CANSU-CMC10 (7 HAZİRAN 2002 MANSET)
CMC’ye neşter şart
Ali CANSU
Kıbrıs Gazetesi
l KIBRIS SORUNU KADAR ÖNEMLİ... KIBRIS TV’de dün akşam saat 21.00’de yayımlanan Platform programında, Turizm ve Çevre Bakanı Serdar Denktaş, Genel Yayın Yönetmenimiz Süleyman Ergüçlü’nün CMC’deki çevre felaketiyle ilgili sorularını yanıtladı ve hükümetin almayı düşündüğü önlemleri anlattı. Denktaş, CMC mikrobu olarak tanımladığı sorunun, en az Kıbrıs sorunu kadar önemli olduğunu söyledi
l TÜM AKDENİZ’İN SORUNU... Programda konuyla ilgili görüşlerini aktaran Ege Üniversitesi Çevre Merkezi Müdürü Prof. Dr. Ümit Erdem, “Bu sadece Kuzey Kıbrıs’ın veya Güney Kıbrıs’ın sorunu değil, Akdeniz’in bir sorunudur ve Doğu Akdeniz’in buna sahip çıkması gerekir. Bugün için bu konuda belki rahat olan Yunanistan, yarın İtalya, öbür gün Fransa, Cebelitarık Boğazı’na kadar bütün Akdeniz’i etkileyecek durumda bir kitlesel kirlilikten söz ediyoruz. Ama ne hikmetse hâlâ görüyoruz ki, olay pek o kadar ciddiye alınmadı” dedi
l OLAY KORKUNÇ BOTYTLARDA... Yakın Doğu Üniversitesi Genel Sekreteri Prof. Dr. Hüseyin Gökçekuş da önümüzdeki günlerde bu bölgede bir havuzun duvarının tümden göçebileceği uyarısında bulunarak, “Bu da gerçekleştiği zaman, küçük bir akıntı şeklinde olan kaçakların, bölgeyi zehirleyen bu atıkların tümden denize ve çevreye yayıldığını düşünürsek, olayın korkunç boyutları kafamızda çok daha belirginleşecektir” diye konuştu
l İKİ SEÇENEKLİ ÇALIŞMALAR... Çevre Dairesi Müdürü Ertan Öztek de, şu anda sızıntının devam ettiğine işaret ederek, çalışmalarını iki seçenekli olarak sürdürdüklerini söyledi... Öztek, bu seçeneklerin birinin, boruların içeride olan kısmından sızıntıyı kesmenin mümkün olup olmadığının, diğerinin ise sızıntının yeraltı sularına karışmaması için yeniden borularla tahliye edilmesinin araştırılması olduğunu kaydetti
l EN BÜYÜK TEHLİKE GÖÇÜK... Lefke Çevre Tanıtım Derneği Başkanı Atilla Karaderi, asit ortamının çevreye yayılmaya devam ettiğine ve bir an önce bunun önleminin alınması gerektiğine dikkat çekerek, “En tehlikelisi ise geçirimli hale gelen bölgenin göçmesi... Göçük gerçekleşirse bizi daha büyük tehlikeler bekleyecektir” dedi
Gemikonağı’ndaki CMC tesislerinde bulunan havuzların patlaması ve kimyasal maddelerin çevreye yayılmasıyla başlayan felaket zincirinin ardından Turizm ve Çevre Bakanı Serdar Denktaş KIBRIS TV’ye önemli açıklamalarda bulundu.
Platform programında Genel Yayın Yönetmenimiz Süleyman Ergüçlü’nün, CMC’deki çevre felaketiyle ilgili sorularını yanıtlayan Serdar Denktaş hükümetin bu konuda almayı düşündüğü önlemleri anlattı.
