Muhammet
DOĞRAMACI -Rehberlik
ve Psikolojik Danışman Öğretmen
Okullarımızda
rehberlik bürolarınca gerçekleştirilen rehberlik ve
psikolojik danışma, bireye kişisel sorunlarının çözümü
için gerekli olan olgusal bilgileri sağlayan, kişinin
isteklerini ve imkanlarını, çeşitli özelliklerini tanımasına
yardımcı olan ve nihayet bu bilgilerden yararlanarak
kendisini gerçekleştirmesine yardım eden bir hizmet alanıdır
Rehberlik,
kişinin en verimli bir şekilde gelişmesi ve tatminkar
uyum sağlamasında gerekli olan tercihleri, yorumları,
planları yapmasına ve kararları vermesine yarayacak bilgi
ve yetenek kazanması, bu tercih ve kararları yürütmesi için
kişiye yapılan sistemli, planlı profesyonel yardımdır.
Rehberlik
hizmet ve faaliyetlerinde belirli bir hedefe erişmek
isteyen kişi ile bu hedefe giden yolları tanıyan ve bu
yolların özellikleri hakkında daha fazla bilgi sahibi
olan kimse vardır. Rehberlik görevi bu hedefe giden yolları
ve özelliklerini belirtmek yolda görülecek-
durulacak yerlere dikkat çekmektir. Bu yollardan birini seçmek
, gidiş şekillerini tayin etmek, elde edilen bilgilerin
ışığı altında rehberlik edilen kişinin vereceği bir
karardır. Ferdin gideceği yolu yapacağı işleri bir başkasının
tayin etmesi rehberlik etmek olmaz. Çünkü böyle bir
durumda kişiye tercih yapma imkanı verilmeden, her şey başkaları
tarafından empoze edilmiş demektir. Kişinin kendi
kabiliyetleri, ilgileri, ihtiyaç ve arzuları verilen
kararda dikkate alınmış değildir. Eğer
bir eğitimci, bireyin gideceği yolu, yapacağı işleri
belirleyerek, öğrencinin bu karar ve kurallara uymasını
istiyorsa, yaptığı iş rehberlik değildir. Bu
durumda, bireylerin tercih etme ya da seçme özgürlüğü
ortadan kaldırılmış olur. Tepkileri ve davranışları
kendilerine ait olmaktan çıkar.

1.
EMRETME, YÖNETME:
“Yapman gerekir...” “ ... yapacaksın” “yapmak
zorundasın...”
-
Korku ya da aktif direnç yaratabilir;
-
Söylenilenlerin tersini “denemeye” davet
edebilir;
-
İsyankar davranışlara ya da misillemeye yol açabilir.
2.
UYARMA, TEHDİT ETME (GÖZ DAĞI VERME)
“
... yapamazsın...olur” “ya yaparsın,yoksa...”
-
Korku,boyun eğme yaratabilir;
-
Söz konusu sonuçların gerçekten meydana gelip
gelmeyeceğini “denemeye” yol açar;
-
Gücenme,kızgınlık,isyankarlığa neden
olabilir.
3.
AHLAK DERSİ VERME, VAAZ ETME
“...
yapmalıydın” ”Senin sorumluluğun” “...şöyle
yapmak gerekir”
4.
ÖĞÜT VERME, ÇÖZÜM GETİRME, FİKİR VERME
“Ben olsam...” “Neden... yapmıyorsun?” “Bence...”
“Sana şunu önereyim...”
-
Çocuğun kendi sorunlarını çözmekten aciz
olduğunu ima eder;
-
Çocuğun sorunu bütünüyle düşünüp,değişik
çözümler getirip seçenekleri denemesine engel olur;
-
Bağımlılık ya da direnme yaratabilir;
5.
MANTIK YOLUYLA İNANDIRMA, TARTIŞMA
“İşte
bu nedenle hatalısın...” “Olaylar gösterir ki...”
“ Evet, ama...” “Gerçek şu ki..."
