, ilahi, dediler:

Bize Sion’un kasidelerinden teganni edin.

Nasıl ecnebi bir toprakta,

Allah’ın kasidesini teganni edebiliriz;

Eğer seni herhangi bir vakitte unutursam Yeruşalim,

Elim unutulsun

Dilim gırtlağımı örtsün

Eğer seni düşünmezsem ve seni anmazsam Yeruşalim

Sevincin çılgınlığı içinde de...

Evet, yahudii Kudüs için bu kdar kararlı iken bizler neler yapıyoruz, bunu sorgulamak gerekir.

Lvdda 1872 yılı nüfusu 6000’dir. 4000 Müslüman, 2000 Yunan Ortodox. Şehir Yahudi kabilelerinden Binyamin tarafından inşa edilmiştir. Yahudiler bu şehre Lodd, Araplar ise Li’d derler. Samariye’den İoudea eyaletine geçmiştir. Hristiyan inancına göre, Aziz Petrus, burada Aineas adlı kötürüm adamı iyileştirmiştir. Romalılar bu şehre Diospolis adını veriler. Agios Georgios ismine merbuttur. Agios Georgios’un İzmir’de şehit edildiğine inanılır. Araplar, Aziz Georgios’a “Hıdır” adını verirler ve ona büyük bir saygı duyarlar. Bir efsaneye göre, Latin episkoposu mezarı açtırmaya kalkışmış fakat daha taşa dokunulur dokunulmaz mezardan fışkıran kaynar su, 2 kişiyi tamen haşlamış olup, girişimden vazgeçilmiştir.

Hebron: Yahudiliğin en eski merkezi olup “Kariath Arvo” (4 şehir) olarak bilinir. Böyle denmesinin sebebi, Hz. Adem, Hz. İbrahim, Hz. İshak ve Hz. Yakup’un mezarlarının bulunduğuna inanılmasıdır. Yine yahudi inanışına göre, Hz. İbrahim, tarlasında bulunan Mamvri Çınarı altında 3 büyük melekle görüşmüştür. Eşi Sara da bu tarlada bulunan Efron mağarasında medfundur. Oğlu Hz. İshak’ın (İsaac), İshak’ın eşi Rebecca, Hz. Yakup (İakov) ve eşi Leia da burada medfundurlar. Hz. Davud da, Kudüs’ü fethetmeden önce burada hükümdarlık etmiştir. Müslümanlar da bu şehrin kudsiyetine binaen buraya “Mescid-ül Halil”i inşa etmişlerdir. Bu mezarların yanısıra, Saul’un seraskeri Avennir’in ve İessai’nin mezarlarının da bulunduğu sanılmaktadır.

Arimathae (Rmathem, Remli): 1850 itibariyla nüfusu 5000 olup, 400’ü Müslüman, 700’ü Ortodox Hristiyan, 200’ü Yahudi, 100’ü Ermeni’dir. Şaron Vadisi’nin ortasında yer alır. Bu şehir de Aziz Georgios’a çok bağlı olup onun adında bir manastır bulunmaktadır. Şehirde bir Latin manastırı da bulunur ve bunun yanındaki kuleye “40 şehitler kulesi” adı verilir. Azize Eleni Sarnıçları da bu mahaldedir. Nait adı verilen bir Hristiyan grubun da bu şehirde yaşadığı söylenir.

Geth (Gitta): Goliath (Calud’un vatanı), Gofna, Akrata, Thamna, Emmaous, Pella, Idoumea, Eggadi, İrodion ve İericho (Jericho), Galgala (Yahudi devletinin ordugahlarından), Zogora, Gavon, Ramathaim (Armatahaim: Hz. İsmail’in [Samuel] toprakları), Bethleem (Hz. İsa’nın doğduğu yer), Thekoe, Birsavee, Azotos, SİLO, Bethil (Hz. Yakub’un rüyası üzerine bu yerleşimin ismi, Louza’dan Bethil’e çevrilmiştir).

