islam dininde, imanın şartları var , müslümanlığın şartları var, aleviler bu
şartların hiç birini pratik ibadetlerinde yapmadıklari gibi , yorum ve
anlatımlarıylada hiçbir zaman sunni islam ulamasının yorumlarına katılmazlar.
Tanrıyı insanda gören, insanı inanç ve ibadetinin merkezine koyan ve insana
kutsallık yükleyen bir inanç, ibadetini müzikle yapan, haremlık ve selamlığı
kaldırıp kadın ve erkeğin birlikte yan yana ibadet etmeyi hak bilen bir inanç,
İslam diniyle örtüşmez. Anadolu Alevileri Hak, Muhammed, Ali üçlemesini
yaratarak ibadet ve deyişlerinde söylerler bu islamda şirktir (günahtır).
İslamda Tanrıya eş koşulmaz, bir benzetilme yapılmaz. Oysa ki aleviler Hak ,Muhammed,
Ali üçlemesiyle bir birlikten bahsediyorlar( tasavvuf dilinde üçü birdir ).
Bütün inançlar az veya çok birbirlerinden etkilenmişlerdir.
Anadolu’da ki aleviler yaşadıkları coğrafyanın en eski inançları olan Zerdüştlük
ve Şamanizimden ve de Hiristiyanlık ile Yahudilikten de etkilenmiştir. Aleviler
en eski inançlardan olan Zerdüştlüğün bir çok değerlerini halen olduğu gibi
ibadetlerinde dile getiriyorlar. Ocak, ateş, güneş gibi tabiat varlıkları
Zerdüştlükte ve Şamanizm inançlarında olduğu gibi alevilikte de halen vardırlar.
Dua ve gülbenklerinde alevi dedeleri tarafından dile getiriliyor. Yüce dağların
dorukları, suyun gözelerinin kutsallığına, ruhların ölümsüzlüğüne halen
alevilikte de inanılıyor.
Her Alevi katliamının altından bir
Yahudi, bir Hıristiyan çıkmamıştı, daima müslüman çıktı. Bardakoğlu Alevileri
İslam'ın tarihi içinde gördü. O tarihin içinde Hıristiyan ve Yahudiler
Alevilerden daha çok vardır. Bardakoğlu Alevileri İslam'ın içinde değil de,
tarihinin içinde görmekte isabetlidir. Alevileri İslam'ın mezhebi görmüyor bunda
da isabetlidir, ama ürkektir. Alevilerin Müslüman olmadıklarını biliyor, görüyor
ama dillendiremiyor. Bir handikaptır. Çözüm bekliyor. Alevilerin islami bir
mezhep olmayışlarını bir eksiklik, veya kusurlu olma gerekçesi sayılması korkunç
bir zaaftır.
Şafii, Maliki, Hambeli mezhepleri islamdırlar. Yaşam tarzları aynıdır.
Farklarını hesaba katmazsanız hepsi birdir. Bunlar da sünni mezheptir. Ama
bunlar katledilmediler. Birbirlerine saygıda kusur da etmezler. Ancak Aleviler
karşı bütünü birden zülmedicidirler. Burada bile Alevilerin İslam olmadıkları
çok rahat anlaşılmaktadır. Böylesi yüzlerce örnek mevcuttur. Türkiye'de sünni
olmayanlara baskı yapılıyor. Çünkü yukarda saydıklarımız sünnidirler. Baskı da
görmüyorlar. Aleviler ise hem devletten ve hem de İslam'ın tüm mezheplerinden
baskı görmektedirler.
Aleviliğin islamiyetle uzaktan yakınad alakası yoktur,
dolayısyla islamiyetin bir mehzebi değildir, sapık bir mezhebi hiç değildir.
islamiyetten, hatta diğer semavi dinlerin öncesinden oluşmuş bir felsefedir,
inançtır. Alevilikte Yaradanla yaradılanın bir olduğunu vurgulanır. ayrı bir
yaradan ve ayratılan yoktur. dolayıysla yaradılanın yaradana tapmasına gerek
yoktur. Enel Hak(Ben tanrıyım-gerçeğim) ifadesi de bu fikrin başka bi şekilde
dile getirilişidir. Alevi deyişlerinde, ritüellerinde geçen islami öğeler
tamamen islami egemenlerin zulmünden korunmak için büründükleri kisvelerdir,
herbirnin karşı geldiği bir alevi öğesi bulunmaktadır.
