ŞİİRLER

Dr. Hakkı Açıkalın

-ŞUUR-

BİLİNÇALTI MAĞARALARININ MUCİZELERİ

Deli gömleğimi giydim

Frenk incirlerinin,

Kök usâreriyle buluştuğu

Sırça karanlıklar bataklığında.

Bir Sahra sırtlanı geldi ebrulî seccâdesiyle

Şimal tarafıma,

Diken üzerine çizilmiş bir harita ağzında.

Yirmibir parmaklı bir adam doğdu,

Santa Maria manastırının,

‘girilmez’ ibâreli arka sofasında.

‘Âb’ aylarında,

bir umacı;

vetireler, su diyalektiği ve Bilinemezcilik üzerine

imbikten geçirdi eski yığınları.

Talikalar,

Yunus sırtı bir cenâze aracına eşlik ettiler.

Benekli tilkiler, Yılkı atları, Oklu kirpiler,

‘Ben’ ve Tundralar,

galiz kahkahalara şahid olduk,

havuç tatlıları eşliğinde.

Çıyan yüzlü bir kadının,

Çatallı dili sıyırdı,

kuyruklu tabak artıklarını.

Neftî bir Dağ karanfili piç verdi Pây-i tahtta.

İspermeçetlerin aile meclislerinde,

faîli aşk olan, lirik bir dram yaşandı.

Dişi damaklarda, 16’lı tarihlere farklı atıflar yapıldı.

Bir onulmaz alışkanlık yarattı,

Düztaban cemaatlerin soðuk bedenlerinde,

Cadı külahlıların musibetleri.

Zıvanada kalanları,

Sadâret ısırıklı orospular öğüttü.

Âkil olmayanların Üst-Ben’lerini kanattı

Melekut’ta büyüyen çocuklar,

görünmez parmaklar dokundu,

titreşen aynaların sırrına.

Tekinsiz platin ormanlarının esrar dolu anaları,

Peri yuvalarında sakladı dikbaşlı gölgeleri,

Eski Takvimci rahibeler misâli,

Çavuşkuşları, Anka kılığına girip,

Ay ışığında Haram avına çıktılar.

Alevlere devrildi birer birer,

Ökselere yakalanan ihtiyar oduncular.

Sorguçlu bir ejder gürledi,

Metruk hamam kurnalarında.

Beyaz bir deve ıhtı ayrık otlarının bilinmez âtîlerine.

Bir Bedevî,

Sevgilisine şiir okudu:

"Hünkâr sefâ’m,

Elleri gözlüm,

Karakalem eskizler çizdirdi bana,

Yanılgılı sevgiler.

Tâlî balığım.

Sen,

Âkıbeti iki taş olanlar kadar keskin,

Kıymet kadar kul,

Hilda kadar bî-habersin.

Acem kedim, Nafia’m,

Aquamarin fanusun tarantulası.

Elmas yürekleri dağlıyor,

Turunç yokuşlar,

Saklambaç oynayan deniz kestâneleri

İnfaz fermanları çıkartıyor

Kükürt bakışlı kerrakeler için.

Bir boynuz kama saplanıyor

Tereddüt bahçesine ahalinin.

Bellek yitiyor, yıkılıyor külliyat,

Savrulup gidiyoruz güvendiğimiz dağlardan".

Künhünü muiz şecereler avuttu,

Zehirli belâların,

Paraketemize takıldı küskün bir kaşalot,

Etamin işlendi kanlı kasnağa,

Seyr-ü sefer emri çıktı

Erimiş saatler dairesinden.

Öfke,

Istavroz çıkaran yılan yastıklarının altından

kaydı gitti.

Gotik konakların sundurmalarında,

Zor doðumlar yaptı

Afyon yutmuş martılar.

Nemli bir örümcek sırtı,

Gözünü aldı kavimlerin.

Kadük olmuş Sekoyalar,

bir daha geçtiler feleğin çemberinden,

bir daha ıslanıp kurudular,

Harbiler yivlere dokundu

Ve

Sur’a üfürüldü bir Cumartesi.

Bir Vaşak öldü Gâvur deresinde,

Haşyet perdeleri yırtıldı halkın,

Âdem haşroldu,

Sıretlere şerhler yazıldı,

Umman toprağa aktı.

Anti-madde çerçileri dirildiler

Planktonlar kabristanındaki lahitlerinden.

Taş balıklarına bastı hınzır tıynetli ahlatlar

Davudî bir vâveyla koptu Arz’ın merkezinden!

