Bugün;

 

www.egitimcilersitesi.8k.com


..::BAYRAM KUZU (BAYRAM ÇAVUŞ/HOPDEDİKS)(1926-2001)::..

 

Bu Adamı Unutmayın>

Bir Emek Öyküsü¬

17 Köy Kitabesi¬

 

Bayram Kuzu'ya Saygıyla!BU ADAMI UNUTMAYIN.../Bekir COŞKUN*

ONUN fotoğrafını gazetelerde gördükçe, kâğıdı delerek uzanıp, elini sıkasım gelir.

Karşısında ayağa kalkıp, ceketimi iliklemek isterim.

O ne bir cumhurbaşkanı, ne başbakan, ne de başka bir şey.

Sıradan bir köylü.

Medyada ilk gördüğümde üstü çıplaktı, altında çizgili pijaması vardı, şişko göbeği pijamasının ön kısmını yukarı çektiğinden, komikti. Köylü arkadaşlarıyla yine yollara düşmüş, yeşil köyünü siyanürle altın arayıcılarından korumak için direniyordu.

Ona ünlü çizgi roman kahramanı Hopdediks'in adını taktık.

Birkaç gün önce Bergama köylüsü Hopdediks Bayram Kuzu'nun felç geçirdiğini, gözlerinin görmez olduğunu, hastanede yaşam savaşı verdiğini gazetelerde okudum.

Yüreğime bir bıçak indi, kalktı.

*

Haberlere göre Bayram'ın kızı Gönül, ‘‘Babam gazetede ‘Hükümet de siyanürle altın arayacak şirketten yana' şeklinde bir haber okudu, canı sıkıldı ve fenalaştı’’ dedi.

Eurogold Şirketi ise hastaneye bir çiçek gönderdi, Bayram kabul etmedi.

Bence onun bir heykelini yapıp, Ege-Akdeniz-Marmara yol çatına dikmeli.

Bu ülkenin sessiz-pısırık-korkak aydınları önünden her geçtiklerinde utansınlar.

İstanbul’un ormanını açıp üniversite yapan holding sahipleri, durmadan doğayı yağmalayan sermaye, köyünün yeşilini korumak için savaşan bu beş parasız adamın heykelini uzaktan gördüklerinde yüzleri kızarsın.

Korulukları ‘‘orman vasfını yitirmiş arazi’’ sayıp, yağmacı yakınlarına peşkeş çekmek için kanun bile çıkartan devlet adamları, oradan geçerken Bayram'ın temizliği-dürüstlüğü karşısında utanç duysunlar.

Pısırık-korkak aydınlar...

Gözünün önünde doğası-ormanı-denizi-koyları-yeşili-mavisi yağmalanırken, sinen, sesini çıkartamayan, yüreksiz bu toplum, o heykelin önünden geçerken kızarsın.

*

Bayram'ın artık ayakları tutmasa da, dünyanın en büyük altın şirketine karşı direnerek, attığı o yürekli adımlar... Gözleri artık görmese de, altının sarısını değil, köyündeki yaylaların yeşilini seçmesinin yüceliği...

Bir yol çatına dikilsin.

Bu ülkenin bilim adamları-üniversiteleri-iktidarı-siyasetçileri-bürokratları, altın ve para ile satılırken, bir gariban köylünün paha biçilmez onuru unutulmasın.

Unutulmasın...

*Hürriyet/14 Ocak 2001  E-Posta: bcoskun@hurriyet.com.tr

BİR EMEK ÖYKÜSÜ/Aydın ÇUBUKÇU*

Salihli’den İzmir’e doğru giderken, Sart (Sardes) harabelerinden geçersiniz. Sağ tarafınızda, “Bintepeler” adlı başka bir ören yeri (tümülüsler) vardır. Binlerce yıl öncesinden kalma Lydia kral ailelerine ait mezarlardır bunlar. Soylunun ölüsü önce kerestelerden yapılmış bir odaya konulur. Ölüyle birlikte günlük eşyası, kap, kacak, takılar, giysiler, mobilyalar, ölümden sonra gideceği ikinci hayatında kullanabileceği her şey, onunla birlikte gömülür. Sonra bu ahşap yapı kesme taşlarla çevrilir, kapatılır. En sonunda da üzeri toprakla, ama olabildiğince çok toprakla örtülür. Öyle ki, uzaktan küçük bir tepe gibi görünür. Yalnızca arkeologlar, tarih meraklıları ve defineciler onların doğal toprak tepeler değil de, “tümülüs” adı verilen kralın ya da ailesinin mezarları olduğunu anlayabilir.

