ORTHODOKS HRİSTİYANLIK
AÇISINDAN
BAZI TEMEL KAVRAMLAR VE KISA BİR
POLEMİK
Dr. Hakkı Açıkalın
Orthodoks Hristiyanlık
Açısından:
İlahiyât,
bir Terapötik (tedavi edici) Bilim Olarak Kabul Edilebilir mi?
Mevzua girmeden önce bazı
etimolojik tanımların yapılmasında fayda mülâhaza
ediyoruz. «Ορθος»
(Orthos): Υυnαncα
dik, dimdik, dosdoğru, ödünsüz anlamında.
Δοξια
(Doksia): Υυnαncα
kanâat, zan, ίnαnç
anlamında. Orthodoks: Dosdoğru kanâat
olarak çevrilebilir. Genelde, halk arasında ve yanlış olarak bu
kavram, Hristiyanlığın bir mezhebi konumunda olan Orthodoks
Hristiyanlık'1a özdeşleştirilmektedir ki, bu hatalıdır. Bir kişi,
bir toplum ya da bir düşünce de, Orthodoks olabilir. Yani, bu bağlamda
Orthodoks Marksizm'den, Orthodoks İslâm'dan, Orthodoks Kemalizm'den
sözedilebilir. Örneğin İBDA fikriyâtına
bağlı olan insanlar bizim açımızdan Orthodoks yani dosdoğru, ödünsüz
Müslümanlar'dır. Orthodoks kavramının karşıtı ise, "Heterodoks"
kavramıdır. Hetero: Υυnαncα,
farklı, değişik anlamında olup,
heterodoks kavramı da , "farklı kanâate sahip olan, Orthodoks
olmayan, belli bir konuda farklı yaklaşımları ve değerlendirmeleri
olan" anlamındadır. Sıklıkla başvuracağımız "Θεραπεια,"
(Therapia) kelimesi de Yunanca olup, "tedavi, sağaltım"
anlamlarına gelir (Küçük bir hatırlatma: İstanbul'daki Tarabya
semtinin ismi de bu kelimeden köken alır ve semtin asıl ismi,
Therapia'dır). Bir diğer kavram, "Θεωρία"
(Theoria) Υυnαncα,
"Kuram", "Nazariyye" anlamındadır, Kelimenin kökü,
"Θεωμαι"
(Theome) yani "görmek, gözlemek, gözüyle tikip etmek, Nazar
etmek"tir. Daha birçok teknik kavramdan da yararlanacağımız
için, οnlαrι yeri geldigince açmayı
daha yararlı görüyoruz.
Bu tartışma
sürekli mevcuttur. Biz, Orthodoks Hristiyanlığın vizyonundan olayı
anlamaya çalışacağız. Genelde bütün dinlerin tedavi edici bir
yanının olduğu binyıllardır söylenegelmiştir. Hattâ bazı otörler
dinin başlıbaşına bir terapi metodu-özellikle psikaterapi- ve bir
terapi bilimi olduğunu söylerler.
Bunu felsefî anlamda bir iknâ ediş
veya "katharsis" (Arınma-arıtma) olarak ele almak doğru
değildir. Ο nedenle başlangıçta bu vurguyu yapmak gerekir.
Bu, başlıbaşına bir "terapi" olarak kabul edilir.
Orthodoks Hristiyan otörler, Orthodoks Hristiyanlığı, hem
tedavinin sonucu ya da meyvesi hem de o meyveyi üreten ağaç olarak
görürler. Bir başka değerlendίrme ίse şöyledir: Yalnızca,
Allah'ın birliğini kavrayabilmiş olanlar ve bu doğrultuda amel
edenler dosdoğru ilâhiyâtçılardır ve yine yalnızca ve ancak
onlar, insanlara doğru tedaviyi ve bu tedavinin menşei olan
Hristiyanlığın ilkelerini öğretebilirler (Latin-Batι
dillerine "Christ", Υυnαncα'da ise
"Hristos" kavramları, İsâ anlamında değil,
"Mesih" anlamında kullanılır. İsâ'yı karşılayan
kavram ise Batı dillerinde "Jesus", İbranîce'de "Yeşu",
Yunanca’da ise "Iesus"tur. İngilizce'deki
Jesus-Christ, Fransızca'daki Jésus-Christ (Jesu Kri diye okunur) ve
Yunanca’daki, "Iesus Hristos", "Isâ Mesih"
anlamındadır. Bu nüansı vurgulamamızın sebebi, Orthodoks
Hristiyanlığın "terapi" konusunu bir yönüyle ve önemli
ölçüde "Mesihlik" bağlamında ele almasındandır).
Orthodoks Hristiyanlık
bu değerlendirmelerini büyük oranda Kilise Babaları'nı referans göstererek
yapar. Bu Babalar'dan (Azizler) biri Nazianzeli Agios Giorgos'tur (St.
George of Nazianze). Aziz Yorgos, sadece aziz sıfatıyla değil ve
fakat bugün anladığımız anlamdaki ilk «İlâhiyâtçı» sıfatıyla
da tanınır. Yazılarının başında, "Herkes ilâhiyât
ilmi yapamaz, Allah hakkında konuşmak
herkese göre bir iş değildir zira, mevzu o kadar ucuz ve basit
kabul edilemez. O nedenle bu çalışma (yazılar) da herkes için
kaleme alınmamıştır. Bunlar, belli bir imtihandan:
geçirilmiş
ve başarmış olanlar, bu bağlamda ruhlarını ve bedenlerini arıtmış
olanlar içindir. Yalnızca, ‘praksis’den (uygulama, fiiliyat)
teoriye, Arınma'dan Nur'lanmaya, yükselenler Allah hakkında konuşmaya
mezundurlar. Bu, bütün dış tahribattan ve alışkanlıklardan
kurtulunduğunda ve kafa karışıklıkları, ikilemler ve illuzyonlar
aşıldığında mümkün olabilir. O hâlde, Allah'ı bilmekten
bahsedebiliriz".