1992

 

GŰN GELECEK…

Gűn gelecek gűlűm

Hint incirleri de isyân edecek

Kan geldikçe burnundan zâlimin

Pamuk elmalarının gözleri gűlecek

Bir deli Yemen hançeri gibi saplandığında

Yűreğine gidinin kahbelerinin

Dilimiz

Seyreyle vâveylayı

Alnını elinin tersiyle silen

Yiğit kızlar

Tűkűrdűğűnde suratına

Kara meleğin

Duyulacak mavi naralar

Tan ağartılarında,

Gőğűs hizalarından gőműlen akbedenler

Kıyama durduğunda

Yerine gelecek keyfi

Şehidan’ın ve tarla kuşlarının

Sen,

Sen var ya

Bir pençe-i şîr oldun

Alçağın kokuşmuş gővdesinde

Ve bir canhıraş beste

Burnumuzun direğinde

Gűn gelecek gűlűm

Dikenler batacak yığınların avuçlarına

Namussuz,

Sulta durup saklanacak hatıranın ardına

İsmin kesecek gırtlağını

Buz kesmiş lain’in

2002, Dr. Vefâ İdris ve tűm fedâ eylemcisi kızlarımızın aziz hatırasına

 

NŬDEM SEMÂLARI

Sinler kazıldı fontanelle seviyesinde

Haz makamlarının olgun keşişleri

Yedi saf oldular,

La Clandestina mağarasının şakayık dehlizlerinde

Űç kız havalandı

Alâim-i Semâ tayflarından

Kuşluk vaktinde

Şeffaf mâbedler belirdi

Ellerinde yeşil-kırmızı meş’âleler

‘Ya basta’ diye bağırdı

taba renkli, somon coğrafyalı kadın

ebrulî bir çığlık duyuldu

Kara Koncoloz fırtınasından evvel

Mırra içen Kűrt fazıllarının

Ilık hançerelerinden.

İspinozlar perde arkalarına saklandılar.

Tâze galsemeler dolaştı

Ayakaltlarında

Lahutî gecelerde

Ense köklerinde ıştın ve ada soğanlarıyla

Giryan kaynattı asil Ruhlar.

Alnıma,

Altın tasmalı bir cinnet lekesi dűştű

NŬDEM SEMÂLARI’NDAN

Safir bir aşk zerresi,

Heyyulâ kuzgunlarına yem oldu,

Sırra kadem bastı

Arz-ı Mev’ud,

Artık beşinci Mevsim’di.

1998

İLGİLİ MAKÂMA ARZ

La Traviata ve Bernarda Alba,

birlikte imzâ attılar karakuşî bir iğfale.

Yarasalar âleminde,

Bir sabaha karşı,

Bir oniri,

Űç karabaş papaz boğazlamış,

Manastır’ın cűmle kapısında.

Kuşluk vakti,

Helyum orduları,

Kayası parçalarına tutunmuş

Şakak kemiklerinin.

Şafakta,

Zanaatkârların aşk ağılları

Terketmiş şehri.

Mesimeri;

Zerdali kakları kaplamış

Mecnun deryasının Kuzey sahillerini.

Apoyevma;

Asparagas haberler yayılmış ihtiraaslar űzerine.

Şevv çőktűğűnde;

Vacib-űl Vűcud tipisi kaplamış Dimağ çatılarına

Salat-ı Vitir’i műteâkip.

ARZEDERİM…

06. 08. 1997

 

PEMBE DUVARLI KIZ

Aba,

Bir sitemkâra yakılmış

Samatyalı bağçevan’ın taş duvarlarında mukîm.

Kűçűk işte, eğleniyor:

‘Hakkı, Hakkı

dolmayı kaptı

űç mum yaktı

seyrine baktı’ gibisinden.

Őbűrű de Entomoloji kitabım nerede havalarında

Biraz daha Ayva tűylű, ebem kuşaklı delimsek

Esved azıcık.

Gőzűm hep Minerva’da, Hermine’de.

Durmadan yeni bir tirad atıyorum ziftin űstűne,

Ağır ezgi, fıstıkî makâm.

Bir apalak iniyor Gök perdelerinin arasından

Cibril’in kucağında, herkes ona bakmada.

Katran saçlı kıza,

Nohut kahveleri ve havuç tatlıları eşliğinde

‘Aranjuez konçertosu’nu seslendiriyorum.

Bir sakırga yaklaşıyor, eyvallahın var misâli

Âdem’in yűreğine

‘Dıle mın’ diyorum, eyleme…

1993 / Istanbul

 

ABRAHAM’IN TÂBİRİ

Avram da derler…

Primattır, sen ben hesabı.

