![]() |
||||||||||
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
||||||
•
Hükümet, halkın çoğunluğuna rağmen savaşa asker gönderiyor
Hükümet,
halkın çoğunluğuna rağmen savaşa asker gönderiyor
11 Eylül
günü New York ve Washington'da gerçekleşen trajik olayları kullanan ABD
yönetimi Usame Bin Ladin'i suçlu ilan ederken Afganistan'a karşı da savaş
açtı. 2002 yılı bütçesi, Ekim ayı ortasında Meclisin gündemine geldi. Bütçe, Hükümet’in yoksula ve işçilere saldırı programının devamı niteliğinde ve IMF’nin ve savaşın izlerini taşıyor. Bütçede konulan hedeflerin bir çoğunun gerçekçi olmadığı ortada. Bütçe, 98.1 katrilyon lira olarak bağlanırken, bütçe gelirlerinin toplamı 71 katrilyon olarak planlanıyor. Bütçe gelirleri içindeki en büyük payı da, 57 katrilyon lirayla, vergi gelirleri oluşturuyor. Hükümet, bütçeyi yine emekçilerin ve yoksulların üzerinden finanse etmeyi planlıyor. Vergi gelirleri içinde, doğrudan ve dolaylı vergiler yoluyla emekçilerin payı yüzde 70’leri aşarken, sermayenin payı yüzde 30’ların altında. Bütçede giderler kalemi içinde faizlerin oranı %43.6’yı buluyor. Bütçe toplam gelirlerinin %60’ı faiz olarak sermaye kesimine aktarılması planlanıyor. Oysa sosyal güvenliğe ayrılan pay, giderlerin toplamı içinde sadece %8. Maliye Bakanı Sümer Oral, bütçenin finans kesimine kaynak aktarmanın aracı olduğunu şu sözleriyle itiraf ediyor: “Bütçenin yüzde 45’e yakınını faize verirsen, vergi gelirlerine yakın bir bölümünü faiz ödemelerine verirsen, bu sağlıklı bir kamu maliyesi değildir.” 2002 yılı bütçesi savaşın da izlerini taşıyor. Bütçede Sağlık Bakanlığı’na %2.4, Eğitim Bakanlığı’na %7.6 pay ayrılırken, Milli Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve kuvvet komutanlıklarına toplam %13’lük bir pay ayrılmış. Bu oranda, Genel Kurmay’ın çeşitli silah alım projeleri için gerekli finansmanı ve örtülü ödenek gibi çeşitli fonlardan silahlanmaya aktarılan paylar dahil değil. Bütçede büyüme hedefi %4. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana tarihinin en büyük daralmasını yaşayan bir ekonominin, küresel krizin yaşandığı, iç piyasada tüketimin olağanüstü daraldığı, üretim kapasitelerinin en düşük seviyelere düştüğü bir ortamda, %4 gibi bir büyümeyi gerçekleştirmesinin pek olanaklı olmayacağı ortada. 2002 yılında küresel krizin etkisiyle dışsatım hedeflerinin de tutması pek kolay olmayacak. Bütçenin finansmanında ayrıca 13 milyar dolarlık dış kaynak ve 67 katrilyon liralık iç borçlanma öngörülüyor. Dolayısıyla, bugüne kadar uygulanan, emekçiden sermaye kesimine kaynak aktarma saldırısının 2002 yılında da devam edeceği anlaşılıyor. Saldırı, sadece ücretlerin sırtına yüklenen vergilerle sınırlı değil. Yeni bütçe, tarım kesimine yapılması planlanan destekleri de 500 milyon dolar düzeyinde azaltıyor. Böylece, tarım ve gıda ürünlerinin fiyatlarının piyasa koşullarında serbest bırakılarak yoksullaşmanın derinleşmesi hızlanırken, tarım sektörü bütünüyle sermayenin çıkarları doğrultusunda yeniden yapılandırılıyor. 