![]() |
||||||||||
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
||||||
Kaybedilen devrim Almanya 1918 – 1923
“Subayların şapka ve üniformalarındaki şeritler sökülüyordu...Geçit halindeki işçi ve asker gruplarının ardı arkası kesilmiyordu...Askeri kamyonların üzerinde yakalarına kızıl kurdelalar iliştirilmiş işçi ve askerler, makineli tüfeklerin başında savaşmaya hazır bekliyor, diğerleri kızıl bayraklar sallıyorlardı...”(1) "On binlerce işçi adeta sevinç ve coşkudan sarhoş olmuştu. Böyle bir şeye asla yeniden tanık olmadım. İşçiler ve Kızıl Ordu askerleri akşam geç saatlere kadar şehrin bir ucundan diğerine coşku içinde dolaşıp durdular. Dünya devrimi başlamıştı. Halk kitleleri onun çelik adımlarını işitiyordu. Yalıtılmışlığımız sona ermişti."(2) Yukarıdaki alıntılardan ilki Kasım 1918'de Alman devriminin başladığı günlerde Almanya'da yaşananları, ikincisi de bu haberin ulaşmasıyla Rusya'da oluşan ruh halini yansıtıyor. 1918 Kasım'ında grevler, işgaller, sokak çatışmaları ve sonunda monarşinin yıkılmasıyla başlayan, dünyanın ikinci büyük sanayi ülkesindeki Alman devrimi, hem yanı başında sosyalist bir devrim gerçekleştirmiş olan Rus işçi sınıfına, hem de diğer ülkelerdeki işçi sınıflarına dünya devriminin başladığını müjdeliyordu. Bu andan başlayarak beş yıl boyunca, kimi zaman ileri hamleler kimi zaman geri çekilmelerle gelgitler yaşayan devrim, 1923 yılı sonuna gelindiğinde eksiklikler, hatalar ve ihanetler sonucu yenilmiş; kitlelerin umudu olmaktan çıkarak sağın önünü açmış ve insanlık tarihinin gördüğü en kanlı iki rejimin, nazizmin ve stalinizmin doğacağı zemini yaratmıştı. 1918 yılında Urallar'dan Kuzey Denizi'ne kadar geniş bir bölgede tek gücün işçi konseyleri olduğu bir dünya yaratan devrim, nasıl oldu da yenilgisinden, çok değil 10 yıl sonra, faşizmi iktidara taşıyan bir yöne evrildi? Bu soruya yanıt vermek, Nazi iktidarına ve Rusya'da stalinist bürokrasinin egemen sınıf olarak yerleşmesine olanak sağlayan koşulları anlamakta olduğu kadar, devrimci olasılıkların giderek güçlendiği günümüz dünyasında neleri yapıp neleri yapmamamız gerektiğine karar vermede de işimize yarayacaktır. 1914'e kadar Almanya O zamanlar dünyanın ikinci büyük sanayi gücü olan Almanya, geleneksel bir burjuva demokrasisi değil, feodal kalıntılarla bezeli, toprak aristokrasisinden gerici yöneticilerin idaresinde kapitalist bir devlet olan Prusya monarşisince yönetilen; burjuvazinin emperyalist emelleriyle Birinci Dünya Savaşı'na yol açmış; ancak savaştan yenik çıkarak ağır tazminatlar ödemeye mahkum edilmiş, sanayi bölgeleri işgal edilmiş; 'ulusal onuru' aşağılanmış ve bunların sonucunda derin bir ekonomik krize sürüklenmiş bir ülkeydi. Kriz kaçınılmaz olarak işçi sınıfı ve diğer ezilenlerde bir tepkiye yol açacaktı. Ve açtı da; işçi sınıfı hem güle oynaya girilen savaşın bitirilmesini sağlayan, hem de monarşinin yıkılarak cumhuriyetin ilan edilmesine yol açan bir devrimci ayaklanmaya girişmişti. Solun durumu Üye sayısı bir milyon, seçmen sayısı 