Aleviler bunları biliyor mu?
Naki Bakır'ın Aleviliğin inanç boyutu ile ilgili düşüncelerinini
aktardığı yazıyı yayınlıyoruz.
www.alevionline.com
NOT: Son günlerde bu konularda bazı olumlu ve olumsuz eleştiriler
alıyoruz. Alevionline hiçbir görüşteki yazarına "fikirler" düzeyinde
herhangi bir müdahalede bulunmaz. Yazarlarımızın savunduğu
düşüncelerin arkasında değiliz; düşüncelerini savunma
özgürlüklerinin arkasındayız. Lütfen sağ taraftaki "köşe yazıları"
bölümünü Alevionline'da böyle değerlendiriniz.
“Muhammed kızlarından Fatma’yı Ali’ye, Ümmü Gülsüm’ü de Osman’a
veriyor. Demek ki Ali ile Osman bacanak oluyor. Muhammet, Ali ile
Osman’ın kayınbabası oluyor. Ömer Kızı Hafsa’yı Muhammet’e veriyor.
Yani Ömer, Muhammet’in kayınbabası oluyor. Muhammet torunu, Ali’nin
kızı Ümmü Gülsüm’ü Ömer’e veriyor. Yani Ali Ömer’in kayınbabası,
Fatma da kaynanasıdır. Ömer’in boşadığı Atike’yi Muhammet’in torunu
Hüseyin alıyor. Ne kadar karışık ilişkiler yumağı değil mi? Kimin
kimse nasıl akraba olduğu belli değil…”
“Aleviler” sözcüğünü tırnak içinde yazmamın nedenini önceki
yazılarımı okuyanlar bilecektir. Öncelikle bu sözcüğün anlamı “Ali’nin
soyundan” gelenler demektir. Bu sözcük; daha sonra da İslam
toplumunun tarihsel süreçte yaşadığı kamplaşmada, Ali’nin ve Ehl-i
Beyt’in tarafını tutan ve aynı zamanda onların yolunu; yani İslam’ı
sürdürenlere ad olarak verilmiş ve yer yer Şia ile birlikte ve eş
anlamda kullanılmıştır. Günümüzde de Necef, Kerbela ve Kum kaynaklı
Şia İslam ekolüne mensup olanlara bu ad pekâlâ verilebilir. Çünkü,
Ali'nin zaten Muhammet'ten ve diğer halifelerden farklı olmayan
Müslümanlık anlayışı ve uygulaması bugün Şiiler tarafından
yaşatılıyor. Bir de bazı güney illerimizde ve Suriye’de yaşayan;
Muhammed bin Nusayr’in sistemleştirdiği Ali yanlısı bir İslami ekolü
benimseyip uygulayan Nusayri Alawi”ler var ki bunları da aynı
kategoriye dahil etmek yanlış olmaz. Bu kategoriye eklenecek başka
gruplar da vardır.
