Gazi EkeTürkiye de Alevilik
tarihine bakışta Türk-İslamcı veya Kürt-İslamcı daha doğru
bir söylemle Emevi-Sünni bakışı hâkimdir. Bu tarih bakışı
açısı Bizans Hıristiyan-Ortodoks, Katolik ve Protestan
oryantalist anlayışlarıyla örtüşmektedir.
Bu egemen tarih anlayışlardan ilki Aleviliğin
Hıristiyanlığın ve İslam’ın sapkın mezhebi olarak
görmeleridir. Emevi-Sünni İslam devşirmeci siyasal zemininde
“Türk-İslamcı” egemen-tarihçiler Aleviliği, Hace Bektaş Veli
ile başlatarak onun Nakşibendî Şeyhi ve yüksek Sünni Ahmet
Yesevi’den el aldığını yazmaktadırlar. Hâlbuki Hace Bektaşi
Veli Ahmet Yesevi’in çağdaşı bile değildi. Hace Bektaşi Veli,
Baba İlyas’ın ikinci derecede önemli halifelerinden biridir
ve Baba İshak’tan el almıştır.
Aleviliği Sünniliğe bağlayan zihniyetle Şiiliğe bağlayan
zihniyet aynı sınıfsal kökenden beslenmektedir. İkisinin de
kaynağı sınıflı toplumdur.Bu gün ise hem sınıflı toplum hem
de 12 Eylül sonrası sermayenin toplumsallaşmasıyla yakından
ilişkilidir.Bu gün Alevililerin 12 imamların resimlerini
evlerinde bulundurmaları mazlumlara destektir. Bu dönemdeki
Ali yandaşlarına verilen siyasal destek İslam öncesi batini/alevi
tarihinin inkârına dönüştürüldüğü takdirde “ Yolcu Ateşte
Yanmak İle Yol Yanmaz” bir insan anlayışından sapmayı
gösterir. Serçeşme direniş liderlerinin kahramanlıklarını
hayali kahramanlar yaratarak onlara monte eden zihniyetle
onları unutturmaya çalışan zihniyetin sınıfsal kökeni
aynıdır. Bu yol yoldan çıkmış bir yoldur. Bu yol onları
sadece tarihsel ve modern egemen-sınıflı toplum ile
devşirmeci bir toplumsal zeminde “bütünleştirmeye” götürür.
Bu Yolu Yakma işine soyunanlar Tarihte Alevi Yolcularını
yakanlar ile aynı yoldadırlar.
Bizans döneminde bu siyasal durum Hıristiyan-Ortodoks
zemininde de ortaya çıkmıştır. Bu günde “Türk-İslam” ya da “Türk”-Sünni
veya “Kürt-İslam” ya da “Kürt”-Sünni zemininde ortaya
çıkmaktadır. Tüm sınıflı toplum ardıllarının katliamlarına,
onların işbirlikçilerinin hile ve entrikalarına rağmen “
Yolcuların Ateşte Yanması İle Yol yanmamıştır. Bu yolda
kahramanca mücadele etmiş ve bu “yolu” bugüne taşıyarak
Hakka yürümüş, Bizans döneminde Alevi Savaşçı komutanlardan
Carbeas ya da Hüseyin Gazi ve Chrysocheir ya da Battal Gazi
vardır. Daha gerilere doğru Tahtacı Sergius ve Pir Silvanius
vardır.
Aleviliğin kökleri ortaklaşa toplum biçimine kadara giden
çok eski ve köklü bir “inanış”ı temsil eden yılmaz bir insan
iradesiyle kendilerini yenileyerek sınıflı toplum
biçimlerine karşı ortaklaşa bir toplumu kurmaya ve yaşatmaya
çalışanların tarihidir.
