KÜRTLER NELER YAPIYORLAR? NE YAPMALI?.. Dr. Hakkı Açıkalın Türkiye’deki nadir demokrat yazarlardan biri olan ve mamalikacı olmayan Koray Düzgören, birkaç gün evvel Yeni Şafak gazetesindeki köşesinden, demokratik hassasiyetinin bir yansıması olarak ve belki de 100. defâ Kürt Mes’elesine dikkat çekiyor ve devleti uyarıyor: "(Bush’a) telefon aç ıp da ne diyecek Başbakan? ‘Bizim adımıza şu KADEK’i ordan atar mısınız lütfen’ şeklinde bir ricâ mı yöneltecek? Ya da, şart mı koşacak? ‘Iraq’a asker göndermemizi isityorsanız KADEK’I oradan atmalısınız’. Buna karşılık ABD’nin cevabı çok net: ‘Şimdi KADEK’le falan uğraşamayız’ diyorlar ama açokçası uğraşmaya da fazla bir niyetleri yok’. Şu ânda KADEK, ABD’yi hiç rahatsız etmiyor… Sağlıksız bir yaklaşım. Evet, ‘Sağlıksız bir yaklaşım’ değerlendirmesini yapıyor ABD kaynakları Türkiye’nin bu anlamsız ısrarı karşısında… ‘Kendi mes’elenizi kendiniz çözmelisiniz. Ama bu mes’elenin çözümü askerî güç kullanmaktan geçmiyor’. Laf olarak ‘terör örgütü’ yakıştırmasında bulunduğu KADEK’e yönelik fiilî bir baskı uygulamak istemiyor. Netice olarak, ONU DA BİR KÜRT ÖRGÜTÜ OLARAK GÖRÜYOR! Uzantılarının ve etkisinin Kuzey Iraq’ta resmen ve fiilen işbirliği yaptığı Kürt yönetimlerinin tabanlarına kadar uzandığını hesab edebiliyor. Eve Dönüş Yasası'nın işleyemeyeceğini bildiği halde, bu yasanın öngördüğü sürenin dolmasının beklenmesi gerektiğini söylüyor. Çünkü süre dolup yasanın fiyasko olduğu anlaşılınca yeni bir yasaya ya da mevcut yasada değişiklik yapılması gerekeceğini Türkiye'deki yetkililerden daha iyi biliyor. Onlar Türkiye'nin meselelerini bizimkilerden daha iyi anlıyor... Meseleye, meselelere sadece güvenlik açısından bakan anlayış Irak'a asker gönderme meselesini de Kuzey Irak'la ilgili her meseleyi de dönüp dolaşıp KADEK'e, Kürt meselesine bağlıyor... (Hüqümet) Kürt sorununu askerlere havale etmiş görünüyorlar ve ağızlarından bu Türkiye'nin en önemli meselesi hakında bir sözcük bile çıkmıyor. Ve sonuçta ABD tavrını açık bir şekilde ifade ediyor: Kendi Kürt meselenizi kendiniz çözün."... Türkiye'nin sorununun ne olduğunu ABD bize söylüyor. Anlayan ya da anlamak isteyen varsa tabiî... "Her zaman olduğu gibi Koray Düzgören, herkesin anlayacağı biçimde mes’elenin ne olduğunu ve tarafların pozisyonlarını apaçık ortaya koyuyor. Bunun yanısıra eklemek gerekir ki;
Bunlar işin, Türkiye Devleti ve onun muktedir gücü olan Genelkurmay ve dünya egemenleri sayılan ABD ve AB buudu... Ben, yeni birşeyler ekleyebilir miyim? Belki... Bir KNK var bilindiği gibi (Kürdistan Millî Kongresi ki, her ne kadar muhtelif Kürt grupları mündemiç ise de, motor rolü KADEK oynuyor, yani kahîr ekseriyet KADEK’te), bir KADEK var (Kongreya Azadiya û Demokratiya Kurdistan: Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Kongresi). Şimdi, herkes, kimi cehâletinden, kimi hesabına öyle geldiğinden, KADEK, PKK’nin devamıdır