-
Savunucu tutumları ve
karşı koymayı kışkırtır;
-
Çoğunlukla çocuğun aileyle iletişimi
kesmesine ve artık dinlememesine yol açar;
-
Çocuğun kendini beceriksiz ve yetersiz
hissetmesine neden olabilir.
6.
YARGILAMA, ELEŞTİRME, SUÇLAMA
“Olgunca
düşünmüyorsun...” “ Sen zaten tembelsin...”
-
Yetersizlik,aptallık,yanlış değerlendirme
anlamı taşır;
-
Çocuğun olumsuz bir yargıya hedef olma ya da
azarlanma korkusuyla iletişimi kesmesine yol açar;
-
Genellikle çocuk yargı ve eleştirileri gerçek
olarak algılar (“Ben kötüyüm!”) ya da karşılık
verir (“Siz de mükemmel değilsiniz!”)
7.
ÖVME, GÖRÜŞÜNE KATILMA, TEŞHİS KOYMA
“Çok
güzel!..” “Haklısın. o öğretmen berbat birine
benziyor” “Bence
harika bir iş yapıyorsun...”
-
Ailenin beklentilerinin çok yüksek olduğunu
ima eder;
-
İstenilen davranışı yaptırabilmek için, söylenilen
içtenlikten yoksun bir manevra olarak algılanabilir;
-
Çocuğun öz-imgesi (Kendini algılayışı) ile
övgü uygun değilse çocukta kaygı yaratabilir.
8.
AD TAKMA, GÜLÜNÇ DURUMA DÜŞÜRME
"Koca
bebek..." "Hadi bakalım süpermen"
"Geri zekalı!" "Hadi sen de sulu göz!"
-
Çocuğun kendini değersiz hissetmesine,
sevilmediği kanısına varmasına yol açabilir;
-
Çocuğun öz-imgesi üzerinde olumsuz etkileri
olabilir;
-
Genellikle karşılık vermeye iteler.
9.
TAHLİL ETME, TEŞHİS KOYMA
“Senin derdin nedir biliyor musun?” “Herhalde çok
yorgunsun” “ Aslında sen öyle demek istemiyorsun”
-
Tehdit edici, tedirgin edici olabilir ve başarısızlık
duygusu uyandırabilir;
-
Çocuk kendini korumasız,kıstırılmış
hisseder,kendisine inanılmadığı kanısına varabilir;
-
Çocuk yanlış anlaşılma endişesi ile iletişimi
keser.
10.
GÜVEN VERME,TESKİN, TESELLİ ETME
“Aldırma...
boş ver, düzelir...” “Hadi biraz neşelen...”
“Zamanla kendini daha iyi hissedersin...”
-
Çocuğun kendini
“anlaşılmamış” hissetmesine neden olur;
-
Kızgınlık duyguları
uyandırır( “Size göre kolay tabi!!”)
-
Çocuk genellikle
mesajı “ Kendini kötü hissetmen doğru değil” biçiminde
algılar.
11.
İNCELEMEK,ARAŞTIRMAK,SORUŞTURMAK
“Neden?...
Kim?... Sen ne yaptın?... Nasıl...”
-
Sualleri cevaplama genellikle eleştiri ve
zorunlu çözüm getirdiğinden, çocuklar genellikle hayır
demeye, yarı-doğru cevap vermeye,kaçamağa yönelir veya
yalan söylerler;
-
Sualler genellikle sual soranın nereye varmak
istediğini açıklamadığından, çocuk korku ve endişeye
kapılabilir;
-
“Daha
güzel şeylerden konuşalım...” “ Sen neden dünyayı
yönetmiyorsun?...”
-
Yaşamın güçlükleriyle savaşmak yerine,
onlardan kaçınmak gerekli, mesajını ima edebilir;
-
Çocuğa, sorunlarının önemsiz,saçma sapan ve
geçersiz olduğu anlamını verebilir;
-
Çocuk bir güçlükle karşılaştığında açık
davranmaktan çekinebilir.
