Belki de üniversite
sizi kazanmalı*
Neo-liberal eğitim politikasını, Thatcher'ın
Bilim ve Eğitim Sekretaryası Kenneth Baker şöyle ifade ediyordu: "Eşitlikçi
çağ sona erdi." Eşitlikçi çağın sona ermesi ise ekonomik aklın "kullanan
öder" ilkesinin hayata geçirilmesi demekti.
"Araştırıcılarla ekonomik çevreler, üniversiteler
ve sanayi arasında zengin bir diyalogun bulunması, ülkemizin geleceği
bakımından mutlak bir zarurettir. Bu itibarla, bu diyalogu araştırıcıyla
sanayici arasındaki işbirliğinin, araştırıcıların hareket kabiliyetini
yani yer değiştirmesini teşvik edici, artırıcı tedbirler almak zorundayız.
Böylece araştırıcı, daha aktif olarak bilgilerin kullanıcılara transferine
katılmış ve onların uygulamaya konmasına iştirak etmiş olacaktır." (Turgut
Özal, 1991) ".... Bu nedenle
bilgi ve bilgili insanların kaynağı olan üniversiteler ve araştırma merkezlerine
'ileri ve özellikli üretim faktörleri' adı verilmektedir." (TÜSİAD, 1994).(1)
Yukarıdaki iki alıntı dünyadaki genel eğilimin
1990'ların başından itibaren Türkiye'de de belirdiğini gösteriyor. Nitekim
Türkiye'nin ilk özel üniversitesi Bilkent 1990 yılında kuruldu.
Neo-liberalizm, neo-üniversite
"Neo-üniversite"nin mantığı basit: Üniversiteler
şirketleşmeli, bu şirketlerin ortaya koyduğu ürün olarak bilgi ise piyasada
değerlendirilecek meta olmalıdır. Diğer yandan öğretim elemanları da "girdi"ye
indirgenmiş ve şirketin maliyet kalemlerinden biri haline gelmiştir. Artık
"proleter profesör"lerden söz edilmektedir. Küreselleşme sermayenin uluslararası
krizine bağlı olarak ve onu
aşmak doğrultusunda 1970'li yıllardan itibaren yürütülen bir harekat.
Harekat krizi aşmak yönünde "girilmemiş toplumlara, alanlara özellikle
de kamusal olana hücum ediyor. Küreselleşme olgusunun yüksek öğretime
en büyük etkisi, ilk planda artan eğitim harcamalarına
devletlerin yeni ortaklar araması şeklinde somutlaştı."(2) Krize yanıt
arayan şirketler, holdingler bilgi teknolojilerinin üretimde belirleyici
rol oynadığı gerçeğinden hareketle yeni ve nitelikli bir işgücü için harekete
geçti. Hızla AR-GE departmanları
açıldı, eğitime giderek daha çok kaynak aktarılmaya başlandı. Artan maliyetler
ise şirketlerin yüzlerini ucuz girdi sağlayabilecekleri üniversitelere
çevirmelerine yol açtı. Gereksinim duyulan "Human-Kapital"in yaratılabilmesi
için üniversitelerle "bütünleşmek"
gerekiyordu.
Kodak, Araştırma geliştirme bölümünü kapatarak
üniversite ile "bütünleşti", Bill Gates'in Microsoft'u Cambridge Üniversitesi
ile anlaştı. ABD'de bir çok üniversitenin fonları artık Wall Street'te
"değerlendiriliyor". Finansal desteğini önde gelen şirketlerden alan Amerikan
Eğitimi Geliştirme Konseyi (CAE) misyonunu şöyle tanımlıyor. "İş dünyasının
hareketlendirilmesi suretiyle eğitimi geliştirmek."(3) CAE zaman zaman
çeşitli raporlar yayınlıyor. Bunlardan birinde yapılan tavsiyeler
özetle şunlar: "Üniversiteler verimliliğin
artırılması yönündeki çalışmalarına hız vermelidir. Var olan fakülte sistemi
değiştirilmeli ve fakültelerin verimlilikleri tanımlanarak ölçülmelidir.
Ortalama ders yükünde yapılacak değişiklikler maliyet-kâr analizi
yapılarak karşılaştırılmalıdır." Sözü edilen değişiklik, piyasada "kâr
etmeyecek" bölümlerin kapatılması. Kanada'nın York Üniversitesi internet
üzerinden ders veriyor. Üniversite, Cultech adlı yan teknoloji firmasıyla
giriştiği bir ortaklıkla, her bir web sayfasında yayınlanacak şirket logoları
için bu şirketlerden on bin
dolar istiyordu. Projeye yanıt, öğretim üyeleri ile öğrencilerin gerçekleştirdiği
grev oldu. Grevin sloganı "logoya hayır, daha fazla derslik"ti. Grevcilerin
işaret ettiği bir diğer konu bu kararın alınmasında öğretim üyeleri ile
öğrencilerin katılımının olmamasıydı. Amerikan öğrencileri kampüslerinin
kredi kartı şirketlerinin finanse ettiği çeşitli hizmetlerle abluka altına
alınmasına, dev şirketlerin kampüsleri içindeki reklamlarına karşı
"no logo" adlı bir kampanyayı kitlesel olarak sürdürüyor.