İkincisi Aleviler Büyük Selçuklu devletinin 1071 de Bizans
İmparatorluğunu Malazgirt savaşında yenmesiyle Anadolu’ya
gelmemişlerdir. Selçuklu Komutanı Alparslan, Anadolu’nun
yerli halkı Alevilerin, Bizans’a duyduğu öfke ile ittifak
ederek Doğu Roma’ya ve Ortodoks Kilisesi’ne karşı ittifak
ederek Malazgirt ovasında savaşı kazanmıştır. Diğer taraftan
İstanbul Haçlı Ordusunun işgali altındayken Selçuklu Sultanı
2. Keyhusrev Alevilere, Babai Hareketine, karşı Roma
kilisesiyle ittifak kurdu. Aynı coğrafyada birbiri ile
amansız bir düşman olarak gözüken Müslümanlar ve
Hıristiyanlar, Babai hareketine karşı uyum içinde benzer
nefret duygularını paylaşıyorlardı. Bu nefret duyguları
sınıfsaldı. Her ikisi de ortaklaşa bir toplum biçimine
düşmandı.
Üçüncüsü Alevi hareketlerinin nedenlerini yerleşik topluma
uymayan göçebe bir topluluk olarak gösterenler Aleviliğin
tarihsel-toplumsal kökenlerini örtmeye çalışanlardı.
Kendileri göçebeydi. Alevilik Bizans döneminde Anadolu’da
şehirlerde yaşayan yerleşik bir toplumdu.
Batı ve Doğu egemen sınıflı Köleci toplumlarda egemen
sınıflar, sınıf ve tabakaları cinsiyetçileştirme ile köle
ideolojisini yeniden üretmiştir. Feodal toplumda da sınıf ve
tabakalar dincileştirilerek kullaştırılmıştır. Fransız
devrimiyle başlayan halkçılaştırma kanalıyla soyut bir
biçimde sınıf ve tabakalar emperyalist-kapitalist serbest
pazarın belirlediği “insan” zemininde “eşitlenerek,”
ulusçulaştırma yeniden üretilmektedir. Kan veya toprak
bağına dayanan “insanların” devletle politik aidiyet
ilişkileri ulus-devletlerin yeniden üretilmesini
sağlamaktadır. Alevilik, bu sınıflı toplumların üretim
biçimi ve onun siyasal iktidarına karşı çıkışının
direnişlerinin tarihidir. Gazi Eke /17 Ekim/2006
BİZANS İMPARATORLUĞU DÖNEMİNDE “ALEVİ” AYAKLANMALARI
VE
KATLİAMLAR
Alevilik Anadolu’da Bizans döneminde M.S 325 yılında
toplanan tarihte Büyük Konstantin olarak geçen İmparator,
İznik Konsilinde yeni İsa dini’nin temellerini belirlediği
dönemde vardı. Hıristiyanlık Roma İmparatorluğu’nun resmi
dini olarak kabul edildi. İmparatorluk sınırları içinde
kalan tüm inançlarda bu dönemde yasaklandı. Bizans
İmparatoru’nun elçisi olarak Divriği ile görüşmeye giden,
Sicilyalı Peter’in düzenlediği raporda şöyle bir ifade
geçiyordu:
“-Papazlarımızı ve hiyerarşinin diğer özelliklerini
reddediyorlar, kendi papazlarına Pir ve Rehber diyorlar ve
papazları; kıyafet ve diyetleriyle ve yaşam biçimiyle
diğerlerinden ayırt edilmiyor.” °
Bugün burada ve batı dünyasında yazılan ve söylenenler
geçmiş dönemde Ortodoks söyleminden farklı değildir.
Sicilyalı Peter’in hazırladığı raporda:
“-Kız kardeşleri, kayın valideleri ve görümceleri ile
kirlenmiş olanlara, ziyafet için toplanıp içki içtikten
sonra ışıkları kapayan ve akrabalığa yaşa ve cinsiyete
bakmadan âlem yapanlara lanet olsun.” Ò
Bizans dönemindeki Alevilere yönelik karalama ve küfürler
ile Büyük, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluğu
döneminde söylenenler ne kadar birbirine benzemektedir.
Bugün Aleviliği, çok tanrılı ve tek tanrılı dinlerin
etkisinde kaldığı veya sınıflı toplumların egemen dinlerinin
etkisinde kaldığı, bu zemin üzerinde inşa edildiği;
Manicilik Şamanizm Mazdaizm ne kadar gerçek dışı ise onların
Bizans döneminde Hıristiyan olmaları ve büyük Anadolu ve
Osmanlı devleti döneminde de Müslüman olmaları o kadar
gerçek dışıdır.