İletişim
engelleri, kendini anlatmaya çalışan çocuğa yardımcı
olmadığı gibi, onun ileriki sorunlarını anlatmamasına,
içine atmasına neden olur. Bunun yerine yapılacak davranışlar
şunlar olabilir:
SESSİZLİK:
Sessizlik kadar kişiye konuşma olanağı tanıyan güçlü
bir etken yoktur. Sadece sessiz durarak karşıda ki kişiye,
çocuğa konuşma alanı bıraktığımız için, çocuk
konuşmaya yönelebilir.
EMPATİ:
Empati kendini karşısındakinin
yerine koyarak olaylara onun gözleriyle, onun dünyasından
bakmaya çalışmaktır. Kedisi öldüğü için ağlayan
bir çocuğa: “Ne varmış bir kedi için üzülecek”
gibi bir iletişim engeli yerine, kendini çocuğun yerine
koyarak, kedinin onun yaşamında ne denli önemli olduğunu
anlamaya çalışmak, empati kurmaktır. Empatinin en önemli
göstergesi, diz çökerek çocukların dünyayı görüş açılarına
bakmaktır. Çocuklar küçük yaşlarda bir bacaklar dünyasında
yaşarlar. Dolayısıyla, çocuklarla konuşurken diz çökerek
onları anlamaya çalışmak veya kaldırıp kucağına
almak, çocuğu anlamaya daha açık bir davranış şeklidir.
KABUL:
Çocuğu sorunu ile
birlikte yargılamadan kabul etmek,çocuğun hata yapabileceğini,
yaşının icabı doğru yargılayamayacağını düşünerek,
çocuğu o anda (yani sorunu sırasında ) günahı ve sevabıyla
kabul ederek, onu anlamaya çalışmaktır.
DÜRÜST
OLMAK: Derdini
anlatmaya çalışan çocuğa mutlaka yetişkin görüşü
ve rolüyle yaklaşmak yerine ( yani anne baba rolü
yerine), insan olarak yaklaşmaya çalışmak ve onun
duygularını anne baba bakışı ile değil, bir insan bakışı
ile algılamaya çalışmak, dolayısıyla gereken cevapları
vermek yerine dürüst cevaplar vermeye çalışmak, çocuğa
daha yakın, daha anlamlı yaklaşım verir.
Aile
üyeleriyle olan ilişkileri, çocuğun diğer bireylere,
nesnelere ve tüm yaşama olan tutumlarının temelini oluşturur.
Aile aynı zamanda çocuğa, ailenin bir üyesi olduğu
bilincini aşılar ve toplumsallaşmanın temelini atar.
Sosyal
uyum üzerindeki araştırmalar, ailenin çocuk üzerindeki
ilk etkilerinin son derece önemli olduğunu kanıtlamıştır.
Evlerinde yakın bir ilgiyle demokrasinin birleştiğini gören
çocuklar, en etkin, özgür ve arkadaşlarıyla ilişkilerinde
en başarılı çocuklar olmaktadırlar. Araştırıcılara
göre, hoş görülü ve demokratik evlerde büyüyen çocuklar,
arkadaşlarıyla ilişkilerinde daha etkin, daha girişken,
yaratıcı fikirler öne sürebilen fikirlerini serbestçe söyleme
eğiliminde görülen çocuklar olmaktadırlar. Bu tür çocuklarda
, kendini denetleme arzusuna daha erken rastlanmaktadır.
Buna karşılık, daha sert bir denetim altında tutulan ya
da eğitim yöntemleri değişken olan ailelerde büyüyen
çocuklarsa, boyun eğmeme ve saldırganlık gibi yollarla
kendilerini kabul ettirmek istemekte ve kendi iç dünyalarını
açıklamakta zorluk çekmektedirler.
Hor
görülen, cezalandırılan ya da hem sevilip hem de soğuk
davranılan ailelerin çocukları bağımlı olmaktadırlar.
