Ömer Laçiner
Hrant Dink'in katledilmesinin ardından kendiliğinden bir yükseliş
yaşayan ırkçılık karşıtı kitle hareketi, düzen cephesinin çeşitli
gündem maddelerinin öne çıkmasıyla geri plana düştü. 'Hepimiz
Ermeniyiz' sloganını coşku ve öfkeyle haykıran insanlar, o
günlerdeki hareketliliğin sürekliliğini sağlayamadı. Bu sürekliliğin
oluşmasında en büyük görev sosyalist sola düşmekteydi tabii ki;
acaba solun zihinsel yapılanması bu dinamiği doğrusal bir gelişim
hattına sokmaya yetecek miydi? Toplumsal muhalefete dahil öznelerin
organik ilişkisi nasıl sağlanacaktı? Cumhurbaşkanlığı tartışmaları,
laik-anti-laik ekseninde saflaşmalar yaratarak doruğa çıkarken,
genel seçimlere yönelik solun bağımsız bir aday etrafında birleşme
tartışmaları nasıl yorumlanmalı? Bu mevzuları, 70'li yıllardan
günümüze -zaman zaman zorunlu 'kesintilere' uğrasa da- Türkiye
sosyalist hareketinin düşünsel geleneğinin oluşmasına belirleyici
katkılar sunmuş ve sunmakta olan Birikim dergisinin genel yayın
yönetmenliğini ve yazarlığını üstlenen Ömer Laçiner ile konuştuk.
Doğrudan doğruya milliyetçiliğin bütün türevlerine karşı çıkmak
ve 'ben milliyetçi değilim' diyebilmek gerekiyor. Milliyetçilik iyi
bir şey değildir; bizi hayvanlaştıran ve hayvani taraflarımızı
ortaya çıkaran bir ideolojidir. Milliyetçilik insanları evrensel
olandan uzaklaştırır
GÖKHAN GENÇAY
Hrant Dink'in katledilmesiyle şovenist kabarışa karşı kendiliğinden
yükselen kitlesel tepki bir çeşit durgunluk dönemine girmiş
görünüyor. Bu durumu nasıl değerlendirmek gerekir?
Milliyetçiliğe, ırkçılığa karşı insanların 'yeter' diyerek
gösterdikleri tepki değerlendirilemedi. Türkiye sosyalist solu,
açıktan, hiçbir rezerv koymaksızın milliyetçiliğin kendisine karşı
çıkma cesaretini göstermedi. Kemalistlerden, solda barınan
anlayışlara kadar hepsi ırkçılığı reddettiğini söylüyor, ama
milliyetçiliğin kendisini olumluyorlar. Sosyalistler milliyetçiliğin
de eleştirilecek taraflarının olduğunu söylerken milliyetçiliğin bir
türünü -yurtseverlik, vatanseverlik gibi- benimsenebilir, kabul
edilebilir görüyorlar. Bu kabulden dolayı doğrudan doğruya
milliyetçiliğin bütün türlerine birden karşı çıkamıyorlar. Toplumda
yerleşmiş ve herkesin benimsemiş olduğu bir ideolojiye karşı çıkarak
toplumun büyük kesimlerini karşısına almaktan çekinmek de etkili bu
durumda.
'Hepimiz Ermeniyiz' sloganına yönelik düzen cephesinden
figürlerin politik bir saldırısı vardı. Neden bu saldırılar
karşısında açıktan 'evet, biz bunu dedik' demektense, açıklayıcı,
alttan alan bir tarzla duruldu? O dönemdeki bütün TV programlarında
solu temsilen yeralan özneler, hep kendilerinin 'ne kadar iyi
niyetli' olduklarını gösterme ihtiyacı duydular...
Ben yapmadım böyle birşey... İnsanlara anlatmakta bir sakınca yok;
'Hepimiz Ermeniyiz' derken şu niyetlerle hareket ettik
diyebilirsiniz. Ancak bununla yetinmemek gerekirdi, bu yaklaşımın
karşısına çıkan 'Türk milliyetçisiyiz' tutumunun sahiplerine 'biz
milliyetçi değiliz' denmeliydi; bu eksik kaldı, söylenmedi.
