Savaşı
durdurmanın yolu kitlesel anti kapitalist harekettir
Savaş
karşıtı hareket ve devrim
Bush’un
savaş ilan ettiği günlerde savaş karşıtları ilk gösterilerini yapmaya
başlamışlardı. New York ve Washington’da Pentagon’un ve İkiz Kuleler’in
önündeki ilk gösterileri dünyanın dört bir yanındaki yaygın ve çoğu çok
güçlü savaş karşıtı gösteriler izledi. Bir çok kentte savaş karşıtı gösteriler
son yılların en büyük, en kitlesel ve en etkin gösterileri oldu.
Londra
ve Roma’da birden çok kez 50 bin, 100 bin kişilik gösteriler oldu. Berlin
ve Atina’da 50 bin kişilik gösteriler gerçekleşti. Savaş karşıtlarının
ABD’nin savaşına karşı çıktıkları kentleri sıralamaya kalktığınızda bir
derginin tüm sayfalarını kolaylıkla doldurabilirsiniz.
Bir
çok Orta Doğu ve Asya ülkesinde de savaş karşıtı hareket yığınsaldı. Özellikle
Pakistan’da çok yaygın ve sert gösteriler gerçekleşti. Yüzlerce insan
bu gösterilerde polis ve askerler tarafından katledildi.
Latin
Amerika’da, Afrika’da da gösteriler oldu. Buenos Aires, Rio de Jenairo,
Johannesburg’da savaş karşıtları ayaktaydı.
Şimdi,
savaşın Afganistan’da nisbeten durulması karşısında ise hareket “Irak’ta
savaşa hayır” sloganıyla gene devam ediyor. ABD’nin Irak’a ya da bir başka
ülkeye saldırmasına karşı savaş karşıtları şimdiden seslerini çıkartıyorlar.
Nasıl
oldu da bir anda bu denli büyük bir savaş karşıtı hareket ortaya çıktı?
Bir anda bu denli büyük güçler ABD’nin savaşını protesto etmeye başladılar.
Gösterilere
bakıldığında bu hareketin çok büyük ölçüde yepyeni güçlerden oluştuğunu
görmek mümkün.
Klasik
stalinist partiler savaş karşıtı hareketin içinde son derece etkisiz.
Harekete geçenler ise 1999’dan bu yana şekillenmekte olan ve yeni bir
solun oluşmasına yol açan hareketin güçleri.
Her
yerde Seattle’ın, kaplumbağa severler ile sendikalı işçiler ittifakının
izlerini görmek mümkün. Çok sayıda ve çok değişik güç savaşa karşı ortak
harekete geçiyorlar.
Bu
denli büyük ittifakların kurulması ise önüne geçilemez bir savaş karşıtı
hareket oluşturmakta.
Hareket
hiç bir biçimde dar, sekter, içe kapalı tartışmalara boğulmuyor. Eylem
için bir araya gelenler savaşın karakteri üzerine teorik tartışmalara
girmiyorlar. Kimse kimseye yukarıdan bakmıyor. Kimse kimseyi kendisine
benzemediği için küçük görmüyor. Eylem için, savaşa, ABD’nin dünya hegemonyasına
karşı çıkmak için herkes elele veriyor. İşte savaş karşıtı hareketin gücü
buradan geliyor.
Türkiye’de
ise bunu gerçekleştiremedik. Savaşa karşı tutum almak için bir araya gelenler
ideolojik tartışmalara girdiler. Gruplar ve partiler eylemleri kendi kontrolleri
altına almaya çalıştılar. Kendi partilerinin, gruplarının pankartının
öne çıkması en önemli hedef haline geldi. Kısacası sola hakim olan her
zamanki sekterlik savaş karşıtı hareketin de güdük kalmasına yol açtı.
Bütün
bunlara, savaşa karşı olan islamcı hareketten uzak durma kaygısı da eklenince
hareket daha da zayıfladı.
Tarihte
savaş karşıtı bir hareketin ne denli etkin olduğunu, bir dizi devrimin
savaşların hemen ardından gerçekleştiğini biliyoruz. 1905’de Rus-Japon
savaşından sonra 1905 Rus Devrimi gerçekleşti. Petersburg’da işçiler ayaklandı
ve Sovyetleri kurdu. Troçki, işçiler tarafından bu devrimin başına geçirildi.
1917’de
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından gene Petersburg’da işçiler “ekmek ve
barış” sloganı ile sokaklara çıktılar ve kimsenin beklemediği bir durumda
tarihin en büyük devrimi gerçekleşmeye başladı. Şubat Devrimi ile Çarlık
yıkıldı, ardından Ekim Devrimi ile tüm iktidar sovyetlere geçti ve işçi
sınıfı kendisini devlet olarak örgütlemeye başladı. 1917 Ekim Devrimi
gerçekleşmişti.