4.5 milyon olan, 90 farklı gazetesi ve kurumsallaşmış çeşitli alt örgütlenmeleri bulunan, dünyanın en büyük işçi partisi SPD'ye (Sosyal Demokrat Parti) sahipti Almanya. Ayrıca SPD'den (geç de olsa) koparak, daha sonra KPD'yi (Komünist Parti) oluşturacak ve Rosa Lüksemburg ile Karl Liebknecht gibi dünya çapında büyük devrimci önderleri yaratmış bir Spartakist Lig'i vardı. Ancak kısa bir süre sonra kapitalizmin tarihindeki en yoğun sınıf mücadelesi dönemlerinden biriyle yüz yüze gelecek olan devrimci sosyalistlerin sayısı, devrimin başladığı yıl bile yalnızca 3-4 bin kadardı ve ortak bir örgütleri yoktu. Kasım 1918 Deniz erlerinin bir ayaklanması ve buna liman işçilerinin verdiği destekle başlayan isyan, kısa sürede her yanda genel greve, işçi ve asker konseylerinin kurularak iktidarın alınmasına kadar ilerlemişti. Üstelik büyük kalabalıkları yönlendirenler Spartakistlerle devrimci işyeri temsilcileriydi. Savaş sırasında bunların çalakalem hazırladığı bildirilerdeki sloganları şimdi yüz binler haykırıyordu. 9 Kasım günü imparatorluk sarayının penceresine tırmanan Liebknecht kalabalıklara şöyle seslendi; "...Almanya'nın özgür sosyalist cumhuriyetini ilân ediyorum. Dünya devrimini isteyenler ellerini kaldırsın!". Binlerce el coşkuyla havaya kalktı. Kontrol elden kaçıyor Daha devrimin başlangıcında ayaklanmanın yatıştırılması için, devrimden iğrendiğini söyleyen sağ sosyal demokrat Noske göreve getirildi. Görüntüyü kurtarmak için 'halk komiserleri konseyi' adı verilen, çoğunluk (sağ) sosyal demokratların yönetiminde bir hükümet kuruldu. Geniş yığınlar için bu, devrimin amacına ulaştığı anlamına geliyordu. SPD kontrolünde Berlin Konseyleri Merkez Komitesi seçildi. Devrimin iktidar organı devrimden korkanların kontrolüne geçmişti... Bu nasıl mümkün oldu? Devrim, önceleri sakince evinde oturan, önemli toplumsal sorunlara kayıtsız bireyleri politik hayata çeker. Bu kitleler önce resmi muhalefet ile özdeşlik kurarlar ve liderlerinin bulanık söylemlerinin peşine takılabilirler. Milyonların daha sola yönelmesi tarihte hep acı deneylerden sonra olmuştur. Bir ayaklanmanın doruğunda yüz binlere yön veren yürekli devrimcilerdir. Ama ortalığa biraz sis çökünce, bütün hayatları boyunca kafalarına kazınan önyargılardan bir gecede kurtulması mümkün olmayan yığınlar, eski düzenle bağını koparmayan güçlere yönelir. Sis çöküyor Kontrolü ele geçiren SPD boş durmuyordu; bir imparatorluk generalinin subaylar ve özel harekat askerleriyle gönüllü askerlerden oluşacak, Freikorps adlı karşı devrimci profesyonel bir birlik oluşturulması önerisini kabul etti. Ve Aralık'ta ilk silahlı çatışmalar başladı. Bu süreçte KPD kuruldu. Liderlik bölünmüş durumdaydı. Ocak 1919'da sosyal demokrat dipçiklerle öldürülecek olan Spartakistlerin iki lideri Lüksemburg ve Liebknecht bile 'geçici hükümet' konusunda, Rosa'nın 'Artık Karl ile çalışmak mümkün değil!' diyeceği kadar büyük bir anlaşmazlığa düştüler. Henüz tüm Almanya'da etkin olamadıklarının farkında olan Rosa, iktidar