![]() |
||||||||||
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
||||||
•
Kapitalist sınıf paramparça
Öfke
büyüyor Kemal Derviş, Türkiye'nin Arjantin'e benzemediğini söylüyor. Derviş'e göre Türkiye daha iyi durumda, çünkü sosyal patlama riskinden uzak. Arjantin işçileri yedi kez ücret indirimine maruz kalmışken, Türkiye'de işçilere yüzde 15 ücret zammı verildi, bu yüzden bize bir şey olmaz diyor Derviş. 2000 yılında gelir adaletsizliği üzerine yapılan araştırmalar çarpıcı bir gerçeği ortaya koyuyordu. En zengin ile en yoksul arasında 256 kat gelir farkı var. Nüfusun yüzde 20'si üretilen toplam zenginliğin yüzde 80'ine el koyarken, yüzde 80'lik çoğunluk yüzde 20'lik bir dilimi paylaşıyor. 2000 Ekim'inde patlak veren kriz ve nihayet 2001 Şubat'ında "Türkiye tarihinin en büyük krizi" olarak anılan mali çöküşle birlikte zengin ve yoksul arasındaki uçurum daha da büyüdü. Şubat krizini takiben yapılan devalüasyon ve döviz politikası ücretlerde radikal bir neden oldu. Temel tüketim mallarının sistematik olarak zamlandırılması milyonlarca insanın alım gücünü küçülttü. IMF'nin dayattığı "tarım reformu" ile ilk elde 9 milyon küçük üreticinin toprağından sökülmesi ve işsiz kalması için en önemli adımlar atıldı. 9 milyon işsiz köylü, 2002 yılında kentlerdeki milyonlarca işsizin yanına katılacak. Arjantin'de IMF programı tam olarak uygulandı. Toplumsal çöküş, milyonların isyanını doğurdu. Şimdi Arjantin sokaklarında barikatlar var. Türkiye ise yolun henüz başında. Ekonomik çöküş IMF dayatması yapısal uyum programı, Türkiye kapitalizmini geri dönülemez bir noktaya sürüklüyor. 2001 yılında Türkiye ekonomisinin yüzde 6-7 küçüleceği şimdiden öngörülüyor. Derviş ve onun destekçisi bir kaç kişinin dışında herkes 2002 yılında bu küçülmenin ve bir bütün olarak krizin sonuçlarının çok daha ağır bir şekilde yaşanacağını söylüyor. 1990'ların "Büyük Türkiye" fantezisinden geriye kalan toplumsal desteği azalmış ve milyonların nefretini kazanmış beceriksiz bir hükümet, kukla tiyatrosuna dönmüş bir parlamento ve baskıyla ayakta kalmaya çalışan bir devlet. Siyasal değişim Siyasal alan köklü bir değişikliğe uğradı. Bir çok ankete göre halkın yüzde ellisi oyunu varolan hiç bir partiye vermeyi düşünmüyor. Anketler hükümet ve muhalefet partilerinin yüzde 10'luk seçim barajını geçme sorunuyla karşı karşıya bulunduğunu sergiliyor. DSP-MHP-ANAP koalisyonunun iç anlaşmazlıkları doruğa ulaşmışken, hükümet ve cumhurbaşkanı, hükümet ve parlamento, sermaye örgütleri ve hükümet arasındaki çelişkiler giderilemez bir noktada. Sistemin kurumlarını hala bir arada tutan, sistemin bekasını sağlama isteği. Ancak istikrarı sağlamak ve krizi aşmak için ortak bir çözüme sahip değiller. İsyan kapıda İçinde bulunduğumuz dönem Türkiye tarihinin herhangi bir dönemi ile karşılaştırılamaz. Kapitalist sınıfı korkutan, adaletsizlik ve sefalet tarafından beslenen, dipten gelen dalganın boyutlarının büyüklüğüdür. Bu bir dönüm noktası. 1998 Mayıs'nda Endonezya'da Suharto diktasını deviren, bugün genel grev ve barikatlarla Arjantin egemenlerini köşeye sıkıştıran isyan, şimdi Türkiye'nin kapısında. Türkiye'deki toplumsal öfke yalnız değildir, dünya çapındaki öfkenin bir parçasıdır. Çözümsüz egemen sınıfa karşı, emeğin çözümünü savunacak bir kitle hareketi ilk başta işe IMF uşağı hükümetten ve onun programından başlayacaktır. Öfke, kararlı ve örgütlü bir mücadeleye dönüştükçe çok daha köklü devrimci sonuçlara ulaşacaktır. Bunu bilmek ve bu döneme hazırlıklı girmek gerek. Sosyalistler bu büyük kavgada işçilerin ve emekçilerin birliğinin en kararlı savunucusu olarak öne çıkmalı, öfkeyi örgütlemelidir. Mesut