“CMC mikrobu, en az Kıbrıs sorunu kadar önemli”
Turizm ve Çevre Bakanı Serdar Denktaş CMC’deki sorunun yeni olmadığını belirterek başladığı konuşmasında, 1900’lü yılların başlangıcında çalışmaya başlayan ve yıllarca o günlerin teknolojisi ile maden çıkarılan CMC’de insanların çevre bilincinin bugünkü gibi olmadığını, o yıllarda erken önlemler alınmadığını anlattı... Bir birikim olarak bugüne kadar gelindiğini, son yağan yağmurlarla depolarda suyun yoğunlaşması sonucu sorunlar meydana geldiğini anlatan Serdar Denktaş, “Bir gerçek var ki CMC, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde büyük bir sorun olarak karşımızdadır... Bu sorun uluslararası camiadan bizim kucağımızda kalan ve Akdeniz’i etkileyen çevre sorunudur. Çözümlenmesi için de uluslararası bilgi gerekiyor” dedi.
Halkın tepkisinin, bölgede çevre ve sağlık açısından bilincin yükseldiğini gösterdiğine, bunun da işin sevindirici tarafı olduğuna işaret eden Denktaş,. CMC’de sızıntının devam ettiğini, 20 bin ton su bulunan havuzdan başka bir havuza su aktarılıp tansiyonunun düşürülmesine çalışılacağını söyledi... Serdar Denktaş, ancak bunun kesin çözüm olmadığını, sorunun ortadan kalkmış olmayacağını belirterek şöyle konuştu:.
“Bu maddi kaynak gerektirir. Sağlık Bakanlığı ile işbirliği yapmaktayız. Mesele çevre sorunudur ama sağlık sorunu da olabilir. O bölgedeki bitkilerin toprağın, suyun, denizin ve balıkların ne kadar etkilendiğini tespit etmek üzere analizler yapılmaktadır. 15 güne kadar bu sonuçları, her ne çıkarsa çıksın halkımızla paylaşacağız. Bunu paylaşmak zorundayız, çünkü sorumluluk ve halk sağlığı meselesidir. İnsanlarımızı açık bir şekilde uyaracağız.”
“Bölgede sebze yetiştiriliyor, hayvan otlatılıyor”
Bu konuda yıllar önce önlemler alınmış olması gerektiğini belirten Serdar Denktaş, bölge içerisinde sebze yetiştirildiğine, hayvanlar otlatıldığına, bazı insanların denize girdiğine dikkat çekti. Çevrenin kontrol altına alınması, orada tahıl veya sebze yetiştirilmesinin kesinlikle yasaklanması gerektiğini belirten Denktaş sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu konuda hiç bir şey yapılmadı. Burada ekim yapan birisi bunu ticari bir maksatla yapıyorsa satış yaptığı yerde kişilerin sağlığının bozulmasına yol açıyor... Herkes topu birbirinin üzerine atıyor.
Özellikle de belediyeler sorunu hükümetin üzerine atarak sorumluluktan kurtulmayı yeğliyorlar... Sorun varsa, çözümleninceye kadar üstüne gidilmesi gerekiyor... Buradaki insanlarında insan olduğunu uluslararası camianın da anlaması lazım. Bu bir insanlık sorunudur. Ufak tefek hareketlerle sorunu ne kadar sorunu hafifletebiliriz onu araştırıyoruz. Bize raporlar geldi. Bunlarda neler yapılacak yazıyor ama neyle? Duyarlılık yükseldikçe ve biz bunu dünyaya anlatabildiğimiz sürece Greenpeace’ten başlayarak belki daha fazla ses alabiliriz.”
“Sorun herkesin sorunudur”
Amerika Birleşik Devletleri’nde iki rapor hazırlattıklarını, önümüzdeki günlerde bu raporları hazırlayan ekibin buraya gelerek bu raporlar üzerinde gerekli tartışmaları yapacağını ve ortaya bir bütçe çıkacağını anlatan Serdar Denktaş, “Bu yüksek bir rakam olacak ama bu raporlar dava açılması ve davanın ileriye götürülmesi yönünden önemlidir. Bu raporlara dayanarak CMC ve Avrupa Birliği Mahkemesi’ne açılacak bir olması gerekiyor. Davayı açtınız ne kadar sürer bilemiyoruz. Biz girişimi insanlık adına çevre adına yapmak sorundayız” dedi...
Mücadelenin sivil toplum örgütlerince sürdürüldüğünü, gazetedeki yayınlar önlerine çıkınca hemen müdahale edildiğini belirten Denktaş, bu olayın sorumlusunun kendileri olmadığını, Sağlık Bakanlığı, Jeoloji Dairesi’nin de söyleyecekleri olması gerektiğini vurguladı. Serdar Denktaş, “Sorun, sivil toplum örgütlerinin, gazetelerin, bölgenin sahibi olan Devlet Emlak Malzeme Dairesi’nin, Maliye Bakanlığı’nın, herkesin ortak sorunudur” dedi..