Oysa ülkemizde, “Aleviler” adıyla anılan, ancak yukarıda
yaptığımız tanımın tamamen dışında kalan, sayıları 20-25 milyon
dolayında tahmin edilen toplum ise en fazla 200 yıldır bu adla
anılmaktadır. Gerçekte bu toplumun, günümüzde de canlı biçimde
yaşattıkları inanç unsurları ve ritüelleri, her ne kadar Şiî-İslami
motifler taşısa da tamamen kendi kadim yollarına aittir ve İslam’la
ya da aşırı sevdikleri Ehli Beyt’in din anlayışıyla uzaktan yakından
ilgisi yoktur. Günümüzde daha çok “Alevî-Bektaşî” diye adlandırılan
bu toplum, “daha dün” denilebilecek bir tarihte; 16. yüzyılda,
Osmanlı’nın ağır siyasi ve mali baskılarına karşı bir kurtarıcı
olarak görüp ölümüne yandaş oldukları Safeviler’in propagandası
sonucu, sanal biçimde, gerçekte dahil olmadığı İslam tarihi içinde
kendisini konumlandırmış. İslam dünyasındaki iki ana güç odağından
biri ve muhalefette olan Ehli Beyt’in yanında yer almış. Safevi
yanlısı oluşla birlikte, onları ifade eden “Kızılbaş” sıfatı bu
topluma da verilmiş, daha sonra Osmanlı’nın propagandasıyla bu
sözcüğe pejöratif anlamlar yüklenmiş. İttihat ve Terakki, bu toplum
üzerinde çalışmalar yaptırmış, raporlar yazdırmış. Araştırmacılar,
incelemeleri sonucunda bu topluluğa “Köy Bektaşileri” ve “Aleviler”
gibi sıfatları uygun görmüş. Çeşitli bölgesel adlar yanında,
kendilerine (özellikle Orta Anadolu’da) daha çok “Erenler” diyen bu
toplum, Ali’nin hakiki yolunu sürdüren topluluklar için zaten
kullanılan “Alevilik” adını son dönemde benimsemekte tereddüt
etmemiş.
“Alevilik” aidiyatının benimsenmesinde; bu toplumun Safeviler’le;
özellikle de uğruna öldükleri, isyanlar çıkardıkları, kendisine
devlet kurdukları ve en çok etkilendikleri Safevî Şahı İsmail’le
özdeşleştirdikleri Ehli Beyt'e yönelik aşırı sevgi ve
bağlılıklarının oluşması etkili olmuş. Ancak bu aidiyat, "tarafında
olma" anlamında siyasi bir bazda gelişmiş. O yüzden bu adın alınması,
inançsal açıdan Ehli Beyt’in yolunu sürdürme anlamına gelmiyor.
Zaten bu toplum, Şiî Safevileri desteklerken, onun karşısındaki
Sünni Osmanlı’yı da Emeviler’le özdeşleştirmiş, böylece bu halkın
gözünde Sünni=Yezit olmuş, bir anlam kayması yaşanmış. "Şah = Ali;
Osmanlı = Yezit" şeklinde bir algılama oluşmuş.
Hamâsi ve efsanevî bir Şah-ı Merdan Ali kültü oluşturulmuş, o
dönemin yaşayan Alisi olarak da Şah İsmail (Hatayi) lanse edilmiş.
Hatayi, kendisinin Ali’nin enkarnesi olduğunu iddia ediyordu. Ali’yi
Safeviler’den öğrenen bu toplum, O’nu cem yapan, semah dönen,
Muhammed’le müsahip olup kuşak bağlayan, engür (üzüm) suyu içen biri
olarak oluşturdu muhayyilesinde. İran’daki Aliillahi Ehli Haklar
gibi Alevi-Bektaşilik’te de (pek açık söylenmese de) Ali’nin
Tanrı’nın bedenlenmiş hali olduğuna inanılır. (tecessüd) Tanrı,
Ali’nin bedeninde dünyaya gelmiştir.(Hulul) Bu tür inançların,
Allah’tan başkasına Tanrı denmesini şiddetle yasaklayan İslam’la
bağdaşması mümkün değildir. İslam, böyle düşünenlerin "şirk" koştuğu
gerekçesiyle, öldürülmesini emreder(1)
Ne ki Safevîler, başarılı bir “toplum mühendisliği” çalışmasıyla
bu toplumun kendi kadim yolunu bozup, bu insanlara Şiî İslamî bir
kimliği siyasal bazda da olsa benimsetirken, İslam’ın teolojisini
olduğu gibi tarihini de doğru öğretmemişler. İşlerine geleni anlatıp,
gelmeyeni saklamışlar.
