Bu savaşı durduralım!

 

“ABD'de biyolojik silah paniği...”, “İstanbul kritik bölge ilan edildi...”, “Karadeniz'de bir yolcu uçağı düşürüldü..”, “Afganistan'a kara harekatı başladı..”.

Bu haberler, 11 Eylül'den sonra dünyadaki dehşet haberlerinin küçük bir kısmı sadece. Eğer savaşa karşı olan güçler savaşı engellemeyi başaramazsa, bir yıl sonra dünya, bugünkünden de çok daha acımasız olacak. ABD, dünyayı yolcu uçaklarının bile kitle imha silahları sayıldığı, yeni bir dehşet çağının kapısından geçmeye zorluyor. 11 Eylül saldırısının yarattığı travmayı, ezilenleri-işçileri dünya çapında birleştirmeye başlayan küresel hareketi, Ortaçağ’ın bile en karanlık dönemini temsil eden Haçlı motiflerini kullanarak bölmeye çalışıyor.

Peki bu savaşı engellemek, egemen devletlerin politikalarını değiştirmek mümkün mü? Bu savaşın karakterini doğru tahlil edebilirsek, sadece savaşı durdurma olanağına sahip olmaz, aynı zamanda, eşit, sınıfsız bir dünyanın da kapısını arayabiliriz.

Eylemde birlik

Bugün savaşı durdurmak, Türk devletinin bu savaşa katılmasını engellemek için önümüzde ikili bir görev duruyor. Bir yanda, ABD'nin savaşını durdurmak isteyen bütün güçleri, en azından eylem alanında yan yana getirmek, geniş bir cephe örmek. Öte yandansa bu geniş cephenin içerisinde, savaşla küresel sermaye arasındaki ilişkiyi kuran anti kapitalist bir odak inşa etmek.

Savaşa karşı geniş bir cephe için sloganımız net olmalı: Savaşa hayır! Eylem birliğini sağlamanın yolu bundan başka hiçbir anlaşma koşulu aramamaktan geçer.

Usame'nin kahraman mı, yoksa terörist mi olup olmadığı, ya da bütün savaşlara mı, yoksa savaşların bir kısmına mı karşı mı olunduğu buranın sorunu olmamalı.

Geniş yığınların duygularını kesen, Türkiye halkının %80'inin talebi “Savaş istemiyoruz”dur.

Bu cephe içerisinde, savaş karşıtı Politik İslam hareketiyle bile yan yana durmaktan çekinmemeliyiz. Bu konuda Sosyalist İktidar Partisi (SİP), savaş karşıtı cepheyi “Ne İslam, ne de ABD” sloganıyla daraltıyor. Bu slogan bugün en kafa karıştırıcı slogandır. Savaşı kim açtı? Savaşı kim sürdürüyor ve de en önemlisi, bu savaşı durdurma kararını kim verecek? Politik İslam mı, ABD mi? Eğer ABD Savunma Bakanı değilseniz, bu sorunun cevabı açıktır.

Bugün asıl durdurmaya çalıştığımız, ABD'nin savaş politikalarıdır, yoksa Taliban'ın tehdidi değil. Karşınızda size silahını çekmiş, yanınızdakilerle beraber sizi öldürmeye karar vermiş bir güç varken, ne yaparsınız? SİP, yanımızda, bizle beraber diğer öldürülecek kurbanı gösterip, aslında onun da elinde silahı olsaydı, bize aynı şeyi yapacağını anlatıyor. Bugün, sorun tehdit edilenlerin kader birliğini anlatmaktır, silahıyla bizi tehdit eden asıl büyük güce vurmaktır, ezilenleri bölmek değil.

Mesela Mehmet Bekaroğlu gibi, F tipi katliamında, koca Mecliste tek başına mücadele etmeye çalışan, birini niye savaş karşıtı toplantılara çağırmayalım? Niye böyle isimleri kullanarak, İslami fikirlerin etkisi altındaki işçilere, ezilenlere de ulaşmayalım? Sosyalistler, İslami fikirlerle yan yana gelmekten, onlarla tartışmaktan korkmazlar. Çünkü bizim için dünyayı, son dönemde revaçta olan medeniyetler ya da dinler çatışması değil, sermaye ile emek arasındaki çatışma belirler.