Üniversite "reform"ları: Türkiye'de
ve her yerde
Yukarıda özetlenen süreç, muhtelif konseylerin
muhtelif tavsiyeleri, Türkiye'dekine çok benzer bir şekilde "reform" programları
olarak adlandırılıyor. Bizdeki "reform" konusunda YÖK, TÜSİAD ve TÜBİTAK
anlaşmış durumda. Başlarken "merhumdan!" bir alıntı yapmıştık. Bakın,
karşılaştırın, TÜBİTAK ne diyor: "Üniversite-endüstri işbirliği konusunda
devlet katalizör görevi yapmalıdır. Üniversitelerdeki
öğretim üyelerinin sanayiye, sanayide
ki uzmanların üniversiteye rahatlıkla geçebilmeleri sağlanmalıdır."(4)
Diğer öneri ise şudur: "Üniversitelerde bulunan araştırma-uygulama merkezlerinin
sanayi ile birlikte yürütülmesi gerekir. Bu merkezlerin yetkili kurullarında
sanayiciler de yer almalıdır". CAE'nin tavsiyelerini ne kadar da anımsatmakta!
YÖK'ün 1999 Mart'ında cumhurbaşkanlığına sunduğu rapor da farksız.
Süreç bir yandan kamu üniversitelerinin
adım adım piyasaya açılması yönünde gelişirken diğer yandan yasalarda
yapılan düzenlemelerle özel üniversitelerin kurulmasına olanak sağlanması
yönünde işledi. Üstelik Yüksek Öğrenim Yasası'na eklenen bir madde ile
vakıf üniversitelerine devlet yardımı garanti altına alındı.(5) İki yıl
aralıksız eğitim veren bir üniversitenin
bütçesinin yüzde 40'ı devlet tarafından karşılanacaktı! Bu güne dek kurulan
20 kadar özel üniversitenin toplam cirosu 100 milyon doları aşmış durumda.
1996 bütçesinden devlet üniversitelerinde öğrenci başına 100 milyon lira
ayrılırken, bu rakam, örneğin
Başkent Üniversitesi'nde 574 milyon liraya yükselebiliyor. Yine 1996 yılında
dört özel üniversite, Koç, Bilkent, Başkent ve Işık üniversiteleri toplam
5 trilyon 121 milyar lira devlet yardımı aldı. Burada amaç Özel üniversiteleri
giderek üniversite sisteminin
hakim kurumları haline getirmek ve kapitalizmin isterleri doğrultusunda
tüm bir üniversite sürecini özelleştirip metalaştırmak. "Kullanan öder"
ilkesini hayata geçirmek. Oysa Türkiye'de 12 yaş ve üzerindeki nüfusun
yüzde 50'si yoksulluk nedeniyle
eğitimini yarıda bırakmak zorunda kalıyor. Yeni sistem bu oranı hiç kuşku
yok ki çok daha yukarılara çekecek.
Kamu üniversitelerinde bir çok hizmet özelleştiriliyor.
Buna gerekçe olarak ise finansal yetersizlikler ileri sürülüyor. Oysa
devletin iç borç faiz ödemeleri konsolide bütçe içinde eğitime ayrılan
payın 22 katı. Bunun yanında özel üniversitelere "teşvik" amacıyla katrilyonlar
aktarılıyor.
Sonuç
Eğitimin paralı olmasının zorunluluğu konusunda
ileri sürülen argümanlar hiç de inandırıcı değil: "Üniversitelere zaten
varlıklıların çocukları giriyor. Bu durumda yoksul sınıflardan üniversitelere
bir kaynak aktarımı söz konusu. Bunu durduralım, eğitimi paralı
hale getirelim." Peki neden varlıklı sınıflardan vergi almıyorsunuz? Niçin
özel üniversitelere yapılan teşvikleri durdurup kamu üniversitelerini
güçlendirmiyorsunuz? Soruların muhataplarının bizleri ikna edebilecek
yanıtlar vermesi mümkün değil.
Küreselleşme
sürecinde ulus-devlet ve onun üniversiteleri çökertiliyor gibi bir iddiaya
sahip değiliz. Aksine sermayenin yayılma sürecinde devletlerin müdahalesi
daha belirleyici bir hale gelmekte. Üçüncü dünya ülkelerinde ise IMF politikalarının
kolayca uygulanabilmesi
için devlet daha baskıcı olmak zorunda. Evet, devlet sınıflar üstü değil.
Kamu üniversiteleri de işlev olarak toplumsal eşitsizliği yeniden üretir.
Bu üretimi sağlayacak ideolojiyi belirler. Bizim üniversitelerin piyasalara
açılmasına itirazımız,
tarihsel süreç içinde kazandığımız bir dizi hakkımızdan taviz vermek istemememizden
kaynaklanmaktadır. Üniversitenin ürettiği bilginin, öğretim üyelerinin
alınıp satılabilir olmasına karşı çıkıyoruz. Çünkü bunu satın alabilecek
olanların toplumun çok küçük
bir parazit azınlığı olduğunu biliyoruz. Üniversiteler ve her şey bizim
olana kadar, kamu üniversitelerinin özelleştirilmesi sürecinin durdurulmasını,
var olan özel üniversitelerin kamulaştırılmasını yani toplumun müşterek
kullanımına açılmasını istiyoruz.
Tüm süreçlerde öğretim üyeleri ve öğrenciler olarak karar hakkı talep
ediyoruz!
•
Cem Hire
(*)
Reklam panolarını süsleyen Yedi Tepe Üniversitesi ilanı.
Notlar:
1. İktisat Dergisi, sayı 376, aktaran:
Fuat Ercan
2. Toplumsal Değişme ve Üniversiteler,
Taner Timur, İmge yay. s: 315
3. Ateş altındaki üniversite, Özgür Üniversite
yay., s: 27
4. Petrol-İş 1997-99 yıllığı, s:451
5. 2547 sayılı kanuna 1991 yılında yapılan
ek.
|