Bugün;

 

www.egitimcilersitesi.8k.com


..::8 MART: DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ::..

 

 

TARİHÇESİ*

19.yüzyılda Avrupa ve Amerika'da sanayiinin gelişmesiyle birlikte erkek işçilerin yanı sıra kadın işçilerde ucuz işgücü olarak çalıştırılmaya başlandı.

Patronlar (Kapitalistler) karlarını arttırmak için işçileri çok düşük ücretlerle, günde 15-16 saat çalıştırıyorlardı. Ağır çalışma koşulları, yoğun sömürü daha düşük ücretlerle çalıştırılan kadın ve çocuklar için dayanılmaz boyutlara ulaşmıştı.

Kadın işçiler daha iyi yaşam ve çalışma koşulları, erkeklerle eşit ücret ve eşit muamele için mücadele bayrağını açtılar.

Tarih; 8 Mart 1857

Amerika'nın New York kentinde tekstil fabrikalarında çalışan on binlerce kadın 16 saatlik işgününe, ağır çalışma koşullarına ve düşük ücretlere karşı greve gittiler.

Talepleri; 

10 saatlik işgünü.

Daha iyi ücret.

İnsanca çalışma koşulları.

Bu taleplerle, yaşadıkları yoksul yoksul mahallelerden zengin mahallelerine doğru yürüyüşe geçen kadın işçiler, polis tarafından dağıtıldılar. Çıkan kargaşada bazı kadınlar ezilirken, bazıları da tutuklandı. 

Kadın işçiler bu ilk direnişlerinden 51 yıl sonra, 8 Mart 1908'de yine New York'da yürüyüşe geçtiler. Kadınlar bu defa taleplerine daha kısa çalışma saatleri ve daha iyi çalışma koşullarının yanı sıra, oy hakkı ve çocuk emeğinin bir yasa çıkartılarak korunması taleplerini de eklediler.

Tarih: 1910

Danimarka'nın Kopenhag kentinde 17 ülkeden 100 kadın delegenin katıldığı 2. Enternasyonal Kadınlar Konferansı'nda Alman delege Clara Zetkin'in Amerika'lı kadın işçilerin başlattıkları ilk kadın grevi olan 8 Mart'ın Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanması önerisi kabul edildi.

1911 yılında Avusturya, Almanya, Danimarka ve İsviçre'de yapılan Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlamalarına bir milyondan fazla kadın ve erkek emekçi katıldı.

25 Mart 1911'de New York kentinde çoğu İtalyan ve Yahudi göçmenlerin çalıştığı, Triangel yangınında 140 kadın işçi yanarak öldü. Daha sonraki yıllarda yapılan Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlamalarında, bu felakete yol açan çalışma koşulları gündeme getirildi.

Avrupa'da kadın işçiler 1913 ve 1914 yıllarındaki 8 Mart kutlamalarını savaşa karşı protesto günlerine dönüştürdüler. I. Dünya Savaşı'nda 2 milyon ölü veren Rusya'da ise 1917 yılının Şubat ayının son pazarı kadın ve çocuklar "Ekmek ve Barış" için kitlesel gösteriler ve grevler düzenlediler. 

Birleşmiş Milletler Örgütü 1975 yılını Dünya Kadınlar Yılı olarak ilan ederken, 16 Aralık 1977 tarihinde de 8 Mart'ın Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanmasını kabul etti.

Amerikalı kadın işçilerin mücadelesi aynı yüzyılın sonlarına doğru yükselen işçi eylemleriyle paralel olarak gelişirken işçi ve emekçi kadınlar bu mücadelelerde önemli deneyimler kazandılar.

8 Mart'ta, 1 Mayıs gibi 19. yüzyılın ortalarında Amerikalı işçilerin çalışma saatlerinin azaltılması ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi için verdikleri kitlesel mücadelelerden doğmuştur. Amerikalı kadın işçilerin, sermayeye karşı açtığı bu mücadele bayrağı, 1 Mayıs'ta olduğu gibi uluslar arasılaşmış ve dünyanın pek çok ülkesinde kadın işçilerin Birlik ve Dayanışma Günü olarak benimsenmiştir.

Türkiye'de ilk kez 1920 yılında İstanbul'da kutlanan 8 Mart, 1975'den sonra kitlesel ve açık olarak kutlanmaya başlandı. 1980 sonrası, yaşanan uzun bir sessizlik döneminden sonra kapalı salon toplantılarıyla kutlanan 8 Mart'lar, 1994 ve 1995 yıllarında işçi ve emekçi kadınların katılımıyla alanlarda mitinglerle ve çeşitli şenliklerle kutlandı.