Milliyetçi ön yargılara karşı yapılan bir savunmaydı bunlar. Bizim
Birikim'de Hrant'ın katledilmesinden çok önce milliyetçi yükselişi
tahlil edip, bunun ciddi bir sorun olduğunu söyleyen sayılarımız
vardır. Türkiye'deki pek çok sorunun kaynağının milliyetçilikten
türediğini söylüyorduk. Doğrudan doğruya milliyetçiliğin bütün
türevlerine karşı çıkımak ve 'ben milliyetçi değilim' diyebilmek
gerekiyor. Milliyetçilik iyi bir şey değildir; bizi hayvanlaştıran
ve hayvani taraflarımızı ortaya çıkaran bir ideolojidir. İnsanları
milli bir çerçeveye sıkıştırarak evrensel olandan uzaklaştırır
milliyetçilik. Sosyalistler inançları gereği bu davranış tarzının
karşı kutbunda yer almalıdır. Türkiye sosyalist hareketi böyle
tartışmalara girmedi, girenlerden TKP'liler gibi ciddiye alınması
gerekmeyen gruplar 'yurtseverlik' gibi sonuçlar çıkardı. Bireysel
olarak Hrant için yapılan gösterilere giden ve o sloganlara can-ı
gönülden katılan insanlar, daha sonra kendilerini büyük bir ailenin
parçasıyız dedirtebilecek ek girişimler görmediler. Sol, bu dinamiği
yakalamak istemedi!
Son günlerde yükselen cumhurbaşkanlığı tartışmaları ve Ankara
mitingiyle ifadesini bulan ulusalcı dinamik, solun önüne ne gibi
görevler koyuyor? Cumhurbaşkanlığı adaylığı üzerine alternatif
isimler önermek solun meşgalesi mi olmalı, bu gündemi benimsemek
sistemin kurumlarının meşruluğunu kabul etmek anlamı taşımıyor mu?
Cumhurbaşkanlığı seçimini dinciler ve laikler arasında bir mücadele
olarak görmüyorum. Başından beri AKP iktidarını Türk burjuvazisinin
iktidara gelişi olarak isimlendirdik. Türkiye burjuvazisi, -burası
müslüman bir ülke olduğu için- içinde müslü-manlığı barındırıyor.
İslamı sahiplenmek birtakım tarihsel nedenlerden dolayı Türkiye orta
sınıflarında hakim eğilimdir. Avrupa'nın pekçok ülkesinde örgütlü
din belirli bir alana çekilirken Türkiye'de mülk sahiplerinin
iktidar mücadelelerinin başka safhaları vardır. 2002'de AKP
iktidarıyla birlikte daha önce belirli payandalarla iktidar olabilen
otantik Türk burjuvazisi doğrudan kendisi olarak iktidara gelmiş
oldu. Onların dinsel, mütedeyyin karakterleri bizim için talidir,
bizim için belirleyici olan iktisadi-sosyal açıdan tuttukları
yerdir, ve o konum burjuva konumudur. Cumhurbaşkanlığı üzerine
yapılan tartışma, geleneksel elitlerle yeni yükselen sivil
burjuvalar arasındaki kavgadır. Sosyalist olarak biz her iki sosyal
sınıfın da dışındayız, dolayısıyla beni onların kavgası
ilgilendirmez. Ama bunların kavgalarının belli bir doza varması ve
toplumun diğer kesimlerini buna alet etmelerine karşı çıkarız tabii
ki. Bizim kalkıp 'şu cumhurbaşkanı olsun' deme durumumuz yok.
Ortadaki yasal mevzuat ve anayasaya bakarsanız AKP'nin kendi içinden
bir cumhurbaşkanı seçmesi yasal hakkı. Bunun karşısında ordunun
ekseninde 'laiklik elden gidiyor' çığırtkanlıklarının hepsi sahte!
Sünni İslamın siyasete etkisinin şu andan daha ileri gidemeyeceğini
buna yönelik çığlıklar atanlar da çok iyi biliyor.
Solun kitleleri seferber edebilmesi için cumhurbaşkanlığı seçimi
üzerine yorumlarda bulunması çok mu gerekli?
Bizim aslında kendi gündemlerimiz olmalıydı, maalesef kendi
gündemlerimiz yok. Ankara'daki mitingde tuhaf milliyetçi,
anti-emperyalist bir diskur kullanıldı. Türkiye'de gerçek bir
sosyalist mücadele vermek için önünüzü temizlemek istiyorsanız bazı
temel konularla mutlaka ilgilenmelisiniz. Bunlardan birisi
milliyetçilik, diğeri militarizm ve şiddet kültürüdür. Türkiye'de
ordu kurumunun ağırlığına ve linç kültürünün bu kadar yaygın
olmasına, mili-ter dile olan hayranlığa- ki bu solda da vardır-
karşı mücadele verilmelidir.
