Dr. Hakkı Açıkalın -ŞUUR- BİLİNÇALTI MAĞARALARININ MUCİZELERİ Deli gömleğimi giydim Frenk incirlerinin, Kök usâreriyle buluştuğu Sırça karanlıklar bataklığında. Bir Sahra sırtlanı geldi ebrulî seccâdesiyle Şimal tarafıma, Diken üzerine çizilmiş bir harita ağzında. Yirmibir parmaklı bir adam doğdu, Santa Maria manastırının, ‘girilmez’ ibâreli arka sofasında. ‘Âb’ aylarında, bir umacı; vetireler, su diyalektiği ve Bilinemezcilik üzerine imbikten geçirdi eski yığınları. Talikalar, Yunus sırtı bir cenâze aracına eşlik ettiler. Benekli tilkiler, Yılkı atları, Oklu kirpiler, ‘Ben’ ve Tundralar, galiz kahkahalara şahid olduk, havuç tatlıları eşliğinde. Çıyan yüzlü bir kadının, Çatallı dili sıyırdı, kuyruklu tabak artıklarını. Neftî bir Dağ karanfili piç verdi Pây-i tahtta. İspermeçetlerin aile meclislerinde, faîli aşk olan, lirik bir dram yaşandı. Dişi damaklarda, 16’lı tarihlere farklı atıflar yapıldı. Bir onulmaz alışkanlık yarattı, Düztaban cemaatlerin soðuk bedenlerinde, Cadı külahlıların musibetleri. Zıvanada kalanları, Sadâret ısırıklı orospular öğüttü. Âkil olmayanların Üst-Ben’lerini kanattı Melekut’ta büyüyen çocuklar, görünmez parmaklar dokundu, titreşen aynaların sırrına. Tekinsiz platin ormanlarının esrar dolu anaları, Peri yuvalarında sakladı dikbaşlı gölgeleri, Eski Takvimci rahibeler misâli, Çavuşkuşları, Anka kılığına girip, Ay ışığında Haram avına çıktılar. Alevlere devrildi birer birer, Ökselere yakalanan ihtiyar oduncular. Sorguçlu bir ejder gürledi, Metruk hamam kurnalarında. Beyaz bir deve ıhtı ayrık otlarının bilinmez âtîlerine. Bir Bedevî, Sevgilisine şiir okudu: "Hünkâr sefâ’m, Elleri gözlüm, Karakalem eskizler çizdirdi bana, Yanılgılı sevgiler. Tâlî balığım. Sen, Âkıbeti iki taş olanlar kadar keskin, Kıymet kadar kul, Hilda kadar bî-habersin. Acem kedim, Nafia’m, Aquamarin fanusun tarantulası. Elmas yürekleri dağlıyor, Turunç yokuşlar, Saklambaç oynayan deniz kestâneleri İnfaz fermanları çıkartıyor Kükürt bakışlı kerrakeler için. Bir boynuz kama saplanıyor Tereddüt bahçesine ahalinin. Bellek yitiyor, yıkılıyor külliyat, Savrulup gidiyoruz güvendiğimiz dağlardan". Künhünü muiz şecereler avuttu, Zehirli belâların, Paraketemize takıldı küskün bir kaşalot, Etamin işlendi kanlı kasnağa, Seyr-ü sefer emri çıktı Erimiş saatler dairesinden. Öfke, Istavroz çıkaran yılan yastıklarının altından kaydı gitti. Gotik konakların sundurmalarında, Zor doðumlar yaptı Afyon yutmuş martılar. Nemli bir örümcek sırtı, Gözünü aldı kavimlerin. Kadük olmuş Sekoyalar, bir daha geçtiler feleğin çemberinden, bir daha ıslanıp kurudular, Harbiler yivlere dokundu Ve Sur’a üfürüldü bir Cumartesi. Bir Vaşak öldü Gâvur deresinde, Haşyet perdeleri yırtıldı halkın, Âdem haşroldu, Sıretlere şerhler yazıldı, Umman toprağa aktı. Anti-madde çerçileri dirildiler Planktonlar kabristanındaki lahitlerinden. Taş balıklarına bastı hınzır tıynetli ahlatlar Davudî bir vâveyla koptu Arz’ın merkezinden! 1992