13 milyar dolarlık dış kaynağın 3 milyar dolarının uluslararası finans piyasalarından elde edilmesi planlanırken, geriye kalan kısmının da IMF ve Dünya Bankası’ndan sağlanması planlanıyor. IMF’nin kaynak sağlaması karşılığı, Hükümetten saldırının boyutlarını daha da artırmasını isteyeceğini tahmin etmek zor değil. IMF şimdiden kamu kesiminde işçi çıkarmaları ve ücretleri daha da düşürmeyi dayattığı biliniyor. Bu, yoksulluk altında ezilen kitleleri iyice köşeye sıkıştıracak ve öfkeyi derinleştirecektir. Öte yandan, küresel krizin yaşandığı uluslararası piyasalardan 3 milyar dolar gibi bir kaynağın bulunmasının hiç de kolay olmayacağı ortada. Bütçe gelirleri içinde özelleştirmelerden 1.2 milyar dolarlık gelir beklentisi, özelleştirme saldırısının 2002 yılında da süreceğini gösteriyor. Telekom, THY ve enerji sektöründeki özelleştirmelerin bir kısmı 2002 yılında gerçekleştirilmesi planlanırken, bir çoğunun da bir sonraki yılda gerçekleşmesi için hazırlıkları tamamlanacak. Memur ücretlerinin enflasyona tabii kılındığı söylenerek, düşük tutulması oyunu 2002 yılında da sürdürülmesi planlanıyor. 2002 yılı enflasyon hedefi gerçekçi olmayan %35 oranında konulmuş ve yılın ilk altı ayında memura yüzde 10 zam düşünülüyor. Böylece bütçenin maliyetleri kamu emekçilerinin sırtına yüklenmeye devam edilecek. Ancak bu saldırı bütçesini geri püskürtebilir, egemen sınıfın krizini derinleştirerek, emekçilerin ve yoksulların çıkarına bir bir çözümü dayatabiliriz. Bunun için 9 Kasım’da DİSK ve KESK’in Ankara’da gerçekleştireceği “Yoksulluğa ve yolsuzluğa hayır!” mitingi bir başlangıç olabilir. Hükümet zayıf ve kendi içinde bölünmüş durumda. Böylesine ağır bir saldırı bütçesinin altında kolayca kalabilir. Anayasa değişikliği milletvekillerine yaradı 12 Eylül Anayasası'nın baskıcı bir anayasa olduğunu kabul etmeyen artık yok. Bunu değiştirmek gerektiğini üzerinde büyük çoğunluğun görüş birliği var. Yeni yapılan anayasa değişiklikleriyle kazanımlar elde edildiği iddia ediliyor. Oysa gerçeklik bu değil. Değiştirilen maddelere sınırlamalar konuldu. Eskisinden daha iyi bir durum yok ortada. Hatta kimin yorumladığına bağlı olarak daha kötü uygulamalarla karşılaşacağımızı da şimdiden söyleyebiliriz. Gösteri ve toplantı yapmanın artık izne tabi olamadığı söyleniyor. Bunun gerçekliği yok. Savaş karşıtı gösteri yapmak isteyenlere polisin nasıl saldırdığını gördük. Bütün maddelerde" milli güvenlik, kamu düzeni, genel ahlak ve sağlığın korunması" "terör ve yakın savaş tehdidi" gibi sınırlamalar konulmuş. Bu sınırlamalar ise oldukça muğlak. Her durumda ve olayda uygulanabilir. Uygulayanların keyfine kalmış. Böyle bir meclisten ve içerisinde MHP'nin olduğu bir hükümetten "demokratik" bir anayasa değişikliği yapmasını beklemek zaten abes. Bu anayasa sadece milletvekillerinin işine yaradı. Kıyak Emeklilik yasası daha önce Anayasa engeline takılmıştı. Anayasayı değiştirerek bu engeli ortadan kaldıran milletvekilleri maaşlarını ikiye katladılar. Oysa bizlere kaynak olmadığını bu yüzden, ikramiyeleri kaldıracaklarını, kıdem tazminatlarını ödemeyeceklerini anlatıyorlar ve belirlenen asgari ücret açlık sınırının da altında. Bizler için olmayan kaynak onlar için var. Gerçek kazanımlar ancak yığınların eylemiyle gerçekleşebilir. Bunun örneklerini daha önce defalarca yaşadık. KESK'in mücadelesi pek çok yasayı delmiş, yargı karalarını geçersiz hale getirmişti. Daha çok demokrasi ve özgürlük istiyorsak bunu sokakta kazanmalıyız. Savaşa, yoksulluğa, yolsuzluğa dur demek için! 9 Kasım’da Ankara’ya ICFTU'nun (Dünya Hür İşçi Sendikaları Konfederasyonu) çağrısıyla 9 Kasım, bütün dünyada savaşa karşı eylem günü olarak belirlendi. Anti-kapitalistler, savaş karşıtları, sistemle sorunu olanlar 9 Kasım'da sokaklarda olacak. Bu güne kadar oldukça yığınsal olan dünya çapındaki gösteriler katlanarak büyüyecek ve havanın değişmesinin önünü açacak. DİSK, KESK ve Türk-İş'li işçilerde 9 Kasım'da Ankara'ya yürüyecek. 