4-PEREA: Perea eyaletine Galaad ismi de verilir. Hz. Musa, bu topraklarda bulunan Basau hükümetinin lideri Og İle harp emiş ve onu yenmiştir. Belli başlı şehirleri şunlardır:

Kesariya Filippu (bu şehrin kuzeyinde bulunan bir mağara ve etrafındaki orman Pan ilahlarına adanmış olup, ismi Panion’dur). Ürdün ırmak silsilesini oluşturan ırmaklardan biri de buradan kaynak alır. Bu mağarada bulunan taştan yapılma kapların üzerinde yazılar hala çözülebilmiş değildir. Yahudi kralı Hirodes (İrod), bu mağaranın civarında imparator Augustus adına bir tapınak yaptırmıştır. Hz. İsa, bu şehri ziyaret etmiştir. Tarihçi Eusebius’un, “Kilise Tarihi” adlı eserinin 7. Babında, amansız bir derde tutulan kadının, Hz. İsa’nın eteğine tutunmakla şifası bulması bu şehirde gerçekleşmiştir. Gamala (Gennisaret yolunun civarındaki dağ üzerinde kurulmuştur).

Gadara (Şifalı pınarlarıyla ünlüdür. Araplar bu pınarlara Hamam-üs Şeyh derlerdi).

Gavlon (Çiolan).

Edrain (Basau hükümetinin merkezlerindendi. Haouran antik bölgesinde yer alır).

Astaroth (Basau hükümetinin merkezlerinden).

Bosrta, Gerasa, Ramoth (Gad kabilesinin yerleşimidir. Eskiden sürgün yeriydi. Diğer ismi Es-Salt’tır. Joshua (Osie) peygamberin mezarının burada olduğu belirtilmektedir).

Esevon ( Huspan: Taştan oyma kuyularıyla meşhurdur).

Meelmeon (Main),

İassa (Hz. Musa, Amhorreoslar’ın liderleri Sion’u burada yenilgiye uğratmıştır).

Dovon (Divon Gad İsaiah (İşaya) peygamber bu şehrin ahalisine hitapla, “Moabit şehrinin harabiyetine ağlamak için Moab dağına çıkınız” diye seslenmiştir.

Aroir.

Diğer bazı yerleşimler:

Beyrut (Bertus): Hristiyan Haçlılar tarafından Vaftizci Yahya (Hz. Yahya)ya adanmıştır. Halen Lübnan’ın başşehridir.

Sayda (Sidon): Hz. İsa’nın ziyaret ettiği yerlerdendir.

Zarefat (Sarafand): Elyeşa peygamber burada mülteci konumunda bulnmuştur. (1. Krallar, 17:9).

Sur(Tyre, Tyrus): Asilzadeler şehri. Fenikelilerin en önemli ticaret merkezlerinden biri.

Kanah (Qana): Aşher kablesinin ve daha sonra Kenan kabilesinin yerleşimi.

Abel Beth Maasah: Hz. Davud’a karşı ayaklananların lideri Seba burada yakalandı ve kellesi Davud’un ordusunun kumandanı olan Joab’a sunuldu.

Aszib: Kenan kabilesinin yerleşimlerinden.

Nahariye: Kenan kabilesinin kutsal yerleşimi.

Migdal (Magdala, Mecdel): Maria Magdalena’nın doğduğu yer.

Karmel tepesi: Eliyah’ın ayaklanma çağrısı yaptığı tepe

Mugharet el Wad: Bu bölgenin en eski halkı olarak kabul edilen Natufyalılar’ın yerleşimi.İ.Ö.8000.

Armageddon (Megiddo): İ.Ö. 3500 yılları. Hz. Süleyman’ın ahırlarının bulunduğu efsanevi yerleşim.

Jezreel (Yizre’el): Jezebel’in, Naboth’u taşlatarak öldürdüğü yer.

Caeserea (Kisariya, Sezariye): Aziz Petrus’un, Cornelius’u vaftiz ettiği yer. Aziz Paul, burada iki yıl hapiste yattı.

Şaron vadisi: Hz. Davud’un en sevdiği yerlerden biri olarak kabul edilir.