HALKIMIZIN KABUL ETTİĞİ BİR DEVRİM OLMAZ!
Bu noktada sokaktaki insanın reflekslerinin organik faşist şiarlarla
örtüştüğü gözlemleniyor. Mikro faşizmin kabullerinin gündelik hayata
hakim olması neye tekabül ediyor?
Solun devrimci olup olmadığına karar vermesi gerekiyor, eğer
devrimciyseniz toplumun alışkınlıklarını, kabullerini altüst edecek
birşey yapmalısınız. Efendim 'halkımız bunu kabul etmiyor'...
Halkımızın kabul ettiği bir devrim olmaz. Halk kendini dönüştürmeyi
kabul ettiği anda devrimin gerçekleşme olanakları olur. Halkımızın
şu hassasiyetlerini gözetelim söylemiyle devrim falan olmaz! Bu
mantıkla birilerini devirirsiniz sadece. Zaten sosyalist hareket
kullandığı kavramları yüzeysel kullanıyor. Devrim kavramı mesela,
son derece sığ biçimde kavranıyor solda. Anti-militer zihniyeti
hakim kılmak veya 'ben milliyetçi değilim' duruşunu yaratmanın
kendisi Türkiye'de bir zihniyet devrimidir zaten. Ancak Türkiye
sosyalist hareketi buna göre donanımlı değildir, bunlar
tartışılmıyor bile. Onun için Türkiye sosyalistlerinin ciddi anlamda
muhafazakâr olduğunu düşünüyorum. Kendisi ekonomi-po-litik üzerinden
kuran ve sadece onun üzerinden konuşan bir solun gideceği yer olumlu
değildir.
Bunda Türkiye solunun genel anlamda benimsediği 'iktidar
perspektifi', 'makro politika' paradigmalarının etkisi var mı? Bu
kabuller doğrudan, yatay bir kide hareketinin önünü tıkıyor mu?
Kadim modernist politikanın iskeletinin sorgulanması, yeni ve
yaratıcı bir atılımın anahtarı olabilir mi?
Bu hesaplaşma yapılmalı. Biz, bunun son derece çapraşık ve çok
boyutlu bir problem olduğunu biliyoruz. Birikim'in farklı alanlara
el atmasının arkasında da bu saik yatıyor. Türkiye toplumunun
tabularla, arkaik kalıntılarla şekillenen kabullerini değiştirmeye
çalışıyoruz. Devrim en başta zihinlerde olacak , insanlar sosyalizm
adına neleri değiştirmesi gerektiğini zihinlerinde bir tartacak. Bu
inancın doğrultusunda da kesintisiz bir araştırmaya hazır olunmalı.
Önyargılarla, ne kadar köklü olurlarsa olsunlar hesaplaşılmah.
Türkiye'deki sosyalizmin iktidarla kurulacağı mantalitesindeki solu
'hele bir iktidarı alalım, ondan sonra' diyerek sorunu geleceğe
havale ediyor, paradigma aynen kalıyor.
Bu topraklarda sol; eşcinselleri, ekolojistleri, kenarda
bıraktırılmışları içine alabilecek açıklığa nasıl sahip olabilecek?
Ben, sol hareketin etrafına yapılacak bu tip eklemelere hep soğuk
bakmışımdır, daha organik bir hareket gerekiyor. Bir insanın cinsel
tercihinin ve doğaya karşı duyarlılığının ayrı bir kimlik olarak
ortaya koyma ihtiyacı duymayacağı derecede sosyalist hareket içinde
yerini bulması lazım. Biz, insanlara ortak insani vasıfları
üzerinden sesleniriz. Sosyalizm evrensel bir dildir, bütün insan
hallerini içermelidir. Marx'in dediği gibi 'insana dair hiçbir şey
bize yabancı değildir'. Ben eşcinsel değilim, ama bir eşcinselin ne
kadar zorlukları göğüslemek zorunda bırakıldığını biliyorum.
İnsanların kendilerini gerçekleştirme biçimlerini belirlemek meşru
haklarıdır. Sosyalist hareket olarak biz onlara bu güveni
verebiliyorsak, kendi seçimleri ekseninde yaşama haklarını
başkalarının önyargılarına karşı koruyabiliyorsak anlamlıdır.