Ergenlik çağına gelen genç, yaşadığı toplumda kendi
görev ve statüsü hakkında açık ve seçik bir fikre
sahip değildir. Kendisine yetişkin görev ve sorumluklarının
verilmemesi ve statü belirsizliği, ergeni mutsuz kılar.
Ergenin davranışlarına rehberlik edecek değerleri
kazanması ve sosyal yönden sorumluklarını öğrenmesi
konusunda , yardıma gereksinimi vardır. Bu gereksinimi karşılayan
ve ergenin yaşamında etkin olan toplumsal kurum ailedir.
Ergenlik
döneminde anne baba kontrolüne karşı gelişen tepkiye koşut
olarak,otorite desteğine olan gereksinim, duygusal gerginliğe
neden olur. Başka bir değişle ergen isyankar tavır alışının
yanında anne babasının desteğine gereksinme duyar. Bu çift
kutupluluk. Ergenin iç çatışmasını arttıran bir
nedendir.
Ergene
karşı yetişkinin baskı yasaklara dayanan disiplin anlayışı
olumlu ve yapıcı olması gereken bu dönemi çatışmalarla
dolu, olumsuz bir yaşam everesi haline dönüştürebilir.
Aile
içindeki erişkinlerin tutumları, ergenin haklarıyla
sorumlulukları arasındaki dengeyi kurabilecek türden
olmalıdır. Aile içinde ergeni yöneltilen farklı
tutumlar, ergenin dengesizlik ve kararsızlığını arttırır.
Örneğin bir gün : “ Sen daha çocuksun, bunu bilmezsin
! “ diyen bir yetişkinin , bir başka gün : “ kocaman
adam oldun, hala bilemiyorsun!” şeklindeki suçlamaları,
ergeni dengesizliğe iten bir nedendir.
Anne
babanın duygusal sorunları bulunan kişiler olması,
evlilik ilişkilerinde başarılı olamamaları, ergenin
aile içinde sürekli kavga ve çekişmeye tanık olması şeklindeki
kötü ev koşulları, ergeni bir karmaşaya, bir iç çatışmaya
ya da suçlu davranışa itebilir. Aşırı koruma., bir çocuğu
diğerlerinden kayırarak daha çok sevme, bazı uyum
bozukluklarını görememe, ergenler arasında uyum bozukluğuna
neden olan bazı yanlış anne baba tutumları arasında sayılabilir.

ANA-BABA,
ÇOCUK
Ailenin
çocukla olan ilişkisi doğumdan hemen önce başlayan ve
uzun yılları kapsayan bir süreçtir. Çocuk ilk olarak
beslenme,korunma,temizlik... vb. ihtiyaçları dolayısıyla
aileye bağımlıdır. Bu dönemdeki bu tür ilişkiler çocuğun
temel güven duygusu kazanmasındaki en baş sebeplerdir.
Büyüyen
çocukla kurulan ana-baba ilişkisinin niteliği çocuğun
kişilik özelliklerini büyük ölçüde belirler, Çocuk,ailenin
ilgisi ve sevgisi gibi bir takım davranışları sonucunda
değişken-çekingen... vb. gibi kişilik özellikleri geliştirir.
Kısaca
bir sonuç çıkarmak gerekirse ailenin çocukla olan ilişkisinin
yetersizliği,devamsızlığı,niteliği ve yoksunluğu gibi
sebeplerden dolayı çocuk duygusal,bilişsel zeka gelişimi,uyum
sorunları,cinsel kimlik sorunları gibi alanlarda yetersiz
olabilir.
Burada
üzerinde durulması gereken bir konuda çocuğun anne babasıyla
kurduğu özdeşimdir. Zira çocuk için ebeveynleri birer
modeldir. Çocuk ilk olarak annesi ve babasını taklit
eder. Daha ileriki yaşlarda ise model almada bir çeşitlilik
ve bolluk yaşanır.
