Ne kahramanlar, ne de silahların gücü

Kazanacak olan yığınların eylemidir

 

İkiz kulelere yapılan saldırıdan sonra terör ve terörizm üzerine bir yığın tartışmayla karşı karşıyayız. Gerçekte marksistler soruna nasıl yaklaşırlar? Bireysel bir eylemle, bombalamayla, polisi ya da generali öldürmekle nasıl bir sonuç alınabilir? Bu tür eylemler sistemi sarsabilir mi? Ya da bu tür eylemlerle toplumun büyük çoğunluğunun sempatisini kazanmak mümkün müdür? Eğer bir bomba her türlü sorunun çözümü için yeterliyse, grevlere, kitle gösterilerine ne gerek var?

Marks'ın düşüncesi

Marks sosyalizmi bilimsel temellerine oturttuğunda işçi sınıfının kurtuluşunun kendi eseri olacağını söylemişti. Marks'a göre tarihin motor gücü sınıf mücadelesidir ve tarihi bireyler ya da kahramanlar değil, kitleler yapar. Marksizm'in özünde aşağıdan sosyalizm anlayışı yatar. İşçi sınıfının bir kurtarıcıya ya da kahramana ihtiyacı yoktur. İşçi sınıfı ya da halk adına yapılan hiçbir eylemin Marks'ın düşüncesiyle herhangi bir ilişkisi yoktur.

Günümüzün çarpıtılmış sosyalizm anlayışlarının tümünde bu asli bir sorundur. Sosyal demokrasiden stalinizme kadar kendini sosyalizmle ilişkilendiren tüm anlayışlar halkı kurtarılması gereken bir kurban olarak görürler. İşçi sınıfının kendi eylemine kuşkuyla ve soğuk bakarlar bu nedenle. Oysa Marks ilk olarak bu tür anlayışlarla, örneğin ütopik sosyalizmle, bağlarını kopararak adım atmıştır. Marks "Komünistlerin işçi sınıfının çıkarlarından ayrı çıkarları yok" derken her türlü ikameci anlayışa karşı kitlelerin önemine işaret etmiştir. Ve Komünist Manifesto baştan aşağıya işçi sınıfını ve onun eyleminin değerini anlatır.

Narodnizm ve Lenin

Bugün her türlü bireysel eylemi kitle mücadelesinin yerine ikame eden anlayışların esin kaynağı 19. Yüzyılın ikinci yarısında Rusya'da radikal bir hareket olarak ortaya çıkan Narodnizm'dir.

Narodnizm o tarihlerde özellikle aydınlar arasında çok etkindi. Aydınlanmacı bir akım olarak Narodnizm ilk olarak köylere yönelerek halkı aydınlatmakla kendini görevlendirdi. Fakat kurtarmaya gittikleri köylüler tarafından çarlık polisine teslim edilince halkın henüz bir devrime hazır olmadığını düşündüler ve halkı kurtarmak için çarlara, generallere suikast düzenlemeye başladılar. Aslında Narodnizm'in etkisi marksist hareketin Rusya'da işçi sınıfıyla organik bir bağ kuramamasının sonucuydu. Lenin bile bir Narodnik olan ağabeyinin idam edilmesinden sonraki beş yıl boyunca aktif siyasetin içine girmeyerek Narodnizmle bağlarını koparmak için uğraştı.

Halka gitmek yerine ibreyi terörizme yönelten Narodnikler 1878'de Petersburg polis şefini, aynı tarihte Kiev jandarma şefini, 1879'da Rus jandarma komutanını ve nihayet 1 Mart 1881'de

Çar II Aleksandr'ı öldürerek doruk noktalarına ulaştılar. Fakat Narodnikler amaçlarına ulaşamadılar.

Rosa Lüksemburg çarın öldürülmesinden sonraki tabloyu şöyle çiziyor: "Aleksandr II'nin öldürülmesinin ardından tüm Rusya'yı kaskatı bir ümitsizlik kapladı. Aleksandr III'ün hükümetinin kurşundan çatıları (hapishaneleri) mezar sessizliği ile doldu. Barışçı reform için tüm ümitlerin sonu ve tüm devrimci hareketlerin gözle görünür başarısızlığı ile karşı karşıya kalan Rus toplumu  ümitsiz bir teslimiyetin pençesine düştü". 

Plehanov'un marksizmi Rusya'ya getirmesiyle Narodnizm son etkilerini de yavaş yavaş kaybetmeye başladı. Lenin'in Narodnik harekete ilişkin görüşleri ise şöyleydi: "Ancak, devrimcilerin umdukları acı bir şekilde boşa çıktı. Eylemleri bir halk ayaklanmasına değil, bunun yerine otokrasinin güçlenmesine ve uzun yıllar boyunca her türlü devrimci faaliyetin bastırılmasına yol açtı. Teröristlerin insanüstü cesareti ve manevi dayanıklılığı çarlığı devirmeye yetmedi". Lenin için sorunun özü Rus işçi sınıfının iktidarı almasıydı.

Rosa Lüksemburg ve kitle mücadelesi

İşçi sınıfının kurtuluşunun ancak işçi sınıfı tarafından gerçekleştirilebileceğini söyleyen Rosa Lüksemburg hayatı boyunca bu görüşe bağlı kaldı. En nefret ettiği tutum kitle örgütlerinden ve kitle hareketlerinden kendini koparan sekter eğilimlerdi.