Kadın cinsinin tarih boyunca ekonomik, siyasal ve sosyal alanda çifte sömürü ve baskı altında olmasının sistemden kaynaklanan gerçeğini perdelemeye çalışanlar 8 Mart'ın mücadeleci özünü de boşaltarak sıradan bir Kadınlar Günü'ne hatta Anneler Günü'ne indirgeme çabalarından asla vazgeçmemişlerdir. Tıpkı 1 Mayıs'ların "Bahar Bayramı" olarak kutlanılması yönünde yapılan baskılar gibi 8 Mart'ın da içeriği sürekli boşaltılmaya çalışılmıştır.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü moda olan şekliyle, erkeklere karşı hak eşitliği mücadelesinden öte, işçi ve emekçi kadınların haklarına ancak bu baskı ve sömürü düzenine karşı mücadele ederek savunabileceğini vurgulayan, kadınlarımızı bu mücadeleci geleneğe sahip çıkmaya ve mücadeleye çağıran bir gündür.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, dünya tarihinde yerini almış şanlı bir günün, onurlu bir mücadelenin yıldönümüdür.

*Petrol-İş Eğitim Yayınları 1996/1

KADININ GELİŞİMİ/Figen PEHLİVAN

Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Manisa Şube Sekreteri

Kadının ve işçinin ortak yanı ezilen olmalarıdır. Bu baskının biçimi zaman içinde ve çeşitli ülkelerde değişse de, baskı kalmıştır. Ezilen olma kavrayışı tarihsel gelişim sürecinde de sık sık ezilenlerin bilincine çıkmış ve durumlarının değişmesine ve iyileşmesine yol açmıştır.

Kadın gerek gelenek ve eğitim yüzünden, gerekse ona tanınan özgürlük bakımından işçinin gerisindedir. Kuşaklardan beri süregelen koşullar sonuçta alışkanlık halini alır ve kalıtım ile eğitim bunun her iki taraf açısından "doğal" gibi görünmesine yol açar.

Kadının işçinin konumundan ne kadar çok benzerlikler bulunsa da, kadın işçiden bir noktada ileridedir. Kadın köleleşen en ilk insani varlıktır. Kadın, köle var olmadan önce köle olmuştur. İşte bu gerekçeyle bilgisizler yada hilekarlar tarafından her gün kulağımızın içine sokulan, gerek kadın ile erkek, gerekse yoksul ile zengin arasındaki ilişki için "Bu ezelden beri böyledir ve ebediyyen böyle kalacaktır" iddiaları öne sürülmektedir.

İlkel Komünal toplumda kadının ezilmişliği yoktur. Analık hukukunun geçerliliği vardır. Bir kabile saldırıya uğradığında kadının desteğiyle hatta kadınla beraber karşı koyulurdu.

Kadının toplumsal ezilmişliğinin ortaya çıkışı, özel mülkiyetin ortaya çıkmasıyla aynı döneme denk gelmektedir. Aile içinde mülk sahibi olarak erkekle mülksüz kadın arasındaki karşıtlık, kadın cinsiyetinin iktisadi bağımlılığı ve toplumsal hak yoksunluğunun temeli haline geldi. Böylece erkek burjuvaziyi kadınsa işçi sınıfını temsil etmektedir.

Feodalizmde toprak sahibi elinde bulundurduğu toprak ve üzerinde yaşayan tüm canlı ve insanların sahibi oldu. Bu dönemde kadın bir taraftan evinin (kulübesinin) işiyle uğraşırken, diğer taraftan toprak sahibinin ev ve arazilerinin işini yapmaktaydı. Toprak sahibi evlenmek dahil, serf ve kulları üzerinde neredeyse sınırsız tasarruf hakkına sahiptir.

Sosyo-ekonomik düzeyin düşüklüğünden dolayı evlenmelerde de sayıca düşüklük gözlenmiştir. Ayrıca kiliselerde evlenme yasaklarını getirmiştir. Buda toplum içinde cinsel sapkınlıkları doğurmuştur. İşte bu süreçte kadın erkeklerin cinsel doyumunu sağlayacağı bir meta haline getirmiştir. Zaten korunmaya muhtaç gibi görünen ve ekonomik bağımsızlığı olmayan kadın, fuhuşa sürüklenmiştir. Artık kadının sermayesi vücududur. O dönemde nasıl her meslek localarında örgütlendiyse, fahişelik içinde aynı şey oldu. Tüm büyük kentlerde belediyeye, hükümdara ve kiliselere bağlı kadın evleri açıldı ve buraların geliri ilgili kasalara aktarıldı.