Aziz Konstantin mağarasında yaşar,

Yűzűnű serçe havzında yıkar ekseriya,

Kır sakallı,

Teheccűd kılar, rűyâ gőrűr, tâbir eder:

Nimetler vahaya, kűlfetler Ledűn’e,

Aqua Simplex Ceberrut’a ve biz heryere… deyip durur.

Bir perikızı vâsıl olur Dakianus devrine,

‘Ey Zaman!’ der

‘Seni boğdum!

Kaygan yosunların,

Laminarya ekmeklerinin,

Bağırtlak kuşlarının kızıl gőğűslerinde,

Kara paçalı kız da peşinden...

1992

 

BAKLAVA DİLİMLERİ

Neftî bir dağ karanfili filizlenir

Rhesus’un payitahtında

Aakward otu biter

Meczubların yűrűtme merkezlerinde

Mim ve Be yeni mânâlar kazanır

Nűktedan mabeyincibaşının

Aile meclisinde

Lirik bir dramdır âdeta;

Bantu dillerine vâkıf İspermeçet balinaları

Azgınlık zamanlarında sűkŭn eder.

Hırs,

Vehim atını sŭrer

Bakabillah makâmına.

Pencere kenarında iki Afrika bŭlbŭlŭ

Dŭşer hasır seccâdeye.

Őlű kasvetlere ağlar

Teyyid edilmiş sőğűt yaprakları,

Zehaba kapılır failleri Aşk’ın,

Kűrre-i Arz Umman’a dűşer

Baklava dilimli eyyamın

Hől tavan arasından!

1993-Edirne

 

AB AYINDAN SONRA AŞK’A YŰKLENEN MÂNÂ

Sakın ola ki, Ab mâyî’dir denmeye!

Bambaşka bir vetiredir bu

Kadim tarih’e bir atıf, hoş bir tevâfuk.

Ortadoğu’nun esrik haritalarında saklı bir roman.

Anladım sanma bazı zahirleri, zahidleri

Tâ ki, takva çarkına takılana dek.

Bir histeridir

Dişi damaklarda Aşk tassalutu

Ab ayında bir gulyabani, bir topal sırtlan

Leyller boyu muttasıl bir ceyda

Çığlık çığlığa bir pandűl.

Batınî bir elemle kaplanmış

Soğuk Cadı kűlahlarında oturdum ben biteviyye,

Başsız dikilitaş sarkıtları battı gőnlűme demâdem.

Bu Ab ayı,

Onulmaz bir alışkanlık husûle getirdi,

Ilık dűzeneklerinde dűztaban cemaatlerin.

Hayat,

Belh’űm Âdaller fasitinde

Őğűtűr zıvanada kalanları

Sıra sana bir tűrlű gelmez sadâretten.

Ab ayında Aşk’a yűklenen mânâ,

Kanatır űst-benlerini

Âkil olmayanların…

1990

 

İĞNE YAPRAKLI ÇAMLAR

Netâmeli bir Orman’ın

Mistik patikalarında yaşar Etz Haim

Esrar, gőlgeler ve dikbaşlılarla berâber.

Alagőzlű bir hőyűk ıslık çalar yatsıdan sonra

Saklambaç oynayan rahibelerin ardından

Binbir gece topazı yanar kızıl sâlip mağarasında.

Harunîler’in cilbabları parlar

Ay ışığının altında

Envai tűrlű nűmayiş sőkűn edip gelir;

Haram aylarının balmumları,

Anka kılığında çavuşkuşları,

Naturası bozuklar, Âraf kadroları.

Őkselere yakalanır yaşlı oduncular

Birer birer

Sorguçlu bir ejder gűrler Ruh aynasından

Bir gűmbűrtű kopar

Metruk hamam kurnalarında,

Kubbe çőker, Ay şak olur dőrde.

Basralı bir kevâşe ikiz kız doğurur

"İkra’, bismirabbikellezi halak"

nidası gelir underground âlemden,

nutku tutulur benekli tilkilerin, Yılkı atlarının

Hatmi Hâcegân’a başlar

Dişi toygarlar

Nuş edűb, Hırahman olur kediotları

Ellerinde ibret kandilleri

Safa durur peykerân

Besler tavrını, bilinmez gecelerin

İğneli Çamlar!

1991-Istanbul

 

MART’TA KARA KALEM ESKİZLER

Bilmeliydin ki cicim,

Bu Hűnkâr sefâları başına iş açacak.