Yafa: Kelime, İbranice “güzellik”, Fenike dilinde ise “yüksek” manasına gelir. Hem yahudi, hem Ermeni, hem Müslüman hem de Yunan halk yaşar. 1870 yılı itibarıyla Yafa’nın demografik yapısı şöyleydi: toplam nüfus 7000. Müslüman: 4900, Orthodox Hristiyan (büyük çoğunluğu yunan): 100, Katolik yunan: 300, Katolik Latin: 300, Marounit Hristiyan: 50, Ermeni: 20, Yahudi: 430. Yunan mitolojisine göre; Andromeda adlı genç bir kadın, deniz canavarına nafaka (adak) olmak üzere Yafa kayalıklarına zincirlenir. Fakat Perseus bu canavarı öldürür. Ellerini yıkamak üzere bir pınara gider ancak pınardan kan akmaya başlar. Şehir, Yahudi kabilelerinden Dan kabilesine tahsis edilmiştir, Yafa Hz. Yunus’un (Yonas), balık tarafından yutulduğu yerin de Yafa açıklarında olduğu kabul edilir. Hz. Yunus, Ninive (Ninova) kentin ahalisine hitab ederek Allah’ın emirlerini tebliğ etmek yerine Yafa sahilinden yola çıkarak Tarsis’e geçerken yolda gemiden atlar ve balık tarafından yutulur. Roma imparatoru Vespasianus burada büyük bir katliam gerçekleştirmiş ve 10.000 kişi bu katliamda hayatını yitirmiştir.

Modi’in: İ.Ö.167 yılında, Maccabiler’in başkaldırısı burada gerçekleşti. Bu başkaldırı dini temeldeydi ve 4. Antiochos’a karşı geliştirilmişti.

Gezer: En eski İsrail yazıtlarından olan Gezer Takvimi burada bulundu. İ.Ö. 10. yy’da yazıldığı sanılıyor.

Aşkelon (Aşkalon): Filistin’deki 5 site- devletten biri. Diğerleri şunlardır: Asdod, Ekron, Gath, Gazze (Samson burada kör edilmiştir).

Lasis (Tel ed Duweir: Duweir tepesi): Yeremya’nın (Jeremiah) mektupları bu şehirde bulundu. Şehir, İ.Ö. 588 yılında kral Nabukadnezar (Nabulhodonossor) tarafından fethedildi.

Ziklag: Hz. Davud’un, Amalekler’i sıkıştırdığı yer.

Anata (Anathoth): Yeremya peygamberin doğum yeri

En-Gedi: Davud peygamberin Saul’u affettiği yer.

Massada: 960 Zealot militanının, Romalılar’la savaşa tutuşup, nihayetinde topluca intihar ettiği yer.

Dhiban (Dibon): Kral Mesa’nın zaferine ilişkin Moab Anıtı’nın bulunduğu yer.

Nebo Dağı: Hz. Musa, Vadedilmiş Topraklar’ın yerini burada tahsil etti.

Khirbet Qumran: 1947 yılında bir çoban tarafından bulunan ve içinde ilk İncil tomarlarının bulunduğu iddia edilen mağara. Burasının bir Esseni kütüphanesi ve mabedi olduğu kabul ediliyor

Amman (Ammon, Rabbah): Ammon krallığının ve bugün Ürdün’ün başşehri.

Abel-Meholah: Elyeşa peygamberin doğum yeri.

Berhel (Beitin):İsrail kraliyet sunağı. Kudüs’teki Süleyman mabedinin rakibi konumundaydı.

Nablus (Sesem): Hz. İsa’nın Samariyalı kadınla görüştüğü yer. Joshua, İsrail kabileleriyle büyük toplantısını burada yaptı.

Siloah: İsrail’in eski merkezi tapınağı.

Efraim ormanı: Absalom’un, babası Davud’a karşı bu ormanda örgütlendi.

Penuel: Yakub’un, büyük bir melekle güreştiğine inanılan yer.

Sebastiye (Samariye): İ.Ö. 870 yılında, Omri döneminde İsrail’in başşehri. İ.Ö. 721 yılında Asurlular’ın eline geçti.

Dothan: Hz. Yusuf’un, kardeşleri tarafından köleliğe terkedildiği yer.

Ein Dor (Endor): Saul’un öldüğü yer.

Hazor: Önemli Kenan yerleşimlerinden.

Baniyas (Caesarea Philippi): Hz. İsa’nın Kudüs’e dönmeye karar verdiği yer.

