Televizyon,
icat olduğu günden beri, insan hayatı üzerindeki tesirini devam ettirmektedir.
Onu icat eden(ler), muhtemelen insan hayatına bu kadar güçlü tesir edeceğini
bilmiyordu. Albert Einstein'in atom bombasının tesirinin ne olacağını önceden
bilemediği gibi... Başlangıçta önemsiz gibi görünen bu teknolojik âlet, 20 ve
21. yüzyılda dikkate alınması gereken bir güç olmuştur. Tv karşısında oturan
milyonlarca kişi, aynı anda tesir altına alınabilmektedir. Bazı programları
milyarlarca kişi aynı anda izleyebilmekte ve bu programlardaki kişiler,
hadiseler ve mesajlar evimize girmektedir. Evlerimizin başköşesine kurulmuş bu
kutunun tesirinde kalmadan yaşamak, 21. yüzyıl insanı için neredeyse
imkânsızdır. Tv'nin kişi, aile ve toplum hayatına tesirleri, şimdilerde daha
çok konuşulmaya başlandı. Ancak bu gücü elinde bulunduranlar, ne yazık ki, onun
tesirleri hakkındaki bilgileri kamuoyuna aktarmamaktadır.
Tv'nin tesirlerini; kısa, orta ve uzun vadede olmak üzere üçe ayırabiliriz.
Hiroşima ve Nagasaki'ye atılan atom bombalarının tesirleri ile bu tesirler daha
iyi izah edilebilir. Atom bombası ilk atıldığında 100 bin insan öldü. Bu,
katliamın kısa vadedeki en şiddetli tesiri olmuştu. Orta vadede o şehirler
yaşanamaz hale geldi ve Japonya, savaşı kaybetti. Uzun vadede ise, radyasyon
sebebiyle kolsuz-bacaksız çocuklar dünyaya gelmeye, başta kanser türleri olmak
üzere çeşitli hastalıklar ortaya çıkmaya başladı. Kısacası atom bombasının
tesirleri yıllar sonra bile hissedilmekteydi.
Televizyonun kısa, orta ve uzun vadede nasıl ortaya çıktığını fark edemediğimiz
vahîm neticeleri, tarihin derinliklerinde kalmış; fakat birilerinin hâlâ birçok
topluma uyguladığı Mankurt Efsanesi’ni hatırlatmaktadır. Tv'nin Mankurt
Efsanesi’ne benzeyen yönlerini okuduğumuzda onun zararlarını fark edip, ona
daha mesafeli olacağız.
Efsaneye geçmeden önce, tv'nin niçin bu kadar tesirli olduğunu cevaplamaya
çalışalım. Bunun için ilk olarak, "Acaba kaç saat tv karşısında
kalmaktayız?'' sorusunun cevabını arayalım. Yapılan çalışmalar, birçok kişinin
saatlerce tv karşısında kaldığını veya tv bulunan bir ortamda çalıştığını
göstermektedir. Birçok yerde hayat, tv'nin görüntüsü veya sesi ile devam
etmektedir. Çocuklarımız tv karşısında saatlerce çizgi film veya farklı
programlar izlemektedir. İnsanın gördükleri ve duydukları şuuraltında bir
tesir bırakır. Şuuraltı beslenmesi ise, insan hayatına çok mühim neticeleriyle
derinden tesir eder. Öyleyse tv görüntü ve seslerinin hayatımıza tesiri var
mıdır? Sağlıklı düşünen her insan bu soruya "evet'' diye cevap verecektir.
Bir kişi tv seyretmese bile, çevresinde tv seyredenler olduğu için, dolaylı bir
tesir altında kalmaktadır. Televizyon, bilhassa çocuk ve gençlerin
şuuraltına, davranışlarına ve zihnî fonksiyonlarına tesir etmekte ve onların
hayatı algılamalarını ve davranışlarını değiştirmektedir. Kısacası hayatın
her köşesinde tv ve buna bağımlı olan insanları bulmak mümkün olmaktadır.
Mankurt Efsanesi tarihin derinliklerinde Türk kavimlerine uygulanan bir işkence
ve asimilasyon şekli olarak bilinmektedir. Bu efsaneye göre kafasına ıslak
koyun derisi geçirilen kişi, güneşin altında günlerce bekletilmekte, ıslak deri
yavaş yavaş kurumakta ve kişinin kafasına müthiş bir basınç yapmaktadır. Güneşin
altında kafası gittikçe sıkılan kişi, yapılan işkencenin dayanılmaz tesiriyle
kendisini, geçmişini, ideallerini ve şahsiyetini şekillendiren birçok değeri
kaybetmektedir. Bu şekilde mankurtlaşanlar, şuuru kaybolmuş, yönlendirilmeye
açık, kendi geçmişine ve benliğine hissiz, duygulardan yoksunlaşmış, sahibine
şartsız olarak bağlı birer robot haline gelmektedir.