Ne Yetkin, ne Green pub,

ne Molla’nın kırmızı arabası

kara kalem eskizler çizdirebilirlerdi sana.

Şahs-ı műnhasırına,

Hatıra defterlerinin Pagoda gűzelini,

Yanılgılı bir Aşk’ı ve tâlî bir balığı sipariş ettim.

İşim dűştűğűnde canlı maymun lokantasına,

Ali Paşa’ya, Bakűs’e, La Fuite’e

Umurumda olmaz Beyti’li gűnler, hayal kahveleri, Hidiv’ler

Ne de Rom’lu dondurmalar, Pandeli’ler ve Zindanlar.

Bir deli at donu kadar seyyal,

çömez çulu kadar masumdur

mefluç kumralın sabit bakışları.

Fesleğen saksılarına ekerim,

Kul hakkını ve orta kademe kıymetleri,

Karakter aktőrleri misâli.

Ru-i Didâr iner Arş’tan,

Bihaberken ben Hilda’dan, ifna’dan ve

Palanga műnzevîlerinden.

Sen, ey hâkî yűzgeçli şerefyâb,

Acem kedisi, halka kűpeli muharrik,

NAFİA!

Sakın galiz heceler yazma,

Montevideo iskorpitlerinin

Aquamarin fanuslarına!..

1982-Aralık / Istanbul

 

YTTERBIUM

Bir Ara varlık statűsű gelmiş

Akşam postasıyla

Kanete erketeleri havalandırmalarda,

Sarsmışlar derinden hazirunu.

Erbain fırtınaları şimal-cenub hattında,

kederle yıkamışlar elmas yűrekleri.

Portakal yokuşları ve fıstıklı kőşkler kalmış

Ihtiyar papazların hatıralarında.

Selen tedavisi başlanmış műptelâ bir sâbî’ye

Ampűtasyon davaları açılmış hakkımızda

‘Kűn’ emri gelmiş,

Pulsarlar’ın kőşe kapmaca oynadığı kara dut yollarından

Gőğsű kızıl kuşları,

Deniz kestanelerine sığınmış,

Cazibeler műcverci kadına,

Eros da kűkűrte.

Bir ferman çıkmış Sam Yeli tahtından,

tam da faleze yuvarlandığında sevahilim.

Amud-u fıkarî’den yakalanan yığın,

Asla itimad etmemiş

Sahte ‘ifşâ makâm’ına.

Ağaç saplı bir kama saplanmış,

Sihirli Ruh sinemasının vőlur koltuklarına,

Zâkir bir yılan girmiş,

Tereddűt bahçesine.

1994-Istanbul

 

AKANTOSİS

Kan çanaklarında sunuldu deve tabanları,

Kuyruksokumlarında

Habis şikâyetler var Lemurlar’ın

Kusur tarlalarına fettan kadın tohumları atıldı.

Altı boğumlu erkek akrepler sızdılar

Melek hanımın arka bahçesine gűpegűndűz.

Ortanca ve kasımpatı toplamada

Hurma hatlı tavuslar.

Merâgî’nin Sırlar kitabına gizlenmiş,

Tahrib-i Harâbat ve Ruh-u Âzâm.

İnikas yeleleri savrulmuş Konstantin deresinden.

Ve devamla,

Baobaplar’ın gőz yuvarlarında kahhar bir ifâde belirmiş,

Sekoyalar çağrılmış

Bűyűk eylem adamlarının illegal toplantısına

Elif, lam, mim dibâcesiyle girilmiş mevzua,

Gőztaşı akıtılmış seyyâlelerin rahmine,

Kavuniçi bir Âlî çıkmış heybetli kűrsűye,

Çelik nihâlenin yanına kıvrılmış zarif kuyruklar

Bir Kaşmir’e sarınmış arık militanlar,

Bir top kar erimiş, ayalarında Mecdelli Meryem’in

Mâden halita olmuş kıskanç bir esmerin ensesinde,

Farbalalar, ince oyalar ve nakkaş hemhâl olup

Ahir vakit’te inmişler

Kum tepelerinin ortasına.

1995-Istanbul

 

YOK MU?

Yok mu bir Kerberos,

Bir ısırgan, bir yalaz, dinmez bir Ruh?

Yok mu bir Âl-i Cengiz sonatı, bir katekulli

Bir kara Char ki binip gidelim yeryűzűne?

Var mı bir cıva kırbaç, bir gűrz, bir topuz,

Bir ihlâl, izmihlâl?