GŰN GELECEK… Gűn gelecek gűlűm Hint incirleri de isyân edecek Kan geldikçe burnundan zâlimin Pamuk elmalarının gözleri gűlecek Bir deli Yemen hançeri gibi saplandığında Yűreğine gidinin kahbelerinin Dilimiz Seyreyle vâveylayı Alnını elinin tersiyle silen Yiğit kızlar Tűkűrdűğűnde suratına Kara meleğin Duyulacak mavi naralar Tan ağartılarında, Gőğűs hizalarından gőműlen akbedenler Kıyama durduğunda Yerine gelecek keyfi Şehidan’ın ve tarla kuşlarının Sen, Sen var ya Bir pençe-i şîr oldun Alçağın kokuşmuş gővdesinde Ve bir canhıraş beste Burnumuzun direğinde Gűn gelecek gűlűm Dikenler batacak yığınların avuçlarına Namussuz, Sulta durup saklanacak hatıranın ardına İsmin kesecek gırtlağını Buz kesmiş lain’in 2002, Dr. Vefâ İdris ve tűm fedâ eylemcisi kızlarımızın aziz hatırasına
NŬDEM SEMÂLARI Sinler kazıldı fontanelle seviyesinde Haz makamlarının olgun keşişleri Yedi saf oldular, La Clandestina mağarasının şakayık dehlizlerinde Űç kız havalandı Alâim-i Semâ tayflarından Kuşluk vaktinde Şeffaf mâbedler belirdi Ellerinde yeşil-kırmızı meş’âleler ‘Ya basta’ diye bağırdı taba renkli, somon coğrafyalı kadın ebrulî bir çığlık duyuldu Kara Koncoloz fırtınasından evvel Mırra içen Kűrt fazıllarının Ilık hançerelerinden. İspinozlar perde arkalarına saklandılar. Tâze galsemeler dolaştı Ayakaltlarında Lahutî gecelerde Ense köklerinde ıştın ve ada soğanlarıyla Giryan kaynattı asil Ruhlar. Alnıma, Altın tasmalı bir cinnet lekesi dűştű NŬDEM SEMÂLARI’NDAN Safir bir aşk zerresi, Heyyulâ kuzgunlarına yem oldu, Sırra kadem bastı Arz-ı Mev’ud, Artık beşinci Mevsim’di. 1998 İLGİLİ MAKÂMA ARZ La Traviata ve Bernarda Alba, birlikte imzâ attılar karakuşî bir iğfale. Yarasalar âleminde, Bir sabaha karşı, Bir oniri, Űç karabaş papaz boğazlamış, Manastır’ın cűmle kapısında. Kuşluk vakti, Helyum orduları, Kayası parçalarına tutunmuş Şakak kemiklerinin. Şafakta, Zanaatkârların aşk ağılları Terketmiş şehri. Mesimeri; Zerdali kakları kaplamış Mecnun deryasının Kuzey sahillerini. Apoyevma; Asparagas haberler yayılmış ihtiraaslar űzerine. Şevv çőktűğűnde; Vacib-űl Vűcud tipisi kaplamış Dimağ çatılarına Salat-ı Vitir’i műteâkip. ARZEDERİM… 06. 08. 1997
PEMBE DUVARLI KIZ Aba, Bir sitemkâra yakılmış Samatyalı bağçevan’ın taş duvarlarında mukîm. Kűçűk işte, eğleniyor: ‘Hakkı, Hakkı dolmayı kaptı űç mum yaktı seyrine baktı’ gibisinden. Őbűrű de Entomoloji kitabım nerede havalarında Biraz daha Ayva tűylű, ebem kuşaklı delimsek Esved azıcık. Gőzűm hep Minerva’da, Hermine’de. Durmadan yeni bir tirad atıyorum ziftin űstűne, Ağır ezgi, fıstıkî makâm. Bir apalak iniyor Gök perdelerinin arasından Cibril’in kucağında, herkes ona bakmada. Katran saçlı kıza, Nohut kahveleri ve havuç tatlıları eşliğinde ‘Aranjuez konçertosu’nu seslendiriyorum. Bir sakırga yaklaşıyor, eyvallahın var misâli Âdem’in yűreğine ‘Dıle mın’ diyorum, eyleme… 1993 / Istanbul