için ayaklanmanın, işçi sınıfının çoğunluğunun desteğini almadıkça mümkün olmadığını düşünüyor; oysa, kendi sözleriyle 'gece yatarken başka, sabah kalkınca bambaşka fikirlere' sahip olan Liebknecht ayaklanma çağrısına imza atıyordu. Bu anlaşmazlık 16 Ocak'ta SPD gazetesi Vorwärts'ta Liebknecht'in 'kaçarken vurulduğu', Lüksemburg'un 'halk tarafından linç edildiği'nin duyurulması ve Alman devriminin en yetenekli, en deneyimli iki liderinden yoksun kalmasıyla sonlandı. Bu aşamadaki eksiklik partinin inşasına devrimin eşiğinde ve sıfırdan başlanmış olmasıydı. İç savaş ayları Bundan sonraki birkaç ay ordunun ve Freikorps'un bomba, top, hatta uçak kullanarak giriştiği büyük bir operasyona sahne oldu. Evler bombalanıyor, işçiler kurşuna diziliyor, askerler maaşları ödeneceği söylenerek çağırıldıkları binalarda idam ediliyordu. 'Yasa ve düzen' yeniden tesis edilmiş, işçi ve asker konseyleri yıkıma uğramıştı. Bunların yerini, yakın gelecekte Nazilerin heyecanlı taraftarları olacak bürokratlar, yöneticiler, hakimler ve polis şeflerinin eski devlet örgütlenmesi aldı. Bilanço 1919 sonuna doğru yeni cumhuriyet istikrar kazanmış, burjuvazi ve orta sınıflar biraz rahatlamıştı. Ancak işçiler sosyal demokratların yalanlarını görmüş, 'karışıklık yaratanlar'ın Spartakistler değil Freikorps olduğunu anlamıştı. Bunun anlamı aynı baskının artık işçi kitlesine yöneltilmesiydi. Yalnızca o yıl içinde 52 bin fabrikada toplam 48 milyon grev günü yaşanmıştı. SPD'nin oyu yarı yarıya azalmış, USP'nin oyu ikiye katlanmıştı. Kitlelerin gözünde devrimci parti, liderleri katledilmiş ya da cezaevine tıkılmış, faaliyeti yasaklanmış KPD değil; güçlü yayın organları, etkili ve iyi örgütlenmiş yasal parti aygıtıyla USP idi. KPD'nin ilk yandaşları sendikal geleneğe sahip fabrika işçileri değil, cepheden dönünce işsizler ordusuna katılmış, silahlı mücadelenin radikalleştirdiği, partiye mücadelenin doruğunda katılan ve çok yakın bir devrim beklentisinde olan genç insanlardı. Fabrikalarda ve sendikalarda gündelik rutin faaliyet yürütmek, eğitim seminerlerine katılmak, yeni üyeler kazanmak ve örgüt inşa etmek bunlara anlamlı görünmüyordu. Bunları heyecanlandıran şey devrimin gerektirdiği sabırlı faaliyet değil, devrimin kendisiydi; sıkıcı toplantılar değil sokak çatışmaları istiyorlardı. Bu sabırsız yapı, ekonomik mücadele veren sendikalardan çıkılması ve yeni sendikalar kurulmasını öneriyordu. Hâlâ sosyal demokratları destekleyen milyonların bu sendikalara akmakta olduğunu göremiyor, SPD'den kopan işçilerin, politikasını daha aklı başında ve gerçekçi buldukları USP'ye katılmasına yol açıyordu. Kapp darbesi Ocak 1920'de askeri bir darbeyle Kapp hükümetinin kuruluşuna kadar, devrim yatışmış görünüyordu. Ancak darbe yeni bir militanlık dalgası yarattı. Genel grev ilân edildi. İşçiler silahlanıp Kızıl Ordular kurarak, önemli bölgelerde iktidarı aldılar. O kadar çok işçi katılıyordu ki artık Kızıl Ordu üyeliği için asgari kriterler aranmaya bile başlanmıştı. Ancak, Kapp darbesine karşı mücadelede merkezi koordinasyondan yoksunluk, devrimci liderliğin sınıfın bilincindeki sıçramayı doğru tespit edememesine neden oldu ve bu mücadele kitleler içinde kök salmış, güçlü, ideolojik olgunluğa erişmiş bir partinin yokluğu yüzünden yenildi. Mart hareketi Mücadele tamamen bitmemiş olsa da uzunca bir süre sessiz kalındı. 