(Bu düstûru en ileri derecede ve
ödünsüz bir biçimde izleyen bir Orthodoks Hristiyanlık
târikatı hâlâ mevcuttur. Bu târikata "Takvimciler" ya
da "Eski Zamancılar" adı da verilir. Bu târikatın
mensubu olan kadınlar "kara çarşaf"a girerler, örtülerinin
alın bölümünde kırmızı bir haç işâreti taşırlar ve
erkeklerle mümkün olduğunca görüşmezler. Daha önceleri
peçe de kullandıkları söylenmektedir).
Aziz Neilos ise, ilâhî ilmin
yolunun duadan özellikle de, beden zindanından
kurtulanın (Havas'ın veya Havas-ü1 Havas'ın, y.n) duasından ve
dahi sürekli / hiç durmadan duasından geçtiğini ileri sürer.
Kilise Babaları'nın
ittifak ettiği noktalardan biri, Allah'ın Zat'ına yaklaşmanın ilk
derecesi olarak "kalb"i görmeleridir. Eşdeyişle
"Kalb", teoriyi yazmanın / kurmanın ilk ayağı olmaktadır,
teoriyi kalb şekillendirir. Bir ileri safha olan "Nous" ile
dua eden kişi ise "tevhid"i yakalayacaktır.
Aziz Yannis Klimakos (St. John
Climacus) Ruh'un yolculuğunu, bir
kutuptan diğerine çizilen sanal paralelleri tırmanma biçiminde tanımlar.
Ona göre, Mutlak Saflık, İlâhiyât'ın çok doğru bir biçimde
tesis edilmesinden geçer. Eğer, insanın duyuları mükemmel şekilde
Allah'a bağlanıyorsa o takdirde Kelâmullah da insana engelsiz (apaçık
bir biçimde) ulaşır. Bu bağı kuramayan ve Allah'1a ilgili değerlendirme
yapan herkes aslında "kendisinden" başkasını anlatmış
olmaz. Orthodoks İlâhiyâtı'nda hiç de kabul edilmeyen bir şey,
Allah hakkında değerlendirme yapılırken "konjektür"den
(hayaller; varsayımlar, peygamberâne tavır ve yaklaşımlar)
yararlanılmasıdır (Günümüzde, aydınlar ve bilim adamları dahil
insanlar şu iki kelimeyi sürekli birbirine karıştırmakta ve
birini diğerinin yerine kullanmaktadırlar: Konjektür ve
Konjonktür. Konjektür: Latince bir kelime olup,
"Coniectura"dan köken alır. Düşünme,
hayal etme, hayal kurma, çıkarım, aydınlatma, bir şeyin anlamını
açıklama, izâh getirme anlamlarına gelirken, Konjonktür:
Latince, "Coniunctio" kelimesinden orijin alır
ve birlik, bağlılık, anlaşma, sessiz aşk / ilân edilmemiş aşk,
dostluk gibi mânâlar yüklenir). Çünkü bu tarz, insanı hata
yapmaya sevkeder. İşin varacağı nihaî nokta ise, "Demon
İlâhiyâtı" (Şeytan
İlâhiyâtı) olacaktır ve insanları bekleyen acı son da "Pandemonium"
(Şeytanların cirit attığı alan)
dur. Ruh-ü1 Kuds'ün müdâhalesiyle daha önceden arıtılmamış
olan zafere susamış hoyrat kalblerde envai türlü şeytan
"kutsal!" yazılar yazar. O nedenle, tutkunun
esiri olan, İlâhiyât ilmiyle uğraşmasın
aksi halde onun yaptığı İlâhiyât doğmadan ölen bir İlâhiyât'tır.
Orthodoks İlâhiyât'ta,
"düşünce"nin güçlü bir rolü yoktur. İlâhî Bilgi'ye
"düşünce" ile ulaşılmaz. Bu bağlamda Aristotelian
(Aristocu) düşünce tarzı doğru bir aydınlanma (Nurlanma) yolu değildir.
İlâhî Bilgi'ye ulaşmanm yolu Ruh-ü1 Kuds'ün müdâhalesinden geçer.
Eğer bir insan tutkuların kıskacından daha doğrusu fantezinin acımasız
etkisinden kurtulamadıysa o, Allah hakkında hiçbir şey bilemez ve
söyleyemez. Kuşkusuzdur ki, tek başına "Nous" da dosdoğru
İlâhiyât’ın kavramlarını oluşturmaktan uzaktır. Dosdoğru İlâhiyât'ın
teorisini ancak ve ancak, Ruhullah'ın kalemi yazabilir.
Aynı
öğretiyi, Aziz Maximus'un (St. Maximus) çalışmalarında da görürüz.
Felsefe pratiğini tâkip eden bir insan, sürekli acı çeker ve kısır
bir döngünün esiri olur, tutkularından arınamaz
ve moral tatminle yetinir. Buna mukabil, «Teori»yi araştırdığında,
"Ruhî Tatmin"e ulaşır.