ABRAHAM’IN TÂBİRİ Avram da derler… Primattır, sen ben hesabı. Aziz Konstantin mağarasında yaşar, Yűzűnű serçe havzında yıkar ekseriya, Kır sakallı, Teheccűd kılar, rűyâ gőrűr, tâbir eder: Nimetler vahaya, kűlfetler Ledűn’e, Aqua Simplex Ceberrut’a ve biz heryere… deyip durur. Bir perikızı vâsıl olur Dakianus devrine, ‘Ey Zaman!’ der ‘Seni boğdum! Kaygan yosunların, Laminarya ekmeklerinin, Bağırtlak kuşlarının kızıl gőğűslerinde, Kara paçalı kız da peşinden... 1992
BAKLAVA DİLİMLERİ Neftî bir dağ karanfili filizlenir Rhesus’un payitahtında Aakward otu biter Meczubların yűrűtme merkezlerinde Mim ve Be yeni mânâlar kazanır Nűktedan mabeyincibaşının Aile meclisinde Lirik bir dramdır âdeta; Bantu dillerine vâkıf İspermeçet balinaları Azgınlık zamanlarında sűkŭn eder. Hırs, Vehim atını sŭrer Bakabillah makâmına. Pencere kenarında iki Afrika bŭlbŭlŭ Dŭşer hasır seccâdeye. Őlű kasvetlere ağlar Teyyid edilmiş sőğűt yaprakları, Zehaba kapılır failleri Aşk’ın, Kűrre-i Arz Umman’a dűşer Baklava dilimli eyyamın Hől tavan arasından! 1993-Edirne
AB AYINDAN SONRA AŞK’A YŰKLENEN MÂNÂ Sakın ola ki, Ab mâyî’dir denmeye! Bambaşka bir vetiredir bu Kadim tarih’e bir atıf, hoş bir tevâfuk. Ortadoğu’nun esrik haritalarında saklı bir roman. Anladım sanma bazı zahirleri, zahidleri Tâ ki, takva çarkına takılana dek. Bir histeridir Dişi damaklarda Aşk tassalutu Ab ayında bir gulyabani, bir topal sırtlan Leyller boyu muttasıl bir ceyda Çığlık çığlığa bir pandűl. Batınî bir elemle kaplanmış Soğuk Cadı kűlahlarında oturdum ben biteviyye, Başsız dikilitaş sarkıtları battı gőnlűme demâdem. Bu Ab ayı, Onulmaz bir alışkanlık husûle getirdi, Ilık dűzeneklerinde dűztaban cemaatlerin. Hayat, Belh’űm Âdaller fasitinde Őğűtűr zıvanada kalanları Sıra sana bir tűrlű gelmez sadâretten. Ab ayında Aşk’a yűklenen mânâ, Kanatır űst-benlerini Âkil olmayanların… 1990
İĞNE YAPRAKLI ÇAMLAR Netâmeli bir Orman’ın Mistik patikalarında yaşar Etz Haim Esrar, gőlgeler ve dikbaşlılarla berâber. Alagőzlű bir hőyűk ıslık çalar yatsıdan sonra Saklambaç oynayan rahibelerin ardından Binbir gece topazı yanar kızıl sâlip mağarasında. Harunîler’in cilbabları parlar Ay ışığının altında Envai tűrlű nűmayiş sőkűn edip gelir; Haram aylarının balmumları, Anka kılığında çavuşkuşları, Naturası bozuklar, Âraf kadroları. Őkselere yakalanır yaşlı oduncular Birer birer Sorguçlu bir ejder gűrler Ruh aynasından Bir gűmbűrtű kopar Metruk hamam kurnalarında, Kubbe çőker, Ay şak olur dőrde. Basralı bir kevâşe ikiz kız doğurur "İkra’, bismirabbikellezi halak" nidası gelir underground âlemden, nutku tutulur benekli tilkilerin, Yılkı atlarının Hatmi Hâcegân’a başlar Dişi toygarlar Nuş edűb, Hırahman olur kediotları Ellerinde ibret kandilleri Safa durur peykerân Besler tavrını, bilinmez gecelerin İğneli Çamlar! 1991-Istanbul