İ.Ö. 70 (ya da 74) yılında Kudüs kenti kuşatma altındadır. Kentin güçlü surları, o sıralarda altın çağını yaşamakta olan Roma İmparatorluğu’nun görkemli orduları tarafından çevrelenmiştir ve haftalardır sürmekte olan bu ağır muhasaraya karşı Yahudiler direnmektedirler. Karşılarındaki ordu, ünlü Komutan Titus tarafından yönetilen “dünyanın en güçlü ordusu”dur. Rasyonel bir değerlendirme, Yahudiler’in direnerek bir zafere ulaşmalarının mümkün olmadığını açıkça göstermektedir.

Buna karşın, “Zealotlar” sonuna kadar savaşmakta kararlıdırlar. Bir şekilde bir “mucize”nin gerçekleşeceğine ve Roma’yı ne olursa olsun yeneceklerine inandırmışlardır kendilerini. Teslim olma yanlısı, ihanetçi haham Ben Zakkai’yi pasifize ederler ve Kudüs’ün ve tüm Yahudi ulusunun kaderini kendi ellerine alırlar. Romalıların “teslim olun” çağrısına “sonuna kadar savaş” sloganıyla yanıt verirler.

Romalılar, Filistin’i İ.Ö. 63 yılında kansız bir fetihle imparatorluklarına katmışlar, sonra da zamanın şartlarına göre “hoşgörülü” sayılabilecek bir yönetim biçimi oluşturdular. İmparatorluk içinde başka hiçbir azınlığa tanınmamış olan hak ve ayrıcalıklar verildi Yahudiler’e. Yahudiler yine kendi kralları tarafından yönetiliyorlardı. Tabii ki bu kral kukla bir kraldı ve Roma’nın işbirlikçisiydi. Dini işlerinde özerktiler.

Buna rağmen özgürlük iradesi ağır bastı ve Yahudiler, Zealotlar’ın öncülüğünde "Büyük Yahudi İsyanı”nı, İ.S. 66 yılında başlattılar. İsyan Kudüs’ün yakınlarında, Masada kayalıklarındaki iyi korunan bir kalede başladı. Kaledeki Roma garnizonu Yahudiler’in ani bir saldırısı ile gafil avlandı ve Yahudiler garnizondaki askerlerin tümünü tasfiye etti. Benzer bir saldırı, Antonia kalesindeki Roma garnizonuna karşı gerçekleşti ve buradaki askerler de tasfiye oldular.

Roma ordularına karşı girişilen bu savaş, oldukça güçlü direnişlere karşın M.S. 70 (veya 74) yılında Kudüs’ün kuşatılmasıyla sonuçlandı. Yahudiler, bu bağımsızlık deneyimlerinde başarısız oldular. Kudüs’teki Yahudi direnişi çok güçlü oldu ve Roma epeyce asker yitirdi. Hz. Süleyman tapınağına sığınan Yahudiler, 8 günlük bir direnişten sonra teslim oldular. Bu çatışmalar sırasında tapınak hemen tamamen yokoldu. Geriye bir tek tapınağın batı tarafındaki duvarı kaldı; ilerleyen yüzyıllar boyunca bu duvar, Kudüs’teki tarihi hezimetin anısına, Yahudiler tarafından “Ağlama Duvarı” olarak kabul edilecekti. Bu yenilgiyle birlikte Kudüs yerle bir oldu ve yaklaşık bir milyon Yahudi ya öldürüldü ya da köle olarak satıldı. Yahudiler, teslimiyeti kabul etmediler ve bunun bedelini çok ağır bir biçimde ödediler. Roma Ordusu’nun en çok uğraştıranlar onlar oldu. Fakat durmadılar, Kudüs’teki kıyımdan kurtulanlar, isyanın başladığı yerde, Masada kalesinde bir kez daha örgütlendiler ve yeniden Roma’ya karşı silahlı mücadeleye giriştiler. Sonunda, 73 (veya 77) yılında, 100 kadar Yahudi gerilla, eşleri ve çocukları ile birlikte Masada’da sıkıştırıldılar ve teslim olmaya zorlandılar. Ancak Romalılar kaleye girdiklerinde tek bir canlı Yahudi bile bulamadılar; Yahudi militanlar, teslimiyeti reddederek topluca intihar etmeyi seçmişlerdi.

Devamı İçin tıklayınız

www.drhakkiacikalin.up.to