Birinci durumda, faziletle melânet arasındaki farkı gözlemleyip
kavrayabilir ikinci durumda ise, "Teori" onu bedenî ve
bedendışı şeylerin iç niteliklerine taşır. Buna göre, İlâhiyât,
"Aşkın kanatlarında taşınan rafine bir zerâfettir ve Ruh-ü1
Kuds’ün yardımıyla, İnsan Nous'unun ulaşabileceği en uzak
noktalara ulaşır ki, orası Allah'ın Sıfatları'dır". Bunun
dışında insan, sürekli acı çeken, kişiliksiz ve başı önünde
bir varlıktır. Arınmanın sonucu olmayan bir İlâhiyât, Şeytan'ın
pratiğidir. Eylemsiz bilgi, Şeytan'ın İlâhiyâtı'na tekâbül ve
hizmet eder.
Aziz Thalassios'un perspektifi de
aynıdır: "İnsan Nous'u basit
imânla şekillenmeye başlar Zaman içinde Nous, kendini aşarak İlâhiyât'á
ulaşır. Buna, yerine başka birşeyin konulamayacağı
imân adı da verilebilir. Bu, görünmeyenin görünür hâle
getirilmesidir. Bu mânâdaki İlâhiyât, mantığın ötesindedir,
o, Allah'ın insana yaklaşmasıdır. İşte bu duruma Kilise Babaları
‘Teori’ adını verirler".
Aziz Diadokhos Pothiki'ye göre, İlâhiyât
insana Allah tarafından verilen en büyük hediyedir ve Allah'ın
sunduğu herşey kusursuzdur. Ancak bu hediyeler arasında kalbimizi
en çok hararetlendiren ve harekete geçireni İlâhiyât yani
teoridir.
Ruh-Nous-Kalb ve Zihin kavramları
arasında içiçe geçişler ve zaman zaman da anlam kargaşaları
ortaya çıkmaktadır.
Kutsal Metinler'de (Yeni Ahid-İncil)
ve Kilise Babaları'nın yazılarında "ruh",
"nous", "kalb" ve "akıl ve / veya
zihin" kavramları arasında zaman zaman karmaşalar, içiçe geçişler
ve zaman zaman da ayrışmalar mevcuttur. Hemen hiç kimse, Kilise
Babaları'nın yazılarındaki ve Yeni Ahid'deki bu kavramlar arasındaki
geçişmeleri tam olarak aydınlatamamaktadır. Bu kavramlar
sıklıkla birbirleriyle anlamdaş gibi görünmektedir.
Bu yazılar üzerindeki yorumlar okunduğunda, özellikle Batılı
yazarlar açısından, akılalmaz bir kargaşa ve hristiyanî derinleşme
ve yoğunlaşma eksikliği göze çarpar. Bu yazarların çoğu modern
bilimlerin etkisi ve baskısı altında kalarak bu kavramlara yaklaşmaya
çalışmakta ve ana temadan sıklıkla uzaklaşmaktadırlar.
O nedenle bu kavramların
birbirleriyle, Hristiyanî bakış bağlamında, ilişkilerini ve ayrılıklarını
ortaya koymakta ve her kavramı kendi soyut sınırları çerçevesinde
değerlendirmekte yarar var.
Zaman içinde, özelde Hristiyanlar
genelde de tüm insanlık "İnsan
Ruhu"nun "İlâhî bir yansıma-imaj" olduğu,
Ruh'un bedene hayat verdiği ve onunla birleşik olduğu ve "İnsan'ın
imajı" olduğu ve bu imajın Melâike'nin imajından daha üstün
olduğu realitesinden çok uzak düştü.
Ruh, bedeni bütünüyle kavradığından
beri hem insan hem de onun bedeni (bedenin kendisi) Allah'ın bir yansıması
olarak göründü. Şamlı Aziz
Yahya'nın (St. John of Damascus) cenâzeye
ilişkin hymnusu (ilâhisi) çok karakteristiktir: "Ölüm
üzerinde düşündüğümde ürperiyorum
ve güzelliğimin benden çekilip alınacağını görüyorum, o güzellik
ki, Allah tarafından tasarlanmış, mezarı biçimlendiriyor, mezarla
bütünleşiyor ve bilâhare mezar tarafından
biçimsizleştirilip bir anlamda onursuzlaştırılıyor, işte
bedenin gerçekliği bu". Bu yaklaşım,
bedenin mezardaki durumunu çok iyi açıklıyor.
Nous ve Ruh
Yeni Ahid ve Kilise Babaları'nın
yazılarında ruh "Nous"1a genelde özdeşleştirilmiştir.
"Nous" yunanca bir kavram olup, ilk olarak Antik Yunan
filozofları tarafından kullanılmış ve felsefî anlamda, "öz",
"töz", "ilk akıl",
"devindirici akıl" gibi anlamlarda kullanılmıştır.
Çoğu zaman "Nous" ve "Ruh" terimleri yer değiştirmektedirler.
Şamlı Aziz Yahya, "Nous"un, "Ruh"un en saf en arı
(en lâtif) parçası olduğunu söylüyor.
Ona göre Nous, Ruh'un gözüdür.