Var ki, ahlâk kasabından bir kara haber,

Çıkmış yola kűfűr katırları, ağulu kelerler,

Agalar, paşalar…

Varsa yeni bir paradigma, bir műntâkim adam,

illâ ki vardır orada bir tecelli, bir faros,

Ve bir burnu sűrtűlen ve bir kambur.

Yok eğer, gafil bir ahlat ağacından

Bekleniyorsa medet ve de istihzâdan

O hâlde zannedilmesin ki,

Virâneler ve taallukatı kalır yanına,

Sicil őlűr o dem,

Yıkılır kűlliyat,

Savrulur iskandiller,

Hantal őfkeler, yitik mal,

Ve mercan dilli matbuat.

1997-Komotini

 

MEN AREFE NEFSEHU FAKAT AREFE RABBEHU

Nasıl bir belâsın ki,

Deniz şakayıkları avutur künhünü

Anemonlar tarar saçlarını

Muiz şecereler koşar ardından

İnfial,

Arş’a sığınır

Kediler bir canla kurtulur.

Sıbyan mekteblerinde açar,

İris çiçekleri

Ve,

Hâlden sorar katafalk nöbetçileri.

Bir kesif duman sarar,

Tavuk karası aplikleri,

Sarsılır küçük tilkinin kuyruğu

Kızıl bir hezeyanla.

Nasıl bir belâsın ki,

Ebâbiller secdeye durur,

Lodos yazılı bir duvarın önünde,

Aks-ül âmel pabuçlar,

Dolanır paraketeye,

Amber kusar kaşalotlar,

Etamin takılır kanlı kasnağa,

Seyr-ü sefer emirleri çıkar

Janos ve Attila’nın kursağından,

Erimiş saatler çalar,

Kalküta iskelelerinde,

Istavroz çıkarır kapı komşuları.

Öfke,

Kayar ayaklarımın altından.

Nasıl bir belâsın ki,

Âdem elmaları parçalanır,

Kayıp dünyaların.

Eytam sırra kadem basar,

Kenan idrarında boğulur,

Ecnebî eteneler kucaklar,

Yılan gözlü servileri.

Ben,

Zor doğumlar yaparım,

Gotik konakların sundurmalarında,

Senin haberin bile olmaz...

1997-Atina

 

 

BİR BENEKLİ KURT ŞİİRİ

Kızıl kışlara boğulduğunda Marple Sırope

Aşk, kaba kuyruklu bir benekli kurttur.

San’attan düşmüş bir ihtiyar bekler yolda,

Tammuz efendilerinin kara kadehlerini.

Zarâfet kasları ve kadın çoraplarıyla yakalanır,

Sağ ayağını tuzağa kaptıran alatav ergen.

Aks’i suya düştüğünde bir bâkirenin,

‘El’ân Kemâkan’ diye haykırır Zaman.

Ebrulî bir aynaya saklanır Apatsza,

Bir fâhişe, yıkar ayaklarını Ayazma’da.

Gün gelir, devrilir idoller,

Ayaklanır ifşâat, şerbetli topuğundan.

Somon dudaklarından öpüldüğünde,

Bir Jericho gülünün,

Kopar vâveylası yitik kumların,

Hazine dairesinde, sivri dillerin.

Kudurur, samyelinin yaladığı kayalar,

İhtiyar ölür, dirilir bir deli vaşak.

Neden, yalnız genç kızlar zeytin sağar,

Diye hayıflanır palikar.

Sübyancılar, onaltı yaşında bir Macar kızının,

Yüreğini çıkarır St. Paul kuyusundan.

Kudas yenir, eslah kuşanılır,

Ve,

Hayat etini satar Rades banliyösünde.

Altun’dan bir ustura keser işâret parmağını,

Muhteris bir karadulun.

Duha vakti,

Tahiyatta yakalanır,

Güzeller güzeli bir cadu.

İncil Kilisesi’ne sığınır,

Gece kalpazan, gündüz puşt.

Ayyuka çıkar bir kedi,

İntikam gelir dayanır kapısına,

Kızıl göğüsli bir benekli kurdun...

2001-Komotini

 

 

FUSHSIA

Bir yalım ağrı demliyor ekâbir,

Hariçte Kara Koncolos fırtınası,

Nemli bir örümcek sırtı,

Ter damlaları kulak memelerinde Yâr’in...

Uğraşıp duruyor,

Hasıraltı etmek içun,

Kâhin oltalarını...

Havada asılı kalan bir hesab kokusu var,

Conquıstadores marşının sesleri geliyor,

Belli belirsiz,

La Paz belediye bandosu çalıyor gibi...