Batılı kaynaklar Alevileri Paulikanlar olarak adlandırır. Bu
insanların böyle nitelendirilmesini Hıristiyan-Ortodoks
kilisesinin nefrete ve kine dayanan kaynakları(216–277)
yapmaktadır. Alevilik kendilerini ve inançlarını gizleyip
koruyarak bugüne geldiler. Yine bunları hedef alan
kıyıcılıkta Ortodoks kilisesi desteğinde İmparator 4.
Konstantin, 628–685 de ortaya çıktı. Bu dönemde mabetler
kutsal yazmalar yakıldı. Karşı koyanlar katledildiler, can
havliyle kaçanlar kurtuldu. Bu dönemde Batı Anadolu’da
Alaşehir civarında Balkanlarda Filibe’de Rodop dağlarının
eteklerine yerleştirildiler.
2. Jüstinyen zamanında inançlarını yeni koşullara göre
uyarlayan Pir Silvianus ortaya çıktı. 27 yıl boyunca
Şebinkarahisar’da inananlara liderlik yaptı. İstanbul’da
bulunan Ortodoks kilisesi onu lanetlemekte gecikmedi. Bu
dönemde müritleri toplayan Pir Silvianus’un Titus ve
müritleri 2. Jüstinyen emriyle taşlanarak öldürüldü,
öldürüldükleri yerde ateşte de yakıldılar.
Ortodoks kilisesi vaazlarında Titus’ü şöyle lanetlemişti:
“Kendisine Titus diyen, İmparatorun emriyle Silvianus’u
taşlayan ve onun ardından Çorum’daki 2. Pir olan ve Justus
tarafından Şebinkarahisar piskoposuna ihbar edilen ve
imparator emriyle silvianus’un taşlandığı yerin hemen
yanında yakılan Symeon’a lanet olsun”ã
Kıyımdan kurtulanlar Şebinkarahisar’dan daha batıya göç
ettiler. Paul adlı önderlerinin eşliğinde toplandı ve düzene
sokuldu. Onların muhalifleri o yüzden bunları Pavlikan
olarak adlandırıyorlardı. Paul dan sonra topluluğun başına
Paul un oğlu Timoty geçti. Asıl adı Genesius du. 718–748
yılları arasında mürşitlik makamına oturdu. 730 yılında
imparator huzurunda Ortodoks patriği Anastasius tarafından
sorgulandı. Bu sorgulamadan kurtuldu. Bizans ın öfkesini ve
nefretini gördüklerinden güvende değillerdi. Geri dönüşünde
yandaşları ile birlikte Arap egemenliği altındaki Samsat a
göç ettiler. Timoty 748 yılında Samsat ta öldü. Timoty nin
ölümünden 1 yıl sonra 749 da Arap İmparatorluğunu da
Abbasiler ele geçirdiler. 772 den itibaren Samsat yöresini
“İslamlaştırmak” için yoğun çaba harcadılar. Abbasi baskısı
altında kalan topluluk anayurda dönmek için iki koldan
yollara düştü.
Timoty’nin oğlu Zekeriya’nın önderliğindeki kol Arap
askerleri tarafından kuşatılarak katledildiler. Timoty’nin
yol oğlu Joseph akıllı bir strateji uygulayarak güneye
yöneldiler sonrada batıya gittiler.
Epaphroditus olarak adlandırılan Joseph Anadolu’nun orta
kesimlerine (Antioch) yerleşti. 780 yılında hakka yürüdü.
Joseph den sonra diğer bir önemli lider. Tahtacı Sergius
oldu. Sergius 800–834 yılları arasında Anadolu’yu boydan
boya dolaşarak alevi inancını yaydı. Klikya’da batı
Anadolu’da ve Toroslar’da yaşayan halkı orta Anadolu
Alevileriyle bağlarını yeniden canlandırdı. Bunun
önderliğinde Malatya emirliğinin sınırları içinde Erguvan a
göç ederek buraya yerleştiler.