MART’TA KARA KALEM ESKİZLER Bilmeliydin ki cicim, Bu Hűnkâr sefâları başına iş açacak. Ne Yetkin, ne Green pub, ne Molla’nın kırmızı arabası kara kalem eskizler çizdirebilirlerdi sana. Şahs-ı műnhasırına, Hatıra defterlerinin Pagoda gűzelini, Yanılgılı bir Aşk’ı ve tâlî bir balığı sipariş ettim. İşim dűştűğűnde canlı maymun lokantasına, Ali Paşa’ya, Bakűs’e, La Fuite’e Umurumda olmaz Beyti’li gűnler, hayal kahveleri, Hidiv’ler Ne de Rom’lu dondurmalar, Pandeli’ler ve Zindanlar. Bir deli at donu kadar seyyal, çömez çulu kadar masumdur mefluç kumralın sabit bakışları. Fesleğen saksılarına ekerim, Kul hakkını ve orta kademe kıymetleri, Karakter aktőrleri misâli. Ru-i Didâr iner Arş’tan, Bihaberken ben Hilda’dan, ifna’dan ve Palanga műnzevîlerinden. Sen, ey hâkî yűzgeçli şerefyâb, Acem kedisi, halka kűpeli muharrik, NAFİA! Sakın galiz heceler yazma, Montevideo iskorpitlerinin Aquamarin fanuslarına!.. 1982-Aralık / Istanbul
YTTERBIUM Bir Ara varlık statűsű gelmiş Akşam postasıyla Kanete erketeleri havalandırmalarda, Sarsmışlar derinden hazirunu. Erbain fırtınaları şimal-cenub hattında, kederle yıkamışlar elmas yűrekleri. Portakal yokuşları ve fıstıklı kőşkler kalmış Ihtiyar papazların hatıralarında. Selen tedavisi başlanmış műptelâ bir sâbî’ye Ampűtasyon davaları açılmış hakkımızda ‘Kűn’ emri gelmiş, Pulsarlar’ın kőşe kapmaca oynadığı kara dut yollarından Gőğsű kızıl kuşları, Deniz kestanelerine sığınmış, Cazibeler műcverci kadına, Eros da kűkűrte. Bir ferman çıkmış Sam Yeli tahtından, tam da faleze yuvarlandığında sevahilim. Amud-u fıkarî’den yakalanan yığın, Asla itimad etmemiş Sahte ‘ifşâ makâm’ına. Ağaç saplı bir kama saplanmış, Sihirli Ruh sinemasının vőlur koltuklarına, Zâkir bir yılan girmiş, Tereddűt bahçesine. 1994-Istanbul
AKANTOSİS Kan çanaklarında sunuldu deve tabanları, Kuyruksokumlarında Habis şikâyetler var Lemurlar’ın Kusur tarlalarına fettan kadın tohumları atıldı. Altı boğumlu erkek akrepler sızdılar Melek hanımın arka bahçesine gűpegűndűz. Ortanca ve kasımpatı toplamada Hurma hatlı tavuslar. Merâgî’nin Sırlar kitabına gizlenmiş, Tahrib-i Harâbat ve Ruh-u Âzâm. İnikas yeleleri savrulmuş Konstantin deresinden. Ve devamla, Baobaplar’ın gőz yuvarlarında kahhar bir ifâde belirmiş, Sekoyalar çağrılmış Bűyűk eylem adamlarının illegal toplantısına Elif, lam, mim dibâcesiyle girilmiş mevzua, Gőztaşı akıtılmış seyyâlelerin rahmine, Kavuniçi bir Âlî çıkmış heybetli kűrsűye, Çelik nihâlenin yanına kıvrılmış zarif kuyruklar Bir Kaşmir’e sarınmış arık militanlar, Bir top kar erimiş, ayalarında Mecdelli Meryem’in Mâden halita olmuş kıskanç bir esmerin ensesinde, Farbalalar, ince oyalar ve nakkaş hemhâl olup Ahir vakit’te inmişler Kum tepelerinin ortasına. 1995-Istanbul
YOK MU? Yok mu bir Kerberos, Bir ısırgan, bir yalaz, dinmez bir Ruh? Yok mu bir Âl-i Cengiz sonatı, bir katekulli Bir kara Char ki binip gidelim yeryűzűne? Var mı bir cıva kırbaç, bir gűrz, bir topuz, Bir ihlâl, izmihlâl? Var ki, ahlâk kasabından bir kara haber, Çıkmış yola kűfűr katırları, ağulu kelerler, Agalar, paşalar… Varsa yeni bir paradigma, bir műntâkim adam, illâ ki vardır orada bir tecelli, bir faros, Ve bir burnu sűrtűlen ve bir kambur. Yok eğer, gafil bir ahlat ağacından Bekleniyorsa medet ve de istihzâdan O hâlde zannedilmesin ki, Virâneler ve taallukatı kalır yanına, Sicil őlűr o dem, Yıkılır kűlliyat, Savrulur iskandiller, Hantal őfkeler, yitik mal, Ve mercan dilli matbuat. 1997-Komotini