Yılmaz, Avrupa Birliği (AB) için gereken her türlü adımın atılmasının önündeki engelleri "ulusal güvenlik sendromu" olarak adlandırdı. Ordu ise Yılmaz ve partisini ülkenin gerçek sorunlarıyla ilgilenmemek, adaletsizliği, yoksulluğu, ekonomik krizi önlemek yerine, ülkenin bütünlüğünü bozucu bir tartışma başlatmak, "onursuz" davranmakla suçladı. Yılmaz ve büyük sermaye "Ulusal güvenlik tartışması" yeni değil. Yılmaz'ın ANAP kongresinde savundukları, 1991'den bu yana TÜSİAD raporlarında dile getirilmekte. Büyük sermaye, tercihinin AB'ye katılım ve ekonomik entegrasyon olduğunu bu raporlarla açıkça ortaya koydu. Patronlar, AB üyeliği önündeki engellerin başında Kürt sorununa geleneksel bakış, ordunun siyasal rejimdeki olağanüstü pozisyonu ve 12 Eylül'ün baskı yasaları olduğunu vurguladılar. Yılmaz bu görüşleri dile getirmiştir ve hedefi büyük sermayenin tam desteğini kazanmaktır. Ama sorunun asıl önemli kısmı egemen sınıfın saflarında AB gibi belli başlı her konuda tam bir anlaşmazlık yaşanmasıdır. Ordu ve ekonomik çöküş Ulusal güvenlik tartışmasının diğer tarafı olan ordu, Yılmaz'a sert bir yanıt verdi. Generallerin yayınladığı muhtıranın asıl ilginç tarafı "sol"culuğu! Muhtıra, ülkenin ekonomik olarak çöküş içerisinde olduğunu, gelir uçurumunun arttığını ve adaletsizlik kadar yolsuzluğun da olağanüstü boyutlara ulaştığını tespit ediyor. Çalışan sınıfların çok büyük bir fatura ödemekle yüz yüze kaldığını ve toplumu bu noktaya sürükleyenin "siyasi"ler olduğunu vurguluyor. Ordunun "sol"culuğu tam bir demagoji. Türkiye'nin en büyük yirmi sermaye grubundan biri ordudur. Krizin ve krizin toplumsal sonuçlarının sorumluluklarının başında yine ordu gelmektedir. Egemen sınıfın bir kanadı, istikrarın 28 Şubat sürecinin devam etmesi, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nin yol göstericiliğinde yürünmesi ve ulusal güvenlik stratejisinin uygulanması ile sağlanacağını düşünmektedir. Generallerin bildirisinin 'aşağı'ya seslenen görüntüsünün ardında bu gerçek yatmaktadır. Kimin çözümü? Ulusal güvenlik tartışması etrafında işçi sınıfı ve emekçilere, "önce demokrasi" (bunun için AB) ve "önce ekonomi" (bunun için ulusal korumacılık) seçenekleri dayatılmaktadır. Her iki seçenek de emekçilerin çıkarlarına karşıdır. Demokrasinin önündeki en büyük engel 28 Şubat rejimidir. Emekçilerin ihtiyacı, ulusal güvenlik stratejileri değil, sınırsız toplantı, örgütlenme ve gösteri özgürlüğüdür. Milyonlar için demokrasi, AB'den geçmiyor. Avrupalı kapitalistlerin birliği olarak AB'ye üyelik, IMF programının kalıcılaşması ve derinleştirilmesi anlamına gelir. Bu ekonomik saldırı programının yürütücüsü kaçınılmaz olarak sağcılık, gericilik olacaktır. TÜSİAD'ın AB yolu ya da ordunun "Miloseviç-Saddam" yolu - her ikisi de egemen sınıfa ait çözümlerdir ve milyonlarca emekçinin çıkarlarına karşıdır. Demokratikleşme yukarıdan değil, aşağıdan, emekçi sınıfların IMF programına karşı verecekleri mücadeleyle sağlanacaktır. Ekmek ve demokrasi mücadelesinin birleştiği yer tam da burası. Saadet ve Ak Parti: İslamcı hareketi bölündü Siyasal İslam, 28 Şubat'la hükümetten uzaklaştırıldı ve sürekli baskı altında tutuldu. Fazilet Partisi'nin kapatılması ve Refah Partisi'nin kapatılma kararının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından onanması ile siyasal İslam'ın bölünme süreci tamamlandı. MNP'den bu yana geleneksel çizgiyi izleyen Erbakan ve arkadaşları Saadet Partisi (SP) ile yola devam ederken, R. Tayyip Erdoğan önderliğindeki "Yeni Oluşum", Adalet ve Kalkınma Partisi'ni (Ak Parti) kurdu. İki ayrı partinin varlığı İslamcı hareketin oylarını da ikiye bölecek, ama İslamcı hareketin bölünmesi sadece örgütsel değil, aynı zamanda ideolojik de. SP, geleneksel çizginin sürdürücüsü. SP, FP ve RP'nin destek kazandığı emekçi sınıflara sesleniyor. Anadolu sermayesinin programına sahip ve tabanı da yoksullardan oluşuyor. 