Alevi kelimesinin de Hz.Ali ile bi alakası yoktur. Alev kelimesinden türemiştir.
zaten eskiden kendilerine Işık tayfası denmektedir. Alev ve Işığın aynı şey
olduğunu söylemeye gerek yok sanırım.
İnsana gelince, insan sürekli bir devriye içerisinde dünyaya gelip gider, taki
olgun insan olana kadar, daha sonra da tekrar yaradana dönüp, onun içinde erir.
"Alevilik;
tarih boyunca ekonomik ve siyasi ortaklığa, ruhsal formasyonun da eklenmesi
sonucu oluşmuş kararlı bir insan topluluğudur.
Bu topluluğun esas özelliği; kendini kültür ve inanç ortaklığında dile getiren
bir tür ruhsal biçimlenme ortaklığıdır. Bu biçimlenmenin ulaştığı düzey ise
zahir ile batinin birlikte algılandığı süreçtir.
Başka bir deyişle zahir ile batinin birlikte algılandığı bir tür manyetik
kuzeydir buradaki şekillenme. " KENDAL DOGAN
Buradaki farklılaşmanın nedeni de kader
olarak tanımlanmış, sonuçta tek belirleyicinin Tanrı olduğu, Tanrının
düzenlemelerine karşı çıkışın mümkün olmadığı ve katlanmak zorunda olduğu hususu
yaşam bulmuştur.
Bir devlet dini olarak Müslümanlık, geniş ve ayrıntılı bir hukuk sistemi,
tartışmasız, kesin ve değişmez kurallar topluluğu olarak, bir devlet olma
çabasıdır. Diğer dinlerden tek ayrılan kısmı da, devlet olma kaygısıdır.
Müslümanlığın temel amacı, ta başta dinsel ve sınıfsal bir devlet örgütünü
kurmak konusunda önüne görevler koymuştur.
İslam devleti, ilk kez Peygamber Muhammed tarafından, bir kent devleti olarak
Medine’de kurulmuştur.
Müslümanlığın kurduğu devlet, ta başta tartışılır hale gelmesiyle birlikte ilk
dört halife dönemi de dahil olmak üzere bir iktidar savaşına neden olmuştur. Bu
süreç İslam karşıtı İslam görünümlü insanların ilk kez karşı örgütlenmeye
kalkıştıkları dönemdir. Ancak İslam’ın egemen olduğu coğrafya da, İslam’a karşı
olmak zor olduğundan, yaşam ile eş anlamlı olması nedeniyle bir tür korunma
aracı olan takiyye taktik silahı olarak yerini almıştır. Peki takiyye nedir.
Takiyye; “zor karşısında inanı yadsıma…Sözcük anlamında gizlemek (Kitman)
demektir, …koruma anlamındaki Arapça vikaye teriminden türemiştir, kökeninde
korku (havf) ve sakıntı (ihtiyat) anlamlarını da içerir.” (1)
Takiye; alınacak yolda kural haline gelmiş, korunma amacına yönelik olarak
geliştirilen ve Anadolu Aleviliğinin günümüze kadar şekillenmesinde esas rol
oynayan,ruhi şekillenmede ki en önemli etkendir.
Takiye ilk kez Aleviler anlamında yada ön Aleviler/Rafiziler tarafından İslam’ın
ilk Kurulduğu yıllardan itibaren İslam devletine karşı, bir silah olarak
kullanılmıştır.
Günümüz adı ile Alevilik; her tarihi kesitte, farklı isimlerle tanımlanmış olsa
da, tüm süreçlerdeki en özgün adı Kızılbaşlıktır.
İlkel topluluk düzeni, nasıl ki insanlık tarihinin ilk evrensel evresi ise Ön
Alevilik olarak adlandırdığımız süreçte, Aleviliğin ilk evrelerini de dikkate
aldığımızda; en kapsayıcı ve özgün haliyle ; Kızılbaşlık/Sersor olarak
tanımlamak doğru olacaktır.
Meşhur Türkolog Irene Melikoff Alevi sözcüğü için “Bilimsel açıdan, bu
sözcük yanlıştır. Alevilerin tarihteki adı Kızılbaş’tır.” (2) demektedir .