Bu “yol”un “teoloji çerçevesi”, tarihsel kökeni, kaynakları ile
İslam’dan ayrı olduğunu ve bağdaşmadığını, bu toplumun 16. yüzyılda
yaşadığı ve belleğini dumura uğratan, mantığını şaşırtan “Safevî
travması”nı önceki yazılarımda anlatmıştım. (2)
O yüzden, “Aleviler”ce bilinip bilinmediğini soracağım konu, daha
çok İslam’ın peygamberi ve önde gelenlerinin yaşam tarzları,
akrabalık ilişkileri. Özellikle de adeta Tanrı kabul edilerek
yüceltilen Ali ile O’nun düşmanı sayılan, hakkını gasp ettiği
gerekçesiyle kin beslenen önceki üç halife arasındaki…
Sorumuzun muhatabı da tabiî ki kadim yollarının özünü unutup,
kendilerini İslam’ın bir kolu, dalı, mezhebi, hatta “özü” sayan,
mesnetsiz biçimde, Ali’nin Ebu Bekir, Ömer ve Osman’dan, dolayısıyla
bugünkünden farklı bir İslam anlayışı olduğunu sanan Alevî-Bektaşî
toplumudur. Konuyu anlamak için bu kişilerin sadece akrabalık
ilişkilerine bakmak bile yeterlidir.
Bu konuda, Sünnî ya da Şiî birçok İslam kaynağında yer alan
bilgileri, değerli Araştırmacı Yazar Ünsal Öztürk’ün, önemli bir
çalışma olan “Alevilerin Büyük Sırrı” adlı kitabından aktarıyorum:
“Muhammed kızlarından Fatma’yı Ali’ye, Ümmü Gülsüm’ü de Osman’a
veriyor. Demek ki Ali ile Osman bacanak oluyor. Muhammet, Ali ile
Ozman’ın kayınbabası oluyor. Ömer Kızı Hafsa’yı Muhammet’e veriyor.
Yani Ömer, Muhammet’in kayınbabası oluyor. Muhammet torunu, Ali’nin
kızı Ümmü Gülsüm’ü Ömer’e veriyor. Yani Ali Ömer’in kayınbabası,
Fatma da kaynanasıdır. Ömer’in boşadığı Atike’yi Muhammet’in torunu
Hüseyin alıyor. Ne kadar karışık ilişkiler yumağı değil mi? Kimin
kimse nasıl akraba olduğu belli değil…
Kendilerine ‘Alevi Müslüman’ diyenler ne Osman’a, Ömer’e, Ebu
Bekir’e ne kadar kızarlarsa kızsınlar, bu insanların kendi
aralarındaki ilişkiler problemsizdir. Örneğin Peygamber Muhammet,
Osman’a iki kızını vermiştir. İlk kızı Rukayye aslında Ebu Leheb’in
ikinci oğlu Uteybe ile nişanlıdır. İslamiyet geldiğinde Ebu Leheb
iman etmedi ve oğluna Mahmmet’in kızını boşamasını söyledi. Uteybe
rukayye’yi boşadı. Rukayye daha sonra Osman’a verildi. Bedir
savaşından sonra Rukayye ölünde, Muhammed diğer kızı Ümmü Gülsüm’ü
Osman’a nikahladı. Bu yüzden Osman’a ‘iki nur sahibi’ anlamına gelen
‘Zinnureyn’ denilmektedir. Bu bilgi İslam kaynaklarının tamamında
vardır…..Muhammet de O’nu (Zeyd) kölelikten azat etmiş, oğul olarak
kabul etmiş, kendi halasının kızı Zeynep’le evlendirmiş. Daha sonra
da Zeynep’le kendisi evlenmişti…”(2)
O halde;
. Muhammet, Ali’nin de Osman’ın da kayınbabası.
.Ali ile Osman bacanak.
.Muhammed Ömer’in eniştesi, Ömer Muhammet’in kayınbabası (kızı
Hafsa’dan dolayı)
.Ömer, Ali’nin damadı, Ali Ömer’in kayınbabası. (Kızı Ümmü
Gülsüm’den dolayı)
.Ali, kendi kayınbabası Muhammed’in kayınbabası olan Ömer’in
kayınbabası…
Evet, gerçekten de “Ne kadar karışık ilişkiler yumağı” değil mi?
