BAŞKA ZAMANLARDA LEFKE |
Enver
Bıldır.
Lefke Gazetesi, sayı 7. |
Lefke’nin tam olarak ne zaman ve kim veya kimler tarafından kurulduğu hep merak konusu olmuştur. Bu konudaki iki yaygın inanç söylenceler halinde bugüne kadar gelmiş ve yakın zamanlarda Nevter Zafer (1) tarafından kayda geçirilmiştir. Değişik kaynakların aralarındaki farkları bir yana bırakıp ortak yönlerine bakacak olursak karşımıza şöyle bir Lefke tasviri çıkmaktadır; Lefke, tarihin bilinen bütün zamanları boyunca yeşillikler içerisinde bir cennet parçasıdır. Doğal bitki örtüsündeki çeşitlilik, bol su kaynakları ve verimli toprakları yanında zengin maden yatakları da tarihin birçok döneminde bu bölgenin önemini olağanüstü artırmış ve Kıbrıs’ın önemli yerleşim yerlerinden biri olmasını sağlamıştır. Tüm bunların yanında, Lefke’nin, Kıbrıs’ın kuzey batısında kavşak noktası
olduğunu düşünecek olursak, bir yerleşim
yeri olarak ne kadar vaz geçilmez olduğu daha anlaşılır hale gelir (2).
Lefke’nin sağlıklı, temiz havası, verimli sulak toprakları bir gerçek,
ama bu gerçek üzerine kurulan ezeli cennet hayali ne yazık ki tüm tarihi
boyunca geçerli değil. Hatta diyebiliriz ki, Lefke, bilinen tarihinin
nerdeyse yarısından fazlasını bir cennet parçası olarak değil tam aksine
bir yeryüzü cehennemi olarak geçirmiş.
Aslında bu sonuca ulaşabilmek hiç de zor değildir. Lefke ve civarındaki bakır madenleri ve bu madenlerin işletilme koşulları bizi doğrudan farklı bir yaşamın ipuçlarına götürebilir. Özellikle Foucassa dağı, Aplıç ve Eski Karadağ’da antik çağlardan itibaren bakır madenlerinin işletildiği biliniyor. Bu çağların maden işletmecisi devletler, köleci devletlerdir. Bu devletlerde toplumsal sınıflar hiyerarşisinin en altında yer alan köle sınıfı, çalıştırıldıkları alana göre farklı yaşam koşullarına sahip olabiliyordu. Gündelik yaşamda, hizmet sektöründe kullanılan kölelerin yaşam biçimleri diğer alanlarda çalışanlara göre, görece daha katlanılabilir olmasına karşılık özellikle madencilik sektöründe çalıştırılan kölelerin durumu tam anlamıyla korkunçtu. Çıplak kölelerin, yüzlerce metreye varan derinlilerdeki maden tünellerinde çalışmaları, sırtlarına yüklendikleri madeni dışarıya çıkarmaları ve sonra bu madeni işleyiş koşulları bu yazı boyunca ele alınacak. Öte yandan madeni işleyebilmek için ihtiyaç duyulan yakıtın Kıbrıs ormanlarını nasıl yok ettiği, gazetemizin 1.sayısında, ‘Kıbrıs’ın Kötü Kaderi ; BAKIR’ isimli yazımda anlatılmıştı. Öncelikle belirtmekte yarar var ki bu gerçek, o çağlar için yeşillikler içerisinde bir Lefke hayal etmemizin önündeki en büyük engeldir.
Lefke’nin kuruluşuna ilişkin daha kesin kayıtlar ise İ.Ö. 3 yüzyılda
kasabanın kurulduğunu iddia etmektedir. Bu konuda Ahmet An şöyle yazmaktadır.
“Ptolemler döneminde, Kıbrıs’ta birçok şehir kurulur. Bugünkü
Lefkoşa, eski Ledra şehrinin kalıntıları üzerine, Kurtarıcı
Ptoleme’nin oğlu Lefkos tarafından, Lefkotheon adı ile kurulur (M.Ö.280).
Eski Soli yakınlarındaki Lefke’yi de o kurar...”