diyor. Hem doğru ama daha ziyâde yanlış. Doğru, zira KADEK’i kuranlarla, PKK’yi kuranlarla aşağı yukarı aynı insanlar yani kadrolar büyük nisbette aynı. Yanlış zira, PKK (Partiya Karkeran Kurdistan: Kürdistan İşçi Partisi) adı üzerinde bir partiydi, KADEK ise bir kongredir. Partiyle Kongre arasında ne fark var diye merak edenler açıp siyâset bilim kaynaklarını okusunlar, öğrensinler. Yine, PKK’nin ilke ve programıyla (hattâ onlar pek kabul etmese de, bana göre ideolojisiyle ki, bu bence en belirleyici olandır) KADEK’inki farklıdır. Özellikle KADEK’in kongre kararlarını okuyanlar, eğer PKK’nin Kongre kararlarını ve politik raporlarını okurlarsa farkların ‘mühim’ seviyede olduğunu görebilirler. Tabiî ki, benim muhatab olduğum kitle sokaktaki veya bazı gazetelerin köşelerindeki ebucehil karpuzları değil şübhesiz. Devlet de, genelkurmay da bu farkı en ince ayrıntılarına kadar etüd eden ve iyice bilen iki büyük kurum. Tabiî, meselâ Koray Dözgören de, Ali Bayramoğlu da, Ahmet Altan da, Ragıp Duran da, Mehmet Altan da, Nuray Mert de bu farkı herhâlde biliyorlar. O nedenle, rasyonel olanın ne olduğunu tesbit edebiliyorlar, hamâset yapmıyorlar.Bir de, herkesin pek dikkat etmediği, genelkurmay ve devletin ise çok dikkatle ve sıkıntıyla izlediği başka bir müessese daha var, komplodan sonra örgütlenen. Kürdistan Halk Kongresi. Bu Kongre, profesyonel partililerden yani KADEK’lilerden müteşekkil değil, sıradan Kürt yurtseverlerinin oluşturduğu, kitlesi büyük ve halkın politikleşerek, demokratik yöntemlerle Türkiye devletine Kürt sorununu bir ân evvel çözme temelinde baskı oluşturuyor. Eskiden (ve şimdi de) bir retorik vardı; PKK terör örgütüdür çünkü silah kullanıyor. Bütün ideolojik-siyâsî ve felsefî-hukukî münâkaşaları bir kenara bırakarak, ‘peki tamam’ diyelim. PKK ‘kaka!’ bir örgüt olsun. Sonra, KADEK kuruldu ve, ateşkes ilân etti, ERNK’yi (Eniya Rızgariya Netewi Kurdistan) de, ARGK’yi de (Arteşa Rızgariya Gele Kurdistan) feshetti ve mânâlarını da prataiklerini değiştirip barışçıl bir misyon yükledi. Yine, silahları var, terörist bunlar retoriği-Avrupa’da ve dünyanın diğer yerlerinde azalarak ve-Türkiye’de devâm etti. Olmayacak duaya âmin demeye devâm edilip, silahlarınızı bırakıp, bilâ kayd-u şart ‘Evinize dönün’, devletin ‘müşfik!’ kollarına gelin, pişman olun, itirafçı olun, diz çöküp aman dileyin dendi. Eyvallah... Amma velâkin, şimdi bu Halk Kongresi içun ne diyeceksin? Adam eline silah almamış, adam KADEK’in üyesi falan değil, Adam legal ve işi gücü var, yani maddî kaygısı falan da yok, dağa da gitmiyor ve ideolojik-siyâsî bir altyapısı da yok. Şimdi, Almanya, Fransa, İsveç vs. yani AB ne yapabilir, legal adamları neyle suçlayacak, teröristsiniz mi diyecek, örgütlenemezsiniz mi diyecek? Burjuva Demokrasisi’nin göbeğinde bunları söyleyemez. Aksine, bu yapılanmayı bir umud olarak görüyor ve önünü açıyor. ABD’nin tutumu