Mankurt haline getirilenlerin maruz kaldığı değişme ile, tv kıskacındaki
kişilerin yaşadığı değişme arasında büyük benzerlik vardır. Tv
karşısındakilerde, belki koyun derisinin yaptığı ağrı ve işkence hali yoktur;
ama bu iki hadise karşısındaki değişme tarzı benzerdir. Tv karşısında
saatlerce savunmasız bir şekilde kalan kişiler, gördüklerinin tesiri altında
kalmakta, hayat ve olaylara tv’nin istediği gibi bakmakta, ekranda gördüklerini
model alarak giyinmekte, buna göre eğlenmekte ve yaşamaktadır.
Sistemli değişme ve zamana yayarak değişme önemli kavramlardır. Bugün
gelinen durum çok kısa zamanda olsaydı, herkes değiştiğini fark edebilecekti.
Ancak değişmenin zamanla ve yavaş yavaş olması, kişinin değiştiğini fark
etmemesi sonucunu getirmektedir. Tv'nin yıllar içinde yaptığı değişme şahsın
şuuraltı ile birlikte değişmesi ve bu şuuraltı değişmenin kişinin günlük
davranışlarına aksetmesini doğurmaktadır. Tv'nin insana tesirini şu örnek
ile daha iyi açıklayabiliriz. Elinize beyaz bir kâğıt alın ve üzerine her gün
bir nokta koyun. Bir yıl sonra o kâğıt simsiyah olacaktır. Başka bir örnek
verecek olursak; yurdundan ve içinde yetiştiği toplumdan uzakta yaşayan
kişiler, zamanla içinde yaşamayı sürdürdükleri yeni toplumun değer ve
normlarına maruz kalarak, farkında olmadan değişirler. Değişmeler yavaş
olmaktadır. Televizyon seyircisinin de şuuraltı zamanla değişir ve bu değişme
günlük konuşmalara, davranışlara, ideal ve düşüncelere aksederek, kişiler âdeta
mankurtlaşırlar.
Devletler, kültürlerini yaymayı ve asimilasyonu bugün, belki tank ve top ile
gerçekleştirmiyorlar; ama bunu tv ile sistemli bir şekilde ve yavaş yavaş
yapıyorlar. "Globalleşme'' sloganıyla artık tek tip konuşan, tek tip
giyinen, tek tip yiyen, tek tip yaşayan, sun'î ve sığ idealleri olan, sadece
maddiyata kilitlenmiş kitleler oluşmaktadır. Çünkü tv'lerde çocukluktan
itibaren uygulanan değişim programı sonucu; kişiye daha iyi hayat, daha çok
para, daha çok konfor, var olmak için yok etmek, her hâdiseden cinsî mevzulara
girizgâhlar, menfaat için aldatma, bencillik ve israf gibi insanı
değersizleştiren mesajların binlercesi verilmektedir. Artık, evin kızı bir
mankeni model almakta, delikanlısı sevdiği bir sanatçı gibi giyinmekte, küçük
çocuğu ise; tesirinde kaldığı filmin çocuk kahramanı gibi konuşmakta ve
davranmaktadır. Katliamlar, özgürlük için savaş; haksızlıklar, adalet;
yanlışlıklar, doğru gibi aktarılabilmektedir. Dolayısıyla toplumlar
değerlerinden zamanla uzaklaşmakta, yabancı kültür gittikçe yaygınlaşmaktadır. Mankurtlaşan
insanların, değerlerine yapılan saldırılara hissiz kalması gibi, tv karşısında
erozyona mâruz kalan insanlar da, giderek bazı olaylara duyarsızlaşmakta ve
birer "teknolojik mankurt'' haline gelmektedir. Bu şekilde kendine göre
farklı kültürel kimlik taşıyan, ama kişiliği olmayan içi boşaltılmış topluluklar,
hemen her ülkede boy göstermektedir.
