Işık Neden Bu Kadar Hızlı?
Işığın hızı
saniyede 300.000 kilometredir.
Bu, Einstein'ın ünlü
E=mc
2 formülünde c ile gösterdiği bir sabitedir. Bu
formülde "E”, yıldızlardaki termonükleer reaksiyonlarda madde
enerjiye dönüştürüldüğü zaman ortaya çıkan enerjiyi simgeler.
Eğer ışık küçük bir ölçekte şimdikinden daha hızlı olsaydı,
termonükleer reaksiyonlarda, şimdikinden on binlerce kat daha
fazla enerji üretilecekti. Bu durumda da yıldızların
çekirdeğindeki enerji çok daha çabuk tüketilecek ve evrenimiz
milyonlarca yıl önce karanlığa gömülmüş olacaktı. Peki ya ışık
küçük bir ölçekte şimdikinden daha yavaş olsaydı?
Bu durumda evrenin başlangıçtaki
genişlemesi çok daha yavaş olacak ve evren çekim gücünün
etkisinden kurtulamayarak çökecekti. Yani her iki durumda da
hayatın var olması imkânsız olacaktı.
Işığın Dalga Boyundaki
Ayar
Gözlerimiz, evrendeki ışınımın
sadece kısa dalga boyunda olanlarını algılayarak görmemizi
sağlar. Mikroskop, teleskop gibi birçok araç, her zaman için,
gözlerimize ve algılayabildiğimiz ışığın yapısına uygun olarak
çalışır. Eğer ışık farklı niteliklerde olsaydı, mikroskop ya
da teleskop gibi işlevleri olan araçları geliştirmek imkânsız
hale gelebilirdi. Gözümüz, gezegenimize hayat veren Güneş
tarafından yayılan ışık türünü fark edebilir şekilde
tasarlanmıştır. Çok güçlü olan görünür ışığın, nispeten kısa
dalga boylarında hareket etmesi, onu bizim algılamamız için
biyolojik olarak uygun kılar. Gözlerimizin yakın kızılötesi
ışınımlarını algılaması da bir işe yaramazdı. Bu durumda hiç
durmadan dikkatimiz dağılacaktı, çünkü ısı yayan her nesne o
dalga boylarında ışıma yapar.
Eğer kızılötesini görebiliyor
olsaydık, içinde bulunduğumuz oda baştan sona ışırdı. Çünkü
gözün kendisi de sıcak olduğu için kızılötesi ışınlar yayar.
Şüphesiz böyle bir algılama dünyayı bizim için yaşanmaz bir
hale getirirdi. Görülür ışığı oluşturan renk renk ışıklar,
farklı dalga boylarına sahiptir. Bu ışıkların dalga boyları
santimetrenin milyonda 75'i ile 39'u arasında değişir.
20. yüzyılın tanınmış bilim
adamlarından Isaac Asimov, ışığın dalga boylarındaki bu hassas
ayarın önemini şöyle açıklar:
"Dalga boylarının kısa olması
oldukça önemlidir. Işık dalgalarının düz çizgi yolu boyunca
seyretmesi ve keskin gölgelere yol açmaları çevremizdeki
olağan cisimlerden daha küçük oluşlarındandır. Karşılarına
çıkan cisim, dalga boyundan daha büyük olmadığı takdirde, o
cisimlerin çevresini dolaşıp içine alabilir. Örneğin,
bakteriler bile ışığın bir dalga boyu uzunluğundan çok daha
büyüktürler; böylece, ışık onları mikroskop altında keskin
biçimde belirler.” (Isaac Asimov, Asimov's Guide to
Science, (Türkçe baskı: Asimov Bilim Rehberi, E Yayınları,
1986, s. 485)
Görünür ışığı oluşturan ışıkların
dalga boyu, şimdiki gibi kısa olmasaydı, ne sahildeki bir kum
tanesini, ne de mikroskoplarla mikroorganizmaları
görebilirdik.
Görmemiz için Yaratılan Gölgeler
Işığın çok özel bir tasarım
olduğunun önemli bir göstergesi de onun azlığında ortaya çıkan
gölgedir. Günlük hayatta gölgeler, cisimleri algılamamızda
zorluk çıkaran bir olumsuzluk gibi görünür. Oysa gölgeler,
algılamamızdaki temel unsurdur. Onlar olmasaydı cisimlerin
boyutları hakkında fikir sahibi olmayabilir, hatta onları hiç
algılayamayabilirdik.
Eğer koyulu açıklı gölgeler
olmasaydı, çevremizdeki tüm görüntüler tıpkı Apollo uzay
gemisindeki astronotlarının Ay yüzeyindeki görüntülerine
benzerdi:
Üzerine düştüğü yeri simsiyah bir
karanlıkta bırakan koyu gölgeler ve sadece tekdüze bir
aydınlığa sahip yüzeyler olurdu. Yüce Rabbimiz, kullarına
lütfettiği bu nimeti, bir ayette şöyle bildirmiştir:
Hamd, gökleri ve yeri
yaratan, karanlıkları ve aydınlığı (nuru) kılan
Allah'adır... (Enam Suresi, 1)
Bilyeler mi? Sahile
Vuran Dalgalar mı?