Bunlar arasında, arkeologların yıllardır aradığı önemli bir tümülüs vardır: Gyges adlı büyük kralın mezarı. Kazılar sırasında, tümülüslerin birinin iç duvarlarında, taşların birbirine eklendiği bir yerde, “Gugu” diye bir yazı okunur. Arkeologlar, büyük bir heyecanla, Gyges’in mezarını bulduklarına inanırlar. Bir zaman sonra, yeni bir kazıda, bir başka tümülüste, yine taş duvarlar üzerinde, aynı yazıyı görürler. Sonra birinde daha... Anlaşılır ki, Gugu, mezarların yapımında çalışan bir taş ustasıdır.

Gugu, büyük Alman tiyatro sanatçısı ve şairi Berthold Brecht’in bir şiirinde aradığı insanlardan biridir. Brecht, tarihte hep kralların, firavunların adlarının anıldığını, ama onlarla birlikte yaşayan, bütün işleri yapan, aslında tarihi yapan işçilerin ve emekçilerin adlarına rastlanmadığını söyleyip sorar: “Yedi kapılı Tebai kentini kim yaptı?/ Krallar, prensler mi taşıdı taşları sırtında./ Bir aşçı olsun yok muydu yanlarında?/ Savaşlarda ölenler kimdi, kimin yaptığı ekmekle besleniyor, hangi çobanın güttüğü koyunu yiyordu bu adamlar?”
Tarih, onların adını anmaz.

Gugu, egemenlerin yazdığı tarih kitaplarında adının asla geçmeyeceğini biliyordu. Yaptığı işin, emeğinin değerini de biliyor, bir gün kendisinin de kralların yanında adının sorulacağını düşünüyordu belki. Tarihe bir yanıt olsun diye, yonttuğu taşların üzerine adını yazdı.

Öykünün en güzel yanı ise sonu.

Tümülüsü kazanlar, Gugu’nun adını gün ışığına çıkaranlar, taş ustasının beklentisini en iyi yanıtlayacak olanlardı. Tümülüs kazılarında deneylerinden, becerilerinden yararlanılan günümüzün maden işçileri, Zonguldaklı madenciler. Dağı tepeyi delmeyi en iyi bilen, ister milyonlarca yıldır toprak altında kalan kömür olsun, ister depremde yıkılmış bir binanın altındaki can olsun, ister tarihin derinliklerindeki bir emekçinin adı olsun, her türden cevheri bulup çıkarmanın ustası olan Zonguldaklı madenciler... Evet, Gugu’yu bulup çıkaranlar, onun sınıf kardeşleriydi.
***

Şimdi, bu emek öyküsünün son derece ciddi bir devamı yaşanıyor. Sart, çok eski çağlardan beri Anadolu’nun en zengin altın yataklarından birini bağrında taşıyor. Bu yüzden başına gelen kalmamış. Yıkılması, Pers saldırısıyla olmuş. Sart kralı esir düşmüş, ülke sömürgeleştirilmiş.

Bugün, Pers saldırısını gölgede bırakacak bir yeni saldırı hazırlanıyor. Tarihteki hiçbir vahşi saldırı, günümüz emperyalist şirketlerinin saldırısıyla kıyaslanmaz. Pomza Export ve Güney Afrikalı Multotec Firması, altın aramak için Sart Kaletepe mevkiinde şantiye kurmuş. İşletme ruhsatını da almış.

Altın aranacak olan Çaltılı ve civarındaki alanlar, Manisa Valiliği tarafından Salihli mücavir alanı dışına çıkarılarak, Salihli Belediyesi altın aranacak bölgede devre dışı bırakılmış.

