Bugün;

 

www.egitimcilersitesi.8k.com


 

 

 

 

SINIFTA ARAMA VAR, ELLER BAŞ ÜSTÜNE¬

 

Kamil KARAGÖZ (Fizik-Matematik Öğretmeni/MANİSA)

Öğretmenler odasında otururken sınıf başkanı geldi. "Öğretmenim sınav kağıtlarımıza baktıysanız hak vereceksiniz. Hepimizin sınavı kötü geçmişti. Arkadaşlarımız bu sınavı geçersiz sayıp yeniden yapalım diyorlar." Öğretmen not defterini açıp ağır ağır sayfalardaki notlara baktı. Biraz düşündü. "Gerçekten notlar çok kötü, hiç iyi not alan yok. Uygun bir tarihte yeniden sınav yapalım. Arkadaşların bu kez çok iyi hazırlansınlar. Birazdan derse gelince açıklama yaparım." Başkan sevinçle odadan çıkıp koşarak gitti. Zil bozuktu. Geç kalmamak için biraz sonra kalkıp derse gitti. Sınıfa girdiğinde öğrencilerdeki sevinç çığlıkları ve taşkınlık görmeye değerdi. Çoğu öğrenci, öğretmenin sınıfa girdiğini anlamadı bile. Öğretmen sıralar arasında birkaç kez gitti geldi. Susun oturun diye ard arda bağırdı. Neden sonra herkes yerine oturdu ve bir sessizlik oldu. Öğretmen sınıf başkanıyla konuştuklarını öğrencilere de söyleyip yeniden sınav gününün belirlenmesini istedi. Öğrencilere "her zaman sorunlarınızı öğretmenlerinize çekinmeden açıklayın. Özellikle sınıf öğretmenleriniz sizlere daha yakındır. Açıkça çekinmeden uygun biçimde sorunlarınızı öğretmenlerinize açıklarsanız sizlere anlayışla yardımcı olurlar. İyilikle, güzellikle çözümlenemeyecek sorun yoktur…" diye konuşup derse başlayacaktı ki arka sıralardan bir öğrenci "Öğretmenim bazı öğretmenler bizi hiç anlamıyor, bir şey söyleyince dinlemeden kovuyor…" dedi. Öğretmen bu öğrenciyi sessizce dinleyip sözünü bitirince "öğretmeninizde insan, onlarında sorunları olabilir, bir başka zamanda yeniden daha uygun biçimde söylerseniz sanırım anlayışla yaklaşırlar. Sakın bir öğretmene başka bir öğretmeni çekiştirip arkasından konuşmayın. Yüz yüze konuşup tartışın…" diyerek sözünü bitirip derse başlayalım dedi. Öğrencilerde başlayalım öğretmenim diye bir an bağırdılar.

Öğretmen geçen dersin özetini yapıp, çözümleyeceği soruyu tahtaya düzgünce çizdi. Aralarda dolaşıp öğrencilerin de düzgün çizim yapmalarını bekledi. Bir öğrenci nelerin verildiğini, sorudan ne amaçlandığını bir kez daha açıkladı. Öğrenciler söz alıp sorunun çözümü için neler düşündüğünü söylerken soruya iyice odaklanmışlardı. Çoğunluk parmak kaldırıp görüş bildirmek için can atıyordu ki… birden kapı açıldı . Öğrenciler hemen ayağa kaktı. Sınıfa ikisi yönetimde görevli üç öğretmen girdi. Bayan olan yönetmen baş yardımcısı bağırdı. "Sınıfta arama var eller baş üstüne."

Tüm öğrenciler iki eli baş üstünde tutarken bayan baş yardımcısı kızları, erkek olanın biri gözcülük yaparken ötekisi de erkekleri arıyordu. Öğrencilerin cepleri, cüzdanları, çantaları, çorapları didik didik aranıp sakıncalı buluntular masa üzerinde toplanıyordu.

Öğretmen bir köşeye çekilmiş bir suçlu gibi duruyordu. Öğrencilerine bakamıyordu. Birden seksenli yılların başlarında bir gece yarısı evinin güvenlik görevlilerince aranıp kitaplarının götürülmesiyle başlayan korkunç günlerini anımsadı. O karanlık dönemde yaşadıkları bir film şeridi gibi hızla geçip gitti düşüncelerinden. Düşündükçe içinde bulunduğu ortamda bunalıyordu. İçini dayanılmaz bir sıkıntı basmış, gözleri dolmuştu. Bir ara sınıftan çıkıp gitmeyi düşündü ama olmazdı. Öğrencilerini yalnız bırakamazdı.

Neden sonra arama bitmişti. Sakıncalı buluntular için tutanak düzenlenmiş ve sınıftan çıkıp gitmişlerdi. Sınıfa korkunç bir yas havası çökmüştü. Çıt çıkmıyordu. Öğrencilerin başları öne eğik üzüntüye boğulmuşlardı. Başlangıçtaki sevinç ve coşku uçup gitmişti. Öğretmende konuşmuyor, sıraların arasında şaşkınlıkla dolaşıp duruyordu. Tahtada çözüm bekleyen soru ve çizimleri,  kimseyi ilgilendirmiyordu.