Ortodoks kilisesinin tabiriyle İsa’nın sürüsünü dağıttı:
“Pek çok kuzuyu kurda çeviren ve bunların vasıtasıyla
İsa’nın sürüsünü dağıtan Sergius; koyun postuna bürünmüş bir
kurt olan, erdemli bir adam gibi görünmeyi ustalıkla beceren
ve pek çok kişiyi kandıran; İsa’nın düşmanı, kötülüğün
temsilcisi, tanrının anasına ve bütün azizlere küfreden
Sergius; yalan ve masallar içinde gezinen Sergius; İsa’dan
nefret eden, kilisenin düşmanı, tanrının oğlunu ayakları
altında çiğneyen anlaşmanın kanına, sıradan kanmış gibi
davranan ve tanrının inayetini öfkelendiren Sergius.”·
Sergius 834 yılında Erguvan dağlarında tahta keserken
İznikli Ortodoks Tazanious tarafından pusuya düşürülerek
öldürüldü.
Sergiustan sonra erkânın kurumsal yapısı değiştirildi. Tek
Pir e bağlı ocak sisteminden birbirine üstünlüğü olmayan
aynı yola bağlı ocak olarak örgütlendiler. Bu durum; eri
erden seçen kördür biçiminde ifade edildi. Bu süreç halkın
silahlanmasını örgütlenmesini ve şiddete karşı güç
kullanılmasının yaygınlaşmasını da sağladı.
İmparator Theoplius’un ölümünden sonra oğlu 3. Misheal de
vekâleten tahta oturan kraliçe Theodora zamanında Bizans
İmparatorluğu ardı arkası kesilmeyen katliamlara girişti.
Bazı kaynaklara göre bu katliamda öldürenler yüz binin
üzerindeydi. Bu öldürenler arasında Carbeas ya da Hüseyin
Gazi’nin babası da vardı. Bizans sınırları içindeki
kalabalıklar Erguvan a aktı. Çığ gibi büyüdüler. Carbeas
Anadolu’da ayak basmadık yer bırakmadı. Ortodoks kilisesinin
fanatik katillerini bozguna uğrattı. Carbeas Malatya
emirliğine güvenmiyordu. 845 yılında merkezi Divriği ye
taşıdı. Yani Alevi Devletinin başkentini Divriği ye taşımış
oldu. Halkın kahramanı ve üstün Piri oldu. 863 yılında
Ankara yakınlarında hakka yürüdü.
Carbeas’dan sonra damadı, yeğeni ve komutanı Chrysocheir ya
da Seyyid Battal Gazi soykırımdan sorumlu Thedora’nın oğlu
3. Michael i Samsat önlerinde ağır yenilgiye uğrattı.
Ankara’yı kuşattı. Eskişehir önlerinde Bizans odsusunun
dağıttı. Ege sahillerine kadar bütün Bizans coğrafyasını
fethetti. Dönemin Bizans şehirleri İzmit, İzmir İznik i aldı.
İstanbul kapılarına kadar dayandılar.
3. Michael den sonra Bizans tahtına çıkan 1. Basil,
Sicilyalı Peter’i elçi olarak Divriği ye gönderdi. Seyyid
Battal Gazi ya da Chrysocheir Bizans imparatoruna şu mesajı
gönderdi:
“İmparator barış istiyorsa, doğudan vazgeçip çekilsin ki
batıyı yönetebilin aksi takdirde şahın kulları onu tacından
edecekler.Ӂ
Seyyid Battal Gazi ya da Chrysocheiru iki büyük Bizans
askeri birliği tuzağa düşürdü. 872 de hakka yürüdü. Kimse
inanmadı öldüğüne.
O yıl Divriği de deprem oldu. Bizans ordusu kaleye saldırdı.
Tüm aleviler kılıçtan geçirildiler. Çatalçayı günlerce kızıl
aktı. Kale düştükten sonra Erguvan Samsat ve yukarı Fırat
havzasındaki bütün alevi şehirleri yakılıp yıkıldı. Kalanlar
balkanlarda iskâna zorlandılar. Bizans kayıtları onların 10.
ve 11. yy’larda büyük kalabalıklar halinde Milet e Efes
köylerinde Euchaita(Çorum) da yaşadıklarını ortaya koyuyor.
Seyyid Battal Gazi Anadolu ve balkanlardaki tüm alevi
topluluklarının üstün piriydi. Kutuplar kutbuydu. Bu savaşçı
önderlerden biri de Cogi baba, Kara Cölü baba ya da Cog
babadır.