Acaba bizim için dünyayı,
daha doğrusu yaşadığımız her yeri görünür kılan ışığın
özellikleri nelerdir?
Bu soruya yanıt bulmak
isteyen bilim adamları, yıllar süren araştırmalar yapmış
olmalarına karşın, net bir sonuca ulaşamamışlardır.
Işık
konusunda tartışılan temel nokta, ışığın foton adlı
parçacıkların oluşturduğu bir katar şeklinde mi, yoksa
dalgalar halinde mi yayıldığıdır.
Kaba bir benzetmeyle ışık,
bir yerden başka bir yere, bilyeler gibi mi, yoksa sahile
vuran dalgalar gibi mi hareket etmektedir?
Işık, bazen tıpkı havuza
atılan bir taşın su yüzeyinde oluşturduğu dalgalanmalar gibi
yayılmakta, bazen de sanki maddi parçacık özelliği taşımakta
ve pencere camına vuran yağmur damlaları gibi aralıklı
darbeler halinde gözlenebilmektedir. Bu ilginç durum sadece
ışık için değil, atomun temel parçacıklarından biri olan
elektron için de geçerlidir. Elektron da hem parça, hem de
dalga özelliği gösterebilmektedir. Bu durum, bilim dünyasında
büyük bir kargaşa yaratmıştır.
Bu kargaşa, ünlü Kuramsal
Fizik Profesörü Richard P. Feynman'ın sözleriyle şöyle
çözülmüştür:
"Elektronların ve ışığın
nasıl davrandıklarını artık biliyoruz. Nasıl mı
davranıyorlar? Parçacık gibi davrandıklarını söylersem
yanlış izlenime yol açmış olurum. Dalga gibi davranırlar
desem, yine aynı şey. Onlar kendilerine özgü, benzeri
olmayan bir şekilde hareket ederler. Teknik olarak buna
"kuantum mekaniksel bir davranış biçimi" diyebiliriz. Bu,
daha önce gördüğünüz hiçbir şeye benzemeyen bir davranış
biçimidir... Bir atom, bir yayın ucuna asılmış, sallanan bir
ağırlık gibi davranmaz. Küçücük gezegenlerin yörüngeler
üzerinde hareket ettikleri minyatür bir Güneş Sistemi gibi
de davranmaz. Çekirdeği saran bir bulut veya sis tabakasına
da pek benzemez. Daha önce gördüğünüz hiçbir şeye benzemeyen
bir şekilde davranır. En azından bir basitleştirme
yapabiliriz: Elektronlar bir anlamda tıpkı fotonlar gibi
davranırlar; ikisi de "acayiptir", ama aynı şekilde. Nasıl
davrandıklarını algılamak bir hayli hayal gücü gerektirir;
çünkü açıklayacağımız şey bildiğimiz her şeyden farklıdır.”
(Richard Feynman, The Character of Physical Law, Türkçe
baskı: Fizik Yasaları Üzerine, TÜBİTAK Yayınları, s.
149-150)
Bilim adamları, elektronların
bu hareketini hiçbir şekilde açıklayamadıkları için, buna yeni
bir isim takmışlardır: "Kuantum Mekaniksel Hareket".
Bu noktada görülen
mükemmelliği, yine Profesör Feynman, "… kendinize sürekli 'Ama
bu nasıl olabilir?' diye sormayın; çünkü çabanız boşunadır;
şimdiye kadar hiç kimsenin kurtulamadığı bir çıkmaz sokağa
girersiniz. Bunun neden böyle olabildiğini hiç kimse bilmiyor
" sözleriyle dile getirmektedir. (Richard Feynman, The
Character of Physical Law, Türkçe baskı: Fizik Yasaları
Üzerine, TÜBİTAK Yayınları, s. 151)
Ancak, Feynman'ın bahsettiği
"çıkmaz sokak", aslında 'çıkmaz' değildir. Burada bazılarının
bir türlü işin içinden çıkamamalarının sebebi, ortadaki açık
delillere rağmen, bu olağanüstü sistemleri ve dengeleri, üstün
bir Yaratıcı'nın var ettiği gerçeğini kabul edememeleridir.
Halbuki durum son derece
açıktır:
Allah evreni yoktan var
etmiş, kusursuz dengelere dayalı ve örneksiz olarak
yaratmıştır. İçinden bir türlü
çıkamadıkları, kavrayamadıkları, bazı bilim adamlarının her
fırsatta "Ama bu nasıl olabilir?" diye kendi kendilerine
sordukları sorunun cevabı; her şeyin Yaratıcısı'nın Allah
olduğu ve her şeyin O'nun yalnızca "OL" demesiyle var olduğu
gerçeğinde yatmaktadır.
Allah bu kesin gerçeği bir
Kuran ayetinde şöyle buyurur:
Gökleri ve yeri (bir
örnek edinmeksizin) Yaratan'dır. O, bir işin olmasına karar
verirse, ona yalnızca "OL" der, o da hemen oluverir. (Bakara
Suresi, 117)
Kaynak : www.harunyahya.org - Yazar : Harun Yahya