Bugün;

 

www.egitimcilersitesi.8k.com


..::EĞİTİMDE KISIR DÖNGÜ: ALTTAKİLER EN ALTA*::..

 

 

Yasemin DOĞAN - Eğitim Uzmanı, Psikolog

Ortaöğretim başarı puanı... Okullarda toplanan paralar... Üniversite sınavı... Eğitimin, okulların statülerini farklılaştırarak kategorilendirilmesi... vb. Tüm bunlar eğitimde fırsat eşitsizliğinin en önemli unsurları olarak, doğaldır ki, sürekli gündeme getirildi, getiriliyor.

Ancak, eğitimde fırsat eşitliği konusunun başka bir yönü var ki, ona değinmek istiyorum. Okulların statülerinin farklılaştırılmasıyla oluşturulan kategorilendirme sınıfların oluşturulmasında da rehber olarak kabul ediliyor çünkü. Şöyle ki; eğitim-öğretim yılının başında öğrencinin sınıfı belirlenirken bir önceki yılın ders notları baz alınıyor ve "notu iyi olan öğrenciler iyi sınıfa, notu düşük olan öğrenciler kötü sınıfa" yerleştiriliyor. (Notu kötü olup, torpili iyi olanlar uygulamadan muaf tutuluyor.) Uygulamanın; "Eğitimde herkese fırsat ve imkan eşitliği sağlanır" ilkesine aykırı olması da bir şeyi değiştirmiyor.

Oysa, "Öğrencileri düzeylerine göre ayırmak eğitimi kolaylaştırır" anlayışı, tam bir düz mantıktır ve geçersizdir. Bu mantığı "doğru" olarak savunanlar, düzeyi düşük sınıflardaki atmosferin, eğitim yapılmasını nasıl imkansızlaştırdığını, o öğrencilerin içinde bulunduğu aşağılık kompleksi ve güvensizliğin eğitimde ne kadar büyük bir engel oluşturduğunu görmezden geliyorlar.

İtilmişliğin eğitime olumsuz yansımasını düşünmeyenler, aynı sınıfı paylaşan düzeyleri farklı öğrencilerde, etkileşim sonucu oluşan motor gücün farkında değiller. Bu güçten yoksun bırakılan öğrencilerin daha da uca kaydığının da!

Eğitimde öğretmenin en temel amacı, düzeyi göreceli olarak yüksek öğrencilerin düzeylerini yükseltmekten çok, düzeyi düşük olan öğrencilerin düzeylerini yükseltmektir. Eğer sınıflar öğrencilerin seviyelerine göre oluşturulursa öğretmenler seviyesi yüksek sınıflarda, kendilerini soru çözmeye endekslerler. Kendilerini çoktan seçmeli bir döngünün içinde bulan öğrencilerin yaratıcılığı ve ifade edebilme yeteneği de elbette körelir.

Burada en önemli sorun, "Sistem bize ayrım yapmayı dayatıyor" mazereti arkasına sığınmaktır. "Biz ne yaparsak yapalım, sonuçta öğrenciler anadolu, fen lisesi gibi okulların sınavına giriyor. Özel sınıflar oluşturuluyor, okulun reklamı yapılsın diye popüler liselere öğrenci kazandırılmaya çalışılıyor" gibi savunmalar eğitimi ticarileştirme mantığının bir yansımasından başka bir anlam ifade etmese gerek.

Devlet okullarının görevi sınavlara öğrenci -belli bir kesimini- hazırlamak değildir ve kendilerine böylesi bir hedefi kesinlikle koyamaz.

"Seviyeye göre sınıf" uygulamasının bir başka sonucu da, velilerle "pazarlık şansı"nı idare lehine kolaylaştırmasıdır. Çocuğunun ortaöğretimini "iyi" bir okulda tamamlamasını isteyen veliler bunun "seviyesi yüksek" sınıftan geçtiğine inandırılıyor. Velilerin, çocuklarının eğitimi konusunda duydukları kaygılar ağır bastığı için, idarenin velileri finans kaynağı olarak değerlendirmesinin koşulları da böylece olgunlaşmış oluyor.

Sonuç olarak, yoksul ailelerin çocuklarının eğitimden eşit olarak yararlanamadıklarını söylemeye gerek bile yok. Herkes hukuk önünde eşit eğitim hakkına sahip olmasına rağmen, bu hakkın çeşitli uygulamalarla kullandırılmadığı açık. Öz olarak, uygulanan yöntemler, yoksul aile çocuklarını, eşit eğitim hakkından mahrumiyete mahkum ediyor. (Bir de buna, seviyesi yüksek sınıflardaki eğitim ortamından yoksun bırakılan öğrencilerin dershane olanağından da yoksun olduğu eklenirse, bu çocuklarımızın ikinci kez cezalandırıldıkları ortaya çıkar.)

Bu bağlamda, eğitimde fırsat eşitliğini sağlaması gereken devlet, uyguladığı eğitim politikaları ile eğitimde fırsat eşitliğini engelleyen etmen durumunda.

Soruları şimdi soralım: Çocuklar için eğitimlerinin daha ilk yıllarında yapılan bu sınıflandırma, gelecekleri konusunda baştan verilen bir karar mı? Yıllardır uygulanan ve bugün "Paran yoksa okuma!" sözünde ifadesini bulan bir ayıklama politikası mı?

Bu sorulara doğru yanıtlar vermeliyiz, çünkü söz konusu olan çocuklarımızın geleceğidir...

* Günlük EVRENSEL'den (31 Temmuz 2001) alınmıştır.