SÜRGÜN
Aleviler Anadolu dan 7. yüzyıldan itibaren başlayan bir göçe
Bizans tarafından zorlanmıştır. Balkan Alevileri, bu
coğrafya da halkın dostu olarak bilinen ilk alevi pirinin
adı ile Bogomiller olarak adlandırılır. Bogomil adındaki
dervişlerin faaliyetlerinden ilk endişelenen Bulgaristan
Çarı Peter oldu(927–969).Çar Pater, Ortodoks Patriği
Theopylact Lecapenusa’u Bulgaristan da Bogomilcilerin
yürüttükleri faaliyetleri dolayısıyla uyardı. Alevilerin
balkanlardaki varlığı en son büyük göç(970) dalgasında
hissedilmiştir.
Halkın dostları hakkında ilk Bizans belgesi Euthymmius’un
1045 tarihinde Bizanslı yetkililere gönderdiği mektubudur.
Bu mektupta yola giriş törenlerini(ikrar cemi), nefeslerin
okunduğu bir ayin-i cem ile ikrar vererek yola giren talip,
zorlu bir eğitim döneminden sonra inanışın özüne, gerçeğine
ulaşılabiliyordu.
Bizans ve Bulgar belgelerinde Alevilerin yendi yurtlarından
sürgün edildikleri ve yerleştirildikleri yerlerde
inançlarına sıkı sıkıya bağlı kaldıklarıyla ilgili birçok
belge vardır. Bizans İmparatorluğu ve Ortodoks Kilisesi 11.
yüzyılın başlarından itibaren birçok tedbir almalarına
rağmen Aleviliğin Balkanlarda yayılmasını önleyemediler.
l.Alexios Kommenos haksız ve sebepsiz yere Alevilerin
mallarını yağmalayarak askerlerine dağıtması ve kadınlara
saldırması ile Balkan Alevileri, Traulos önderliğinde
ayaklandılar. Beliatoba’yı merkez edinerek Bizans’a akınlar
düzenlediler. İmparator savaşı askeri yoldan kazanamayınca
Bizans gibi entrikalar çevirmeye başladı.
İmparator Alexious, İstanbul dada bir alevi ocağının
varlığını haberdar aldı. Bu Alevi ocağının Pirinin adının
Basil olduğunu örgendi. Basil Doktordu. Basile Yolundan
dönmesi için fırsat verildi.1.İmparator Alexios’un kızı
Anna’nın anlatımına göre:
“..Basil dönmedi ve eğilmez bir hak dostu olarak kaldı; onun
ateşte yakılmakla ve başka işkencelerle tehdid
edilmesi,boşuna oldu;…”»
Basil için bugün ki Sultanahmet meydanına büyük bir ateş
yakıldı. Onun gözlerinde yılgınlık ve pişmanlık arayanlar
boşuna umutlanmışlardı. O tercihini canlı canlı yakılmaktan
yana kullanmıştı.
GÖÇ
12. yüzyılın ikinci yarısında Bizans İmparatorluğu en
çalkantılı dönemini yaşıyordu.13. yüzyılın başında İstanbul
4. haçlı Seferleri ordusunca işgal edildi(1203–1204). Bizans
İmparatorluğu ve Ortodoks Patriği yönetim merkezini
İstanbul’dan İznik’e taşıdı. Bizans krallığı dörde,
İstanbul, İznik, Trabzon ve Epirus, bölündü.
Bu dönemde Alevilerle(Bogomiller) uğraşacak güçleri
kalmamıştı. Bu dönemde Aleviler bir taraftan kendi yerleşim
alanlarını korurken diğer taraftan kendilerine yeni yaşam
alanları açmak içinde Doğu ve Batıya yöneldiler. Doğuya
göçenler Batı-Anadolu’ya yerleştiler. Bu bölgede yaşayan
akrabaları ile birleştiler. On birinci yüzyılda Batıya
yönelen Balkan Alevilerinin ilk durağı ise Bosna oldu. Bu
dönemde Bosna Katolik dünyasının bir parçasıydı. Bosna Alevi
ocakları Bulgaristan ve Bizans’taki gibi Dimetoka’daki
mürşit ocağına bağlıydılar.
Bosna Aleviliği Dalmaçya, Hırvatistan, İstriya, Corniala ve
Slovenya’ya kadar genişlemeyi sürdürüyordu. Aleviler Batıda
da başka büyük bir düşmanla karşılaştılar. Bu Katolik
kilisesiydi.