Ayrıca aynı yazar etimolojik yanlışlığa da dikkat çekerek; “Uzun bir zaman,
bu cemaat dışı insanların (heterodoxes) belli bir adları olmadı. Küçültücü
olduğu ölçüde cemaat dışılık ifade eden Rafizi, Zındık,Mülhid (Tanrı tanımaz,
dinsiz, güvenilmez K.D) adları ile anıldılar. Ya da daha çok, tarihi Safavi
taraftarlığının adı olan, Kızılbaş sözcüğü ile ifade edildiler. Ve bu, onların
kendilerinin de kullandıkları adları oldu… Türkiye’de, günümüzde, Ali’ye
bağlılıkları dolaysıyla, onlara “Alevi” denmektedir. Oysa etimolojik anlamıyla,
bir Alevi’nin soyca Ali’ye bağlı olması gerekir.” (A.G.E)
Burada Kızılbaşlık kavramının Safaviler’e bağlamak zamanlama anlamında yanlıştır.
Selçukluların devlet olmasında yada devletin kurumsallaşmasına neden olan
Nizamülmülk, Siyasetname adlı eserinde; “Bahsettiğimiz bu köpeklerin her
birinin macerası büyük bir kitap gerektirir. Batiniler zaman zaman isyan
etmişler her zamanda kendilerine başka bir isim ve başka bir lakap vermişler,
her şehir onlara başka bir ad vermiştir. Mısır ve Halep’te İsmaili; Bağdat,
Maünnehir ve Gazneyn’de Karmati; Küfe’de Mubareki; Basra’da ravendi, Berkai,
Beri Halefi ve Batini; Gürgan’da Kırmızı Bayraklı; Şam’da muniza; Mağrip’te
Saidi; Lahsa ve Bahreyn’de Cennabi; İsfahan’da Batini derler. Onlar ise
kendilerine Talimi derler. Maksatları her zaman Halkı doğru yoldan çıkararak,
Müslümanlığı ortadan kaldırmak olmuştur.(3)
“Kızılbaşlık gerek geçmişteki, gerekse şuünkü haliyle bir İslam
heterodoksisidir…İslam heterodoksisi demenin doğru olduğu düşüncesindeyiz.”
(4)
Ön Alevilik/Rafizilik/Kızılbaşlık ile ilgili tanımlamada ortak nokta,farklı
dinden ve inançtan insanların,İslam’a karşı bir araya gelerek, oluşturdukları
bir tür kültür ortaklığında yaşam bulan “İslam’ı kökten veya kısmen reddeden”
anlayışın manifestosu olarak sosyo-dinsel devrimciler olarak ta tanımlayabiliriz.
Ruhi şekillenme kavramı, Marksistler tarafından daha çok uluslaşma süreci ile
ulusun ulus olmasında olmazsa olmazı,olarak kullanılan bir sözcük olmasına
rağmen, bin yıllardır sosyo-dinsel devrimci (Ön Aleviler) olarak tanımlanacak bu
kararlı insan topluluğu için de, olmazsa olmaz olarak ele alınabilir.
Farklı uluslardan ve milliyetlerden insanları, inanç ortaklığına götürecek,
kültür birikimini sağlayacak yegane süreç ruhsal şekillenme sürecidir.Bu süreç
en az beş bin yıllık bir sürecin ürünüdür. Ancak tüm bu şekillenmelerin, sonuca
ulaştığı süreç İslam’ın egemenliği ile birlikte ortaya çıkan manyetik kuzeyin
belirlendiği, karşı duruşun açıkça ortaya konduğu zaman aralığıdır.
İslam’ın devlet ideolojisi olarak, yoğun baskısı ve halkları zorla
Müslümanlaştırma baskı ve sömürge politikası, halkların karşı duruşları ile
karşılaşmıştır. Ancak büyük bir güç olarak doğan İslam’a karşı halklar; çoğu kez
takiyye yapmaya itse de (korunma amaçlı) başkaldırıları da bir gelenek halini
almıştır. Nizamülmülk “onların arzuları İslam’ı yok etmekten ibarettir.
Halkı kendi yanlarına çekmek için, önce kendilerini doğru gösteriyorlar”
der. Yine Nizamülmülk “Kafirler bunlara nispeten, Müslümanlara daha
merhametlilerdir... Onlar saman altında su yürütenlerdir... Bu kafirler, halkı
mal-mülk yıkmaya tahrik ediyorlar, yardıma muhtaç olanların varını yoğunu
alıyorlar ve öyle gösteriyorlar ki güya bu, onlar için fazla imiş.” “Yapmış
oldukları takiyye ile toplumculuklarını ifade etmektedir.” (Siyasetname)
Kızılbaşlar; Kuran ve İslam dini hakkında şüphe uyandıracak, sorgulamaya olanak
veren savlar ortaya atarak, içsel ve dışsal anlam, kabuk ile çekirdek
ilişkilerini esas alan, Tanrının “hem vardır hem yoktur, görür görmez vb.”
insanla ilişkilendirilmesinden dolayı tespitler yaparak ideolojik ve toplumsal
alt yapılarının oluşmasına neden olurlarken, korunma amaçlı takiyenin yanında
ruhsal şekillenmeleri de bu arada netleşmiştir.