1921 Martı'nda, işçi ve asker konseyleri dağılmış, işçi hareketi geri çekilmiş, liderlik bölünmüş, burjuvazi karşı saldırıya geçmiş; yani devrimin koşulları ortadan kalkmışken çılgınca bir saldırı hareketine girişildi. Bunun sonucunda, kendine güvenli ve güçlü kitle partisi KPD'den eser kalmadı. Kriz yılı 1923 yılında ülke yeniden derin bir istikrarsızlığa sürüklenmişti. Ren ve Ruhr'u Fransızlar işgal etmiş, Bavyera'da ayrılıkçı aşırı sağ, Orta Almanya'da radikal sol düzen için tehdit unsuru olmuş ve devrimci sol ile faşist sağ aynı anda iktidar için harekete geçmişti. Savaş zamanı bile olmayan bir enflasyon vardı. 1 ABD doları 4 milyar Alman markı ediyordu. Fiyatlar öyle hızlı yükseliyordu ki işçilere ücretleri, öğleden sonra zamlar gelmeden öteberi alabilmeleri için sabah 11'de ödeniyor, bir yere kahve içmeye oturan kişi hesabı ödemeye kalktığında kahveye az önce yüzde 80 zam geldiğini öğreniyordu. Hatta duvar kağıdına ödenecek paradaki banknot miktarı öyle çok oluyordu ki duvarı bu banknotlarla kaplamak daha ucuza geliyordu. Yeniden fabrika konseyleri kuruldu; işçi denetim komiteleri pazardaki patatesin fiyatını bile belirler hale geldi; silahlı işçi grupları olan Proleter Yüzler (100'ler) oluşturuldu; grev dalgası öyle büyüdü ki, örneğin Düsseldorf'ta hükümet yetkilisi 'düşman' generalinden, 52 yıl önce 'Paris Komünü sırasında ayaklanmanın bastırılması için Alman genelkurmayının verdiği desteği' hatırlatarak yardım istiyordu. Bu koşullar KPD'nin de büyümesini sağladı. 222 bin üyeyle Batı'daki en büyük komünist partisi haline geldi. 38 adet günlük gazete çıkarıyor ve beş bin fabrika konseyini harekete geçirebiliyordu. Sağ yükseliyor Ancak yükselen tek güç KPD değildi. Milliyetçi sağ da, 'işgalciye karşı savaş' sloganıyla taraftar topluyordu. Ordunun, bürokratların ve büyük sermayenin desteklediği Naziler ve muhafazakâr milliyetçiler sağın kalesi Bavyera'da önemli bir güç haline gelmişti. Nazi şiddet dalgası yükseliyor, Hücum Kıtaları geceleri sokaklarda terör estiriyordu. Hitler burasını, Mussolini'nin Roma yürüyüşünü taklit ederek Berlin yürüyüşü yapacağı faşist ordunun zemini olarak görüyordu. Freikorps'un yanısıra Çiftçi Muhafızlar, Gönüllüler Gücü, Kara Reichswehr gibi çeşitli sağ kanat paramiliter örgütler vardı. Kaçırılan fırsat KPD bir yandan sosyal demokratlara Nazilere karşı işbirliği öneriyor, bir yandan da Nazi toplantılarına katılacak ve Fransızların öldürdüğü bir faşisti kahraman ilân edecek kadar milliyetçi sloganlar kullanıyordu. Artan sağ terör karşısında kitlelerin hoşnutsuzluğundan da yararlanarak, KPD lideri Brandler 29 Temmuz'u ulusal çapta gösteriler yapılacak anti faşist gün ilan etti. İşçileri silah başına çağırıyordu. Ancak hem partinin çoğunluğu hem de muhalefeti karşı çıkınca tereddüte düştü. 