Gazetelerde
televizyonlarda hemen her gün duyarız/izleriz. "Sağlıkçılara
% 50 zam", "Öğretmene ek zam yolda.", "Memura zam müjdesi.",
"Hekimlerin özlük haklarında ve ücretlerinde iyileştirme yapılacak."
Vs, vs. Ama gerçekte bu haberlerin hemen hiç birinin gerçekleştiğini
görmeyiz. "Memuru enflasyona ezdirmeyeceğiz."in ne büyük
yalan olduğunu en çok pazara yada alışverişe çıktığımız
zaman anlarız. Bu türden haberler ister istemez bizlerde beklenti
yaratır. Ekonomik durumumuzun düzelme ihtimali bizi o kadar
rahatlatır ki, geçeriz televizyonun karşısına bekleriz. İş
yerimizde konuşur kritik yaparız. "hadi bakalım inşallah"
sonra malum iyileştirmeler bir türlü olmaz. Homurdanırız. Ümitsizliğe
kapıldığımız , "olmayacak" dediğimiz anda yeni bir haber
çıkar aynı türden. Beklentiler sil baştan alınır. Ümitlerimiz
tekrar filiz verir kaldığı yerden. 1
Aralık iş bırakma eylemi öncesi ve sonrasında da en başta
bahsettiğim türden haberler o kadar çoğaldı ki acaba dedik.
"Kartaca
hükümdarı Anibal, Kartaca’dan İtalya’ya
giderken yolda fırtına başlamış... Yolculuğun
bu nedenle uzaması yüzünden geminin ambarındaki
talimli ve terbiyeli atların yemi bitmiş...
Atlar açlıktan huysuzlaşıp, çifte atmaya, kişnemeye
ve ortalığı dağıtmaya başlamışlar... Çare
düşünen komutanlar, acayip bir kurnazlık
bularak, atlara "yem borusu" çalmışlar. Yem
verileceğini düşünen atlar sakinleşip
beklemeye başlamışlar... Zaten İtalya
sahillerine yaklaşan gemiler yem borusunu birkaç
kez daha çalarak durumu idare etmişler."(1)
Görünen
o ki Anibal ve atları çok şanslı çünkü İtalya sahilleri yani
yem bulma şansları yakın.Birkaç yem borusu ile durum idare
edilmiş. Teşbihte hata olmaz ama bizim yem borularının bir kaçla
ifade edilmesi pek mümkün değil. Birkaç deyince aklımıza yüz
yada iki yüz gelmez. Üç dört demek daha akıllıca.
"Demokraside
çareler tükenmez.", "Dün dündür, bu gün bu gündür." Cümleleriyle
büyüyen bizlerin durumu açıklanır gibi görünmüyor. Toplumsal
olayları açıklamak veya gidişatını kestirmek o kadar kolay değil.
En azından tahmin bile etseniz yanılma olasılığınız çok
fazla.Yakın dönemde gündemimizde olan, daha doğrusu gündemimizde
olması sağlanan, olaylara baktığımız zaman "beyaz
enerji", "mavi akım", "kırmızının solgunluğu" vs aklın almasına
imkan yok. Daha doğrusu çıldırmamak içten bile değil. Yine de
olanlara bakıp da ümitsizliğe kapılmamak lazım.
Dedim
ya toplumsal olayları kestirmek o kadar kolay değil. Gerçekte var
olan çelişkileri uzun süre gizlemek hiç kolay değil. Bir bakarsınız
bir yerlerden çıkıvermiş. O zaman paniklersiniz, ne yapacağınızı
şaşırır öylece kalıverirsiniz. Elbette "yem borusu" çalanların
durumunu tahmin etmek zor olmaz. O talimli ve terbiyeli atlar birde
bakarsınız ki gemilerinizi çifteliye çifteliye paramparça
edivermiş. 1 Aralık eylemi öncesi en çok attığımız slogan
"gemileri yaktık, geri dönüş yok!.." sloganıydı. Benzetmek
gibi olmasın birden aklıma geldi.
Neyse
konumuza geri dönelim. Dedim ya paniklersiniz, ne yapacağınızı
şaşırır öylece kalıverirsiniz diye. İşte o zaman belki
birbirinize sırf arkadaşlık olsun diye verdiğiniz o yüz
binlerce doların aslında rüşvet olduğu gerçeğini insanlar
kavrayıverir. Ve bunun hesabını sormaya kalkabilirler.şimdilerde
pek uzak hatta imkansız gibi görünse de. Neden? Diye soracak
olursanız, açıklayayım demeyeceğim. Memlekette olanların açıklanmaya
ihtiyacı yok ki. Her şey o kadar açık seçik ortadaki görmemek
mümkün değil. Batık bankalar, hortumlamalar, kredi yolsuzlukları,
adam kayırma, rüşvet, gelir dağılımındaki uçurumlar, açlık,
sefalet ücreti daha sayılabilecek bir çok konu... Ama çıt yok.
Sanki yaşananlar Amerikan yapımı bir aksiyon filmi ve bizi hiç
alakadar etmiyor gibi. Film icabı yani.
Geçenlerde
bir sohbet ortamında emekli öğretmen bir büyüğümüzün okuma
öğretme konusunda anlattıkları hayli ilginçti. "Okumayı her
çocuğa öğretebilirsiniz, yeter ki zeka seviyesi çok düşük
olmasın. İki ayda, üç ayda, bir yılda süre önemli değil.
Eninde sonunda çocuklar okumayı öğrenir. Ama bu o kadar önemli
değildir. Önemli olan okuduğunu anlamasını sağlamaktır. İşte
asıl problemde burada, bizde insanlar okuduklarını anlayamıyorlar,
anlayabilselerdi zaten bu durumda olamazdık." Evet, bence de can
alıcı konu bu yani okumak, okuduğunu anlamak. Kıyaslamak, kuşku
duymak, soru sormak ve olanlardan bir sonuç çıkarmak. İşte
bu.... İşte bu... en kaba tabiriyle böyle bir değerlendirme
sonuca ulaşmak için yeterli.
Bu
konuyla ilgili daha çok şey yazılabilir, örnekte verilebilir ama
daha fazla yazmama engel olan daha doğrusu kalemimde ki mürekkebi
bitiren bir şey var. Değerli emekli öğretmen büyüğümüzün sözleri.
Duydunuz mu?. Bakın, dikkatlice dinleyin. İşte, "YEM BORUSU ÇALDI!.."
Yem borusu çaldı!.. Yem geliyor!.. mu acaba!?
(1)
Öküz Dergisi/Ocak 2001
|