da bundan farklı değil hattâ müsbet. Çünkü, AB de, ABD de adım atıp, tavizler veren tarafın Kürt tarafı olduğunu tatbikatta görüyor. Öbür taraf, meşgûlüm gelemem, bugün canım istemiyor veya bunların alayı terörist demeye devâm ediyor. Yani kıvıran taraf belli. Kral çıplak! Satranç dediydik ya, Kürt hamle yapıyor ve orta hattı geçmiş durumda, Türkiye devleti ise, henüz taş kaybetmemiş olmasına rağmen pozisyon üstünlüğünü kaybetmiş ve tamâmen müdâfaaya çekilmiş durumda ve üstelik de, oynamayarak zaman kazandığını zannediyor. Nasıl olsa henüz mat yok. Ama oyun eninde sonunda bitecek, ya terkederek, ya vuruşarak. İmdi, Kürtler bir adım daha atıyorlar. 6 ay içerisinde, Kürdistan Halk Kongresi bir karar alacak. Ya, KNK’ye katılacak (küçük bir ihtimal) ya da KADEK’le birleşip yeni bir örgütlenmeye gidecek. Bu örgütün adı da ‘ Kongreya Gel: Halk Kongresi’ olacak. Yani sizin anlayacağınız, Türkiye devletinin argümanlarından biri daha düşüyor: KADEK kendini feshedecek ve ‘KG’ (Kongreya Gel) doğacak ve büyük bir kitlesel manevrayla, uluslararası planda Kürt mücâdelesi yeniden ve daha güçlü teşekkül edecek. ‘KG’ teröristtir’ dediğiniz ânda, ‘Hayır değil, çünkü Terörist dedikleriniz dağlarda, bunlar şehirde ve legal örgütleniyorlar ve PKK’nin devamı olduğunu söylediğiniz KADEK de artık yok’ diyecekler. Kürdistan Partisi-Kürdistan Kongresi ve şimdi ‘Halk Kongresi’. Kürt partisi-Kürt Kongresi-Halk örgütü yani parti yok, ‘Kürdistan’ da yok. Ne var? Halk var. ‘Halk da teröristtir’ dediğiniz ânda, 40 milyon kişiyi terörist olarak ilân etmiş olursunuz ki, bunu ciddiye alacak hiçbir muhatab bulamazsınız. Bunu benim gibi bir câhil biliyorsa, genelkurmay bütün detaylarıyla biliyordur. Bir de 2 milyon oylu DEHAP var, o da legal. Ayrıca 1987 senesinde kurulan, YCK (Yekitiya Ciwane Kurdistan: Kürdistan Gençler Birliği) de, artık yok. Ne var? ‘TECAK’ var (Tevgera Ciwânen Azad a Kurdistânê: Kürdistan Özgür Gençlik Hareketi). TECAK örgütlenme modeli şöyle izâh ediliyor:"K ısaca, demokratik, bağımsız ve meşru çizgi olarak cevab verilebilir. Demokratik örgüt modeliyle dikey olarak işleyen bir yönetim tarzının reddedilmesi ve gelişen demokratik katılımı esas alan yatay bir örgütlülük kasdediliyor. Bununla, aynı zamanda katı hiyerarşi, örgüt dogmatizmi ve bürokratik örgüt işleyişi de reddediliyor. Bu temelde, yeni örgüt modelimiz mevcud örgüt anlayışlarının reddine ve eleştirisine dayalı bir hamlenin ifâdesidir; yani TECAK... kapsamlı bir örgütlenmedir". Bir Kürt örgütü daha böylelikle kendini reforme etmiş ve bir açılım yapmış oluyor.Başkanlık Konseyi ise, teklif ettiğimiz yol haritasının reddi hâlinde bu hüqümet de ‘Savaş Hüqümeti’ niteliğinden öte bir anlam ifâde etmez ve 6 ay içinde aşılır, aynı diğer hüqümetler aşıldığı gibi, diyor. Evet, 25 kişiyle ve PKK olarak başlayan ‘Kürt Terörizmi!!!’ gelinen aşamada 10 milyon kişilik ve dünyanın en büyük ‘Terör Örgütü!!!’ne doğru tekâmül etmiştir. Bu tekâmülde müsbet mânâda başarı %100 Kürt halkına aidken, menfî anlamda ‘muzafferâne başarı!!!’ da %100 Türkiye devletine ve onun ‘Florida-Tampa’lı beyni’ genelkurmay’ındır! İdeoloji’den, felsefe’den, hukuk’tan, ‘ADAM GİBİ’ siyâsetten ve bu zihniyet devrimini gerçekleştirecek kadrolardan bahsediyorum. Bakın şimdi; Türkiye’yi %35 halk desteği, 363 milletvekili (Meclis’in %66’sı) ile birlikte, ABD’yi ve AB’yi de arkasına alan ‘Yürüyen Takım Elbise’nin öncülüğündeki bir hüqümet, halkına karşı esip gürleyen fakat ABD ve AB karşısında 5 çayı servisi yapmaktan öte bir işlev göremeyen, ‘BAĞIMSIZ’ genelkurmay, Kızıl Elma koalisyonu... Yürüyen takım elbise ve kadrosunun cezaî ehliyeti var mı yok mu, o ayrı bir konu, fakat davar ticâretinin ideolojik-siyâsî-felsefî-hukukî sahada kifâyet etmediği meydanda. İmam-Hatib kökenlilikten mirâs ‘tatlı hitâbet’ de, siyâsî terminolojide karşılığını ‘hamâset-lafazanlık’ olarak buluyor. Şahidleri de dünyanın en şaibeli simâları zâten; Berlusconi, Şimon, Lustiger, Bush, Blair, Aznar... Kadroları da, aynı Florida ekibi gibi, acemî oğlanlardan müteşekkil; ABD-AB eğitimli ve dünya gerçekliğini oralardan gören parlak içoğlanları: Ali Babacan, Cüneyt Zapsu, Egemen Bağış, Kürşat Tüzmen vs. Bu hamam oğlanları, gözlerini ‘management, franchising, leasing vs. küvözlerinde açmış ve ABD’nin veya AB’nin memelerinden emmiş ve o annelerin kucağında pişpişlenmiş olduğundan, halkın derdlerini derd edinemezler. Başlarındaki ‘halk çocuğu!’ da, belli bir dönemden sonra iğfal edildiği içun bu oğlanlarla yolu çakışmış ve aynı hamama girmişlerdir. O hâlde ve çok tabiîdir ki, ‘bu hüqümet aşılacaktır!’ tesbiti doğru bir tesbittir. Gerçek önder, iktidara kadrolarıyla berâber gelendir, ABD’nin testislerinden düşerek değil. Peki, mevcud ve karaktersiz, piç hüqümet düşerse (ki, eli kulağındadır) yerine ikâme edilecek olan hüqümet, ‘Savaş Hüqümeti’ olmaktan kurtulur mu? Zor. Neden zor? Bakıyorum, hazırlık yapanlara, hepsi tanıdık simâlar; Mehmet Ağar, Deniz Baykal, Murat Karayalçın, Samuil Jimm İpekçi, Tansu Çiller vs. Bunun anlamı, 93-95 çizgisine geri dönmektir. Yani, satranç oynayamadığı içun öfkelenip rakibini dövmeye kalkışma, ona silah çekip reaksiyona zorlama siyâseti. Fakat bu defâ, arkasına ABD’yi de, AB’yi de ve hattâ belki de İzrael’i de alamama ihtimâli çok yüksektir. Savaşacağı muhatab ise, KADEK ya da PKK değil, meşru KG olacaktır. Kimse KG’yi terörist olarak kabul etmeyecektir, bilakis ‘Meşru Müdâfaa’ konumunda kalan ve haklı olan taraf olacaktır. Bu güçle savaşmak çok daha riskli ve zordur. Abdullah Öcalan üzerinden yürütülebilecek tenkil siyâseti de netice verici olamaz. En fazla tasfiye etmeye kalkar devlet ve sonuç çok daha kanlı olur fakat değişmez. Bütün gambitleri denedi, olmadı, olamazdı da. Son tecridde; Bir güçle, bir örgütle, bir ideolojiyle, bir