MEN AREFE NEFSEHU FAKAT AREFE RABBEHU Nasıl bir belâsın ki, Deniz şakayıkları avutur künhünü Anemonlar tarar saçlarını Muiz şecereler koşar ardından İnfial, Arş’a sığınır Kediler bir canla kurtulur. Sıbyan mekteblerinde açar, İris çiçekleri Ve, Hâlden sorar katafalk nöbetçileri. Bir kesif duman sarar, Tavuk karası aplikleri, Sarsılır küçük tilkinin kuyruğu Kızıl bir hezeyanla. Nasıl bir belâsın ki, Ebâbiller secdeye durur, Lodos yazılı bir duvarın önünde, Aks-ül âmel pabuçlar, Dolanır paraketeye, Amber kusar kaşalotlar, Etamin takılır kanlı kasnağa, Seyr-ü sefer emirleri çıkar Janos ve Attila’nın kursağından, Erimiş saatler çalar, Kalküta iskelelerinde, Istavroz çıkarır kapı komşuları. Öfke, Kayar ayaklarımın altından. Nasıl bir belâsın ki, Âdem elmaları parçalanır, Kayıp dünyaların. Eytam sırra kadem basar, Kenan idrarında boğulur, Ecnebî eteneler kucaklar, Yılan gözlü servileri. Ben, Zor doğumlar yaparım, Gotik konakların sundurmalarında, Senin haberin bile olmaz... 1997-Atina
BİR BENEKLİ KURT ŞİİRİ Kızıl kışlara boğulduğunda Marple Sırope Aşk, kaba kuyruklu bir benekli kurttur. San’attan düşmüş bir ihtiyar bekler yolda, Tammuz efendilerinin kara kadehlerini. Zarâfet kasları ve kadın çoraplarıyla yakalanır, Sağ ayağını tuzağa kaptıran alatav ergen. Aks’i suya düştüğünde bir bâkirenin, ‘El’ân Kemâkan’ diye haykırır Zaman. Ebrulî bir aynaya saklanır Apatsza, Bir fâhişe, yıkar ayaklarını Ayazma’da. Gün gelir, devrilir idoller, Ayaklanır ifşâat, şerbetli topuğundan. Somon dudaklarından öpüldüğünde, Bir Jericho gülünün, Kopar vâveylası yitik kumların, Hazine dairesinde, sivri dillerin. Kudurur, samyelinin yaladığı kayalar, İhtiyar ölür, dirilir bir deli vaşak. Neden, yalnız genç kızlar zeytin sağar, Diye hayıflanır palikar. Sübyancılar, onaltı yaşında bir Macar kızının, Yüreğini çıkarır St. Paul kuyusundan. Kudas yenir, eslah kuşanılır, Ve, Hayat etini satar Rades banliyösünde. Altun’dan bir ustura keser işâret parmağını, Muhteris bir karadulun. Duha vakti, Tahiyatta yakalanır, Güzeller güzeli bir cadu. İncil Kilisesi’ne sığınır, Gece kalpazan, gündüz puşt. Ayyuka çıkar bir kedi, İntikam gelir dayanır kapısına, Kızıl göğüsli bir benekli kurdun... 2001-Komotini