Bu genişlemeden telaşa düşen papa lll. Honorius (1216–1227)
bu yayılmayı kuvvet kullanarak durdurmak için Macar Kralı
ll. Andrew’i ikna etmeye çalıştı. lll. Honorius’tan sonra
papa lX. Gregory (1227–1241), Hırvatistan düküne, Bosnalı
Alevilere “haçlı imtiyazlarını” kullanarak savaşması için
izin verdi (1234).Hırvatistan dükü papanın teşviki ve
desteği ile Bosna’ya saldırdı. Zarar gördüler, yılmadılar ve
yenilmediler. Papa lX. Gregory Bosna ve Bulgaristan’daki
gelişmelerden rahatsızlık duyuyordu. Papa 1238’de Macar
Kralı lV. Bela’ya bir mektup yazarak, Bulgaristan üzerine
Haçlı Seferi düzenlemesini istedi. Sefer hazırlıkları
sürerken Moğol orduları Macaristan’ı istila etti.
Macaristan’ın Bulgaristan’daki Alevilere yönelik Haçlı
Seferi girişimi sonuçsuz kaldı.
AVRUPADA “ALEVİLER”
Güney ve Batı Avrupa11.Yüzyılın sonları ve 14. yüzyılın ilk
yarısına kadar, Alevilik, Avrupa tarihinde insanlık
değerlerinin en vahşice çiğnendiği en karanlık dönemidir.
İlk Katolik Engizisyon Mahkemeleri Alevi yargılamalarını
işkence ve katliamlarla yerine getirerek insanlık suçlarının
failleri oldular. Batı Avrupa Alevileri en kötü koşullarda
insanlık onurunu yükseklere çıkarmayı bildiler.
11. yüzyılın sonlarından başlayarak Batı-Avrupa’da görülen
Alevilik, atlas okyanusu kıyıları, Balkanlar üzerinden
yayıldı. Aleviliği Avrupa’nın en batısına kadar taşıyanlar,
İstanbul ve Dimetoka ocaklarının gezgin mürşitleriydiler.
Aleviliğin Atlas okyanusu kıyılarına taşınmasında Bosnalı
Alevilerin, İstanbul’da, Dalmaçya şehirlerinde ve
Hırvatistan’da Alevilikle tanışmış ve Aleviliğe sempati
besleyen Avrupalı tüccarların ve Haçlı ordusunda Askerlik
yapmış olanların önemli rolleri oldu.
Alevilik’e 12. yüzyılda Flanders, Sampanya, Loire vadisi ve
Ren bölgesinden haçlı ordularına katılan askerlerden
bazıları gönül vermişlerdi. En iyi örgütlenmiş ilk Alevi
ocakları Liege ve Köln’de ortaya çıktı. Katolik kilisesi
kısa bir bocalamadan sonra Alevilere yönelik katliamlara
başladılar.
Batı-Avrupa’da ortaya çıkan Alevi toplulukları Katolik
kilisesinin kışkırttığı yerli Hıristiyanlar tarafından
katledildiler. İlk katliamlar 1120 yılında Soission’da,
1144’te Köln’de, 1167’de Vazellary’de oldu. Buradaki
Aleviler linç edilerek öldürüldüler.1163 yılı ağustosunda
Köln Alevileri partiler halinde diri diri ateşe atılarak
yakıldılar.
Ren vadisindeki bu vahşetlerin tanığı Schönau’lu Eckbert
Katliamları şöyle anlatıyordu:
“5 Ağustos günü dört adam ve bir kız çocuğu şehrin (Köln)
dışına çıkartılarak yakıldılar. Kız çocuğu eğer
yanındakilerin uğrayacağı akıbetten korksaydı ve kendisine
yapılan tavsiyelere uysaydı, halkın sempatisi O’nu
kurtarabilirdi. Fakat o kendisini ateşe attı ve yanarak
öldü.”Â
Bu insanlık dramı karşısında 1160’lı yıllardan itibaren bu
mezalimlerden kurtulanlar kuzey Fransa ve Almanya Alevileri
hiç güvende olmadıkları bu yerleri terk ettiler. Telaşla
yola düşen Flanders Alevileri en ağır trajedi yaşadılar.