(A.An, s.8). Lefke’nin kuruluşu ile ilgili iddiaları ele alan Nazım
Beratlı da benzer şeyleri yazmaktadır, “Bizce en inandırıcı olanı,
burayı MÖ.3 yy da Ptoleme Kıralı’nın oğlu Lefkos’un
kurduğu ve kasabanın adının, kurucusundan geldiği şeklindeki
iddiadır”. ( N.Beratlı, Lefke Gazetesi, Sayı 4 ). Lefke’nin
tarihini 2300 yıl önce, ya da belirli
bir tarihten başlatmak kanımca çok doğru değildir. Ne yazık ki yazarlarımızın
her ikisi de kaynak belirtmiyorlar ancak bu iddiayı, Nevter Zafer’in aktardığı
söylenceler ile (bkz.dipnot 1.) birleştirirsek, belki Lefkos’un bölgede
bir çiftlik kurmuş olabileceği türünden bir sonuca ulaşabiliriz ama
ileride gelişip kent olmaya aday bir kasabanın kurulması birçok nedenden
dolayı mümkün değil. Lefke’deki maden ocaklarının işletildiği tarih
günümüzden 3500 yıl öncesine
kadar gitmektedir ve doğal olarak en azından bu tarihten itibaren bölgede
küçük yerleşim birimleri mevcuttur. Ancak bu yerleşim birimlerinde maden
ocaklarını işletenler değil, maden ocaklarında işleyenler yaşadığı için
bölgedeki yerleşim tarih dışı kalmaktadır. Tarihi, yönetici sınıfların
sarayları, siteleri ve ardlarında bıraktıkları yazılı belgelerle tanımlama
alışkanlığı, Lefke’deki insan yerleşiminin antik çağlar boyunca
dikkate alınmamasına yol açmaktadır. Oysa, Lefke, uygarlığın ve
teknolojinin gelişmesinin insanlığa nelere mal olduğuna en uzun süre ve en
iyi tanıklık edebilen ender yerlerden biridir.
TARİHİN
DERİNLİKLERİNDEN...
Lefke civarındaki en eski yerleşim yerleri Bağlıköy ve Vouni civarlarıdır. Özellikle Vouni civarındaki yerleşim kalıntılarının tarihinin İ.Ö. 7000’li yıllara kadar uzanması, bu bölgelerin Kıbrıs’taki en eski yerleşim yerleri olabileceğini düşündürmektedir. Kıbrıs’taki en eski bakır ocaklarının ise Erimi bölgesinde bulunduğu düşünülmektedir. Erimi deki bakır ocaklarının İ.Ö.3000 yıllarında işletildiği bulgulanmıştır. David Levender’e göre (Levender, s.20), Kıbrıslı’lara bakırı işlemeyi öğretenler Girit veya Mısırlı’lardır. Bu sonuca o tarihlerde bakırı işlemeyi bilen Akdenizli en gelişmiş uygarlıkların bu iki ülkede bulunmasından ulaşılmaktadır. Kıbrıs İ.Ö.1500 tarihlerinde Mısır hakimiyetine girer. Kıbrıs, Mısır’a vergisinin en azından bir bölümünü bakır olarak ödemekteymiş. Öte yandan, Lefke’deki hurma ağaçlarının Mısırdan getirildiği de biliniyor. Bugün sayıları 1000 civarında olan hurma ağaçları, bakırın maden ocaklarından çıkarılmasını sağlayan sepet yapımı için getirilip Lefke’ye ekilmişti. Mısırlıların (ve ondan öncekilerin), Lefke’de hangi tarihlerde bakır madenlerini işletmeye başladığı tam olarak bilinmiyor. Bu konuda belirlenebilen en eski tarih İ.Ö. 1350 yıllarıdır. 1938 de Ablıç madenini işletmeye açan CMC, bölgedeki antik çağlardan kalma tünelleri bulur. Yapılan incelemeler bu bölgede madencilik faaliyetlerinin yanında küçük yerleşim birimlerinin de varlığını ortaya çıkardı.(Levender, s.69)