Ruh, Nous'u kendisinin farklı bir unsuru
olarak içermez ve fakat kendisinin letâfeti olarak içerir ki, bu
durum, gözün bedendeki durumuna da benzetilebilir. Aziz Gregory
Palamas, Nous terimini iki anlamda kullanır: Birincisi, Ruh'un bütünün
bir yansıması olarak ve ikincisi, Ruh'un kuvveti
olarak. Bir diğer deyişle,
"triloji" (teslis, üçleme) inancının esas ifâdesinin ne
olduğunu vurgulama temelinde, Allah; "Nous", "Kelâm"
ve "Ruh"tur (Bu bağlamda
da, örneğin Hz. İsâ'nın Ruhullah ya da Ruh'un ruhu olduğu dile
getiriliyor). Öyleyse, İnsan Ruhu'nun da kendi Nous'u, kendi kelâmı
ve ruhu vardır (olmalıdır). Aziz Gregory'e göre, Nous ve Ruh içiçe
kimliklendirilmişlerdir ancak öte yandan (aynı zamanda), Nous,
Ruh'un kuvvetidir.
İnsanın
yaratılışdan sonra, Melekler, gözleriyle bildiler ki (gördüler
ki), İnsan Ruhu kendilerinin ruhunun mânâsını üstlendi bir başka
şey daha gördüler ki, o da Ruh, yaratılanda ilâhî irâde yoluyla
verilen bir "tanrısallık"
ve bir "entelehia"dır.
Allah'ın zerâfetiyle yaratılan
(ve dönüştürülen) bu İnsan O’nun Ruh'undan ve Nous'undan neşet
etti. Böylece ruh, Allah'ın yansıması ve benzeşiği oldu.
Aslında
burada Ruh ve Nous'un içiçe geçtiklerini ya da yer değiştirdiklerini
görüyoruz. Nous, bedenli bir varlık olmamakla birlikte, tabiatı
gereği ilâhî imajı içermektedir. O da aynı ruh gibi, öze ve
enerjiye (nur) sahip olması hasebiyle göreli olarak "İlâh"
mevkiîne oturtulabilmektedir.
Kalb ise, Ruh’un özü ve
Nous’un etkinliği olarak kabul
edilmektedir. Son tahlilde, Nous kimi zaman Ruh kavramıyla aynı
anlamı yüklenirken, kimi zaman öz, enerji (nur) ya da aksiyon
anlamlarını ifâde etmektedir.
Nous diye ifâde edilen şey
bazı yazarlar tarafından kalb, gönül anlamında da kullanılmıştır.
Yine Aziz Gregory Palamas şöyle diyor: "Öyle görünüyor
ki, bazıları hâlâ daha, Nous'un tek
bir şey yani enerji olduğunun farkına varamıyorlar".
Nous ve Kalb
Nous, Kalb olarak da kabul edilir.
Kutsal metinlerde ve Kilise Babaları’nın
yazılarında bu özdeşleştirmeye rastlanır. Buna göre Allah, sâfiyeti
kalbe vermiştir. Allah Kalb'e nazar etmiştir ve oradadır. İnsan,
O’nu orada görmüş ve bilmiştir. Havari Paul (Aziz Pavlus),
Allah'ın nurunun orada (kalbde) olduğunu yazar: Allah, Nur'unu kalbe
gönderdi ve İnsan'ın kendi Şânı'nı bilmesini sağladı.
Hristiyanlık'ta, bu İlâhî Nur'un tecelligâhı olarak Hz İsâ’nın
yüzü kabul edilir. Yine Aziz Paul şöyle der: "Şânı
yüce olan Allah ve Hz. İsâ bize kendi İlm'inden ilim, kalblerimize
kendi Nur'undan nur verdi. Biz bunları kalb gözlerimizle bildik".
Diğer
yandan, bu anlamda kalb, "Nous"1a ikâme edilir. Hristiyan
inancına göre, Hz. İsâ, Allah katına alındıktan (göğe çekildikten)
sonra havarileriyle olan ilişkisini sürdürür ve "Kudsî
Metinler"i anlamaları için onların "zihn"ini açmaya
devam eder. Buradaki "zihin" kavramı da "Nous"
olarak değerlendirilir.
İnsan,
Allah'ı bildiğinden ve kalbi arındırıldığından bu yana (kalb gözü
açıldığından beri) olayları ve olguları daha doğru anlamlandırmaya
başlamıştır. Muttakiler kalbleri saf olanlardır ve bu nedenle
orada Allah'ı görebilirler. Bu anlamda Nous ve kalb
aynı anlamı yüklenmiş olurlar. Aziz
Maksimus, Hz. İsâ'dan şu cümleyi rivâyet etmektedir: "İçinizdeki
herşeyin temiz olduğunu anladığınızda, kalbinizi bulacaksınız".
Bu, vakitlerini bedenî sorunlara ayırmayanları
ve sadece kalblerini sürekli arındırmakla uğraşanları
ilgilendiren bir durumdur. Öyleyse, Ruh'un özü olarak tanımlanan
Nous Kalb'in ta kendisidir. Bu bağlamda, Nous ve Kalb özdeştir.
Nous ve Akıl
Bazı
yazarlara göre, Nous'un enerjisinden kasıt "idealar" ve
"akl yansımalar"ıdır. Aziz Paul, Korinthliler'de şöyle
der: "Eğer dille dua
edersem, Ruh'um dua etmiş
olur fakat Nous'um meyvasızdır, Ne
yapmalıyım? Ruh'umla dua edeceğim ve Nous'la da dua edeceğim;
Ruh'la teganni edeceğim ve Nous'la da teganni edeceğim". Burada,
Nous akılla ve zekâyla özdeşleştirilir.
Bu anlamda, Allah bilgisine Nous'1a ulaşılır. Saf Nous, eşyayı doğru
biçimde algılar (görür).