Köln’e sığınanlar yakılarak öldürüldüler. Bu bölgeden Manşı
geçip İngiltere’ye sığınanlar kilisenin kışkırttığı
topluluklar tarafından kış ayında çırılçıplak soyularak
buzların arasına atıldılar ve dondurularak öldürüldüler.
Batı-Avrupa’daki büyük Alevi toplulukları Fransa’nın
Lombardin ve Languedoc bölgelerine ulaşmayı başardılar.
Oksidanya olarak anılan bu coğrafya 12. yüzyılda Katolik
bağnazlığına bulanmamıştı. Kuzey Avrupalılar gibi ilkel
yaşamıyorlardı. Şiir, müzik ve edebiyatı günlük
yaşantılarından eksik etmiyorlardı. Bu bölgede Alevilik
yayıldı. Oksidanya Alevileri, Albigenler olarak
adlandırılmıştı.
Albigen, albi ve gen sözcüklerinden oluşan birleşik bir
kelimeydi. Albi, Latincede “parlak beyaz ışık” anlamına
gelen Alba kökünden türetilmişti. Gen birçok dilde insan
demektir. Albigen deyiminin Türkçe karşılığı “parlak ışık
insanı”dır.”Işık insanı” Alevi tanımlamasında tam
karşılığıdır. Alevi sözcüğünde alev köküne “i” aidiyet
takısı eklenerek elde edilmiş bir kelimedir. Aleve, ışığa,
ait veya alevden gelen anlamındadır.
Buradaki Alevilik gizlilik ilkesinden vazgeçerek kendilerini
açıkça ortaya koydular.1167 yılında Toulous’e yakınlarında
bir Alevi kurultayı ile kendilerini ortaya koyarak
görüşlerini açıkladılar. İstanbul’dan gelen gezgin derviş
(Halk dostu) Nicetos bu kurultaya başkanlık etti.
Hıristiyanlık karşısında Oksidanya’da yayılan Alevilik’in
önünü kesmek için 1198 yılında papa lll. İnnocent insanlık
tarihinin en acımasız katliamlarını tetikledi. Papalık
İspanya doğumlu Dominiguee Guzma’yı(1170–1221) Albigenleri
yola yola getirmek istediyse de bunda başarı sağlanamadı.
Papalık 1207 yılında oksidanya Alevilerine yardı eden
Toulouse Kont’unu aforoz etti. Kont’un subayı papa’nın
elçisini öldürdü. Papa lll. İnnocent’in talebi ile Fransa
krallığına bağlı bir haçlı ordusu Beziers kalesi’ni ve
Carcassonni’yi aldı. Ünlü cellât başpapaz Arnaut Amuari’nin
emri ile Beziers Kalesinde yaşayan insanlar örneği
görülmemiş bir katliamın mağduru oldular. Beziers
katliam’ının önde gelen komutanlarından katil Simon de
Monfort başpapaz Arnaut Amuari tarafından Carcassonne
senyörlüğüne verildi ve haçlı orduları komutanlığına atandı.
Yeni haçlı orduları komutanı Simon de Monfort, 1210 yılının
ortalarında Minevra kalesini düşürünce yüzlerce İnan-ı
kâmil’i diri diri ateşe atarak yaktı. Yine 1211 yılında
Larcur’un düşmesinden sonra Toulouse’u kuşattı. Burada alevi
bir kadının attığı mancınık taşıyla öldürüldü.
1216 yılında papa olan lll. Honorius’un teşviki ile Fransa
kralı Vlll. Luis, kraliyet ordularından kurulu Oksidanya
üzerine yeni bir haçlı seferi başlattı. Aleviler üzerinde
yüksek yoğunlukta askeri bir vahşet başladı.
Meydanlarda dev ateşlerde yakılan insanların uğradığı zulüm
dahi Aleviliğin yayılmasının önünü kesmedi. Haçlı
ordularının vahşetinin yanında birde Engizisyon
Mahkemelerini gündeme soktular. Tarihte engizisyon
mahkemeleri ilk kez Albigenler için kuruldu. İlk başkanı
Guillaume Arnaud’dur. Oksidanya Alevileri 1230–1240 yılları
arasında engizisyon mahkemelerinin planlı, sürekli ve
sınırsız zalimlikleri altında kaldılar.