Kıbrıs’taki Mısır egemenliği İ.Ö. 1220 yıllarından hemen sonra, Kıbrıs’ın Hitit’ler tarafından işgal edilmesi ile sona erer. Hitit’ler, Orta Doğu’da Mısır’ı, daha İ.Ö. 1281yılından itibaren geri çekilmeye zorlamış olmalarına rağmen, Kıbrıs’a ilgi duymazlar. İ.Ö. 1281 deki Kadeş savaşında Mısır ordusunu bozguna uğratan Hititler, Doğu Akdeniz’in önemli bölümünü de kontrolleri alına almış oldular. Kadeş savaşı, tarihte taktik ayrıntıları bilinen en eski savaştır. Kadeş savaşının bir başka önemli yanı ise, savaşın yapıldığı yüzyılda savaşan tarafların dünyanın iki süper gücü olmasıdır. Bugün bizler bu savaşın ayrıntılarını eski Mısır kayıtlarından biliyoruz. Birçok tarihçi bu kayıtlardan yola çıkarak tarafların birbirlerini yenemedikleri sonucunu çıkarmış, oysa bu kayıtlarda Mısır firavununun kendi halkına savaşı kazandığını söylediğini öğrenmemize rağmen bunun doğru olmadığını, savaşın sonunda Mısır egemenliğindeki Suriye topraklarının Hititler’in eline geçmesinden anlıyoruz. Nerdeyse bugünkü Mısır topraklarının sınırına kadar dayanan Hitit orduları Mısır ordusunu tümüyle dağıtmayı başaramadıklarından daha ileriye gidemezler. Çok açıktır ki bu olaylar yaşanırken Kıbrıs tam bir siyasal boşluğun içine düşmüş olmalı. Doğrudan kaynaklardan bu dönemi ne yazık ki bilemiyoruz ama çevre ülkelerde gelişen bir dizi olayın Kıbrıs üzerindeki etkilerinden bazı sonuçlar çıkarabiliriz. Burada bizim için asıl önemli olan bakır üretimi ve bu üretimle ilgili olarak Lefke ve civarında gelişen olaylardır. Konumuz Lefke olduğuna göre bu dönemi aydınlatmak bizim için çok önemlidir. Birazdan göreceğimiz gibi, Kadeş savaşından sonra geçen çok kısa bir zaman aralığı, Lefke tarihinde, Kıbrıs’ta bakır üretimi tarihinde ve bunlara bağlı olarak Kıbrıs tarihinde belirleyici öneme sahip olaylara sahne olmuş.
İşte bu konuyu aydınlığa kavuşturacak bir başka olaylar dizisi; Kadeş savaşından sonra geçen birkaç on yıl içinde bir başka ünlü savaş yapılır. Bu sefer savaşan taraflar Troya’lılarla Yunanlılar. Söz konusu savaş, Homeros’un şiirleriyle günümüze kadar ulaşıp insanlık tarihinin belki de en popüler savaşı haline gelmiş olan Troya savaşıdır. Troya savaşı, onca ününe rağmen, yapıldığı tarih, savaşın nedeni ve savaşın oluş biçimiyle ilgili cevabı tam olarak bulunamamış birçok soruyu günümüze kadar getirmiştir. Troya savaşının yapıldığı tarihle ilgili nerdeyse İ.Ö.13 yüzyılın bütününü kaplayan birçok tarih verilir. Değişik gerekçelerle ileri sürülen bu tarihlerin en çok kabul göreni, savaşın İ.Ö. 1250 yılından önce yapıldığıdır. Bizim burada esas alacağımız tarih de işte bu tarihtir. Bilindiği gibi Troya şehri önlerinde şehri alabilmek için 9 yıl savaşan Yunanlılar sonunda şehri savaşarak almayacaklarına karar vererek bir hile hazırlarlar. Troyalıları savaştan vaz geçtiklerine inandırıp ardlarında Troyaya hediye olarak tahtadan dev bir at bırakarak askerlerini geri çekerler. Oysa tahta at içerisinde Yunan askerleri gizlenmişlerdi. Hileye kanan Troyalılar dev tahta atı şehirlerine sokarlar. Gece olunca atın içinden çıkan Yunanlılar şehrin kapılarını açıp dışarıda bekleyen ordularını içeri sokarlar. Troyaya giren Yunan orduları şehri yağmalayıp yakıp yıkarlar ve böylece 9 yıllık savaş sona erer. Büyük oranda savaşı Homeros un İlyada’da anlatış biçimine uyan bu efsaneye göre tahta at içinde Troya’ya girenlerden biri de Atina kıralı’nın oğlu Domephon dur. Gerçekte Troya savaşı böyle mi sonuçlandı? Troya atı ne kadar doğru? Domephon şehre böyle mi girdi ? Bütün bunlar hep efsanelerle günümüze ulaşmış tartışılan konular. Ama Atina kıralının oğlu Domephon’un var olduğu, Troya savaşındaki kahramanlıklarıyla Yunan tarihine geçtiği ve diğer Yunan sitelerinin ordularıyla birlikte Troyayı yağmalayıp yakıp yıkanlar arasında bulunduğu bir gerçek.