Serdar Denktaş, daha sonra şunları kaydetti:
“Sorunun ne kadar büyük bir sorun olduğu kabul edilmiştir. Sorunun nedenleri de biliniyor. Bu sorunların çözümlenmesi için öneriler vardır. Bu öneriler hakikaten çözücü önerilerdir ama tartışılabilir. Ameliyata başvurularak iyileştirilmesi gereken bir hastalığı ilaç yoluyla gidermeye çalışıyoruz...”
“CMC konusu turizmi etkilemez”
CMC konusunun turizmi etkilemediğini,. Lefke bölgesinin henüz turist açısından ön plana çıkmış bir bölge olmadığını anlatan Serdar Denktaş, “Oraya giden turistler var ve avantajlı olabiliriz. Biz dünyaya, ‘bu sorun bizim sorunumuz değil sizlerden kalan bir sorundur’ diyelim. ‘Gelin bunu birlikte çözelim’ diyoruz ama biri yanaşmıyor. Buraya gelen turistleri turlarla CMC’de gezdirirsek, dünyadan bize kalan sorunumuzu gösterirsek bu insanlar ülkelerine döndüklerinde gördüklerini ülkelerindeki çevre örgütüne aktarırlar... CMC olayını bir kampanyaya dönüştürmek suretiyle de yararlanabiliriz. Bir sorun vardır ve o sorundan kaçılmaz. Bu turistleri bu anlamda kullanabiliriz ve bence bu doğru olur. Dünya artık çevreye duyarlıdır. Bu çirkinliği onlara anlatırsak onları bir elçi olarak kullanabiliriz” şeklinde konuştu.
“Yalnız bölgemiz değil, tüm Akdeniz tehdit altında”
Programa telefonla katılan Ege Üniversitesi Çevre Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü ve Ege Üniversitesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü öğretim görevlisi Prof. Dr. Ümit Erdem, CMC’de bütün Akdeniz’i etkileyecek mahiyette bir insanlık sorunu yaşandığını söyledi.
CMC ile ilgili olarak Kıbrıs’ı bir kaç kez ziyaret ettiklerini ve son olarak da bu yıl nisan ayında bir kongreye geldikleri zaman bölgeye biz kez daha inceleme yapma fırsatı bulduklarını anımsatan Erdem, olayların geçen zamanla birlikte çok değiştiğini gözlemlediklerini belirtti.
Daha önce CMC’ye bir araştırma grubu ile geldiklerinde kimya, halk sağlığı ve jeoloji profesörlerinin yanında değişik uzmanlarla bir incelemede bulunduklarını anlatan Ümit Erdem, “CMC’deki olayın bir insanlık sorunu haline geldiğini tespit ettik. Toprak Profesörü Dr. Ünal Altınbaş, CMC için şöyle bir isimlendirmede bulunmuştu: Burasının bir felaket laboratuvarı biçiminde dünyaya duyurulması gerekir. Çünkü dünyanın belki de en önemli çevre tehlikelerinden biri burada iyice kendini göstermektedir” diye konuştu.
1999’dan bugüne kadar bu olayları yetkililere defalarca anlattıklarını, CMC’nin derhal enterne edilmesi gerektiğini söyleyen Erdem, özellikle hayvanların orada otlanmasının engellenmesini, bitkilendirme çalışmalarının başlatılmasını ve gövdelerin bir gün mutlaka sızıntılara, patlamalara neden olacağı göz önünde bulundurularak atık havuzlarının derhal düzeltilmesi gerektiğini yetkililere aktarmalarına karşın bugüne kadar bir şey yapılmadığını söyledi.