1240 yılında Oksidanya Alevi’lerinin en önemli direnme
noktaları Montsegur kalesiydi.1240 yılında bu kaleyi yeniden
inşa etmeye başlamışlardı. Montsegur kalesi’nin yeni planı
mimaride ve sanatta uygulanan altın orandı. Altın oran ilk
kez Mısır’da MÖ 2500’de inşa edilmiş Büyük Piramitti.
Oksidanya Alevi’lerinin sığındıkları Montsegur kalesinde
Kale Şövalyelerinden Pierre Roger, 1242 yılında tarihin ünlü
cellâdı Guillaume Arnaud’un kendisine bağlı engizisyon
yargıçlarının Toulouse yakınlarında bir kasabada
toplandığını haber aldı. Fedailer cellâtların bulunduğu
kasabayı bastılar, Arnaud ve diğer engizisyon yargıçlarını
baltalarıyla parçaladılar.
Haberin duyulmasından sonra Haçlı ordusu Hugues des Arcis
komutasında toplandı. Haçlı ordusu Fransız kraliyet
ordusundan oluşuyordu.1243 yılında Montsegur kalesi’ni
kuşattılar.100 savaşçı ve 200 civarındada insan-ı kâmil
vardı. Kalede yerli halktan kadın ve çocukta vardı.
Haçlı ordusu kalenin ikmal yollarını keserek kaleyi
alabileceklerini düşünüyorlardı. Direnişçiler kalenin gizli
geçitler kanalıyla ovadaki yerleşim birimleri ile ilişkiye
geçerek yine ihtiyaçlarını karşılayabiliyorlardı. Haçlı
ordusunda açlık ve hastalıklar baş gösterdi.1243 yılı Aralık
ayında Basklıları kiralayarak kale burçlarına ancak seksen
metre yaklaşabilmişlerdi. Bu noktadan kale gülle yağmuruna
tutuldu.
Direniş sürüyordu. Fakat kale komutanına giden insan-ı
kâmiller kendileri yüzünden başkalarının ölümüne razı
olmadıklarını söylediler.
1244 yılının 2 Martında Montsegur kalesi komutanı Pierre
Roger ve Haçlı şövalyesi Hugues des Arcis teslim
koşullarında anlaştılar. Anlaşma şöyleydi:
“-Kale on beş gün sonra haçlılara teslim edilecekti.
—Toulouse yakınındaki kasabada engizisyon cellâtlarını
öldüren şövalyeler dâhil tüm savaşçılar affedilecekti.
—Kalede bulunanlardan Albigen inanışında olmadığını beyan
eden herkes serbest kalacaktı.
—İnsan-ı Kamiller Engizisyon mahkemesi ve halkın önünde
inançlarından caydıklarını açıklamaları halinde ölümden
kurtulacaklar aksi takdirde ateşe atılarak diri diri
yakılacaklardı.”À
Oksidanya Alevileri kendilerini Ateşle sınava
hazırlamışlardı. Haçlılar onların ölümden korkarak
inançlarını terk edeceklerini düşünüyorlardı. İnsan-ı
kâmiller ve kale halkından on beş kişi yanmayı tercih
etmişlerdi.
Düzlükteki odun yığınları tutuşturuldu. Albigenler ateşe
doğru yürüdüler. Haçlı seferinin dinsel kutsayıcısı Narbonne
Pikoposu Albigenlerin arasına dikilerek:
“-Durun, durun diyorum size! Bir kez daha düşünün.
Aranızdan cayan yok mu hiç mezhebinden? Engizisyon kararına
rağmen ben, son bir şans tanıyorum nedamet getirenlere!
Albigenler duymadı… Albigenler durmadı… Kafileye öncülük
eden İnsan’ı Kamillerden Bertrand Marty, başka bir soruya
yanıt verir gibi gülümseyerek söylendi:
—Biz hepimiz kardeştik.” Montsegur, 16 Mart 1244 Ë
Onlar Anadolu’dan yola çıkmış, tükenmemiş ve parmakla
sayılmamış, kırılarak, yanarak yol yürümüş ve Oksidanya
Alevileri olarak ateşin üzerine uzatılmış merdivenlere
tırmanarak bu yol’u yeniden var kılmak için kendilerini tek
tek alevlerin içine bırakmışlardır…
Gazi
Eke