Nous ve Dikkat
Bazı
Kilise Babaları “Nous” kavramını “dikkat” anlamında da
kullanırlar ki, bu anlam “akıl” mânâsından biraz daha soyut
ve uçuşkandır. Özellikle Filadelfiyalı (Alaşehirli) Theoleptos
bu ilişkiyi kurar. Ruhun kuvvetleri bu yolla fonksiyonel hâle geldiğinde
bütün iç kimlik (inner identity) Allah’a hizmet eder. Fakat kimi
zaman Zihin de dua eder. “Nous” (en lâtif anlamda dikkat)
Zihin’e refâkat etmez ve farklı idealar tarafından baskı altında
tutulur; serbest bırakılmaz. Zihin alışılageldik şeyleri söyler
ve yapar Nous ise, Zihn’i Allah’tan uzak düştüğü için uyarır.
Böylelikle, Nous, eşyaya
angaje olduğundan beri, bilinçli ve organizedir. «Nous»un
kendisi lâtif dikkat mânâsını üstlenir.
O, âdeta dikkatin "soyut ve zekî bir organı"dır.
Böylece duyuların yanılsamalarıyla zaman zaman önü kapanan ve göreli
olarak işlevi geri kalan Nous'umuzu konsantre edebilir ve onu olması
gereken yere yeniden koyabiliriz. O yer, ideaların
mevziî olan kalbdir.
Bu cümlelerden anlaşılıyor
ki, Nous kavramının, biblico-patristic (İncilî ve Kilise Babaları'na
ait) gelenekte birçok anlamı var. Ruh'la özdeşleşiyor, aynı
zamanda Allah'ın imajı olarak değerlendiriliyor. Öte yandan ruhun
enerjisi (nuru) mânâsını da üstleniyor. Öte yandan nasıl ki,
ruh, enerji (nur) ve "öz"e ayrılıyorsa aynı şey Nous için
de geçerlidir. Allah katında, öz ve nur ayrılamaz "ayrılar"dır,
işte bu iki "ayrılamaz" ayrıların ikisi birden
"Nous" olarak kabul edilir. Bu nedenledir ki; Kilise Babaları,
Nous'u kimi zaman "öz", kimi zaman "kalb", bâzen
"enerji" (ruh), bâzen "idelerin yansıması" bâzen
de "lâtif dikkat" olarak karakterize etmişlerdir.
Modern dönemlerde ise geleneğe
pek de uygun olmayan bir biçimde, "Nous", "zekâ"yla
özdeşleştirilmektedir. Oysa, medeniyetler tarihi,
"kalb"in girerek yitirildiği ve tüketildiği bir süreç
olmuştur. Giderek, özellikle de günümüz insanı kalbinde ne olduğunu
bilemez hâle gelmiş eşdeyişle kalbini kaybetmiştir. Kalb öldüğü
için "Nous" kararmıştır. Bu nedenle insan her ikisinin
de varlığını algılayamamaktadır. Kutsal Ruh'u ki, bu KELÂM'ın
bir gerçekliğidir, içinde hisseden kişinin çok fazla açıklamaya
ve aydınlanmaya ihtiyacı yoktur zira tecrübe yoluyla
"Nous"un mevcudiyetini ve onun aslında "kalb"
olduğunu bilir.
Orthodoks İlâhiyât'ında
Psikoterapi'ye Yaklaşım:
"Ψυχύ"
(Psihi): Yunanca "Ruh"
anlamında kullanılır. Ancak yine "Πνευμα"
(Pnevma) kelimesi de "Ruh" anlamını
yüklenmiştir. Pnevma, "içi hava dolu, hava, soluk, nefes, içine
hava üfürülmüş olan, nefyedilmiş olan” anlamlarına gelir ve
Batı dillerine özellikle de Fransızca'ya, "Pneumologie"
(Pnömoloji): Akciğerler bilimi, Solunum
yolları bilimi, "Pneu" (Pnö): Araç lastiği,
"Pneumonie" (Pnömoni): Zatürrie, "Poumon"
(Pumon-Latincesi Pulmo): Akciğer,
"Pneumatique" (Pnömatik): Tazyikli havayla çalışan,
hareket eden gibi anlam genişlemeleriyle geçmiş olan, İlâhiyât
kavramı olarak, "İlâhî Nefes" veya "İlâhî
Ruh" anlamlarını taşır. Örneğin, "Αγιο
Πνε΄ύμα" (Alio
Pnevma), "Ruh-ü1 Kuds"tür. Tam tercüme edilecek olursa,
"Aziz Nefes" demek gerekir. Kısacası
"Pnevma", biraz daha mücerret bir mânâ yüklenirken,
"Psihi" bir nebze daha müşahhastır. O nedenledir
ki, Sinir Hastalıkları'dan sözedilirken
(Ruh hastalıkları doğru bir terim değildir), "Pnevma"
terimi değil, "Psihi" terimi tercih edilmiştir.
Orthodoks İlâhiyâtı'nda,
"Psihi"nin tedavisi, "Nous"un tedavisi olarak algılanır.
İnsan'ın tabiatı, Allah'tan uzaklaştığı oranda
"hasta"lanır. Bu hastalanma hâli en üst düzeyde
"Nous"un esâreti ve "düşkünlüğü" olarak
kabul edilir. İnsan soyunun "günah"ı da, Allah'a
"yakın" olamayışı ve gitgide daha da uzaklaşmasıdır.