Bütün bunlarla bizim ilgimize gelince; Demophon savaştan sonra muzaffer bir komutan olarak Atina’ya döner ve bir süre sonra Atinalıların bir bölümünü toplayıp gemilere bindirir ve Kıbrıs’a, Lefke bölgesine gelir. Atina’lılar, Lefke’nin üç kilometre kadar batısında, Soli ile Bağlıköy arasında iyi tahkim edilmiş arazide güçlü savunması olan bir şehir kurarlar ve adını da Aepia koyarlar.
AEPİA’NIN KURULUŞU
Demophon gibi ününün ve gücünün doruğunda bir prens neden böyle bir işe girişmiş? Kıbrısta bir üs veya koloni oluşturmaya karar vermiş olduğunu düşünsek bile, yer seçimini neye göre yapmış? Ve son soru, amacı ne olursa olsun, iki super gücün arasındaki bir bölgeyi işgal etme cesaretini nerden buluyor?
Önce Aepia’nın kuruluş nedenini ele alalım; Efsaneleri bir tarafa bırakıp İ.Ö. 13 yüzyılın gerçeklerine bakacak olursak, bunun da nedenini kolaylıkla buluruz. Homeros, İlyada’da Troya savaşının nedeninin güzel Helen olduğunu anlata dursun, gerçekte Troya savaşı bir istila ve yağma eylemleri dizisinden başka bir şey değildir ve savaşı bitiren de Ege sahillerinin 9 yıl boyunca yağmalanarak tüketilmiş olmasıdır. Yunan sitelerinin orduları için ise, yağmalanacak en değerli eşyaların başında bakır gelmektedir (A.Erhat, s.26). Bunun nedeni bakırın o yüzyıllarda savaş teknolojisinin temeli oluşudur. Söz konusu yüzyıllarda savaş araç gereçlerinin önemli bölümü tunç dan yapılmaktadır. Zırhlar, kalkanlar, kargılar hep tunçtan yapılırlar. Tunç ise %90bakır+%10kalay dır. İşte Lefke’nin kaderini belirleyen ‘sihirli formül’.
Gözünü yükseklere dikmiş bir krallık önce güçlü bir ordu kurmak zorundadır, ihtiyaç duyduğu askerleri bulabilir, onları eğitebilir de ama gerekli askeri donanım en önemli sorundur. Krallık ne kadar zengin olursa olsun ihtiyaç duyduğu bronz’u, yani bronz’un hammaddesi bakırı kolaylıkla elde edemezdi. Bu kadar değerli bir metalin üretimini kontrol eden büyük devletlerin ayni zamanda onun satışını da kontrol altında bulundurmayacaklarını düşünmek saflık olur. Sanırım şimdi Aepia’nın kuruluş nedeni anlaşılmış oluyor. Demophon’un, ihtiyaç duyduğu bakırı ordan burdan kap kacak olarak yağmalayacağına, gelip üretim merkezlerinden birini ele geçirmesi daha mantıklı değil miydi? Şimdi artık Atinalı’ların neden Lefke civarına yerleşme ihtiyacı duyduklarını değil, diğerlerinin bunu nasıl akıl edemediklerini sorgulamak daha doğru olur galiba.
Demophon’un bölgeyi işgal etmeye yeltenme cesaretini nerden bulduğuna gelince; Sanırım bu sorunun cevabını da artık vermiş bulunuyoruz. Yukarıda anlattığımız gibi Kadeş savaşı ile Hitit’lerin Kıbrıs’ı işgal ettiği tarih arasındaki dönem, Kıbrıs için bir siyasal boşluk dönemi. Öyle anlaşılıyor ki Demophon bu boşluğu iyi değerlendirmiş.