“Atıklar çok tehlikeli”
Tesislerin içerisinde tehlike; siyanür, santatlar ve bakır sülfatlar gibi tehlikeli atıkların yanında toprağa karışarak yeraltı sularına sızan maddeler de bulunduğunu, bunların yalnızca insanların su kullanımında değil aynı zamanda bitkilerin de sulanmasında kullanıldığını anlatan Erdem, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Şimdi biz bunları derli toplu bir şekilde ortaya koyarken bunun sadece Güney Kıbrıs’ın veya Kuzey Kıbrıs’ın değil, tüm Doğu Akdeniz’in sorunu olduğunu ve bütün bölge ülkelerinin buna sahip çıkması gerektiğini söyledik. Ayrıca, bugün için belki rahat olan Yunanistan, yarın İtalya, öbür gün Fransa, Cebelitarık Boğazı’na bütün Akdeniz’i etkileyecek durumda bir kitlesel kirlilikten söz ettik. Ama ne hikmetse hala görüyoruz ki olayla pek o kadar ilgilenen olmadı, tehlikeler dikkate alınmadı.
Gemikonağı’nda yağmur yağdıktan sonra körfezin kızıla döndüğüne işaret eden Erdem, tesislerin içerisinde herhangi bir bitki ve canlı bulunmadığı gibi, denizde de tek bir balığa bile rastlamadıklarını,
dahası bölgede turizm olayı da bulunmadığını anlattı.
“Durum tespiti yapılması gerekirdi”
Buradaki kirlilik ile çevre tahribatının bütün Akdeniz’e yayılmasının önlenmesi için değişik biçimlerde bir takım çalışmaların yapılması üzerinde durduklarını ifade eden Erdem, bunların rekültüvasyon veya rehabilitasyon çalışmaları olduğunu kaydetti.
Erdem, öncelikle durum tespiti yapılması, bunun ardından gerekli çalışmalara başlanması ve maliyetinin hesaplanması gerektiğini söyledi.
Bu arada hukukçu ve çevre hareketi arkadaşlarıyla CMC’yi ziyaretlerinde İzmir’den Avukat Senih Özay’ın yanında Ankara Hukuk Fakültesi’nden değerli bir profesörün de katkılarıyla bu işin yasal bir sürece sokulması gerektiği üzerinde durduklarını söyleyen Erdem şöyle devam etti:
“Hukuk süreci başlatılmalıydı. Bu hukuk süreci, yine biliyoruz ki Kıbrıs’ta başlatıldı. Ama Kıbrıs’ın burada dünya devletlerince tanınmaması gerekçesinin arkasına saklanarak bu konu gündemden düşürülmeye çalışılıyor. Ne yazık ki, bunları yapanlar gelişmiş ülkeler. Biz buna karşıyız. Çünkü, bugün için böyle bir düşünce sadece günü kurtarmak düşüncesidir. Başta da söyledik oradaki olay oradaki olgu Avrupa Birliği’nin insan hakları konusunda bir numaralı maddedir. Tanınmayan devletin insanları insan değil midir?” Bunun ötesinde bu insanların karşılaştıkları tehlikeler, denizler, akarsular ve yeraltı suları vasıtasıyla ortama yayıldığında, bunun tanınmamış ülkeden mi geliyor, öbür taraftan mı geliyor diye bir ayrıcalığı mı vardır. Bunun bir bilimselliği olabilir mi? Böyle bir şey düşünülebilir mi?
İşte bütün bunları göz önünde tutarak bizim yapmamız gereken bir şey olduğunu defalarca söyledik. Dedik ki hukuk yolunu açalım, Tabii ki, hukuk yolunu açmak için yıllar öncesinden başlatılan bu olgunun hangi temellere dayandığını belirlemek gerekirdi. Bunun da birinci koşulu mutlaka durum tespitinin yapılmasıydı. Durum tespitleri yapıldı, yığınaklar tespit edildi. Son gelişimizde, ne yazık ki, bu yığınların, uzmanlığa dayalı bertaraf etme yönteminden uzak bir şekilde ortadan kaldırıldığını gördük.