hareketle savaşmak ayrıdır, kullanılan vasıtalar, yürütülen siyâsetin âcizliği ve düşkünlüğü, ilkesizlik ve vicdansızlık ayrıdır. Devlet olma ciddiyetiyle bağdaşmayan her türlü çirkinlik, Kürtler’e, Müslümanlar’a ve Sosyalistler’e karşı 80 senedir yürütülmüştür. Bu pratiklerin hiç bir kazanımı yoktur, olamaz da. Eğer, hakikaten KG ile ideolojik-felsefî-siyâsî bir kavga istiyorsan, ideolojik altyapına ve tutarlılığına, siyâsî gücüne, kadrolarının kalitesine ve hukuk kurumunun sağlamlığına güvenirsin ve imân edersin. Kim güçlüyse o diğerini safdışı bırakır. Ve en sonunda ve her hâl-ü kârda Türkiye kazanır. Fakat, sen, sürekli bütün ölçüleri ihlâl ederek kendini meşrulaştırmaya kalkarsan, tersi olur ve rakibin her gün biraz daha meşrulaşırken, sen her geçen gün gayrı-meşru hâle gelirsin. Gelinen aşamada olan budur. Herkes seni, kâtil, uyuşturucu kaçakçısı, kara para makinesi, işkenceci olarak beller. Herşeyi apışarasına indirdiğin ve medyayı ciddî mes’elelerden ve ciddî insanlardan uzak tutup, kârhâne ilânına, altılı ganyan bültenine, Moulin Rouge programına, dedikodu meyhânesine evirdiğin zaman, o ülkede 1 milyon asker kaçağı olur (2 milyon da olabilir), kimse ülkesine sahib çıkmak istemez, muvazzaf subaylar mâdem herşeyi en iyi biliyorlar, ülkeyi de, ekonomiyi de düze çıkarsın derler. Sen de çıkaramazsın. Kendi insanını, yani kendi varlığını, bünyesini tahrib eden, imhâ eden, işkence eden, ona kasdeden bir devletin ‘ANA ÇELİŞKİSİ’ bizzat kendisidir. Halk, bir devletin organizmasıdır, dokularıdır, hücreleridir. Kendi dokularını ve hücrelerini imhâ eden bir devlet ‘ağır hasta’dır, aklî melekeleri yerinde değildir, sapıtmıştır. Çözüm şu olabilir; Önündeki en büyük sorunlardan başlayarak ve ilkeli ve adam gibi değerlendirmek ve çözüm yoluna sokmak. Davar tüccarlarıyla, uyuşturucu şebekeleriyle, kârhâne reklamlarıyla, Florida enseignement’larıyla, fail-i belli cinâyetlerle, gözaltında kayıplarla, ABD vatandaşlarıyla falan değil. Zira, onların tiksinti verici pratikleri Türk halkının şerefinden her gün bir parça daha götürüyor, adı hırsıza, dolandırıcıya, namussuza, tecâvüzcüye, işkenceciye, kâtile, zâlime çıkıyor. Fakat, zararın neresinden dönülse kârdır düsturuyla yola çıkılabilir ve tedricen sorunlar aşılabilir. Apo’nun, ‘Akıllı davransa Türkiye, bölgenin (ve dünyanın Y.N) en kudretli devlet(lerinden biri) hâline gelir’ yaklaşımı yanlış değildir. Her anlamda gelir, özellikle, siyâseten bu çok mümkündür. Bunu kıçımdan uydurmuyorum, diğer birçok ülkenin gerçekliğini biliyorum. Kendi ülkesinin üretimine katılmak isteyen onbinlerce vatansever ve dirâyet sahibi insan, namussuzların yüzünden başka ülkelerde yaşıyorlar, bunların hepsi siyâsî-sosyal ve iktisâdî yapıyı düzeltip, zedelenen ülke onurunu hızla tamir edebilecek insanlar. İçeridekiler de buna hazırlar. Yürüyen Takım Elbise’lerle değil, Yürüyen Adamlar’la... |