Bugün;

 

www.egitimcilersitesi.8k.com


..::İNSAN HAKLARI::..

 

 

Mehmet Ali OLGUN - Felsefe Eğitmeni/Karacasu-AYDIN

Doğada var olanlara bir bakalım. Canlı ve cansız varlıkları görüyoruz. Cansız varlıkların bir kısmı doğanın ürünü bazıları ise canlıların dönüştürdükleri.

Canlıların ortak yönü var mı? Evet var. En genel anlamda biyolojik varlıklarını  koruma uğraşıları, tüm canlılar için ortak bir amaç olarak ortaya konabilir. Afrika’da bir sabah, aslana yem olmamak için hızlı koşmak zorunda olan bir ceylan ile aç kalmamak için o ceylandan daha hızlı koşmak zorunda kalan aslanın amacı ortak değil mi? Peki ya güzel bir yaz günü derede balık tutan insan ile soğuk bir kış günü akşamı dağılan pazar yerindeki yiyecek artıklarını toplayıp evine götürme telaşında olan bir annenin çabaları da aslan ile ceylanın çabalarına benzemiyor mu? 

            Peki ya insan ile diğer canlılar arasında fark var mı? Doğal yanlarını düşünürsek yok ama doğa ile mücadelelerini düşündüğümüzde, ussal yetisiyle insandan yana önemli bir fark var. Bu ussal yetisi bazen doğayla mücadelesinde kendisi için önemli bir avantaj olabilirken bazen de diğer insanlarla mücadelesinde acısı hiç dinmeyecek yaralar da açabiliyor. 6 Ağustos 1945’te 400.000 nüfuslu Hiroşima’da 130.000 kişinin ölümüne ve üç gün sonra Nagasaki’de 20.000 kişinin ölümüne ve 50.000 kişinin yaralanmasına neden olan atom bombalarının açtığı yaralar, uygarlık tarihinde insanın kendi kendine açtığı hiç dinmeyecek yaralarından sadece ikisi.

Özellikle II. Dünya Savaşı’nın açtığı derin yaralardan sonra, “İnsan insanın kurdudur.” diyen İngiliz Düşünür Thomas Hobbes’u doğrularcasına insanın insanla insanlık dışı mücadelesinin yine insanın kendisi için büyük bir tehlike oluşturmaya başladığını gören Avrupa Devletleri, kendi yaşam güvenliklerini sağlamanın önemli bir yolu da başka insanların/ulusların yaşam güvenliğini sağlamak olduğu gerçeği üzerinde uzlaştılar. Savaşın sonucunda kentlerin yakılıp yıkılması, kitlesel ölümler ve beraberinde gelen korku ve dehşet, insanlık için sürekli bir barışın kurulması, zorba devlet adamlarının ortaya çıkma olasılığının ortadan kaldırılması gibi arayışların doğmasına neden oldu. Bu düşüncenin yaygın olduğu devletlerin hükümetleri önce 1945 yılında dünya barışını ve güvenliğini korumak, uluslararasında ekonomik, toplumsal ve kültürel işbirliği oluşturmak amacıyla Birleşmiş Milletler Örgütü’nü kurdular. Sonra da bu örgütün Genel Kurulu tarafından 10 Aralık 1948 tarihinde yaklaşık üç yıllık bir çalışmanın ürünü olan İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ni ilan ettiler.

Çok kısa aralıkla iki büyük Dünya Savaşı yaşamış olan ve savaşın acı yüzüyle karşılaşmış Avrupa Devletleri arasında kısa sürede kabul gören bildirgenin çıkış noktası doğal hukuk anlayışıdır. Kalıcı  barışın ve özgürlüğün, tüm insanların devredilemeyecek haklarına saygı göstererek ve ancak bu hakların korunmasının güvence altına alınmasıyla sağlanabileceği inancıyla yayınlanan bu haklar bildirgesinin içeriğine bir göz atalım. 30 maddeden oluşan ve “Tüm insanlar özgür, onur ve haklarda eşit doğarlar.” tümcesiyle başlayan Bildirgenin, “1-21. maddeleri arasında bireyin klasik liberal savunma haklarına. 22-27. maddeleri arasında da sosyal, ekonomik ve kültürel haklara yer verilmiştir.”[1]. Son maddelerde ise bildirgede yer alan maddeler güvence altına alınmaya çalışılmıştır.

Bu bildirgede yer alan hak ve özgürlükler, imzalayan hükümet görevlilerinin -yönetme erkini elinde bulunduranların- yönettikleri geniş halk kitlelerine bir bağışı değildir. Bu haklar, yönetilenlerin yönetenlerle mücadelesindeki kazanımlarının ürünüdür. Bu mücadelede; Magna Carta (1215), Virginia Bildirgesi (1776), İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi (Fransa,1789) gibi anıt taşların yanında Spartaküs gibi nice kahramanlar vardır.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde yer alan bölünmez, devredilmez insan onurunu yücelten hakların en önemli güvencesi; yönetilen insanların sivil toplum örgütleri çatısı altında örgütlenmesi ve genel çıkarı koruma kaygısından uzaklaşıp devlet erkini kendi çıkarlarının aracı olarak kullanmaya başlayan yöneticileri her an denetleyebilmeleri ve gerektiğinde yönetimden uzaklaştırabilmeleridir. “Yurtta ve Dünyada Barış.” başka türlü gerçekleşemez.

İnsan haklarını dilinden düşürmeyen ama bu hakların öznesi olarak sadece kendini gören anlayışın iktidarına son vermek, geçmişimize, günümüze ve geleceğimize sahip çıkmak için İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 27., 23. ve 21. maddelerindeki haklarımızı kullanmamız yeterli olacaktır. Gerçek anlamıyla demokratik düzen, eğer yönetilenler isterse yeşerecektir.

Dünyada özgürlük, adalet ve barışın temelini oluşturacağı inancımla, “İnsanlık ailesinin tüm üyelerinin özünde bulunan onur ile onların eşit ve devredilemez haklarının” sonuna kadar kullanılabileceği bir dünyanın kurulabilmesine yine insan haklarını(zı) kullanarak katkı sağlamanız dileğimle...


[1] "Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi" Dr. Şeref ÜNAL, 

TBMM Yayınları No:89 Shf.38