Bunun üzerine, Gugu’nun torunları harekete geçmiş. Salihli Demokrasi Platformu, yerel gazetelerin temsilcileri ve EMEP Salihli İlçe Başkanı Turgut Güler incelemelerde bulunmuşlar. Turgut Güler kardeşimiz, “Henüz şantiye aşamasında bile yapılan doğa katliamını gördüğümüzde ağlamamak için kendimizi zor tuttuk” diyor.

Tarih, yolumuzu aydınlatır. Pers istilası, Lydia Krallığı’nın sonu olmuştu, ama Lydia ülkesinde yaşayan halk, binlerce yıldır, başka krallıkların, imparatorlukların egemenliği altında, üreterek ve yaratarak yaşamaya devam ediyor. Kendi doğalarına, kendi emeklerine sahip çıkıyorlar. Halk yıkılmaz, halk ölmez. Üstelik, adlarını yer altından çıkarmak için işçilerin imdada gelmesini binlerce yıl beklemek zorunda değiller. Sart’taki asıl altın, emeğin binlerce, on binlerce yıllık tarihidir. Bergama gibi, Sart’ı da, gözümüzün bebeği gibi kollamaya hazır olalım.

“Gugu”nun öyküsünü anlatan, değerli Arkeolog, Bilgin ve Yazar Hande Kökten’e teşekkürler.

*EVRENSEL/31 Ocak 2001   E-Posta: aydincubukcu@evrensel.net

17 KÖY  KİTABESİ*

(ÇAMKÖY MEYDANI-BERGAMA 18 MAYIS 1997)

Üzerinde durduğunuz bu topraklar, tam 17 köye aittir.

Bu topraklar yediverendir. Ovasında kar gibi pamuk, kehribar gibi tütün, dağlarında vakur çam ve meşeler, derelerinde serin çınar gölgeleri uzanır. Narına, üzümüne doyamazsınız, tatmadan dönmeyiniz. Topuğunu yere biraz sert vurursan yeryüzüne türlü madenler saçılır. Zenginliktir. Kleopatra'nın güzelliğinde buranın çamuru var. Pergamon kağıdı buralıdır, kralları dolaştı, antlaşmalar mühürledi, sevgi sözleri taşıdı ve gümüş sandıklarda saklandı.

Onların kütüphanesini İskenderiyeliler yüzyıllarca okudu, heykeltıraşlarını, heykellerini, tiyatrolarını. Burada yaşayanlar dürüst, çalışkan insanlardır, başka topraklarda gözleri yoktur. Konukseverdirler. Konuklarında din, dil, ırk, cinsiyet, milliyet ayrımı yapmazlar. Dostlarını da düşmanlarını da unutmazlar. Barışseverdirler.  Avrupalıların Amerika yerlilerine altın için neler yaptıklarını yeni duydular. Şimdi onlar her akşam topraklarıyla, hayvanlarıyla ve ağaçlarıyla ve birbirleriyle vedalaşarak yatıyorlar ama uyuyamıyorlar. Hayata karşı altın diyen aç gözlü Avrupalıları sevmiyor, onları konuk saymıyor ama diğer batılıları hemşehrileri sayıyorlar.

Altını biliyorlardı ama siyanürü yeni öğrendiler. Özenle taşıdıkları altınlarını, siyanürü öğrenince yere attılar. Onlar buğdayın, ayçiçeğinin, tütünün sarı altın, pamuğun beyaz altın, zeytinin siyah altın olduğunu biliyorlar. Onlar buralardan gidip kaybolmak yada buralarda kalıp ölmek istemiyorlar. Onlar bu sıralar iyice hassaslar. Bir bakışta dostu, düşmanı anlıyorlar. Dost olarak geldinse onlarla tanış. Dost değilsen hemen buralardan uzaklaş. Bu insanlar hayatı ve hayatları olan doğayı severler. Onlar bilirler ki, ölüler altın takmaz. Biz bu insanları böyle gördük, böyle tanıdık, böyle anladık ve böyle yazdık...


*Bu sayfanın hazırlanmasında katkılarından dolayı Eğitim-Sen Bergama Temsilciliği Sekreteri Sayın Düzgün ASLAN'a teşekkür ederiz.

EĞİTİMCİLER SİTESİ