Vaktiyle ÖDP'ye eşcinseller geldiler, ama ÖDP'nin kitlesi bile 'aman
toplum bizi onlar gibi sanır, bizi onlarla karıştırmayın' tavrını
sürdürdü. Onurlu çözüm biçimleri bulmalıyız, kimse bizim sığıntımız
olmamalı. Sosyalist hareket temel perspektiflerini öyle bir inşa
etmeli ki, oraya gelen eşcinsel de, ekolojist de 'buranın asli
unsuruyum' diyebilmeli. Bütün insanlara hitap etmeliyiz, onlara
şemsiyeler dayatmamalıyız.
Bahsettiğiniz evrenselci yaklaşım, minör politikanın ve kendi
talepleri ekseninde örgütlenmenin önünü tıkamıyor mu?
Asli sorunların iktisadi sorunlar olduğu yanlışından kaçınmalıyız.
Toplumsal değişimi öncelikle ik-tisadi-politik olarak görmek diğer
değişim taleplerini hiyerarşik olarak bunu gerisine koymak bir süre
sonra çatlayacaktır. Çevre hareketi ve diğer toplumsal grupları ben
sadece taleplerden ibaret olarak görmüyorum. Cinsellik ve insan
oluşumuzla ilgili temel sorunlarla yüzleştiren şeyler bunlar.
Dolayısıyla biz bir talep listesi yapıp, onlara bir program çizmek
zorunda değiliz. Sosyalist hareket bir pota olmak zorunda. Bütün bir
hayat tarzımızla, insan merkezcilikle bu düşünsel geleneklerden
beslenerek hesaplaşmalıyız. Birikim dergisinde 'sosyalizm yeniden
tanımlanmalı' mottomuzu kullanırken bütün bu düşünsel geleneği de
kapsayan derin bir tartışmayı kastediyoruz. Yanyana geçirimsiz
legolar misali durmaktansa dalların birbirini beslediği bir ağaç
tasavvur ediyoruz.
'Yeni bir dille konuşmak lazım'
» Genel seçimde solun alacağı tutumlara yönelik Ahmet İnsel'in
metniyle çağrısını yaptığı bağımsız adaylar çıkarma önerisini nasıl
değerlendiriyorsunuz, işlevli bir öneri midir bu?
Bu bir formattı, bağımsız aday çıkarılabilirdi. Ama asıl mesele
bağımsız adayın ne yapacağıdır. Türkiye solu bu tip problemler
olduğunda sürekli aynı şeyi tekrarlıyor: 'birlik olalım'! Bu birliği
sürdürmek çeşitli sürtüşmeler sonucu sorun oluyor genelde, bu
sorunların üstesinden gelinmesi için de topluma herkesin üzerinde
uzlaştığı sade suya tirit şeyler söylenebiliyor. Bu bağımsız aday
meselesinde de öyle deniyor;' bu bağımsız aday etrafında birleşelim
ama bu bağımsız aday kimseyi rahatsız edecek, sivri konulara dair
sözler etmesin'. Bu sade suya tirit şeylerle o bağımsız aday sadece
' CHP'ye oy vermek istemiyorum' diyen bazı kesimlerden oy alabilir.
Bence, bu bağımsız aday, içinde bulunduğumuz konjonktürde militarizm
ve milliyetçilik karşıtlığı ve enternasyonalizm üzerinden kendini
kurmalıdır. Türkiye toplumunun ilk defa duyacağı bir dille ve bu
dili anlatan sloganlarla ve alternatif araçlarla bir kampanya
sürdürebilirse hakikaten bağımsız aday pratikte ses getirir. Yoksa 'emekten
yanayız' veya 'işçilerin yoksulluğu' edebiyatını herkes yapıyor
zaten. Aldığınız oyun ötesinde bir kimliğin duyurulması ancak böyle
olabilir. Bu konuda yaptığımız ilk temaslardan çıkardığım kadarıyla
Türkiye solu böylesi bir çıkışı pek kabullenmedi. Gözlemlerime göre
belki ortak bir aday çıkartılabilir ama 'sol burada' diyecek bir
tema bulunabilir mi? Türkiye solu milliyetçilikle hesaplaşmak
istemiyor; çünkü Türkiye solunun damarlarına işlemiş ciddi bir
milliyetçi etki var, bu MHP'de olduğu gibi olmayabilir, ama var...
Bu nedenle milliyetçilik karşıtı kampanyaya bağlanan bir bağımsız
aday çıkartmak istemiyorlar. Dolayısıyla bu saatten sonra bu mevzu
beni de, Ahmet İnsel'i de ilgilendirmiyor.
Birgün Gazetesi
29/04/2007