Anne
ve babanın olmayışı çocuğun tutumlarından tutun
cinsel kimliğini kazanmasına değin önemli bir takım
sorunları da beraberinde getirebilir. Bu gibi hallerde çocuğun
model alacağı kişilerin yer alması gerekir; yani baba
yerine dayı,amca... vb. anne yerine hala, teyze... vb. geçebilir.
Buraya
dek ilk gelişim dönemindeki çocukla ailesinin ilişkisine
kabaca değindik. Peki ya aile tutumları dediğimiz yani
farklı aile tutumları nelerdir:
Baskıcı
ve Otoriter Aileler: Bu tip
aileler kuralcı ve katı disiplinci ailelerdir. Anne
babadan birisi ya da her ikisinin baskısı altında olan çocuk,
nazik, dürüst ve dikkatli olmasına karşın, çekingen başkalarının
etkisinde kolay kalabilen, aşırı duyarlı bir yapıya
sahip olabilir.
Aşırı
Hoşgörülü Aileler : Çocuğun
isteklerinin kayıtsız ve şartsız kabul edildiği
ailelerdir. Çocuklarına boyun eğen anne babalar evde
onların egemenliğini kabullenen kişilerdir. Bu tür
ailelerde, genelde aşırı bir sevgi ve dengesiz tutumlar
hakimdir. Böyle çocuklar, anne babalarına hükmeder ve
onlara çok az saygı gösterirler. Genelde doyumsuz,
bencil,kural tanımaz kişiler olabilirler Böyle çocuklar,
ev içinde ve dışında çok zayıf bir sosyal uyum gösterirler.
Dengesiz
ve Kararsız Tutumlu Aileler:
Anne ve babanın çocuk yetiştirme konusundaki farklı
tutumlarının çatışması ve anne veya babanın her an
aynı konuda dahi farklı davrandığı ailelerdir. Bu tür
ailelerde ki çocuklar dengesiz, tutarsız ve kararsız
tutum sergileyebilirler.,duygusal yönden sorunlu
olabilir.
Aşırı
Koruyucu Tutumlu Aileler:
Aile tarafından çocuğa
gereğinden fazla kontrol ve özen gösterilmesidir. Bunun
sonucu çocuk, diğer kimselere aşırı bağımlı,
kendisine güveni olmayan, duygusal kırıklıklara sahip
bir kişi olabilir. Bu bağımlılık, çocuğun yaşamı
boyunca sürebilir ve yetişkin olduğunda da aynı özen ve
korunmayı eşinden bekleyebilir.
Güven
Verici ve Hoşgörülü Aileler:
Anne ve babanın çocuklarına karşı hoşgörü sahibi
olmaları,çocukların bazı kısıtlamalar dışında
arzularını diledikleri biçimde gerçekleştirmeleri anlamına
gelir. Çocuk bu tür aile ortamında sevgi saygı ve teşvik
görür. Bireylik hakkı tanınır. Girişimlerine izin
verilir. Dolayısıyla çocuk yetişkinliğe tüm bu özellikleri
taşır.
Reddedici
Tutumlu Aileler:
Reddetme bir anlamda,
çocuğun sağlık hizmetlerini aksatarak, ona düşmanca
duygular beslemek şeklinde tanımlanabilir. Bu ortamdaki
“istenmeyen çocuk” yardım duygusundan uzak, sinirli,
duygusal kırıklıkları olan diğerlerine özellikle
kendinden küçük ve zayıflara karşı, düşmanca
duygulara sahip bir birey olabilir.
Çocuklar
Arasında Ayrım Yapan Aileler:
Bütün çocuklarını
eşit düzeyde sevdiklerini söylemelerine karşın kimi
anne babanın bazı çocuklarını daha çok sevdikleri gözlenmektedir.
Böyle durumlarda anne babalar, sevdikleri çocukları diğerlerinden
ayırarak onları kayırırlar. Aşırı sevgi gören bu çocuklar,
daha çok anne babalarıyla oyun oynamayı yeğlerken,
akranlarıyla olan ilişkilerinde saldırgan ve baskılı görünüm
içindedirler.