Bu, "Nous"u körlüğe,
karanlığa ve ölüme sürükler. Nous'un bu durumu, beyin ve beden gücünün
birlikte kaybına yol açar. İlk etaptaki tablo (en yumuşak tablo) Tıp
dilinde Fransızca, "Angoisse" (Anguas), İngilizce
"Anguish" (Engviş), Yunanca ise, "Αγκος"
(Agos) olarak αdlandırılan ve Türkçe'ye, "büyük ısdırab,
boğuntu hâli, derin azab" olarak çevrilebilen tablodur. Bu hâl
Nous'un "malfonction"u yani "işlev bozukluğu"dur.
Nous rolünü oynayamamaktadır. Modern çağ insanı bunu anlamlandırmakta
büyük güçlük çektiği için olayın çözümünü bulamaz ya da
pozitivist ideolojinin terapi yöntemlerinde arar. Şahsiyet gitgide
erimeye, saflığından uzaklaşmaya (aşağıların aşağısına
inmeye) başlar ve derin bir ısdıraba sevkolur. İşte bu durum,
Orthodoks İlâhiyât'ında, "İlâhî
Muhabbet'in kaybı" olarak adlandırılır
ki, Nous için ölümcül bir hâldir. Âdeta bütün bir insan tabiatı
tamamen hastalanır. Orthodoks İlâhiyâtı bu durumu tek tek
bireylerin, birbirlerinden bağımsız olarak yaşadıkları bir gerçeklik
olarak değil, İlk İnsan'dan bu yana tüm insanlığın genel günahının
bir neticesi olarak kabul eder. Eşdeyişle, bir şahsın (Hz. Âdem)
itaatsizliği sayısız günahkâr üretti. İnsanlık, ilânihâye bu
günahın mirasçısı olacaktır. Ancak kimi yazarlar, bu yaklaşımın
daha ziyâde “tıbbî" olduğunu vurgulamakta ısrar ederler
yani, evet insan "psihi"si hastalanmıştır ama bu çözümsüz
değildir.
İskenderiyeli
Aziz Cyril durumu şöyle
ortaya koyar:
"Âdem günaha bulaştıktan
ve batağa saplandıktan sonra, en önce kirli zevkler devreye girdi
bilâhare orman kanunları dört bir tarafı sardı, içimize işledi.
Böylelikle Tabiat, günahın çürütücü etkisiyle hastalandı. Bu
günâh, Âdem'in itâatsizliğinin sonucuydu. İtâatsizlik, hayvanî
tutkuları besledi. İnsanlık bu günâhla zehirlendi, ölü doğmuş
olanlar, analarının rahimlerine düşüp de doğma fırsatı bulamamış
olanlar bile bu günâhtan paylarına düşeni aldılar. Nihâyet ‘Günâh'ın
Kanunu’ dünyaya hâkim oldu. ‘Ölüm' de insana, Âdem'den dolayı
musallat oldu. Bir bitkinin kökü hastalandığında, ondan neşet
eden filizler de aynı hastalıkla malûl olurlar".
Hâl böyle olunca, Nous Allah'a karşı
savaşan bir varlık durumuna gelir. Bir yönüyle Şeytan diğer yönüyle
vahşi bir hayvandır. Sağa sola saldırır, tahrip ve tahrik eder,
parçalar ve kan akıtır. İşte tüm bu riskleri baştan önlemenin
bir metodu olarak, "Vaftiz", "Kutsal Su'yla
kutsama" âyini devreye sokulur. Bu âyin aslında sembolik bir
arıtma daha doğrusu "Arı olarak geleni, arı tutma, aşılama"
eylemidir. Nous'un böylece korunabileceği ve Şeytan’a esir
olmayacağı düşünülür. Bu nedenle, vaftiz, "aydınlanma-Nurlanma"
olarak adlandırılır. Fakat, zamanla sürekli günâh etkinliği
nedeniyle Nous yeniden kirlenebilir. Şeytan, özellikle de cinsî /
şehevî arzuları kamçılamak
suretiyle, Nous'un bütün etkinliğini durdurup öldürmeye kasteder,
zihinleri karartır, gözleri kör eder. Nous'un İlâhî imajının
yerine "kadın imajı" yerleşir ve veriler bu
"alternatif' yolla tüketilmeye başlar. İşte bu Nous'un karanlığa
düşüşü ve ölümüdür. Yine, bir diğer yanlış veri de,
"Maddî değerler"dir. Onlar da İlâhî verinin yerini aldığında,
insanoğluna âdeta birer "erdem" gibi görünürler. Üstelik
bunlar ete kemiğe bürünmüş, cismânî verilerdir ve kolay sızabilirler.
Nous'un bu düşüşü bütün Ruhî organizmanın
"confusion"una yani "karmaşasına" sebep olur.
Confusion, Boğuntu'ya, o da "Agitation"a yani "taşkınlık,
huzursuzluk" hâline dönüşür. Bu nedenle psikiyatri (psihi
hekimliği) bilimi sorunu çözemez ancak ve ancak İsâ, “tutku”
ile yıkılanı yeniden yapabilir ya da restore edebilir.
Devrilen Nous önce yanlış
bilgilenir sonra cahillerden bir cahil olur, bilâhare küçük şeylerle
uğraşır ve nihâyet tamamen günâhın esiri olur. Çözüm ise, öğrenme,
sürekli dua, oto- kontrol ve hesikasm'dır (Derin Sükûnet).