28 Şubat bu çizgiyi hedef almıştı. Şimdi SP'yi, siyasal İslam'ın asli temsilcilerini hedef alacak Tayyip Erdoğan'ın AK Partisi ise "yenilikçiler" diye anılıyor. SP'nin tersine bir kitle hareketine dayanmıyorlar. Hedefleri tüm yeni söylemine rağmen, 1950'lerin AP ve Menderes çizgisini izleyerek merkez sağı diriltmek. Erdoğan ve arkadaşları, yıllardır kendilerini destekleyen tabana sırtlarını dönüyorlar ve bu tabanı hedef alan neo-liberal politikaları açıkça savunuyorlar. Ak Parti'nin merkez sağı diriltme ve merkez parti olma iddialarının gerçekleşmesi neredeyse imkansız. Merkez sağın çöküşü, kriz karşısında aldığı pozisyon nedeniyle kaçınılmaz ve kriz derinleştikçe geri dönülemez bir süreç. Merkez sağın neo-liberal politikaları krize yanıt üretemiyor ve radikal seçenekler öne çıkıyor. Ak Parti, henüz yeni kurulmasına rağmen, şimdiden eskidi. Büyük sermaye açık bir tutum alarak Ak Parti'nin temsil önerisini reddetti. Üstelik yenilik söylemiyle düzen için bir harekete dönüştüğünü ispatlamaya çalışan Erdoğan ve arkadaşları, 28 Şubatçı bir kampanyayla karşı karşıya kaldılar. Tüm bu gelişmelere rağmen siyasal İslam, siyasal alanın ana unsurlarından biri olmaya devam edecek. Çünkü bu harekete destek veren emekçi kitlelerin taleplerini savunan ve desteğini kazanan bir başka siyasal hareket henüz yok. Arjantin'de işçiler IMF'ye karşı mücadele ediyor IMF programının sonuçlarına karşı gerçekleşen bir dizi genel grev ve gösteri devam ediyor. Geçen hafta on binlerce kamu emekçisi, öğrenci ve işsiz başkentte, ücret ve emeklilik maaşlarındaki kesinti önerisini protesto ettiler. Ülkenin birçok kentinde gösteriler oldu, işsizler kitlesel olarak üç gün süreyle otoyolları işgal ettiler. Kesintiler IMF ile yapılan son anlaşmanın sonucunda gündeme geldi. Arjantin heyeti 9 milyar dolarlık acil ek yardım istiyor. IMF ile geçen Aralık ayında üzerinde anlaşılan 40 milyar doların üzerine eklenecek. Sermayenin ülkeden kaçışı, 130 milyar dolarlık dış borcu ödenemez hale getirdi. Sadece son bir ayda banka mevduatları yüzde 7 azaldı. Yerel ve yabancı sermaye sahiplerini sakinleştirmek için, ekonomi bakanı Cavallio sosyal harcamaları kesti, kamu çalışanlarının ücretleri ve emeklilik maaşlarını yüzde 13 azalttı. IMF'ye verilen niyet mektubunda "Yoksullukla Mücadele" başlığının altında, işsizlikle mücadele gerekçesiyle ücretlerin yüzde 20 kesilmesi öngörülüyor. Bu adımlar, bankerlerin 1930'lardaki Büyük Bunalım öncesindeki uygulamalarına benziyor. Arjantin son üç senedir ekonomik durgunluk ve küçülme içinde. İşsizlik resmi rakamlara göre yüzde 15 düzeyinde. İşten atılan işçiler kitlesel bir direniş hareketi örgütlediler. Eylül ayı için on günlük bir protestoya hazırlanıyorlar. George W. Bush, şu ana kadar Arjantin ekonomisinin kurtarılması konusunda isteksiz davrandı. IMF'nin şimdilik onayladığı tek şey, Eylül'de verilecek kredinin 1,2 milyar dolarını öne almak. ABD asıl olarak krizin diğer Güney Amerika ülkelerine sıçramasını önlemekle ilgileniyor. IMF geçtiğimiz hafta, Brezilya'ya 15 milyar dolar vermeyi kabul etti. Birçok yorumcu, Arjantin’in çökmesinin neo-liberal politikaların iflası olacağı ve ekonomik milliyetçiliğin canlanmasına yol açacağını öne sürüyor. Arjantin neo-liberal politikaların denendiği ve iflas ettiği bir örnek. Ancak oradaki mücadele neo liberalizme karşı dünya çapındaki isyanı alevlendirebilir.
|
||||||||||