FUSHSIA Bir yalım ağrı demliyor ekâbir, Hariçte Kara Koncolos fırtınası, Nemli bir örümcek sırtı, Ter damlaları kulak memelerinde Yâr’in... Uğraşıp duruyor, Hasıraltı etmek içun, Kâhin oltalarını... Havada asılı kalan bir hesab kokusu var, Conquıstadores marşının sesleri geliyor, Belli belirsiz, La Paz belediye bandosu çalıyor gibi... Tütsülü tuzaklarla dolu asfalt, Seyyal bedenler akıp gidiyor bir bir, Sağda solda afyon yutmuş martılar, Yack’lar ve kavmler uykuda, Tik gölgelerinde... Feleğin çemberinde, Vira Mayna sedâları, Kadük haritalarda kıpırdanmalar, El Hayy’ül Kayyum ve Ya zül celâl-i ve’l ikrâm... Yalnız, Oklu kirpiler dinamik ve sevişmedeler, Dehr’in gölgesi altında seçilebilen şey, Gözüne çıyan damlayan cariyeler. Herşey ayniyle vâkî alacalı mağarada, Her dava görüşülmede... Alla Franca süitler çekiliyor Paşalimanı’na, Telkin verilirken mevtaya. Ve Hayat canına kıyıyor, Tel Atlasları’nda... 1997-Selânik
BEDENE SIZAN UTANÇ Iştınlı arayışlar var Yuvalardan çekilmiş harbiler sağda solda Suver-i Hayal ikliminde her Cumartesi, Kehf kıyamda Ve göğüs hizâsında Hint İnciri Altı parmaklı doğan kız Büyümüş santa Maria Manastırı’nda Eyvah Karakulak ölmüş Gâvur deresinde Ol ânda haşyet perdesi açılmış, İsketeler, peçeli bahrîler ve toygarlar, Utangaç yalı çapkınları hep bir ağızdan... Tilâvet vakti gelip çattı, Cizvitler irkildi, ceseler çürüdü ve, Şerhler yazıldı sıretlere. Kollar yıkandı dirseklere kadar, Umman berre aktı, Ökselere yakalandı ikinci el sahtiyanlar... Anti-madde çerçileri dolaştı, Plankton kabristanında ve, Taş balıklarına bastı hınzır tıynetli, Hırnap aromalı yaban kedileri. Sen, Deli gömleğim, Utanca saklanan vücud, Sen, Dokumacı kuşu, Yarın yırtılacak bir sahife, Muhasebe defterinden... 1997-Komotini
LAKAYDİ Lakaydi festivalindeyiz, Uşşak makâmında bir şarkı mırıldanıyor Ayrık otları Süryânî Kilisesi’nin, Beyaz zambaklı bağçesinde, Aida operası Ve Neşideler Neşidesi... Haçlı bir tabutta, Aynaya bakan bir kohen, Kara safralar vecd hâlinde inadına... Bir yangın, Kahr yağmurlarıyla berâber Lakaydi festivalinde
1997-Komotini
ŞUBAT AFSUNLARI-6 (EL’ÂN KEMÂKAN) Fjord soğukluğu düştü yüreğime Yarasalar ayakta Mirmigolar başaşağı Nedir zulüm? Nedâmet ne ola ki? Aside kokuları mı Rebi-ül Âhir’de gelen, Azab ocağında kaynayan Hanımelili bağçeden Altun tasmalı bir ispari mi Sert damak mı Mütereddit bir güve mi Ruh’umu yiyip bitiren Bir diken mi Batan çeşm-i bülbüle Kum saatleri mi Sırça sarayıma göz dikenler Kimdir üşüşenler hilafıma Arpa suları mı Vakum gözlü mâlar mı Ekose kıvrımlı whisky tâcirleri mi Kim bu âyine geç kalan Günahkâr kadın mı Ölümün arbaleti mi Helezonî ejder mi Kırmızı libaslı olan kim Hazret-i Fahr-i Kâinat mı Bakır artizanlar mı Ağzımıza gelen yürek mi Ve’l hıfz-u lisân Selâmet-ül insan... 1999-Zakinthos adası
UQAB Bir vatansız Uqab gördü düşünde Ağzında bir taş Ve bir simurg yumurtası ayağının dibinde Bir melankoli göz akında, Bir dakrios burun kanatlarında Vira Bismillah sadâsı İmân tahtasında Pervasız’ın! Muhabbet tellalının silueti bozdu sessizliği, Avucunda belirdi çapraz bir duygu, Mukadderat’ın. Fütûrlar yerli yerinde Tefekkürde Melanuryalar Kaygı yok, korku da Az sayıda irkilmeler Bir imge belli belirsiz Selmân-ı Fârisî! Geçici bir hayret Gabes pazarında Sonra, Yüksek perde bir çığlık Destuur ve peyda olan