“Kirlenme dünyanın ortasında yaşanıyor”
Bütün bunlara rağmen bu felaketin önüne geçilebileceğini anlatan Erdem, yeter ki ‘ben gelişmiş bir ülkeyim’ diyen insanların gerçekçi bir yaklaşımı olsun. Unutmasınlar ki gelişmemişlikte veya tanınmayan bir yerde birtakım şeyler ortaya çıkıyorsa bunlar gelişmişleri mutlaka rahatsız ediyor. Dünyanın merkezinde kirlenme eğer bu şekilde serbest bırakılırsa bunun ne geri kalmışlığı olur ne de ileri gitmişliği, yani gelişmişliği. Dünya, Akdeniz’de önemli bir sorunla karşı karşıyadır. Bunu mutlaka bütün Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerin bilmesi gerekir. Ayrıca, diğer ülkelerin de, kendini Avrupa Birliği’nden kabul eden, Amerikalı kabul eden ülkelerin de bu durumu bilmeleri gerekir. Çünkü üstünde oynanan oyun çocukların geleceğidir, torunların geleceğidir.”
“Ortada büyük zarar var”
Yakın Doğu Üniversitesi (YDÜ) Genel Sekreteri Prof. Dr. Hüseyin Gökçekuş da, Gemikonağı göletinde altı çizilmesi gereken olayın reaksiyonun çevreye verdiği büyük zarar olduğunu söyledi.
Sorunun üç bölgeye ayrılarak ele alınabileceğini, bunlardan birincisinin Gemikonağı göleti, ikincisinin CMC tesislerinin halkın yerleşim halinde bulunduğu bölge, üçüncüsünün de deniz olduğunu kaydeden Gökçekuş, Gemikonağı göletinin beslenme alanı içerisinde hala bir takım atıklar bulunduğuna dikkat çekti. Gökçekuş şöyle konuştu: “Bir kısım drenajla bu bölgeye giden suyun başka yerlere aktarılması kalıcı bir çözüm değildir. Özellikle CMC maden atıklarının bulunduğu bölge, yani maden atıklarının bulunduğu bölge en önemli noktalardan biridir. Çünkü, burada yıllar itibariyle reaksiyon süregelmiştir. Şu anda ise bir dönüm noktasındayız. Son 30 yıldır kurak bir dönem yaşadığımızı düşünürseniz bu yılkı yağışlar mineral havuzlarında biriken su miktarını o kadar çok yükseltmiştir ki, bu bir hidrolik basınç, yani statik olarak o havuzların kille çevrili, yani geçirimsizliği sağlayan havuzların üzerine basıncın arttığını gösteriyor. İkinci bir olay ise bu kirlerin havanın meteorolojik koşulların etkisiyle erozyonla aşınıp taşınması, o havuzların çok çok tehlikeli bir duruma gelmesine neden olmuştur.”
“Bomba sonunda patladı”
Gökçekuş, bundan birkaç ay önce bir konferansta bölgenin patlamaya hazır bir bomba olduğu ve her an patlayabileceği uyarılarına rağmen önlem alınmadığını, havuzların çeperinin çok zayıflaması ve yeni yağışların oradaki basıncı artırmasıyla bugünkü duruma gelindiğini söyledi ve sözlerini şöyle sürdürdü:
“Geçtiğimiz günlerde KIBRIS Gazetesi’nin manşetten verdiği, halkı uyarmaya çalıştığı gibi burada bir kaç yerden bu havuzlar patlamıştır. Olayın boyutu daha da büyüktür. Sadece birkaç noktadan küçük deliklerden suyun akması değil, bu olayı çerçeve içine alan kilin çok yıpranmış olması ürkütücüdür.
Önümüzdeki günlerde bu bölgede bir havuzun duvarının tümden göçmesi olasıdır. Bu da olduğu zaman küçük bir akıntı şeklinde olan kaçakların bölgeyi zehirleyen bu atıkların düşünün ki bir heyelan şeklinde bir duvarın olduğu bibi göçmesiyle bir havuzun tümden denize ve çevreye yayıldığını düşünürsek zannedersem olayın boyutu kafamızda çok çok daha belirginleşecektir.”
Çözüm nedir
Çözümün gelişmiş ülkelerin bulduğu çözüm olduğunu kaydeden Gökçekuş, 1994 yılında bu konuyla ilgili Amerika’da bir araştırma yapma fırsatı yakaladığını ve madeni olan, maden işletilen her ülkenin bu sorun ile karşı karşıya kaldığını söyledi.
