Kamil
KARAGÖZ
(Fizik-Matematik
Öğretmeni/MANİSA)
Öğretmenler
odasında otururken sınıf başkanı geldi. "Öğretmenim sınav kağıtlarımıza
baktıysanız hak vereceksiniz. Hepimizin sınavı kötü geçmişti.
Arkadaşlarımız bu sınavı geçersiz sayıp yeniden yapalım
diyorlar." Öğretmen not defterini açıp ağır ağır sayfalardaki
notlara baktı. Biraz düşündü. "Gerçekten notlar çok kötü, hiç
iyi not alan yok. Uygun bir tarihte yeniden sınav yapalım. Arkadaşların
bu kez çok iyi hazırlansınlar. Birazdan derse gelince açıklama yaparım."
Başkan sevinçle odadan çıkıp koşarak gitti. Zil bozuktu. Geç
kalmamak için biraz sonra kalkıp derse gitti. Sınıfa girdiğinde öğrencilerdeki
sevinç çığlıkları ve taşkınlık görmeye değerdi. Çoğu öğrenci,
öğretmenin sınıfa girdiğini anlamadı bile. Öğretmen sıralar arasında
birkaç kez gitti geldi. Susun oturun diye ard arda bağırdı. Neden
sonra herkes yerine oturdu ve bir sessizlik oldu. Öğretmen sınıf başkanıyla
konuştuklarını öğrencilere de söyleyip yeniden sınav gününün
belirlenmesini istedi. Öğrencilere "her zaman sorunlarınızı öğretmenlerinize
çekinmeden açıklayın. Özellikle sınıf öğretmenleriniz sizlere
daha yakındır. Açıkça çekinmeden uygun biçimde sorunlarınızı öğretmenlerinize
açıklarsanız sizlere anlayışla yardımcı olurlar. İyilikle, güzellikle
çözümlenemeyecek sorun yoktur…" diye konuşup derse başlayacaktı
ki arka sıralardan bir öğrenci "Öğretmenim bazı öğretmenler
bizi hiç anlamıyor, bir şey söyleyince dinlemeden kovuyor…"
dedi. Öğretmen bu öğrenciyi sessizce dinleyip sözünü bitirince
"öğretmeninizde insan, onlarında sorunları olabilir, bir başka
zamanda yeniden daha uygun biçimde söylerseniz sanırım anlayışla
yaklaşırlar. Sakın bir öğretmene başka bir öğretmeni çekiştirip
arkasından konuşmayın. Yüz yüze konuşup tartışın…" diyerek
sözünü bitirip derse başlayalım dedi. Öğrencilerde başlayalım öğretmenim
diye bir an bağırdılar.
Öğretmen
geçen dersin özetini yapıp, çözümleyeceği soruyu tahtaya düzgünce
çizdi. Aralarda dolaşıp öğrencilerin de düzgün çizim yapmalarını
bekledi. Bir öğrenci nelerin verildiğini, sorudan ne amaçlandığını
bir kez daha açıkladı. Öğrenciler söz alıp sorunun çözümü için
neler düşündüğünü söylerken soruya iyice odaklanmışlardı. Çoğunluk
parmak kaldırıp görüş bildirmek için can atıyordu ki… birden kapı
açıldı . Öğrenciler hemen ayağa kaktı. Sınıfa ikisi yönetimde görevli
üç öğretmen girdi. Bayan olan yönetmen baş yardımcısı bağırdı.
"Sınıfta arama var eller baş üstüne."
Tüm
öğrenciler iki eli baş üstünde tutarken bayan baş yardımcısı kızları,
erkek olanın biri gözcülük yaparken ötekisi de erkekleri arıyordu.
Öğrencilerin cepleri, cüzdanları, çantaları, çorapları didik didik
aranıp sakıncalı buluntular masa üzerinde toplanıyordu.
Öğretmen
bir köşeye çekilmiş bir suçlu gibi duruyordu. Öğrencilerine bakamıyordu.
Birden seksenli yılların başlarında bir gece yarısı evinin güvenlik
görevlilerince aranıp kitaplarının götürülmesiyle başlayan korkunç
günlerini anımsadı. O karanlık dönemde yaşadıkları bir film şeridi
gibi hızla geçip gitti düşüncelerinden. Düşündükçe içinde
bulunduğu ortamda bunalıyordu. İçini dayanılmaz bir sıkıntı basmış,
gözleri dolmuştu. Bir ara sınıftan çıkıp gitmeyi düşündü ama
olmazdı. Öğrencilerini yalnız bırakamazdı.
Neden
sonra arama bitmişti. Sakıncalı buluntular için tutanak düzenlenmiş
ve sınıftan çıkıp gitmişlerdi. Sınıfa korkunç bir yas havası
çökmüştü. Çıt çıkmıyordu. Öğrencilerin başları öne eğik üzüntüye
boğulmuşlardı. Başlangıçtaki sevinç ve coşku uçup gitmişti. Öğretmende
konuşmuyor, sıraların arasında şaşkınlıkla dolaşıp duruyordu.
Tahtada çözüm bekleyen soru ve çizimleri,
kimseyi ilgilendirmiyordu.
Neden
sonra bir öğrenci "öğretmenim bize neden güvenmiyorlar, bizim hiç
kişiliğimiz, onurumuz yok mu? Böyle üstümüz, çantamız, özel eşyalarımız
didik didik aranıyor, bu nasıl
eğitim anlayışı…"’ dedi. Öğretmen bir süre düşündü,
kendini toparlamaya çalıştı ama hiçbir şey diyemedi.