ıslak yılan Kürre-i Arz üzerinde ne var ne yok, Ürpermede Ok sadaktan çıkmış, Kan işemede atlar Nice tavırsız varlık, ‘Ya Hû’ nidâlarıyla katıldılar hengâmeye laciverd takkeli kuş bezirgânı hariç, o sükûtta navlun ödenmiş velâkin süvârî lakayd rüyâ devâm etmede; kızıl damarlı mermer blok, ummanda, Remli sevâhilinde... merak, kaygı, telâş ve yazgı, alındı mermer, deryadan, okundu yazı: Kilisenin sağ tarafına! Kırmızı gözlü kara kedi Beyaz suretli sâbî Ağlamaklı sînelerle çöreklenmedeler İkindi’nin farzına ‘Teqbiiir’ diye bağırdı yakut ferâceli esmer, Eyvaah, eyvah ki ne eyvah, Yaşlı zâhid Ekliptik, saptı yatağından Cenâzenin destan hânesine ‘Hatun’ yazıldı Musalla tuz buz oldu, Rimbaud göründü, saf bağlarken Atala iki büklüm İki kızkardeş, ardı ardına Bıraktılar kendilerini, Lânetli fenerden aşağı Gece gehenna’ya kaldı Çöpçüler safir göğüsleri süpürdü ‘Tebbet yedâ’ fısıltıları arasında hayat, bir Kara büyü formunda, sekti Halil’in kahvesinden baldırıçıplak sığırcıklar kanatlandı fukaranın zihin yüzeyinden gurnada yıkandı üçüncü derece yanık müptezel çiğ süt emmiş nice hayasız sökün ettiler yeşil-gri eteklerden ellerde kudret narları ayaz kuru, ayak çıplak yatsıyı müteâkib başladı hararetli tartışmalar herkesin pabucu ters, Adâlet dayandı kapıya Sabır küheylânının üzerinde Hızır kılıcını çekti, Yere yığıldı kibir Fâhişe çekildi huzurdan Hediğinin izinden bî-haber Zümrüdî nâlânın üzerinden uçuldu Hayatsız bedenler, anlaşılmaz sesler çıkardılar perde indi mânâ katmanından kapandı kafa-kol makası uyanıldı bir rüyâdan bir uqab, sarı sırtlı kertenkelelerin refâkatinde çıktı divana gereği düşünüldü kimimiz Cidde’ye savrulduk, kimimiz Olympos’a, kampana çalındı Kıble cihetinden, yeni bir ölüme yattık, yeni bir kâbusa...
BİR AŞK VAK’ÂSI Kırmızı tomurcukla başlar bazı aşk öyküleri Yeşil usâreler, safran, zerdeçal ve ahududu simyâlarıyla daim olur Sinâmeki, Hatmi, a priori derken Yarı kanlı etler, hazlar ve kıyleler Katılır alâyişe Nemli esrarlar, gri serzenişler, hodbinler Günü yenile ağaran Parafin gözlü levreklerin peşine takılır Sofrasında, nihâleden gayrı Hiçbirşey bulunmayan Incalız toplayıcıları, ıştın tüccârları. Ve ıstarnacılar Matbaa amelelerinin, gassalların ve sakkaların Gizemli aşklarını beslerler biteviyye. Elyesa’yı, minyatürcüleri, Bahira’yı, Haddehâneler’in sümüklü ve cılız eytamını Satrapları, Surp Agop kilisesinin önünden geçenleri Dehlizlerde karşılar kayabalığı aşkları. Hâleli ahtapotların, sarı asmanın, Ta-Ha suresinin, Zembilli Âlî Efendi’nin, mavi gözlü kara kedinin, Âmâların, ehl-i vecd’in, katastrofun, pavuryanın, Aywazowsky’nin, pençe-i şir’in ve hurufîlerin Şuuraltlarının hülâsası aslında birer Kızıl-Yeşil ve tuhaf aşk öyküsüdür. Mezarları kadınların, Göğüslerine kadar derindir Ve başları kıbleye dönük. İfşâ ve fâş, yosma ve fâhişe, Esztergom papazları, Goliath ve Karkinos eklipsi, Mavi Rus kedilerinin boyunlarındaki gerdanlık Ve tüm zamandışı