Ortaya çıkan rakamların ürkütücü olduğuna, bugün Amerika bütçesinden milyon dolarlarla bu işin araştırılmasına para ayrıldığına işaret eden Gökçekuş, “Orada gördüklerimiz olayın çözümünün ülkemiz içerisinde var olduğunu gösteriyor. Eğer biz bu madene hükmedebiliyorsak, herhangi bir hukuksal boşluk yoksa, biz bunu istediğimiz gibi iyileştirme ve rehabilite etme şansına sahipsek bir an önce bu havuzların olduğu bölgeler ve gölet alanı içerisinde bulunan maden atıklarının yerleri tespit edilmeli... Bunlar, yüksek olan kısımların buldozerlerle aşağılara indirilmesi, üzerlerine kamyonlarla çıkıp bölgeden kil ve geçirimsiz toprakla bir geçirimsizlik tabakası oluşturmak olayıdır. Bu birinci olaydır. Havanın oksijenini ve yağan yağmuru durduramayacağınıza göre o zaman madenlerle bu iki metalin irtibatını kesersiniz olay da biter. Bu kadar basit olmamakla birlikte bu bölgede şev stabilitesi yapıldıktan, kil marın gibi geçirimsiz maddelerin üzeri örtüldükten sonra üzerine ince bir toprak yayma şansınız olur ise kilometrelerce temizlenmiş bir çim yapılmış olur. Düşünün ki bunun yapılması için belli bir efor sarf ediyorsunuz. Bölgede, İnsanımızın içtiği suda, yediği gıdada ve girdiği denizde çok rahat olabileceği ve yarın için öbür gün için CMC konusunu tartışmayacağımız bir durum yaratılmalıdır.”
“Sızıntı azaldı, tamamen kesmenin yolları aranıyor”
Çevre Dairesi Müdürü Ertan Öztek, Kıbrıs gazetesinde çıkan haberin ardından yapılan çalışmalarda borulardan sızıntı olduğunu tespit ettiklerini ve suyun durdurulması veya azaltılması için gerekenin yapıldığını söyledi. Öztek, “Ancak, havuzların yüksekliği ve içerisindeki su miktarının 20 bin metreküp civarında olduğu hesaplanmıştır. Oluşturduğu basınç dolayısıyla önünün kesilmesi mümkün olmadığından sızıntının azaltılması yönüne gidilmiştir. Geçtiğimiz hafta cuma ve cumartesi günü Lefke Belediyesi’nin de görevlendirdiği işçilerle birlikte yapmış olduğumuz çalışmalar sızıntıyı azaltmıştır. Şu anda sızıntı devam etmektedir. Ancak, çalışmalarımızı iki seçenekli olarak sürdürüyoruz. İçerideki boruların içeride olan kısmından bunlar atık havuzların orta noktalarına yakın yerlerdedir. Bunu kesmek mümkün mü diye bir çalışma sürdürmekteyiz. Bir de sızan suyun yeraltı sularına gitmemesi için tekrardan borularla tahliye edilerek alt kısmında bulunan atık havuzlara yönlendirilmesi ve çevreye zarar vermemesine çalışıyoruz... Arkadaşlarımız arazide çalışmalarını bu konuda tamamlamışlardır” diye konuştu.
Öztek, CMC için yapılacak çalışmaları özetlerken de şöyle konuştu:
“Atık havuzlarda kalan metallerin ekonomik değeri olup olmadığı yönündeki çalışmadır. Bu çalışma önemlidir. Çünkü, eski teknoloji ile üretilen maden atıklarının yeni teknolojilerle ekonomik değeri olduğu yönünde bilinen genel bir kanıdır bu. Bu yöndeki yapılacak çalışma sonucunda gerçekten ekonomik değer çıkması durumunda buradaki atıkların temizlenmesinin yanı sıra bölge halkına da ekonomik olarak bir katkı sağlayacağı düşüncesi oluşturmaktadır. İkinci olarak da toprak, yüzey suları ve yeraltı suları üzerinde kirliliğin tespitine yönelik suppliment analiz planı uygulanmasıdır. Bu da önemlidir. Çünkü oradaki kirliliğin ne olduğu bilinmeden, gerçek anlamda yüzeysel olarak alınanlar değil yeraltına kadar inen kirliliğin ne olduğunu bilmeden buraya müdahale etmek doğru değildir. Üçüncü çalışma CMC tesisleri içerisinde bulunan kimyasal varillerin kaldırılmasını içermekte, dördüncü ise yağmur sularının mühendislik açısından değerlendirilmesidir. Tesisler içerisinde yapılacak araştırmada hem yağmur suları ile denize giden alanlar kapatılmalı, drenaj tamamlanmalı veya setlerde oluşmuş olabilecek statik sorunları giderilmelidir... Bir diğeri çalışma da, CMC arşivinin korunması, toparlanması ve değerlendirmesidir. Ve son olarak da halkla ilişkiler programının hayata geçirilmesi, halka CMC içerisinde neler olduğunun, neler yapıldığının anlatılmasıdır.”