Biz toplumdaki diğer bütün bölünmeleri bu eksenin etrafında bir araya getirmeye çalışır, ezilenlere kendi kurtuluşlarının tek yolunun birlikte mücadele olduğunu anlatırız. "İnançlarını sonra tartışırız, şimdi savaşı durdurmak için benle eyleme varmısın, yok musun?" diyebilme kararlılığına sahip olmalıyız. Eğer bunu yapamazsak, egemen sınıf 28 Şubatta, işçileri ve ezilenleri nasıl IMF programına karşı mücadelede, laikler ve İslamcılar olarak böldüyse, savaşa karşı mücadelede de bölecektir. Eğer %80'i savaşa karşı olmasına rağmen, Türkiye savaşa katılırsa, bu bölünmeden kaynaklanacaktır.

Bir daha savaş olmaması için anti kapitalist odak

Savaş tamtamları, başka bir gürültülü çöküşün kulaklarımıza ulaşmasını engelliyor. ‘Yeni Dünya Düzeni’nin, küresel sermayenin dünyayı yönetme yeteneğinin çöküşüdür bu. Saldırıdan önceki bir haftada Atlantik'in iki yakasında yüz binlerce işçi, işinden atıldı. Japonya'nın birkaç yıldır etkisinde olduğu ekonomik gerileme ABD'yi ve Avrupa'yı da içine alarak büyük bir dünya krizine dönüşme belirtileri göstermeye başlamıştı. Yatırımlar ABD’de tümüyle durma noktasına geldi. Bir örnek verirsek: sadece telekomünikasyon sektöründe 1 trilyon dolarlık bir sermaye (en fakir 40 ülkenin borçlarının 4 katından fazla) bir çöpe atılmış durumda. Avrupa'da ve ABD'de milyonlarca insanı iş-sizlik bekliyor.

Savaş, kar oranlarının düşüklüğünden dolayı yatırıma dönüşmeyen bu sermayeyi emmek için muazzam bir fırsat.

Aynı zamanda rantabl olmayan sermayenin ciddi bir kısmını da tahrip ederek, sermayeye yeni bir ivme kazandırmasının da. Buna insanlar da dahil. Çünkü sermayenin gözünden işsizlik de, sadece kullanılamayan, stoklarda birikmiş, aşırı üretilmiş emek gücüdür. Savaş bu aşırı üretimi de, büyük ordu taburlarında istihdam ederek, fazlasını yok eder. 20.yüzyıl kapitalizminin savaşında, kitlelerin kendisi de bir metadır ve değişim değeri gibi, değeri ekonominin diğer değerlerine bağlanmıştır.

ABD borsalarının düşüşüyle, savaş ve ölüm haberlerine, alışmamız sadece bir tesadüf değil. Bu yüzden 20. yüzyıldaki savaşlar aynı zamanda kitle imha savaşıdırlar. Ve her iki dünya savaşı da, dünya ekonomilerinin krizinden çıkışın aracı olmuşlardır. Tabii bir yeni krizin kapıyı çalmasına kadar...

Bir Alman düşünürü Walter Benjamin şöyle diyor: "Birinci Dünya Savaşı'nda görüldüğü üzere, gelecek savaş da sermaye tarafından özümsenemeyen teknolojinin, köle isyanı olacaktır".

Bugün dünyada herkesin günde 3 saat çalışarak, yiyecek, barınma gibi temel ihtiyaçlarının karşılanabileceği teknolojik gelişme, çok uluslu sermaye ve sınıflara bölünmüş bir dünyanın sınırlarına çarpıp, kitle imha araçlarına dönüşüyor, yani teknoloji isyan ediyor.

Kim gerici? 1 milyar doları bir gecede Afgan halkının başına bomba olarak döken ABD ve İngiliz devleti mi, toplam ulusal geliri 4 milyar dolar olan Afgan halkı mı? ABD'nin bugün yaptığı, krizin etkisini savuşturmak için dünyada bir savaş koridoru açmak ve ekonomik krizden bunalmış diğer ülkelerin egemen sınıflarını da adım adım kendi halklarını bu koridora çekmesini beklemek. 

Kim, hangi sebepten savaşa karşı çıkarsa çıksın, bugün savaşa karşı mücadele eden herkes, son kertede kapitalizme ve onun yıkıcılığına karşı mücadele ediyor demektir.