Tütsülü tuzaklarla dolu asfalt,

Seyyal bedenler akıp gidiyor bir bir,

Sağda solda afyon yutmuş martılar,

Yack’lar ve kavmler uykuda,

Tik gölgelerinde...

Feleğin çemberinde,

Vira Mayna sedâları,

Kadük haritalarda kıpırdanmalar,

El Hayy’ül Kayyum ve

Ya zül celâl-i ve’l ikrâm...

Yalnız, Oklu kirpiler dinamik ve sevişmedeler,

Dehr’in gölgesi altında seçilebilen şey,

Gözüne çıyan damlayan cariyeler.

Herşey ayniyle vâkî alacalı mağarada,

Her dava görüşülmede...

Alla Franca süitler çekiliyor Paşalimanı’na,

Telkin verilirken mevtaya.

Ve Hayat canına kıyıyor,

Tel Atlasları’nda...

1997-Selânik

 

 

BEDENE SIZAN UTANÇ

Iştınlı arayışlar var

Yuvalardan çekilmiş harbiler sağda solda

Suver-i Hayal ikliminde her Cumartesi,

Kehf kıyamda

Ve göğüs hizâsında Hint İnciri

Altı parmaklı doğan kız

Büyümüş santa Maria Manastırı’nda

Eyvah

Karakulak ölmüş Gâvur deresinde

Ol ânda haşyet perdesi açılmış,

İsketeler, peçeli bahrîler ve toygarlar,

Utangaç yalı çapkınları hep bir ağızdan...

Tilâvet vakti gelip çattı,

Cizvitler irkildi, ceseler çürüdü ve,

Şerhler yazıldı sıretlere.

Kollar yıkandı dirseklere kadar,

Umman berre aktı,

Ökselere yakalandı ikinci el sahtiyanlar...

Anti-madde çerçileri dolaştı,

Plankton kabristanında ve,

Taş balıklarına bastı hınzır tıynetli,

Hırnap aromalı yaban kedileri.

Sen,

Deli gömleğim,

Utanca saklanan vücud,

Sen,

Dokumacı kuşu,

Yarın yırtılacak bir sahife,

Muhasebe defterinden...

1997-Komotini

 

LAKAYDİ

Lakaydi festivalindeyiz,

Uşşak makâmında bir şarkı mırıldanıyor

Ayrık otları

Süryânî Kilisesi’nin,

Beyaz zambaklı bağçesinde,

Aida operası

Ve Neşideler Neşidesi...

Haçlı bir tabutta,

Aynaya bakan bir kohen,

Kara safralar vecd hâlinde inadına...

Bir yangın,

Kahr yağmurlarıyla berâber

Lakaydi festivalinde

 

1997-Komotini

 

 

ŞUBAT AFSUNLARI-6 (EL’ÂN KEMÂKAN)

Fjord soğukluğu düştü yüreğime

Yarasalar ayakta

Mirmigolar başaşağı

Nedir zulüm?

Nedâmet ne ola ki?

Aside kokuları mı Rebi-ül Âhir’de gelen,

Azab ocağında kaynayan Hanımelili bağçeden

Altun tasmalı bir ispari mi

Sert damak mı

Mütereddit bir güve mi

Ruh’umu yiyip bitiren

Bir diken mi

Batan çeşm-i bülbüle

Kum saatleri mi

Sırça sarayıma göz dikenler

Kimdir üşüşenler hilafıma

Arpa suları mı

Vakum gözlü mâlar mı

Ekose kıvrımlı whisky tâcirleri mi

Kim bu âyine geç kalan

Günahkâr kadın mı

Ölümün arbaleti mi

Helezonî ejder mi

Kırmızı libaslı olan kim

Hazret-i Fahr-i Kâinat mı

Bakır artizanlar mı

Ağzımıza gelen yürek mi

Ve’l hıfz-u lisân

Selâmet-ül insan...

1999-Zakinthos adası

 

UQAB

Bir vatansız Uqab gördü düşünde

Ağzında bir taş

Ve bir simurg yumurtası ayağının dibinde

Bir melankoli göz akında,

Bir dakrios burun kanatlarında

Vira Bismillah sadâsı

İmân tahtasında Pervasız’ın!

Muhabbet tellalının silueti bozdu sessizliği,

Avucunda belirdi çapraz bir duygu, Mukadderat’ın.

Fütûrlar yerli yerinde

Tefekkürde Melanuryalar

Kaygı yok, korku da

Az sayıda irkilmeler

Bir imge belli belirsiz

Selmân-ı Fârisî!