Diyalektik anlamdaki bu toplumsal alt yapının gelişim süreci yüzyıllara sarih
ruhi şekillenmesi ile bir sıçrama noktası olarak (Ali taraftarlığı, ehlibeyt
tutkusu) Kızılbaşlık olarak tarihte yerini almıştır. İslam’ın yeşil bayrağına
karşılık “Kızıl bayrakları, beyaz gömlekliler” olarak ilk karşı duruşlarında
takkiye politikalarını da terk etmişlerdir.
Anadolu’da bugün ki özgün haliyle, farklı uluslardan ve milliyetlerden
insanların yaşam felsefesine dönüşen Alevilik; geçirdiği tüm süreçlerde,
kararlılık ve kültür ortaklığıyla sağlamlaşmış, ruhi şekillenmesinde İslam’a
karşı korunma amaçlı takiyye politikası ile İslam’i motiflerle bezenmekten de
tam olarak kurtulamamıştır. Dört Halife döneminde başlayan, Ali yandaşlığı,
Ehli-beyt sevgisi, felsefenin zırhına dönüşmüştür. Bu koruyucu zırh, artık
çıkarılamayacak şekilde, yaşamsal bir organa dönüşmüştür. Alevi aydın
hareketinin tazyiki ile birlikte yazılan eserlerinde etkilerinin düzeyi bunu
göstermektedir. Ancak tartışmalar sürecektir.
Müslüm Doğan’ın bir anısı bu sürece ilişkin olarak çok ciddi işaretler
vermektedir. Doğan köylerine gittiğinde yaşlı bir kadın olan Hürü bibi (81)ile
karşılaşır.
- Sana bir şey soracağım,sana
güvenirim,seksen yaşıma geldim böyle bir şey duymadım. Geceleri rahat
uyuyamıyorum. Ankara’da dernekte diyorlar ki; bizim Ali başka,Hz Ali başka, bu
ne demek kurban olam, ölmeden bunu bana bir açıkla.
Müslüm Doğan’da;
- Hürü Bibi sen hangi Ali’yi biliyorsan
ona inan.der
Bu cevaba çok sevindiğini söyleyerek
rahatladığını bildirir.
Bu süreçteki tartışmaların özellikle bilim adamı titizliğinde, ölçülü ve
dikkatli yapılması gerekmektedir. Yukarıdaki anıda geçen konuşmalar, Alevilik
tartışmalarının, hangi düzlemde ve ne şekilde, bilimsel metodlarla yapılması
gerektiğine önemli bir işarettir.
Ruhi şekillenmenin yarattığı kararlı, özgün Alevi/Kızılbaş kültürü bir ileri
sürece aktarılmasında, günümüzde sorun yaşamaktadır. Takiyye süreci artık
bitmiştir. Ancak geleceğe ilişkin bu kararlı topluluğun projelerinin ortaya
konması gerekmektedir.
Kent ilişkileri içerisindeki Alevilik, özgün haliyle korunmasında, Alevi
aydınlarına büyük görev ve sorumluluklar yüklemektedir. Bu sorumluluk ve görev
bilinci Alevi derneklerinde, geliştirilebilinir. Bu anlamda örgütlülüklerin
önemi tekrardan ön plana çıkmaktadır. Alevi derneklerinde görev alacak
insanların, yetkin gelişmeye açık toplumsal gelişmemize uygun, özgün halimizi
korumadaki hassasiyetinin denenmiş olması gerekmektedir.