Aepia’nın tam olarak ne zaman kurulduğuna gelince; bizim ele aldığımız tarih dilimi ve bu tarihlerde Ege ve Yunanistan’da yaşananların kayıt altına alınması olayların bitişinden 3-4 yüzyıl sonrasında gerçekleşir. İ.Ö. 13 yüzyılda Hititler ve Mısırlılar yazıyı kullanıyor olmasına rağmen Yunanlılar henüz yazı kullanmamaktaydı. Onlara yazıyı Kıbrıslıların öğrettiği söylenmektedir. Dolayısıyla kesin tarihleri birinci elden bilemiyoruz. Yine iddialara göre Kıbrıs’ta kurulan Yunan kolonilerinin ilki Aepia dır. Aepia’yı, Baf ve Salamis takip etmektedir. Ancak, Aepia’nın kuruluş tarihini kesin olarak tespit etme yönünde bir şansımızın vardır. Burada söz konusu ettiğim hüzünlü bir aşk hikayesidir. Demophon, Troya savaşından sonra doğrudan Atina’ya dönmez, dönüş yolunda, Trakya sahillerindeki Amphipolis krallığına uğrar ve bu krallıkta prenses Phyllis’e aşık olur ve onunla evlenir. Kral Sithon, krallığını damadına bırakma sözü vermesine rağmen, Demophon, Atina’ya gitmek zorunda olduğunu söyleyerek, belirli bir zamanda geri dönme sözü vererek oradan ayrılır. Atina’da ne oldu bilinmez ama Demophon karısına döneceğine, Kıbrıs’a gelir. Belirlenen tarihte kocası dönmeyince, terk edildiğine inanan Phyllis, küçük düşürülmeye dayanamaz ve kendisini bir ağaca asarak intihar eder (T.Yörükkan, s.185). Demophon, Phyllis’in intihar ettiğini, Kıbrıs’ta Aepia’yı kurmakla meşgul iken öğrenir ve Yunanistana geri döner. Orada bir kaza geçirip ölür. Doğal olarak, tüm bu olaylardan Aepia’nın, Troya savaşından birkaç yıl sonra kurulduğunu çıkarabiliriz.
Şüphesiz, Phyllis, Lefke’nin bakır madenleri uğruna yaşamını yitiren ilk insan değildi ve sonuncusu da olmadı. Onun bir prenses olması, trajik yaşam öyküsünün tarihe geçmesine neden oldu. Ama ileride göreceğimiz gibi Lefke madenlerinde sayısız insan çok daha trajik bir şekilde yaşamlarından olmuşlardır.
Aepia şehri kurulurken, şehir devletlerinin ortak amacı durumundaki ticari merkez olma hedefinin aksine güvenlik kaygısı ağır basmış. Bunu, şehri, kıyıdan yürüyerek bir saat mesafede iyi tahkim edilmiş bir arazide kurmalarından anlayabiliriz. Kuruluşundan 600 yıl sonra Aepia’yı tarihe gömen kararını verirken, Solon, bu durumu göz önüne almış. Aepia’nın mevcut konumunda gelişmesinin imkansız olduğunu farkında olan Solon, eski bir öğrencisi olan Aepia kıralı Filikapos’u bu şehri terk edip bugünkü Soli’nin bulunduğu yerde yeni bir şehir inşa etmeye ikna eder. Mısır’dan Yunanistan’a giderken, öğrencisini ziyaret amacıyla Kıbrıs’a gelen Solon, yeni kurulacak şehrin planlarını da çizdikten sonra, kanun yapıcı olarak Yunanistan’a gider. Bu yeni şehre, Solon’a duyulan saygıdan dolay Soli adı verlir. Solon’un ileri görüşlülüğü kurduğu yeni şehrin kısa zamanda gelişip Kıbrıs’ın en önemli kentlerinden biri haline gelmesiyle bir kez daha kanıtlanmış olur.
Peki ama, Lefke’nin birkaç kilometre batısında tüm bunlar
olurken Lefke ne durumdaydı? Ya da soruyu başka şekilde sorarsak; Aepia’yı
kuranlar şehirlerini kuracak yer olarak neden Lefke’yi tercih etmediler?