kâtiller, Başaşağı gömerler Maktûller’i, Aksine geleneğin. Kiraz dudaklı militan, Kuşlama yapar Mevlânakapı’daki Alewi mahallesinde. Hâlden bilmez bir mah-rû, Pusu kurar Kuzey’den gelenlere. Kader’in bekâreti bozulur üçüncü gözde. Varıldığında Sidre-i Müntehâ’ya Çıkar ok yaydan. Aşk, Yakasında bir dünya malı olduğu hâlde Akıp gider, Pardali bir tilkinin yelesinden aşağı. Lekesiz Horoz üç defâ öter gece boyu Ve sabah olduğunda baladları duyulur, Asılı kalanların Araf’ta. Sedir cini okur fermanı, Karar sâbittir; Artık muhammaraları, Tâdeler yoğuracaktır gözyaşlarıyla. Aşk akîm kalır, Litotomi masasında ve o dem, Her yan kızılca kıyâmet, sahtiyan ve Ave Maria’dır. Empathiler, kömür kentlerin pastoral senfonileri, Prelüdler, çomaklar, karabiber yaprakları, Dinginliklerin kaza neticesi ölümü, Sühâ ve Hacc Farizâsı, Şeyh ile Orospu, vefâ, yengi, özlek ve Balık gözüyle aşk retorikleri yağar, Kaliyl tarafıma. Kızıl tomurcuklarla başlayan aşk öykülerinin Bilinmeyen bir tayfı mavidir, Diğer yanı ise yalamuk. Miara vurulduğunda ‘Sahne-i Şuhud’, Çöker carton-pierre tavan ve, Kırılır kahpe çark... 1997-Athina
WREATH of CHİVALRY Biri gelmede zifirin içinden hayal meyâl Alnının ortasında parlak ve zehirli bir safir, Üzengiler böğrünü deşmede doru atların, Gece ziyâsında. Hamr ile karışık hâller esiyor, Fatih sokaklar arasında Sürreel avcı kuşlar, Nereden geleceği mechul darbelere bilenmedeler. Endişeye narh konmuş, Gökten yağan taşlar pişiriliyor kazanlarda Şaşkınlık ve bir tutam gizem bitkisi Yürüyorlar, Altlarına serilen kırmızı halıda Destansı bir hayâletin kollarında, Ruhunu teslim ediyor mısralar Konu bütünlüğü yok, Örse dokunanların sağ ellerinde Haram ve tâde etler mezâtta ve izinsiz Herşey, bir fırsat mesâfesinde Alatav bir toprakta döllenmede Kanlı divâneler Azgın ve pervasız yaban köpekleri, Üşüşmüş bir leşin başına, Üşüştüğü gibi lolitaların göğüs uçlarına, Kart zamparaların Zemin akmada ve salınımda Dehr Beklemede zevâhir Ve perde, lacivert bir lekeyle inmede Çalı dikenlerinin üzerine... Atina, 1998
NOYAN TAPAN Acı ilençler mâbedi burası, Sızlanan zangoçları, sırçadan kampanalarıyla... Ham ruhların uğrağı, Livani yerine pedavra kokuları. Herbirinin ağzında bir sultanî üzüm dânesi, Yarını kurgulamaktır kayguları. Hepsi bir kuzgun, Hepsinin ağzında bir Merlan... Peri kızlarına serbest, Gıpta ve suyun dinamiği... Bedenleri saran samur kürkler arasından bir ses: Ars Longa Vita Brevis! Terzi Kası’nın mânâsı, Dulavratotu yoncaları ve negatif evren, Iskarmozları küpeşte dışında kalan, Cümle mevcudat, Hemzemin geçitlerde paramparça... Mezmur hâlâ klandesten, Namus tütsüsü hâlâ sıcak, Ve Mercanköşk daim kaynamada, Münevverler kahvesinde... Kolay anlaşılmayan bir geometridir aslında, Noyan Tapak, Bir tavus teleği kadar manifest olsa da, Nesil aşılmaz bir kargaşada, Bir eczâ kavanozunda, Kökler ve esrar güvertede, Bir Hacer ve dört feyyaz adam, Halat örmedeler Raphael adasında...
|