9 Kasım'da gösteri kararı çok daha önceden alınmıştı. Bu karar alındığında ortada bir savaş yoktu. DTÖ'nün Katar'da yapılması planlanan toplantısını protesto etmek için alınan bu karar şimdi savaş karşıtları için sokağa çıkma günü oldu. Türkiye'de DİSK daha önceden ICFTU'nun çağrısına uyarak eylem yapma kararı almıştı. Eylemin savaş karşıtı bir hale dönüştü ve bileşenleri genişledi. Bu günlerde açıklanan savaş bütçesi içerisinde emekçilere ayrılan pay daha önceki senelere oranla daha az. Üstelik vergiler de artırılıyor. Bu daha çok yoksullaşma anlamına geliyor. Hükümet son yaptığı açıklama ile Türk-İş'te örgütlü işçilerinde tepkisini çekti. Türk-İş'li işçiler de 9 Kasım'da DİSK ve KESK'li işçilerle beraber Ankara'da olacak. Kamu işçilerinin ikramiyelerini ödememeyi ve kıdem tazminatlarını kesmeyi düşünen açıklamalar işçilerin tepkisini çekti. Bayram Meral açıkça tabandaki işçileri engelleyemeyeceğini anlatıyor. Eylem bir süredir birlikte sokağa çıkamayan işçiler için ve hepimiz için bir dönemeç olabilir. Yoksulluk, yolsuzluk, sendikasızlaştırma, bütçe ve savaş bir birinden bağımsız konular değil. Eylem içerisinde, hepsinin bağlantısını kurmak ve öfkeyi ortak bir hedefe çevirmek mümkün. Öfkenin ortaklaştığı yer elbette IMF'nin savaş bütçesini uygulamaya çalışan hükümet olacak. "Sosyal patlama" tartışmalarının yoğun olarak yapıldığı günlerde, olası bir sosyal patlama için tarihi olarak 2001 sonu ve 2002 başı veriliyordu. Bu öngörülerinde haklı çıkıp çıkmayacaklarını göreceğiz. Üstelik bu tartışmalar yapılırken ortada bir savaş ihtimali bile yoktu. Şimdi savaş var ve Türkiye'de bu savaşa asker yolluyor. Halkın % 85'i bu savaşa karşı. Savaşın Amerika’nın dünya sistemi içerisinde egemenliğini sağlama savaşı olduğunu ev "terörizmi vurma" masallarının arkasındaki gerçek nedenin bu olduğunu herkes biliyor. IMF programlarının sonuçlarını yaşayarak gördük. Daha çok yoksullaşma ve kazanılmış hakların kaybedilmesi. Hükümetin işçilere, emekçilere söyleyecek hiç bir sözü yok. Ayrıca söylese bile inandırma ihtimali yok. Reel ücretlerin hızla gerilemesine ve kazanılmış hakların elimizden alınmasına karşı biriken öfkeyi, savaşa karşı olan tutumla birleştirebilirsek, hem savaşı durdurmak hem de yaşam koşullarımızda ve örgütlenme düzeyimizde hızlı bir iyileşme sağlamak mümkün. Türkiye'de anti-kapitalistlerin oluşturdukları "Direnişi Küreselleştir" platformu da savaşa karşı kampanya yürütüyor. İzmir, Ankara ve İstanbul'dan anti-kapitalistler 9 Kasım'da Ankara'da ortak bir pankart altında yürüyecekler. Öfkenin sokağa taşması sağlayacak ilk kıvılcımın ne olacağını kimse bilemez. Ama şunu bilebiliriz. Gerçekleştirilecek olan her eylem, kazanma ihtimalimizi artıracak. Yapılacak eylemler ne kadar büyük ve kararlı olursa bir sonraki adımda kendimize o kadar fazla güvenli olacağız ve karşımızdaki güçlere geri adım attırma ihtimalimiz de o kadar fazla olacak.
|
||||||||||