Polemik:
Batı
ideolojisinin bir saldırı aracı olarak Psikiyatri bilimini hedef
almamız kaçınılmaz hâle gelmiştir. Özellikle de son birkaç yıldır
televizyonlarda arz-ı endâm eden "psikiyatr" etiketli zevâtı,
heryerde mantar gibi biten ve binbir "bilimsel" isimle
kendini pazara sunan psikolojik danışmanlık ve tedavi merkezlerini,
ideolojinin manevralarının dışında düşünmek safdillik olur.
Bilerek ya da bilmeyerek bazı "Müslüman" psikiyatrların
da bu piyasada kendilerine yer edinme arayışlarını da bu gelişmelere
eklersek olaya değinmemizin farz olduğu ortaya çıkar.
Psikiyatri Yunanca bir kavram:
"Ψυχύ"
(Psihi): Ruh ve "Ιατρική"
(Iatriki): Tabâbet kavramlarının
birleşmesinden oluşuyor. Türkçe'ye "Ruh Hekimliği"
olarak çevriliyor. Türkiye'de 1974 yılına kadar, Nöro-Psikiyatri
(Sinir-Ruh Hekimliği: Asabiyye) adıyla varlığını sürdüren bu
bilim dalı daha sonra, Nöroloji ve Psikiyatri olarak ikiye ayrıldı
ve bundan böyle Sinir ve Ruh hekimleri aynı disiplin altında değil,
Dahilî bir bilim dalı olarak Sinir Sistemi Hekimliği (Nöroloji) ve
yine dahilî bir bilim dalı olarak Ruh Hastalıkları Hekimliğı
(Psikiyatri) disiplinleri altında icra-ı sanat eylemeye başladılar.
Burada bir yanlış anlamayı ortadan kaldırmak gerekir; Batı’da
“Psikiyatri” olarak adlandırılan bilimin Türkçe’ye “Ruh
Hekimliği” olarak çevrilmesi doğru değildir zira, Batı’nın
(Yunan’ın) “Psihi” kavramına yüklediği mânâ ile İslâmî
kökenli “Ruh” kavramının süperpozisyonu (üstüste gelmesi) mümkün
değildir. İslâm, Ruh’la ilgili olarak fazla teferruata girmez ve
onu çok özgün bir yere yerleştirir buna mukâbil yukarıda da
bahsettiğimiz üzere “Psihi” sürekli ortadadır, su yüzündedir,
Teşbihte hata olmaz, “Bekâretini yitirmiş bir kavramdır”. O
nedenle, illâki bir sinonim aranacaksa, yine uydurma ve köksüz-gündelik
bir kavram olan “Tin” kavramını önerebiliriz.
Batı
ideolojisinin önemli faaliyet alanlarının başında Psikoloji ve
Psikiyatri bilimleri gelir. Bu bilimlere verilen rol insanların içsel
gerçeklikleri (Tinleri) hakkında tefekküre dalmalarını engelleme,
onları yüzeyde tutma, kendi gerçekliklerinden koparma, içlerini boşaltma
ve dezenforme etmedir. Bunun en önemli ayaklarından biri dine karşı
kıyasıya savaşmak ve bu savaşı yürütürken her türlü hileye
başvurmaktır.
Tıp
disiplinleri arasında en çok paramedikal-sosyal-ideolojik bilgi ve
birikim gerektiren psikiyatrinin Türkiye'deki mensuplarının kahhar
bir çoğunluğu bu niteliklerden çok uzaktır. Yüzeyel psikoterapi
ve beylik kemoterapi çerçevesinin dışında bir marifetleri
olmayan, oldukça sıradan bir psikiyatri kadrosuyla hizmet veriliyor.
Bu kelliklerinin üzerine bir de din düşmanlığı fodulluğu
eklendiğinre ortaya iğrenç bir tablo çıkıyor. Kendi anadilini
kullanamayan, adını yazmaktan aciz, hiçbir yabancı lisâna âşina
olmayan, mesleğinin muhteviyatına yabancı ve dine düşman. Buyur
bu adamran "Ruh!" tedâvisi bekle. Adam "Ruh"un ne
olduğunu bilmiyor ama "Ruh" hekimi olarak ortaya çıkıyor.
Adam at hırsızı , adam dolandırıcı, adamın dini imanı para,
adam medya manyağı, libido uzmanı! ve nihâyet adam
"Ruh!" hekimi.