Geçici bir hayret Gabes pazarında

Sonra,

Yüksek perde bir çığlık

Destuur ve peyda olan ıslak yılan

Kürre-i Arz üzerinde ne var ne yok,

Ürpermede

Ok sadaktan çıkmış,

Kan işemede atlar

Nice tavırsız varlık,

‘Ya Hû’ nidâlarıyla katıldılar hengâmeye

laciverd takkeli kuş bezirgânı hariç,

o sükûtta

navlun ödenmiş velâkin süvârî lakayd

rüyâ devâm etmede;

kızıl damarlı mermer blok,

ummanda, Remli sevâhilinde...

merak, kaygı, telâş ve yazgı,

alındı mermer, deryadan,

okundu yazı:

Kilisenin sağ tarafına!

Kırmızı gözlü kara kedi

Beyaz suretli sâbî

Ağlamaklı sînelerle çöreklenmedeler

İkindi’nin farzına

‘Teqbiiir’ diye bağırdı yakut ferâceli esmer,

Eyvaah, eyvah ki ne eyvah,

Yaşlı zâhid

Ekliptik, saptı yatağından

Cenâzenin destan hânesine ‘Hatun’ yazıldı

Musalla tuz buz oldu,

Rimbaud göründü, saf bağlarken

Atala iki büklüm

İki kızkardeş, ardı ardına

Bıraktılar kendilerini,

Lânetli fenerden aşağı

Gece gehenna’ya kaldı

Çöpçüler safir göğüsleri süpürdü

‘Tebbet yedâ’ fısıltıları arasında

hayat, bir Kara büyü formunda,

sekti Halil’in kahvesinden

baldırıçıplak sığırcıklar kanatlandı

fukaranın zihin yüzeyinden

gurnada yıkandı

üçüncü derece yanık müptezel

çiğ süt emmiş nice hayasız

sökün ettiler yeşil-gri eteklerden

ellerde kudret narları

ayaz kuru, ayak çıplak

yatsıyı müteâkib başladı hararetli tartışmalar

herkesin pabucu ters,

Adâlet dayandı kapıya

Sabır küheylânının üzerinde

Hızır kılıcını çekti,

Yere yığıldı kibir

Fâhişe çekildi huzurdan

Hediğinin izinden bî-haber

Zümrüdî nâlânın üzerinden uçuldu

Hayatsız bedenler,

anlaşılmaz sesler çıkardılar

perde indi mânâ katmanından

kapandı kafa-kol makası

uyanıldı bir rüyâdan

bir uqab, sarı sırtlı kertenkelelerin refâkatinde

çıktı divana

gereği düşünüldü

kimimiz Cidde’ye savrulduk,

kimimiz Olympos’a,

kampana çalındı Kıble cihetinden,

yeni bir ölüme yattık, yeni bir kâbusa...

 

BİR AŞK VAK’ÂSI

Kırmızı tomurcukla başlar bazı aşk öyküleri

Yeşil usâreler, safran, zerdeçal

ve ahududu simyâlarıyla daim olur

Sinâmeki, Hatmi, a priori derken

Yarı kanlı etler, hazlar ve kıyleler

Katılır alâyişe

Nemli esrarlar, gri serzenişler, hodbinler

Günü yenile ağaran

Parafin gözlü levreklerin peşine takılır

Sofrasında, nihâleden gayrı

Hiçbirşey bulunmayan

Incalız toplayıcıları, ıştın tüccârları.

Ve ıstarnacılar

Matbaa amelelerinin, gassalların ve sakkaların

Gizemli aşklarını beslerler biteviyye.

Elyesa’yı, minyatürcüleri, Bahira’yı,

Haddehâneler’in sümüklü ve cılız eytamını

Satrapları, Surp Agop kilisesinin önünden geçenleri

Dehlizlerde karşılar kayabalığı aşkları.

Hâleli ahtapotların, sarı asmanın, Ta-Ha suresinin,

Zembilli Âlî Efendi’nin, mavi gözlü kara kedinin,

Âmâların, ehl-i vecd’in, katastrofun, pavuryanın,

Aywazowsky’nin, pençe-i şir’in ve hurufîlerin

Şuuraltlarının hülâsası aslında birer

Kızıl-Yeşil ve tuhaf aşk öyküsüdür.

Mezarları kadınların,

Göğüslerine kadar derindir

Ve başları kıbleye dönük.