Sonuç
olarak ana baba tutumları çocuğun kişiliğinin oluşumunda
büyük önem taşır ve belirleyicidir. Sevgi temeline
dayanan ana baba, çocuk ilişkisinde en önemli nokta şudur;
Aile çocuğa nasıl davranırsa
benzer bir davranışı çocuk gösterecektir.
Büyüyen
çocuğun yaşamında artık aileden başka etmenlerde
ortaya çıkar. Okul yaşamı bunlardan biridir. Bu konuya
diğer değişik özellikler de eklenecektir. Bulardan en
karakteristik olanı ergenlik dönemidir; diyebiliriz.
Ergenlik
dönemine giren çocuğun ailesiyle olan ilişkisi gerek yapı
gerekse nitelik bakımından değişiklikler gösterir. Bu dönemde
çocuk anne ve babayı adeta terk ederek özgün bir birey
olma yolundadır. Kısaca bu dönemdeki çocuğun özellikleri
Şunlardır:
-
Ani
öfke ve patlamalar.
-
Aile
ile iletişimde bozulmalar kopmalar.
-
Alınganlık.
-
Ailenin
tercih ve inançlarını hor görme ve eleştirme.
-
Ailenin
yerine başkaları veya arkadaş gurubunun alması.
-
Ailesinin
kendini anlamadığını düşünme.
-
Vücut
yapısındaki değişmeler ve karşı cinse ilgi duyma.
Maddelerden
de anlaşılacağı gibi model olarak artık aile değil dışındaki
nesne ve kişilerdir. Ergen birey artık kendini bir kişilik
olarak tanıtıp öyle görünür,Kuşkusuz bu durum çocuğun
ileriki dönemi içinde bir belirleyicidir. Bu dönemde aile
çocuğa bir birey gibi davranmalı ,onu dinlemeli ve saygıyla
yaklaşmalı . Bu sayede kazanan hem çocuk hem de aile
olacaktır.
Buraya
kadar kabaca aile ve çocuk ilişkilerine değindik özellikle
olumsuz davranışlar yönünden konuya eğildik bu bölümde
ise olması gerekenler yani olumlu aile tutumlarını sıralayalım:

ANNE
VE BABALARIN DİKKAT ETMESİ GEREKEN BAŞLICA
NOKTALAR ŞUNLARDIR:
1.
Anne ve baba çocuklarını
çok iyi tanımalı bunun için gerekli çaba ve süreyi ayırmalıdırlar.
2. Anne ve baba çocuğun
kardeş ve arkadaşlarından farklı, bağımsız kendine özgü
zeka ve kişiliği olan bir birey olduğu gerçeğinden
hareket etmelidir. Asla çocuğu başkasıyla kıyaslanmamalıdırlar.
3. Aile çocuğa doğru yanlışı
öğretirken dengeli ,tutarlı ve kararlı olmalıdır.
4. Anne
ve babanın güvenli bir çocuğa sahip olabilmeleri için
önce kendilerine sonra birbirlerine ,ardından da çocuğuna
güvenmeleri gerekir.
5. Anne
ve babanın çocuğunda görmek istediği davranışı önce
çocuğa kendilerinin göstermesi gerekir.
6.
Aile çocuktan yaşına ve
yeteneğine uygun isteklerde bulunmalı yaşına ve yeteneğine
uygun beceriler beklenmelidir.
7. Aile
çocuğa sevgi ve saygı temeline dayanan bir eğitim
vermelidir.
8. Anne
ve babalar çocuğa güvenli ve çocuğun kişiliğine saygı
duyan özgür bir ortam hazırlamalıdırlar.
Kısaca
ana baba çocuğa sevgi veren girişim yeteneği ve özgüvenini
kazanabilmesi için onu destekleyen kişiler olmalıdır.
Unutulmamalıdır ki çocuk ekilecek bir tarla gibidir . Bir
Atasözünde denildiği gibi “Ne
ekersen Onu Biçersin”.
|