Yukarıda,
Hristiyan İlâhiyâtçıları'nın "cinselliği" Ruh'unn
gelişimi önünde önemli bir tehlike olarak değerlendiklerini
vurguladık. Bunun doğruluğu-yanlışlığı bir yana, psikiyatri
bilimini "libido"ya endeksleyen anlayışı nasıl izah
edeceğiz? Hoş, Freudian psikiyatri biraz aşıldı ama buzdağı
yerli yerinde duruyor. Çocuk parmağını emiyor, altında cinselliği
ara, meme emiyor, cinsî haz aldığını iddia et, kız çocuk babasını
arzular (Oedipus), oğlan anasına ilgi duyar (Electra) [Tabiî sen
(Freud) Sophpleus’un tragedyalarını bile doğru dürüst okumadan
Yahudice yorumlar yaparsan elin oğlu da seni uyarır, der ki, oku be
adam, tüm Oedipus serisini oku ve doğru dürüst tahlil et. Aslında
doğru, Freud en nihâyetinde bir piskiyatr, o ideolojiden, felsefeden
ve dinden anlamaz esas onu yönlendiren şer mihraklarını mahkûm
ediyoruz biz. Bizim Psikiyatrlarımızın %1’i Sophokleus’u okumuşsa
ve daha da önemlisi tahlil etmişse ben eşeğim!], kırmızı başlıklı
kız öyküsünün cinsellikle ilişkisini kur, Oedipus Kompleksi'ni
üret, insestin herkesin bilinçaltında olduğunu savun kısaca,
insanın apışarasından dışarı çıkamayan bir psikiyatri, Metin
Üstündağ-Haydar Dümen psikiyatrisi... Şimdi bu psikiyatri nasıl
olacak da, insanlığın yüce değerlerine anlam verecek,
"Ruh"u çözümleyecek, insanlığın acılarına, ısdırablarına
tedâvi üretecek? Depresyon'dasın, mutlaka "ereksiyon"
veya “orgazm”problemin vardır... Manik'sin... "İktidarsızlık"
sorunun olabilir... Nevrotik bir kişiliksin, belki küçükken baban
sana sarkıntılık etmiştir... Histeriksin, kayınpederinin tecavüzüne
uğramış olman lâzım, rüyamda baston gördüm, tamam o hâlde
senin eşcinsel eğilimlerin var, vs... Bunlar şaka deşil, günümüz
psikiyatrisi büyük oranda "libidinal" hâle getirilmiştir.
Hezeyanlara çözüm arayışında olduğu düşünülen psikiyatri
biliminin kendisi başlıbaşına bir "hezeyan"dır. Gelin
biraz gülelim:
Nevrosis: Yunanca bir kavram. "Νεύρο"
(Nevro): Sinir- Osis: Durum, Hâl. Nevrosis: Sinir,
Sinir durumu, sinir hâli. "Yunanca" “Νευρικός”
(Nevrikos): Sinirli. Tanım: Ruhî nedenlere bağlı olarak semptomların
meydana geldiği fonksiyonel bozukluk. Örn. Anksiyete, Depresyon,
Histeri. Peki "Ruh" kavramı "Nevroz"un neresinde
geçiyor? Hiçbir yerinde. Peki ne geçiyor? "Sinir".
Sinir'le Ruh aynı şey mi? Hiç alâkası yok. Peki neden ısrarla
"Ruh" hastalığı deniyor? Tamamen ideolojik. Dinin ve İlâhiyât'ın
konularına, ilgi alanlarına müdâhale etmenin en "rafine"
yolu bu, yani onun terminolojisini kullanmak. Öyle hipokrit bir bilim
anlayışı ki, sokakta bir adam "Ruh"tan bahsetse hemen
"gerici", "mürteci", "dinci",
"meczub", "mistik" vs. damgalarını yer. Ama, bu
kadar huylanılan bir kavramı "Ruh"! hekimi kullanınca
mes'ele yok. Ver kavramı "bilim"in tekeline, geç ırzına
sonra "piçleştir" ortaya bırak. "Ruhî nedenlere bağlı
olarak..." Peki nedir Ruh? Önce onu tarif et! Yok. Peki neyi
replase ediyor? "Sinir"i. O hâlde "sinirsel nedenlere
bağlı olarak" de! Yok olmaz, belki "Ruh"a başkaları
sahip çıkar, irtica hortlar, yobazlar isitsmar eder.
"Bilim" kavramın içine s..arken istismar etmiş olmuyor
çünkü o dokunulmaz, ama din "Ruh" hakkında fikir
serdedince "Ruh" birden gericileşiyor. Be hey namussuz, düşman
olduğun bir kavrama neden sahip çıkıyorsun?
Şizofreni:
Yunanca bir kavram. “Σχίζω” (Shizo): Yırtmak-
“Φρένα” (Frena): Şuur. Yani bilinç yırtılması,
Şuur yarılması, Şuurun sapmalar göstermesi. Tanım: Hastada
kendini kişilik bozuklukları ile belli eden ve çoğu zaman hayat
boyunca sağlıksız kalmasına neden olan bir grup "ruh"
hastalığı. Haydi buyur, yine "ruh" hastalığı. Nası1
oluyor? Niçin "Bilinç bozukluğu" ya da "bilinç
hastalığı" değil de illâki "Ruh" hastalığı.
Kavramın içinde "Ruh" diye bir şey yok. Ama ne hikmetse
"Ruh" hastalığı kategorisine dahil ediliyor.
Mania: Yunanca bir kavram. "Μανία"
(Mania): Çılgınlık, azgınlık
anlamında. Bir "ruh" hastalığı. Psikomotor aktivite
artar. "Çılgınlık" nere, "Ruh" nere?..
Örnekler çoğaltılabilir.
Bu, basit bir olay gibi görülüp geçiştirilemez. Olayın ideolojik
tahlilini yapmadan anlaşılması mümkün değildir. Buradan gerçek
pozitivist-materyalist bilim adamlarına sesleniyoruz: Eğer ilkeli
insanlarsanız, inancınıza sıkı sıkıya bağlıysanız, "Ruhbilim"
kavramını reddediniz ve yerine başka
birşey ikâme ediniz, zira "gerçek" bilim adamı
"ruhbilim" kavramını yadsır, aksi halde sizin ilkesiz ve
inançsız bir pozitivist- materyalist bilim adamı olduğunuzu kabul
etmek zorunda kalacağız ve size hiç değer vermeyeceğiz. Sözüm,
kendini bu iddiaya muhatap kabul eden herkese ve istisnasızdır.
www.drhakkiacikalin.up.to