Aslında Lefke’nin Yunanistan’dan gelen göçmenler için bölgedeki
en uygun yerleşim yeri olabileceğini söylemek hiç de abartılı bir iddia
olmaz. Solon’un, Soli’nin yerini seçerken, denize olan yakınlığından
dolayı o bölgeyi tercih ettiğini anlayabiliyoruz. Onun amacı kara ve deniz
yollarının kesiştiği bir kavşak noktasında ticaret merkezi olabilecek bir
kent kurmaktı. Soli’nin, Kıbrıs’ın kuzey batısında seçilebilecek en
uygun noktaya kurulduğunu, kentin 1000 yılı aşkın devam edebilen tarihinden
biliyoruz. Fakat Aepia için ayni şey söylenemez. Gördüğümüz gibi
Aepia’nın kurucularının hedefi bölgedeki bakır madenleri idi. Bundan
dolayıdır ki kurdukları şehir’in ticari merkez olamayacak bir noktada
olmasını önemsememişler daha çok askeri bir işlev görebilmesini hedeflemişlerdi.
Özellikle Troya savaşları ile iyice deneyim kazanan Yunan site savaşçılarının
Lefke bölgesini ne kadar zamanda ele geçirdiklerini bilemiyoruz ama bunun da
çok uzun sürmediğini tahmin edebiliriz. Aepia nın neden bugünkü
Lefke’nin bulunduğu yere kurulmadığına gelince; Bunun nedeni büyük
ihtimalle şehir’de yaşayacakların güvenliği ile ilgili ilgilidir. Antik
çağlarda (çok daha sonraları da ) şehirlerde
yaşayanları tehdit eden iki büyük tehlike vardı. Bunlardan birincisi dış
saldırı diğeri ise salgın hastalıklar idi. Dış saldırılara karşı güçlü
bir savunma oluşturulabilirdi ama şehirde baş gösteren salgın hastalık karşısında
çaresiz kalınabilirdi. Tarih boyunca dünya nüfusunun önemli bölümü şehirlerde
baş gösteren salgın hastalıklar yüzünden ölmüştür. Aepia’nın
yeri ile ilgili söylenebilecek en uygun söz sanırım, onun Lefke’yi kontrol
edebilecek kadar Lefke’ye yakın ama Lefke’den gelecek tehlikelere karşı
ondan korunabilecek kadar uzak bir yere kurulduğudur. Bu tehlikelerin başında
ise o zamanlar çaresi bilinmeyen salgın hastalıklar ve köle ayaklanmaları
idi.
Demophon’nun ölümünden sonra da ardılları Aepia’yı yaşatmalarına rağmen onun hayallerini gerçekleştiremezler. Aepia’nın ya da başka bir deyişle Atina’nın gelişmesinin önüne taş koyan ise Hititler. Hitit kralı IV.Tudhaliya döneminde (İ.Ö. 1250-1220) Kıbrıs’ın işgal edilmesini nedeni de yine bakır madenleri. Bu konuda Seton Lloyd şöyle yazar(Lloyd, s45) ‘Hititlerin şimdiye dek pek üzerinde durmamış göründükleri başka bir ülke de Alaşiya idi (Kıbrıs). Sahip olduğu bakır yataklarından ötürü bu sırada bölgenin önemi anlaşılmış olmalı ki, Tudhaliya adaya çıkıp onu işgal etmişti’. Bir başka Hitit tarihi uzmanı Ekrem Akurgal ise, Kıbrıs’ın, Hitit’ler tarafından işgali konusunda şöyle yazar. ‘Yazılı kaynaklardan belirdiğine göre IV.Tuthaliya’nın krallık sürecinde Alasia, yani Kıbrıs, Hattuşa’nın eline geçmiş ve bu krallık karşılığı altın ve bakır ile ödenen bir vergiye bağlanmıştır. Anlaşma hükümlerinin gereğince yerine getirilmesi için de Alasia kralının yanısıra bir vali tayin edilmiştir. Kıbrıs Adası Hattuşa’nın çöküşüne değin Hitit Krallığı’na bağlı kalmıştır.’ ( Akurgal.s105)
Hititler’in, Kıbrıs’taki bakır madenlerinin önemini fark etmelerindeki bu gecikme akla yine Aepia’yı getirmektedir. Eğer, Aepia’lıların (Atinalılar), Kıbrıs’a geliş nedeni bakır madenleri ise (öyle olduğu konusunda artık şüphemiz kalmadı sanırım), bu durumda süratle Lefke bölgesini ele geçirip, maden üretimini artırmış olmalıdırlar. Büyük ihtimalle daha önceleri düşük kapasitede yapılan üretimin kısa zamanda artışı, Hitit’lerin dikkatini çekmiş olmalı. Yani, Aepia kendi amaçları doğrultusunda üretimi artırarak uyuyan devi uyandırıp kendi sonunu da hazırlamış oldu. Hititler’in Kıbrıs’a kukla bir kral atamakla kalmayıp, altın ve bakır olarak belirledikleri vergi (haraç) konusunda, yanına gözlemci olarak bir de vali bırakmaları daha önce bahsettiğimiz büyük devletlerin maden üretimi ve dağıtımını (ticareti) kontrol altında bulundurdukları düşüncemizi doğrular nitelikte.