Rosa Lüksemburg sosyalist mücadele için en öldürücü düşmanın bürokratik merkeziyetçilik olduğunu söyler. Bu nedenle hayatı boyunca bürokratik dar kafalılığa ve sekterliğe karşı mücadele etmiştir. Ona göre sosyalist mücadelede işçi sınıfının kitlesel mücadelesinin ve grevlerinin yerini tutabilecek hiçbir güç yoktu. Sekterliğin olduğu kadar, seçkinciliğin, bireysel maceracılığın da acımasız bir eleştirmeniydi. Ve Rosa Lüksemburg her şeyden önce kör bir şiddetin düşmanıydı. Seçme eserlerinde bu konu hakkında şunları yazar: "Şiddet kullanmak, işçi sınıfı için daima son çare olarak kalacaktır; sınıf çatışmasının yüce kanunu, bazen su yüzüne çıkmamış olarak, bazen de aktif bir biçimde varolacaktır".

Birinci Dünya Savaşı ve sosyalizm hakkında ise şunları yazar: "Ulusların emperyalist emellerle katledildiği dört yıl boyunca [1914-1918] kan nehirleri akmıştır. Şimdi biz bu değerli sıvının her damlasının şerefle kristal bardaklar içinde korunacağından emin olmak zorundayız. Zincirlenemeyen devrimci güç ve geniş insancıl duygu... İşte sosyalizmin gerçek nefesi... Bütün dünyanın alt üst edilmesi gerektiği doğrudur, fakat dökülmesi önlenebilecek bir damla gözyaşını önlememek suçtur; bir insanın önemli bir iş yapmakta acelecilik göstermesi ve yolu üzerindeki solucanın üstüne düşüncesizce yürümesi bir suç teşebbüsüdür".

Rosa Lüksemburg hayatını adadığı işçi sınıfı mücadelesi davasında Alman askerleri tarafından katledildi. Büyük amacı toplumsal bir devrim olan Rosa Lüksemburg'un bütün mücadelesi kitle mücadelesinin düşmanı olan her türlü sekterliğe karşı mücadele etmek olmuştur.

Troçki ve terörizmin eleştirisi

Devrimci sosyalist gelenekte terörizmin en açık ve doğrudan eleştirisini Troçki yapmıştır. 1917 öncesinde terörist taktiklerle mücadele eden popülist-anarşist hareketin yaptığı eylemlerin sonuçları Troçki tarafından işçi sınıfı eyleminin gücüyle karşılaştırılır:

"Bir grevin, çok büyük bir grev olmasa bile, toplumsal sonuçları vardır: İşçilerin kendilerine duydukları güven artar, sendikalar büyür, hatta çok zaman üretim teknolojisinde bir gelişme olur. Bir fabrika sahibinin öldürülmesi sadece polisiye sonuçlar doğurur ya da toplumsal açıdan hiç önemi olmayan bir şekilde fabrika sahibinin değişmesine yol açar".

Troçki'ye göre kurşunlar ve bombalar tarihin tekerleğini döndürmezler, ancak işçi sınıfı hareketine zarar verirler:

"Ama terörist bir girişimin işçi kitlelerinin saflarında yarattığı keşmekeş çok daha derindir. Hedefe ulaşmak için bir bireyin silahlanması yetiyorsa, o zaman sınıf mücadelesinin çabalarına ne gerek var? Bir avuç barut ile bir küçük kurşun düşmanı boynundan vurmaya yetiyorsa, sınıfın örgütlerine ne gerek kalıyor? Toplumun üst tabakasına ait kişileri bombaların kükremesiyle korkutmak mantıklı bir işse, partiye ne gerek var?"

1917 sonrasında ise, Troçki terörizmle daha farklı bir düzeyde ilgilendi. Ekim Devrimi'ne düşman emperyalist burjuvazi ve II Enternasyonal partileri bu kez bolşevikleri terörist olmakla suçluyordu. Troçki, "Terörizm ve Komünizm" isimli çalışmasında bolşevizmle azınlığın eylemini yücelten terörist-popülist akımlar arasındaki ayrımı Rus Devrimi'nin somut deneyi ile ortaya koydu. Yaşamının farklı bir döneminde de bu görevi bir kez daha yerine getirecekti. 1930'ların başında stalinizmle leninizmi özdeş olarak gören, bolşevizmin Stalin ve genel olarak tüm baskıcı akımlara temel teşkil ettiğini savunan küçük burjuva sosyalistlerine karşı işçi sınıfının aşağıdan eylemine dayanan devrimci sosyalist geleneği savundu.

Sonuç

Sosyalist hareketin tarihine ve onun devrimci geleneğine baktığımızda, sosyalizmle bireysel terörizm arasında hiçbir bağ olmadığını açıkça görebiliriz. ABD'deki son saldırıdan sonra eylemi kimin yaptığı tartışmalarını bir kenara bırakacak olursak, bu eylemin işçi sınıfı davasına hiçbir yararı olmadığını, bir kitle mücadelesinin yerini asla tutamayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. ABD egemen sınıfını asıl korkutan süreç, Seattle'da başlayan ve Cenova'da zirvesine çıkan anti kapitalist harekettir. Bu nedenle, 11 Eylül saldırısından sonra bütün burjuva sözcülerinin anti kapitalist hareketi hedef olarak göstermesi anlaşılır bir şeydir. Ve bugün yine ABD'nin terörüne karşı anti kapitalist hareket büyük bir öneme sahip. ABD'nin bu kirli savaşına karşı asıl kazanıcı dinamik işte burada yatıyor.

• Ahmet YILDIRIM

Sosyalist İşçi Anti Kapitalist Kadın Özgürlüğü Troçkizm
DSİP Tartışma Forumu
IMF'ye Hayır! e-Grup