İçinden çıkılacak gibi değil.
Daha, Muhammet’in biri Ebu Bekir’in 9 yaşındaki kızı Aişe olmak
üzere toplam 10, Ali’nin de yaklaşık o kadar (Fatıma’nın ölümünden
sonra) eş aldığını, özellikle İkinci İmam Hasan’ın, sürekli eşlerini
boşayarak, aynı anda dörtten fazlasıyla nikahlı olmamak koşuluyla
toplam 250 eş aldığı, bu yüzden kendisine “Boşayan” sıfatı
verildiğini de söylemedik.
“Eeee… ne olmuş yani, bundan ne çıkar?” diyenler çıkabilir.
Bunlardan iki önemli sonuç çıkıyor.
Birincisi şu: Hadi, Kuran’ın değiştirildiği, İslam’ın daha sonra
Ehli Beyt’den iktidarı gasp eden Emevilerce bozulduğu, “gerçek”
İslamı “Aleviler”in yaşattığı gibi akla mantığa sığmayan iddiaları
bir kenara bırakalım. Yukarıdaki karmaşık akrabalık ilişkilerinin
oluşturduğu tablo, bugüne kadar tek eşliliği, namus ve vicdanı elden
bırakmamış, eline-diline-beline sahip olmayı ilke edinmiş,
kadın-erkek eşitliğini gerçekleştirmiş bu toplumun, kadını bir “mal”
olarak gören bu kişilerle inançsal, tarihsel, sosyal ya da kültürel
hiçbir bağı olamayacağını gösteriyor. Erenler toplumu, bu tablodaki
kişilere mensup, onların yolunu sürdürüyor olamaz.
Buradan çıkan ikinci sonuç da şu: “Aleviler”in yolundan
gittiklerini sandıkları Ali’nin son derece sıkı ve girift akrabalık
ilişkileri bulunan diğer üç halifeyle, inanç yapısı, dini anlama ve
uygulama konularında hiçbir ihtilafı yoktur, olamaz. Ali’nin,
kendinden önceki halifelere Kuran, sünnet, fıkıh konularında
danışmanlık yaptığı, ayrıca bugün bile “Aleviler”i derinden
yaralayan Kerbela’da ölen onbir oğlu içinde Ömer, Osman, Bekir
adlarını taşıyanların olduğunu da hatırlatmak gerekir. Ali’nin din
anlayışı, bugün Necef, Kum, Kerbela merkezli olarak sürüyor. Diğer
İslam coğrafyasında yaşanan din de küçük ayrıntılar dışında bundan
farklı değil.
Evet sormak lazım: Aleviler bunları biliyor mu? Ali ile
ilgilerinin olmadığını biliyorlar mı?
Ali’yi Tanrı yerine koyan insanlar, zahmet edip Nehc’ül Belaga
adlı kitapta yer alan O’nun tamamen İslam şeriatını öğütleyen
hutbelerini bir kez olsun okumaz mı?
Peki, Erenler’in kadim yolunun kaynağını Arap çöllerinde arayan,
denizi ırmağa akıtmaya çalışan, Müslümanlığı kimselere bırakmayan,
Diyanet’te temsil, bütçeden pay isteyen “Alevi-İslam” teorisyenleri
bunları bilmiyor mu?
Naki BAKIR
naki.bakir@ttnet.net.tr
Bu posta adresi spam botlara karşı korumalıdır, görebilmek için
Javascript açık olmalıdır
1- Bakara Suresi, 191. ayet
2- www.alevionline.com/index.php?option=com_content&task=view&id=1165&Itemid=52
3-Ünsal Öztürk, “Damlanın İçindeki Gerçek-Alevilerin Büyük Sırrı”,
Yurt-Kitap Yayınları, Ankara, 2005, s. 227-228