Ekonomik sistemin yavaş yavaş değişip kapitalizme ilerlediği dönemde oluşmakta olan burjuva sınıfı kendi üst yapısını (kültürel-ahlaki) oluşturmaya başlamıştır. O dönemde zengin ailelerinin evli kadınları, evde katı bir inziva içerisinde düşünsel ve eğitimleri önemsiz bir şekilde yaşamaktaydılar.

Ancak Fransız Devrimi'yle eski düzenin değişmeye başlamasıyla, eski küçük çapta üretimin yerini, yeni buluşlarla ortaya çıkan büyük çaplı üretim almaya başlamıştır. Artık üretim kitleler halinde toplumsal olmuştur.

Gelişen kapitalizmle kadının var olma mücadelesi sürecide keskinleşmeye başlamıştır. Aile yapısında evliliğin paraya dayalı olması, evliliklerde ahlakın bozulmasına neden olmuştur. Bir aileyi geçindirmenin iyice zorlaşması, bir çok erkeğin evlilikten feragat etmesine neden olmuştur. Böylece "kadın evinin işleriyle sınırlı kalmalı, ev kadını ve anne olarak mesleğini yerine getirmelidir" söylemi gittikçe daha safsata halini almıştır.

Toplumun üst ve orta sınıfında evliliğin temelinin paraya dayandırılması, kadının değerini azaltmış, yozlaşmayı  arttırmıştır. Ancak alt sınıflarda evlilikler sevgi üzerine kurulmuştur. Emekçi sınıfların aile fertleri yaşayabilmek için birlikte çalışmak zorunda kalmışlar, kadında böylelikle toplumsal üretime katılmıştır. Kadın artık hem evinin kadını, çocuklarının annesi hem de patronun kölesidir. Fabrikalarda, devlet dairelerinde, küçük işletmelerde, vs. üretimin dişlilerine katılmıştır.

Bu süreçlerin hepsi, ülkemizde de farklı zaman ve koşullarda da olsa yaşanmıştır. Son dönemde yapılan araştırmalara baktığımızda, kadınlarımızın üretime katılım düzeyini net bir şekilde görebiliriz. Ülkemizde 12 yaş üzerindeki toplam nüfusun %50'si kadın ve bunun %32,3'ü işgücüne katılmaktadır. İstihdam edilen kadınlardan %71,9'u tarım sektöründe çalışmaktadır. İşgücüne sahip kadınların %65,1'i ücretsiz aile işçisi, %13'ü kendi hesabına, %17'si ücretli, %4'ü mevsimlik geçici işçi olarak çalışmaktadır. Bununla birlikte istihdam edilen kadının ancak %18,7'si sosyal güvenlik kapsamındadır.

İşgücüne, erkeklerle kıyaslandığında eşitsiz katılan kadın, aynı zamanda istihdam olanakları bakımından geridedir. Kadın işsizliği, erkek işsizliğinden daha fazladır. Kadınlar giderek toplumsal statüsü düşük, eğitimdeki cinsiyet ayrımının getirdiği vasıfsız ve sosyal güvencesi olmayan daha az ücret verilerek çalıştırılmaya başlanmıştır.

İşte tüm bu koşullar altında emekçi kadın, iktisadi bağımsızlığını azda olsa kazanmıştır. Ancak, ne insan ne kadın nede eş olarak kendi kişiliğini yaşayabilme olanağına sahip değildir. Bu nedenden dolayı yapılan tüm sınıfsal, cinsel ve ırksal saldırılara karşı kendisi gibi emeğiyle geçinen, karşı cinsiyle birlikte, bu ürettiklerinin üzerinden hayatını sürdürüp, kendi ezilmişliğinin ahlaki ve kültürel üst yapısını oluşturan sınıflara karşı mücadele yürütmelidir. Bu hem kadının kurtuluşu, hem de şiddetsiz ve sömürüsüz bir dünyanın kuruluş mücadelesi olacaktır.

DOKUMADA ÇALIŞAN KIZLAR

Dokumada çalışan kızların

günleri naylon iplik, ucuz keten

emeğin, alınterinin ve aşkın

kanı damlar kirpiklerinden

 

Erimiş tırnaklarında al kına

tuzlu badem, eğlencelik

gençliği solmuş tül gelinlik

o çocuk yüzlü hanlarda

 

Çoğu hiç uyumuyor geceleri

çoğu yazlık sinemada, şarkılarda

güneş girmeyen bir romanda

bakışı aydınlık sevgili

 

Dokumada çalışan kızların

ben de karışsam aralarına

kuş olup konsam avuçlarına

dokusam onlarla kumaşını acının

 

Onlar ki yüreklerinden başka

öderler rüşvetini her şeyin

acılarından, umutlarından başka

aşkın, alınterinin ve emeğin

Refik DURBAŞ