Hiroşima ve Nagasaki'de atom bombasının kısa vadedeki tesirine karşılık tv'nin
kısa vadedeki tesiri, bir günde binlerce insanın ölümü değil, milyonlarca
insanın yavaş yavaş ölmesidir. Tv'nin tesiri daha çok orta ve uzun vadede
görülür. Orta vadede mânevî köklerinden kopuk ve kıymet hükümleri olmayan
çocuklar yetişirken, uzun vadede fertlerin tek tek değişmesi neticesinde, bütün
bir toplum ve kültürün yozlaşması gerçekleşir.
Günümüzün çaresiz ailesi, kendini bu tehlikeden nasıl koruyacak? Bu sorunun
cevabı oldukça önemlidir. Bu konuda en güzel cevap alternatif malzemeler ve
metotlar oluşturarak tv'ye olan ihtiyacı azaltmak olacaktır. Şu an için bir
muhasebe yapalım: En son ne zaman bütün aile bir arada gezinti yapabildik? En
son, çocuklarımız ile ne zaman ve ne kadar süre oyun oynadık? En son hangi
akrabamızı ziyaret ettik? Ailemiz ile birlikte en son ne zaman kitap okuduk?
Acaba tv'ye ayrılan vaktin kaçta kaçını çocuklarımız ve ailemiz için ayırıyoruz?
Günlük tv seyrettiğimiz süre içinde kitap okusak, şu an kaç kitap okumuş
olurduk? Bu soruları çoğaltmak mümkündür. Bu sorulara açık yüreklilikle cevap
verdiğimizde, tv'nin hayatımızdaki yeri daha iyi anlaşılacaktır.
Tv'nin zararları çok fazla olmakla birlikte, bazılarını sıralayalım:
1- Şiddet görüntüleriyle şiddet uygulamaya meyelan hasıl etme,
2- Gayri ahlâkî görüntülerin çocuğa ve aileye menfî tesirleri,
3- Seviyesiz eğlence kültürünün özendirilmesi,
4- Oluşturulan modellerdeki kişiler arası münasebetlerin sığ ve menfaat
kaynaklı olması,
5- Kültürel değerlerin yozlaştırılması ve başka kültürlerin özendirilmesi,
6- Aile fertlerinin birbirleriyle olan münasebetini azaltması ve yalnızlığa
sebep olması,
7- Mühim hâdiselere karşı sistemli bir hissizleşme,
8- Korku kültürünün yaygınlaştırılması ve bundan menfaat elde etme,
9- İnsanları çaresizliğe ve karamsarlığa iten konuların reyting malzemesi
yapılması,
10- Çalışarak kazanma yerine, ‘Çalışmadan köşeyi dön!’ anlayışının
yerleştirilmesi,
11- Tüketim ve kazanç uğruna her türlü değerin çiğnenmesi,
12- İnsanlara yalancı cennetler oluşturularak, gerçeklerden koparılması.
Buna benzer daha birçok zararlı tesiri saymak mümkündür. Kişinin; şiddet ve
gayri ahlâkî sahnelerin, sigaraya ve alkole özendirici, doğruluğu enayilik
olarak tasvir eden görüntülerin tesiri altında kalmadığını söylemesi, kendini
kandırmasından başka bir şey değildir.
Tv hakkındaki bu kadar aleyhteki ifadelerden sonra bu âlete düşman olma veya bu
teknolojiyi toptan reddetme gibi bir durumun anlaşılmaması için, bu âletin
hayırda ve insanı yüceltme yolunda da kullanılabileceğini söylememiz gerekir.
Ancak bu yol daha zordur. Zaten bütün tahripler, yakıp yıkmalar, bozmalar hep
kolay olmuştur. Faydalı, iyi, güzel ve hayırlı işler ise, muhakkak zor
olacaktır. Kâinat kitabından tefekkür tabloları, tabiattan insanı düşündüren ve
güzel mesajlar sunan belgeseller, tarihimizden ders çıkarılacak ve gençlerimizi
eğitme maksadıyla hazırlanmış filmler, çocuklarımıza insan ve vatan sevgisini,
çevre koruma hassasiyetini, güzel ahlâkı, mânevî ve millî değerlerimizi tanıtma
adına hazırlanmış çizgi filmler sunma, tabii ki, zor, masraflı ve vakit alıcı
işlerdir. Ancak nesillerimizin mankurtlaşmasını engellemek, onları tv'nin
zararlı tesirlerinden kurtarmak ve kendi öz değerlerimize sahip çıkmak
istiyorsak, bu âletin iyi yönde ve şuurlu kullanılması için de gayret bizlere
düşmektedir.
Kaynak : Sızıntı Dergisi, Şubat 2004 - Yazar : Hasan AYDINLI