1921 Martı'nda savunmada kalınması gerekirken zamansız bir saldırı politikasıyla uğranılan ağır yenilgideki hatayı tekrarlamayı hiç biri istemiyordu. Oysa şimdi saldırının tam zamanıydı. Yalnızca Berlin'de bile, bir kısmı silahlanmış 200 bin kişi yürümüştü. Maskaralık derecesinde bir girişimle Brandler Moskova'ya telgraf çekerek akıl danıştı. Lenin felç olmuş, diğer bütün liderler (Radek hariç) yorucu bir konferanstan sonra tatile çıkmışlardı. İkinci maskaralığı Radek yaptı. Tatildeki liderlerden telgrafla görüşlerini sordu: Zinovyev ile Buharin derhal saldırıdan yanaydı. Stalin iktidarın alınmaması gerektiğini söylüyordu. Bir tek Troçki, konu hakkında yeterli bilgisi olmadığını söyleyecek kadar dürüst davranmıştı. Sonuçta Brandler Moskova'dan şöyle bir telgraf aldı: "Enternasyonal prezidyumu gösterilere son verilmesini tavsiye eder". Böylece ikinci kez, alınması gereken kararın tam zıttı bir karar alınarak tren kaçırılmış oldu. Eylül'de Bavyera'da 100 bin kişilik paramiliter güç Hitler ve Ludendorff'un önünde resmi geçit yapıyordu. Bir devrimin sönüşü Artık kritik aşamayı atlatıp kitleselleşmiş olan KPD, 1923 Nisan-Mayıs aylarındaki derin istikrarsızlıktan faydalanamadı. Ekim ayında işçi sınıfının çoğunluğunu ve orta sınıfın bir kesimini devrimci bir çıkış umuduna taşıyabilmiş ama bunun meyvelerini toplayamamıştı. Başlangıçta devrimci bir partinin yokluğundan geri çekilen Alman devrimi, bu aygıta sahip olduktan sonra da, önemli dönemeçlerde alınan yanlış kararlar, liderliğin yetersizliği ve ideolojik olgunluktan yoksunluğu ve sosyal demokrat önderliklerin her aşamadaki ihaneti yüzünden kaybedildi, sönümlendi ve yerini aşırı sağa bıraktı. Bundan dokuz yıl sonra Naziler yüzde 37.2 oy topladılar ve SA'ların sayısı 400 bine çıktı. Kaybedilen Alman devriminin yıkıntıları arasından, 1930'larda Avrupa'yı kasıp kavuran Nazi barbarlığı doğdu. Auschwitz'e giden yol, hakkında pek az şey bilinen çatışmalarla açıldı. Uğursuz gamalı haç tarih sahnesine ilk kez bu çatışmalar sırasında, karşı devrimci askerlerin giysilerindeki amblem olarak girdi. Bu devrimin yenilgisi aynı zamanda, yazının başında sözünü ettiğimiz, 'devrimin çelik adımlarını işiten' ve yalıtılmışlıktan kurtularak devrimin dünyaya yayılacağını umut eden Rus işçi sınıfının yenilgisinde de en önemli etken oldu. Almanya'dan gelecek yardımlara ve bolluğa bel bağlamış olan Rus işçi sınıfı iktidarını adım adım yitirdi; yerini yeni egemen sınıfı oluşturan bürokrasiye ve onun sosyalizm fikrinin başına 70 yıl boyunca bela olacak ideolojisine, stalinizme bıraktı. • Cengiz ALĞAN * Chris Harman'ın kitabı 'Kaybedilen Devrim, Almanya 1918-1923' adıyla Z Yayınları tarafından yakında basılacaktır. Dipnotlar: 1) Theodor Wolff'tan aktaran, Chris Harman, The Lost Revolution, Bookmarks, London, 1985 2) Karl Radek'in sözlerini E.H.Carr'dan aktaran, Chris Harman, agy. |
||||||||||