Neden sonra bir öğrenci "öğretmenim bize neden güvenmiyorlar, bizim hiç kişiliğimiz, onurumuz yok mu? Böyle üstümüz, çantamız, özel eşyalarımız didik didik aranıyor,  bu nasıl eğitim anlayışı…"’ dedi. Öğretmen bir süre düşündü, kendini toparlamaya çalıştı ama hiçbir şey diyemedi.  Bir süre sonra başka bir öğrenci "öğretmenim, bazı öğretmenler de sigara içiyor, aramızda sigara içenler var ama bu arkadaşlara kötü davranıyorlar, tuvaletlerde sigara içmek zorunda bırakılıyor…"

Öğrencilerin suskunluğu geçmişti. Hepsi de öfkeliydi. Bir şeyler söylemek istiyorlardı. Söz almadan konuşmaya başlamışlardı.

- "Atatürk bizlere güvenip CUMHURİYET’i koruma görevini verdi ama öğretmenlerimiz bizlere güvenmiyor…"

- "Bizler,çoğumuz bir yıl sonra üniversite öğrencisi olacağız. Bazılarımız ileride belki de öğretmen olacak. Bizlerde mi böyle yapacağız…"

- "Bizler suskun gençler olarak yetişmek istemiyoruz. ‘Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür’ başka bir deyişle ‘tepeden tırnağa özgür’ gençler olarak yetişmek istiyoruz…"

- "Böyle davranışlar iç dünyamızı karartıyor, geleceğe ilişkin umutlarımız…"

Daha konuşacaktı ki kapı açıldı. Bir sonraki dersin öğretmeni göründü. Okul zili bozuk olduğundan dersin bittiği anlaşılmamıştı. Öğretmen sınıftan çıkmak üzere kapıya doğru yürüdü. Yüzü sapsarıydı. Eli ayağı titriyordu. Kendi kendine "artık yazacağım. Gazetelere, televizyonlara her türlü olumsuzlukları yazıp üzerine gideceğim. Yıllardan beri sürüp giden çağ dışı anlayışların kendiliğinden değişmesini beklemek boşuna. Bu çağda, yarınlarımız, umudumuz olan gençlere yapılan her türlü onur kırıcı, utanç verici, aşağılayıcı ilkel davranışlar kesinlikle bitmelidir. Eğitim adına daha çook çok yapılacak işler var," diye düşünüp ağır ağır yürüyerek sınıftan çıkıp  gitti.

Öğretmen doğrudan öğretmenler odasına gitti. Boş bir koltuğa bırakıverdi kendisini. Uzun süre öylece kaldı. Yaşadığı olayın yoğun etkisindeydi. Karmaşık duygular sarmıştı dört bir yanını. Neden sonra kendine gelebildi. Çantasından kağıtlar çıkardı ve hemen yazmaya koyuldu. Yazıyor, yazıyor, durmadan yazıyordu. Sonra yazdıklarını yırtıp çöpe atıyor sonra yeniden yazıyordu. Öteki öğretmenler yaptıklarına bir anlam veremiyor ilgiyle onu izliyordu. O durmadan yazıyor, karalıyor, yırtıyor ve kendi kendine söylenip duruyordu. Sonunda yazdıklarını yavaş yavaş okudu. Yüzü biraz gülümsedi. Yazdıkları bir şeye benzemişti.

Kendi kendine "sen yine fizik-matematik soruları çöz, yazı yazmak senin işin değil. Ama yazması gerekenler yazmıyorsa görev yine sana kalacak" diye düşündü.

Sonraki günlerde yazdıklarını bilgisayarda özenle yazdırıp çoğalttı. Öğrencilere, öğretmenlere, yöneticilere dağıttı. Yerel bir gazetede yayınlattı. Özellikle öğrenciler çok beğenmişlerdi. Çoğu yönetici pek hoşlanmadığını dolaylı yollardan utangaç biçimde ortaya koyuyordu. Dahası bir yönetmen yazının içeriğini beğenmeyip sınıflardan toplatmış. Her gün okuduğu günlük gazetede o yazıyı yayınlamadı. Yerel  TV. ilgi göstermedi.

Oysa İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi yayınlanalı iki yüzyıldan çok süre geçmişti. (O bildirgeyi, ilk yayınlayan ülkede şimdi çocuk hakları, dahası hayvan hakları yürürlükteydi.) Anayasamızda özel yaşamın gizliliği güvence altına alınmıştı. Kimsenin özel yaşamına yargıdan izinsiz karışılamazdı. Yoksa bunlar öğrenci diye insandan sayılmıyor muydu? Bunların özel yaşamı yok muydu? Üstleri, çantaları, çorapları ulu orta aranıyordu. Kişiliklerine saygı gösterilmiyordu. Bunlar kesinlikle yanlıştı. Bu yanlış ergeç ortadan kalkmalıydı. Bu bir süreçti. Başka ülke yöneticilerinin kendi birliklerine katılma koşulu olarak dayatmadan bu yanlış giderilmeliydi.

O şimdi, "umutsuzluğa kapılmadan, yılmadan bana ne demeden daha çok uğraşacaktı. (Ağaca bir kez balta vurmakla ağaç devrilmiyordu.) Kökleşmiş sakat anlayışların sökülüp atılması kolay değildi. Eğitim adına yapılacak çok şeyler var diye düşünmekte haklıydı. Gerçekten yapılacak çok şeyler var. Kesinlikle yılgınlık yok diye düşünerek savaşımını sürdürüyor. En çok da aydınlık geleceğimiz, yarınlarımız, umutlarımız deyip çok  çok  sevdiği  öğrencilerine güvenerek.