İfşâ ve fâş, yosma ve fâhişe,

Esztergom papazları, Goliath ve Karkinos eklipsi,

Mavi Rus kedilerinin boyunlarındaki gerdanlık

Ve tüm zamandışı kâtiller,

Başaşağı gömerler Maktûller’i,

Aksine geleneğin.

Kiraz dudaklı militan,

Kuşlama yapar Mevlânakapı’daki Alewi mahallesinde.

Hâlden bilmez bir mah-rû,

Pusu kurar Kuzey’den gelenlere.

Kader’in bekâreti bozulur üçüncü gözde.

Varıldığında Sidre-i Müntehâ’ya

Çıkar ok yaydan.

Aşk,

Yakasında bir dünya malı olduğu hâlde

Akıp gider,

Pardali bir tilkinin yelesinden aşağı.

Lekesiz Horoz üç defâ öter gece boyu

Ve sabah olduğunda baladları duyulur,

Asılı kalanların Araf’ta.

Sedir cini okur fermanı,

Karar sâbittir;

Artık muhammaraları,

Tâdeler yoğuracaktır gözyaşlarıyla.

Aşk akîm kalır,

Litotomi masasında ve o dem,

Her yan kızılca kıyâmet, sahtiyan ve Ave Maria’dır.

Empathiler, kömür kentlerin pastoral senfonileri,

Prelüdler, çomaklar, karabiber yaprakları,

Dinginliklerin kaza neticesi ölümü,

Sühâ ve Hacc Farizâsı,

Şeyh ile Orospu, vefâ, yengi, özlek ve

Balık gözüyle aşk retorikleri yağar,

Kaliyl tarafıma.

Kızıl tomurcuklarla başlayan aşk öykülerinin

Bilinmeyen bir tayfı mavidir,

Diğer yanı ise yalamuk.

Miara vurulduğunda ‘Sahne-i Şuhud’,

Çöker carton-pierre tavan ve,

Kırılır kahpe çark...

1997-Athina

 

 

WREATH of CHİVALRY

Biri gelmede zifirin içinden hayal meyâl

Alnının ortasında parlak ve zehirli bir safir,

Üzengiler böğrünü deşmede doru atların,

Gece ziyâsında.

Hamr ile karışık hâller esiyor,

Fatih sokaklar arasında

Sürreel avcı kuşlar,

Nereden geleceği mechul darbelere bilenmedeler.

Endişeye narh konmuş,

Gökten yağan taşlar pişiriliyor kazanlarda

Şaşkınlık ve bir tutam gizem bitkisi

Yürüyorlar,

Altlarına serilen kırmızı halıda

Destansı bir hayâletin kollarında,

Ruhunu teslim ediyor mısralar

Konu bütünlüğü yok,

Örse dokunanların sağ ellerinde

Haram ve tâde etler mezâtta ve izinsiz

Herşey, bir fırsat mesâfesinde

Alatav bir toprakta döllenmede

Kanlı divâneler

Azgın ve pervasız yaban köpekleri,

Üşüşmüş bir leşin başına,

Üşüştüğü gibi lolitaların göğüs uçlarına,

Kart zamparaların

Zemin akmada ve salınımda Dehr

Beklemede zevâhir

Ve perde, lacivert bir lekeyle inmede

Çalı dikenlerinin üzerine...

Atina, 1998

 

NOYAN TAPAN

Acı ilençler mâbedi burası,

Sızlanan zangoçları, sırçadan kampanalarıyla...

Ham ruhların uğrağı,

Livani yerine pedavra kokuları.

Herbirinin ağzında bir sultanî üzüm dânesi,

Yarını kurgulamaktır kayguları.

Hepsi bir kuzgun,

Hepsinin ağzında bir Merlan...

Peri kızlarına serbest,

Gıpta ve suyun dinamiği...

Bedenleri saran samur kürkler arasından bir ses:

Ars Longa Vita Brevis!

Terzi Kası’nın mânâsı,

Dulavratotu yoncaları ve negatif evren,

Iskarmozları küpeşte dışında kalan,

Cümle mevcudat,

Hemzemin geçitlerde paramparça...

Mezmur hâlâ klandesten,

Namus tütsüsü hâlâ sıcak,

Ve Mercanköşk daim kaynamada,

Münevverler kahvesinde...

Kolay anlaşılmayan bir geometridir aslında,

Noyan Tapak,

Bir tavus teleği kadar manifest olsa da,

Nesil aşılmaz bir kargaşada,

Bir eczâ kavanozunda,

Kökler ve esrar güvertede,

Bir Hacer ve dört feyyaz adam,

Halat örmedeler Raphael adasında...

www.drhakkiacikalin.up.to