Karaderi: Kirlilik inanılmaz boyutlarda
Lefke Çevre ve Tanıtma Derneği Başkanı Atilla Karaderi, CMC’deki çevre sorununun boyutunun bu kadar büyük olacağını kendilerinin bile tahmin edemeyeceğini söyledi. Derneğin 1995 yılında kurulduğunu ve kurulurken Lefke’ye ve çevresel sorunlarına yardımcı olmayı, Lefke’nin tanıtımına katkı koymayı amaçladıklarını anlatan Karaderi, bu süreç içersisinde önlerine çevre konusunda CMC’nin çıktığını belirtti.
1999 yılında Türkiye’deki hocalarını CMC’ye getirdiklerini bekliren Karaderi, çalışmalarını şöyle özetledi:
“İkinci HABİTAT uluslararası toplantısında sivil toplum örgütü olarak buradaki sorunu oraya taşıdık. Bize ayrılan 70 metrekarelik bir alanda broşürlerle, fotoğraflarla buradaki kirliliği anlatmış ve sansasyon yaratmıştık. Büyük bir olay olduğu da orada görülmüştü. 1999 yılında Ege Üniversitesi’ndeki hocalar ile temas kurduk ve onların buraya getirilmesine yardımcı olduk... Hocalar buraya geldiği zaman gördüklerine inanamadılar, CMC’de inanılmaz boyutlarda bir kirlilik olduğunu, ilgililerin konuya bir an önce el atması gerektiğini vurguladılar. Alanda yaklaşık 3-4 gün çalışma yapıldı. Buradan alınan örnekler Türkiye’deki Ege Üniversitesi’ne götürüldü. Burada analizleri yapıldı ve elimize ciddi anlamda bir rapor geldi... Bu rapor ilkti ve en önemlisiydi. Daha sonra elimize daha değişik raporlar ulaştı. Hocalar ve biz Sağlık ve Çevre Bakanı ile çalışmalar yaptık. Orada hocalarımız olayın büyüklüğünü anlattılar. Sudaki sorunlar da anlatıldı, ama hepsi o tarihte orada raporların içerisinde kaldı ve bir ilerleme sağlayamadık.”
“Balıklar için tehlike söz konusu değil”
Programa telefonla katılan İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi öğretim görevlisi, Lefke Avrupa Üniversitesi (LAÜ) Kıbrıs Araştırmaları Merkezi misafir üyesi Prof Dr. Işık Kemal Oray da, Güzelyurt körfezinde az miktarda balık avlandığını, balıkçılığın fazla gelişmediğini belirtti. Kuzey Kıbrıs sahillerinin daha uzun olduğunu ancak balıkçılığa önem verilmediğini anlatan Oray, “Kıbrıs’ın balık zenginliği çok fazladır. Ne var ki, denizlerde bir kirlilik olduğunu gördük. CMC’deki sular denize akıyor... Bunun denize akmasının önlenmesi gerekiyor. Ancak balıklar denizin açıklarında olduğu için yaptığımız araştırmalarda tehlike tespit etmedik. Yine de denizden ve balıklardan örnekler alarak İstanbul’a tahlillere yollamak istiyoruz. Organizasyonsuzluk yaşadığımız için tahlilleri yollayamıyoruz. Ulaştırma Bakanlığı yetkilileriyle görüştüğümde gerekenin yapılacağını, tahlillerin gönderilmesine yardımcı olacaklarını söylediler ama olmadı” diye konuştu.