Bu savaşı durdurabilsek bile, savaşın kaynağı olan eşitsizlik ve kapitalizm sürdüğü müddetçe, savaş belası başımızdan eksik olmayacak. İşte bu yüzden savaşla, kapitalizmle arasındaki ilişkiyi gösterecek anti-kapitalist bir odağa ihtiyacımız var.

Savaş karşıtı cephenin içinde anti-kapitalist bir odak inşa etmek ve bu mücadeleyi küresel hareketin bir parçası haline getirmeye çalışmak da, en az bu savaş karşıtı geniş cepheyi örmek kadar önemli. Çünkü Türkiye'de savaşa karşı yapabileceğimiz en iyi şeyin sınırı, Türkiye'nin bu savaşa girmesini engellemek olabilir.

Ama biz bu savaşın tümüyle durmasını istiyoruz. Bunun içinse, ABD'de, İngiltere'de, dünyanın her yanında küresel düzeyde bir direnişe ihtiyacımız var. Bugün bu bakımdan, 1991 Körfez Savaşı’na göre çok daha şanslıyız.

Seattle'ın , Cenova'nın aktivistleri, küresel sermayenin kurumlarına karşı mücadele edenler, bugün dünyanın her yanında, savaş karşıtı büyük eylemlerin aktivistleri haline geldi. Sırf bu bile küresel sermayeyle savaş arasındaki ilişkiyi gösteriyor. Hareketin önderlerinden biri, 11 Eylül'den sonra, “Nasıl DTÖ ve IMF kapitalizmin, Yeni Dünya Düzeninin ekonomik kaleleriyse, Pentagon'da onun askeri örgütüdür, şimdi mücadelemiz ona karşı” diyerek hareketin bilincini ifade ediyor.

11 Eylül'den, Ekim ortasına kadar Avrupa ve ABD'de 40 farklı ülkede, yüzlerce savaş karşıtı eylem olmuş ve bunlara yüz binlerce insan katıldı. Bu kitleselliği sağlayan, Seattle'ın, Cenova'nın aktivistleri.

Savaşı bütünüyle durdurmak için bu güçlerle dayanışma yetmez. Aynı zamanda Türkiye'deki savaş karşıtı cepheyi, küresel mücadelenin parçası haline getirmek gerekir.

11 Eylül'den önce kararı alınan, Katar eylemi bunun en somut örneği. Dünya Ticaret Örgütü’nün toplantısı için yapılacak olan eylem, savaş karşıtı eyleme dönüştü. Kasım’da dünyanın her tarafında anti-kapitalistler savaşa karşı grevler ve gösteriler yapacaklar.

‘Savaşa hayır’ cephesinin içinde, anti kapitalist bir odak örmek, bu mücadelenin gücünü bölmek değildir. Aksine, onu dünya çapında bir mücadeleyle birleştirmeye, genişletmeye çalışmaktır.

Bu savaştan ABD halkının, İngiliz halkının bir çıkarı yoktur, savaş harcamaları, onların cebinden çıkarılacaktır.

Bu kader birliğini bugün güçlü bir şekilde anlatmak, Türkiye'de savaşa direnenlerin kendilerini daha büyük bir mücadelenin parçası olduğunu bilmeleri güçlerini zayıflatmaz, artırır. 

Hem savaşa karşı geniş bir cephe örmek, hem de anti kapitalist bir odak yaratmak ve eylemde birlik, fikirlerin kendini örgütlemesinde özgürlükle sağlanabilir. Bizim savaş karşıtı politik İslam hareketinin unsurlarını dahi kapsayacak, geniş bir cephede kendimize güvenimiz, ezilenlerin ancak mücadele içerisinde kendi eylemiyle özgürleşeceğine ve kolektif bilinçlerini, sınıf bilinçlerini kendilerinin kazanacaklarına duyduğumuz güven olmalıdır.

Savaşa karşı mücadele ve ezilenlerin demokrasisi başka türlü kazanılamaz. Aksi takdirde, bir savaş biter, başka bir savaş başlar.

Ve hepsi de ezilen sınıfın salt sermaye birikiminin ve tahakkümün çıkarları için, birbirini boğazlamasıyla sonuçlanır. Rus devrimcisi Troçki “Ya sosyalizm, ya savaş” diyerek Birinci Dünya Savaşı'nın derslerini özetliyordu.

• Zafer Ülger

Sosyalist İşçi Anti Kapitalist Kadın Özgürlüğü Troçkizm
DSİP Tartışma Forumu
IMF'ye Hayır! e-Grup