Hititler, Aepia’nın önünü kesmeseydi ne olacaktı ? Dünya tarihinde gelişen olaylar yine de Aepia’nın veya başka bir deyişle Atina’nın gelişip büyük bir imparatorluk olma şansının bulunmadığını göstermektedir. Burada söz konusu olan bazı kaynaklarda deniz halkları, bazılarında ise Dor’lar diye isimlendirilen halklar’ın uygarlık dünyasının büyük bölümünü yok eden saldırılarıdır. İ.Ö. 12 yüzyıl başlarında başlayan bu istilalar sonucu dünya tarihi yaklaşık üç yüzyıl sürecek karanlığa gömülür. Tüm Yunan şehirleri yakılıp yağmalanır, ayni akıbet sırası ile Anadolu ve Orta doğudakilerin de başına gelir. Tabii bu arada Hitit İmparatorluğu da çöker. Mısır kayıtlarına göre Kıbrıs da bu yıkıcı istilalardan payını alır ve Kıbrıs’taki tüm şehirler yakılıp yıkılır.
DİPNOTLAR:
(1)
‘..çok eskiden Lefke bölgesi kavaklarla kaplı bir koruluk imiş ve
burada büyük bir çiftlik varmış. Bu çiftliğe Yunanca ‘lefgios’ adı
verilmiş. Zaman içerisinde bu çevreye evler yapılması ve köyün daha sonra
kasaba olması ile, ismini o zamandan itibaren korumuş. Bir diğer söylentiye
göre göre Lefka adında bir Hıristiyan kız, hasta olduğundan dolayı dağlar
arasındaki bu kasabaya getirilmiş ve buranın dağ havası sayesinde iyileşmiş.
Uzun bir süre burada yaşadıktan sonra sonra ise burada ölmüş: bundan dolayı
da yaşayanlar bu kasabaya Lefka ismini vermeyi uygun görmüşler.’ (
N.Zafer, s.77 )
(2). Dr.Nazım Beratlı’nın Lefke’nin coğrafi konumundan kaynaklanan önemi üzerine yazmış olduğu makale, yerel bir dergimiz tarafından ilgili bölümü ‘çıkarılarak’ yayınlandı. Ayni makale daha sonra Lefke Gazetesi sayı 4 de bütün olarak yayınlandı. Bu makalenin daha da geliştirilmiş şekli kısa süre önce N.Beratlı’nın, ‘Adı Cemile İdi’ isimli son kitabı içerisinde yayınlandı.
KAYNAKÇA.
1-
Lefke/ Nevter Zafer –Kıbrıs Sokaklarında
Mimari ve Yaşam ve Çevreye Dair – ( Uğur
U. Dağlı) isimli kitap içinde.
S 77, Işık Kitapevi Yayınları
2- Tarih İçinde Lefke, N. Beratlı,Lefke Gazetesi sayı 4.
3- Anadolu Kültür Tarihi, Ekrem Akurgal, Tübitak Yayınları.
4- Türkiye’nin Tarihi, Seton Lloyd, Tübitak Yayınları
5- The Story of Cyprus Mines Corporation, David Lavender, The Huntington Library.
6-Tunç Uygarlığı, Azra Erhat, İlyada’ya yazdığı önsöz( s.7-70) içinde, s.26
7- Yunan Mitolojisinde Aşk, Turhan Yörükkan