Alevi/Kızılbaş örgütlülüğünün, günümüz yaşanılan sürecindeki olumsuzlukları
olumluğa dönüştürme kaygısı Alevi aydınlarında maalesef, siyasi gelecek ve grup
anlayışını aşamamaktadır. Çok önemli örgütlülükler, hiçbir formasyona sahip
olmayan, üretmeyen, üretim süreçlerinde yer almayan insanlar tarafından
yönetilmektedir. Alevi/Kızılbaşların her sürece ilişkin, tarihi ve felsefi alana
ilişkin yetkin kadroların, geleceğe doğru bilgi aktarımında görev alacak
kişileri özenle seçmesi gerekmektedir. Bu sürecin önemi, Yeni bir ruhsal
şekillenmenin, başlangıç süreci olmasıdır. Kararlı, kültür ve inanç topluluğu bu
yeni sürece hazırlanmalıdır. Bu ise kadrolarla olacaktır. Bu kadrolar çağdaş
demokrat bilgili dedeler bilim adamları, Alevi/Kızılbaş aydınları ile olacaktır.
Takiyye sürecini atlatıldığı yada tamamen kurtulunduğu bu süreçte, Aleviliği
bilinmezliğe sürükleyen, onu anlaşılmaz kılan çabalara karşıda ayrıca karşı
konulmalıdır.
Örnekler vererek konuyu biraz daha anlaşır hale getirelim.
- Alevilik konusunu derin felsefi, süreçleere götürme ile ilgili sözlük ve
benzeri yayınlar. (Konu öyle tarihi kesitlere götürülüyor ki, Antik felsefenin
nedeni ve yaratıcısı oluyor Alevilik )
- Bazı tarihi kişiliklerde, tüm süreci etkilediğine ilişkin çabalar (Battal Gazi
efsanesi)
- Soy kütüklerinde, kendilerine yer arama çabası (Sivas Divriği Bölgesinde yer
alan Bizevi/Karakuzulu köyünde yaşayan Kelhur aşireti vardır. Aşiret İran Kürt
yaşam coğrafyasında meskun iken bazı üyeleri ki bunların yezidi ve Aliallah
gurubunda yer alan aileleri 1800 yılların başında önce Dersime daha sonrada
Hinora ve Karakuzulu köyüne göç etmişlerdir. Bilindiği üzere, aşiretin dili
Kürtçenin Gurmanci lehçesidir. Bu aşiretin bazı üyeleri kendilerini Şeyh Hasanlı
olarak tanımlarlar. Bu yüzde yüz yanlış bir bilgidir. Çünki Şeyh Hasanlıların
kullandığı dil Dımıli lehçesidir. Burada bu sahiplenmenin nedeni kutsallık arama
ve nemalanma çabasıdır.) söz konusudur. Öyle ki Etnik olarak Kürt yada Türk olan
bir Kişinin Soyunun Muhammed’e kadar uzanmasını söyleyebilmektedir.
- Kent ilişkileri içerisinde ezilmi#351;, süreçlerden etkin olarak çıkamayan,
kişilik sorunları ile karşı karşıya olan kişilerin, gerçek İslami kurallar
bizdedir… gerçek Müslümanlar Alevilerdir gibi ruhsal şekillenmesinde sorun
olanlar, Alevilere tamamen yabancı İslam Hukukunu dayatma çabaları, yalnızca
cahilliklerine verilerek savuşturulmamalıdır.
- Alevi örgütlerinde, özveri ile çalı;şan emeğinin esirgemeyen Alevi aydınları
hakkında güvensizlik yaratma (Toplumsal dokumuza uygun olmayan bir vakfın
yemeğine zorunlu olarak katılan, tüm kesimlerin inandığı bir Alevi örgüt
başkanının, öz eleştiri vermesine rağmen yıllarca eleştirilmesi…) onların
yaşamlarını ifşa etmek… gibi örnekler güncel Alevi örgütlülüğü ve öğretisinin
önündeki sorunlardır.
Ruhsal Formasyonun ve şekillenmenin beş bin yıllık yolculuğunda, Özgür birleşik
ve demokratik toplum yaratma kaygısı dışında kaygısı olmayan bu kararlı kültür
topluluğunun, yeni yolculuğunda, özgün halinin geleceğe taşınmasında, herkesime
görev düşmektedir.
Kaynakça
1-Orhan Hançerlioğlu, İslam İnançları Sözlüğü,Remzi Kitabevi, Birinci Basım
1984 İstanbul
2-Irene Melikof,Uyur İdik Uyardılar,Cem/Kültür Yayınları,İkinci
Baskı,İstanbul
3-Nizamülmülk, Siyasetname, Dergah Yayınları,Üçüncü Baskı, 1995 İstanbul
4-Ahmet Yaşar Ocak, Türk Sufiliğine Bakış,İletişim Yayınevi,6,Baskı İstanbul