Bir süre sonra başka bir öğrenci "öğretmenim, bazı öğretmenler
de sigara içiyor, aramızda sigara içenler var ama bu arkadaşlara kötü
davranıyorlar, tuvaletlerde sigara içmek
zorunda bırakılıyor…"
Öğrencilerin
suskunluğu geçmişti. Hepsi de öfkeliydi. Bir şeyler söylemek
istiyorlardı. Söz almadan konuşmaya başlamışlardı.
- "Atatürk bizlere güvenip CUMHURİYET’i koruma görevini
verdi ama öğretmenlerimiz bizlere güvenmiyor…"
-
"Bizler,çoğumuz bir yıl sonra üniversite öğrencisi olacağız.
Bazılarımız ileride belki de öğretmen olacak. Bizlerde mi böyle
yapacağız…"
-
"Bizler suskun gençler olarak yetişmek istemiyoruz. ‘Fikri hür,
vicdanı hür, irfanı hür’ başka bir deyişle ‘tepeden tırnağa özgür’
gençler olarak yetişmek istiyoruz…"
-
"Böyle davranışlar iç dünyamızı karartıyor, geleceğe ilişkin
umutlarımız…"
Daha
konuşacaktı ki kapı açıldı. Bir sonraki dersin öğretmeni göründü.
Okul zili bozuk olduğundan dersin bittiği anlaşılmamıştı. Öğretmen
sınıftan çıkmak üzere kapıya doğru yürüdü. Yüzü sapsarıydı.
Eli ayağı titriyordu. Kendi kendine "artık yazacağım.
Gazetelere, televizyonlara her türlü
olumsuzlukları yazıp üzerine gideceğim. Yıllardan beri sürüp giden
çağ dışı anlayışların kendiliğinden değişmesini beklemek boşuna.
Bu çağda, yarınlarımız, umudumuz olan gençlere yapılan her türlü
onur kırıcı, utanç verici, aşağılayıcı ilkel davranışlar
kesinlikle bitmelidir. Eğitim adına daha çook çok yapılacak işler
var," diye düşünüp ağır ağır yürüyerek sınıftan çıkıp gitti.
Öğretmen
doğrudan öğretmenler odasına gitti. Boş bir koltuğa bırakıverdi
kendisini. Uzun süre öylece kaldı. Yaşadığı olayın yoğun
etkisindeydi. Karmaşık duygular sarmıştı dört bir yanını. Neden
sonra kendine gelebildi. Çantasından kağıtlar çıkardı ve hemen
yazmaya koyuldu. Yazıyor, yazıyor, durmadan yazıyordu. Sonra yazdıklarını
yırtıp çöpe atıyor sonra yeniden yazıyordu. Öteki öğretmenler
yaptıklarına bir anlam veremiyor ilgiyle onu izliyordu. O durmadan yazıyor,
karalıyor, yırtıyor ve kendi kendine söylenip duruyordu. Sonunda yazdıklarını
yavaş yavaş okudu. Yüzü biraz gülümsedi. Yazdıkları bir şeye
benzemişti.
Kendi
kendine "sen yine fizik-matematik soruları çöz, yazı yazmak senin
işin değil. Ama yazması gerekenler yazmıyorsa görev yine sana
kalacak" diye düşündü.
Sonraki
günlerde yazdıklarını bilgisayarda özenle yazdırıp çoğalttı. Öğrencilere,
öğretmenlere, yöneticilere dağıttı. Yerel bir gazetede yayınlattı.
Özellikle öğrenciler çok beğenmişlerdi. Çoğu yönetici pek hoşlanmadığını
dolaylı yollardan utangaç biçimde ortaya koyuyordu. Dahası bir yönetmen
yazının içeriğini beğenmeyip sınıflardan toplatmış. Her gün
okuduğu günlük gazetede o yazıyı yayınlamadı. Yerel
TV. ilgi göstermedi.
Oysa
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi yayınlanalı iki yüzyıldan çok süre
geçmişti. (O bildirgeyi, ilk yayınlayan ülkede şimdi çocuk hakları,
dahası hayvan hakları yürürlükteydi.) Anayasamızda özel yaşamın
gizliliği güvence altına alınmıştı. Kimsenin özel yaşamına yargıdan
izinsiz karışılamazdı. Yoksa bunlar öğrenci diye insandan sayılmıyor
muydu? Bunların özel yaşamı yok muydu? Üstleri, çantaları, çorapları
ulu orta aranıyordu. Kişiliklerine saygı gösterilmiyordu. Bunlar
kesinlikle yanlıştı. Bu yanlış ergeç ortadan kalkmalıydı. Bu bir süreçti.
Başka ülke yöneticilerinin kendi birliklerine katılma koşulu olarak
dayatmadan bu yanlış giderilmeliydi.
O
şimdi, "umutsuzluğa kapılmadan, yılmadan bana ne demeden daha çok
uğraşacaktı. (Ağaca bir kez balta vurmakla ağaç devrilmiyordu.) Kökleşmiş
sakat anlayışların sökülüp atılması kolay değildi. Eğitim adına
yapılacak çok şeyler var diye düşünmekte haklıydı. Gerçekten yapılacak
çok şeyler var. Kesinlikle yılgınlık yok diye düşünerek savaşımını
sürdürüyor. En çok da aydınlık geleceğimiz, yarınlarımız,
umutlarımız deyip çok çok
sevdiği öğrencilerine
güvenerek.
|