1918
Alman Devrimi de gene savaşın üzerine gerçekleşti. Denizciler savaşa karşı
çıktılar ve kısa zamanda Almanya’nın her yanında işçi konseyleri (sovyetler)
kurulmaya başlandı.
1919’da
ise bir dizi başka ülkenin yanı sıra İngiltere’de askerler ayaklandı.
Savaş
sonrasında devrimlerin patlaması tarihte kalmış bir durum da değil. Sömürgelerindeki
ayaklanmalara karşı savaşan Portekiz ordusunda çıkan ayaklanma bir yandan
Mozambik, Angola ve Gine Bissau’nun bağımsızlığını kazanmasına yol açarken
diğer yandan da Portekiz’deki faşist rejimin yıkılmasına yol açtı.
Daha
yakın dönemin çok önemli bir savaş karşıtı hareketi ise Vietnam savaşında
yaşandı.
Önce
ABD’nin Vietnam savaşına büyük destek veren Amerikalılar giderek savaşın
derinliğini ve ABD ordusunun Vietnam’daki işgalci rolünü daha iyi görmeye
başladılar ve kısa süre sonra ilk savaş karşıtı hareketler başladı.
Savaş
karşıtı hareket öncelikle öğrenciler arasında güçlenirken ardından medeni
hakları için mücadele eden siyahlar kendi sorunları ile Vietnam savaşı
arasındaki bağı daha iyi görmeye başladılar ve savaş karşıtı hareket siyahların
medeni haklar hareketi ile birleşirken daha da güçlendi.
Fakat
savaş karşıtı hareket asıl olarak Amerikan Ordusunda askerlerin savaşa
karşı çıkması ile iyice etkili bir hale geldi. Vietnam’da savaş cephesindeki
askerler arasında savaş karşıtı tutum yükseldikçe diğer bölgelerdeki Amerikan
askerleri arasında da savaş karşıtı hareket güç kazandı. Askerler arasında
çıkan savaş karşıtı yayınlar hızla çoğalırken, Vietnam’da askerler cepheye
gönderildiklerinde kendi subaylarını vurmaya başladılar.
İşte
bütün bunlar Amerika’nın Vietnam’dan çekilmesinde çok önemli bir rol oynadı.
Vietnam
savaşında ortaya çıkan savaş karşıtı hareket daha sonraki yıllarda Amerika’da
Vietnam sendromu diye anılmaya başlandı ve ABD Vietnam’da uğradığı yenilgi
ve karşı karşıya kaldığı savaş karşıtı hareketin etkisinden uzun süre
kurtulamadı.
Vietnam
savaşına karşı çıkan hareket ABD ile de sınırlı kalmadı. Dünyanın bir
çok ülkesinde Amerika’ya karşı bir hava gelişti. Büyük kalabalıklar ABD’yi
ve Vietnam savaşını protesto etmeye başladı. İşte, 1968 devrimci dalgası
bütün bu gelişmelerin üzerine şekillendi. Mayıs 1968’de Paris’te başlayan
öğrenci eylemlerinin işçi grevleri ile birleşmesi, ardından tarihin en
büyük genel grevinin patlaması bütün dünyada yepyeni bir devrimci dalganın
oluşmasına yol açtı.
1968
dalgası bütün büyük devrimci durumlarda olduğu gibi bütün dünya çapında
yeni bir solun şekillenmesine de yol açtı. Solun bir kısmı, geleneksel
stalinist komünist partiler en başta olmak üzere bu yeni dalgaya karşı
tutum aldılar.
Fransa’da
Fransız Komünist Partisi ve onun kontrolündeki sendika örgütü, CGT grevleri
engellemeye çalışırken yeni doğan solu da “goşist” (aşırı sol) olarak
tanımladı. Diğer ülkelerde de benzer gelişmeler yaşandı.
Örneğin
Türkiye’de de o günlerde Fransız Komünist Partisi’nin konumunda olan Türkiye
İşçi Partisi (TİP) FKP ile aynı tutumu aldı.
Özellikle
gençlerin yoğun olarak yer aldığı yeni harekete karşı tutum aldı, elinden
geldiğince her fırsatta hareketi geri çekmeye çalıştı.
1968’de
dünyanın bir çok yerinde geleneksel partiler duruma hakim olmayı başardılar.
Bir çok ülkede yeni hareket geleneksel, stalinist solun etkisinden kurtulamadı
ve yeniden benzer bir biçimde şekillendi. Bir çok ülkede ise örneğin Maoizm
gibi, yeni stalinist biçimlere bürünüldü.
Ancak
bir çok durumda da stalinist partilerin etkisi kırıldı ve devrimci sosyalizm
güç kazandı. Sorun daima harekete müdahale edebilme yeteneğinde bir devrimci
sosyalist örgütün olup olmamasıydı.
Bugün
de savaş karşıtı hareket ve onu besleyen anti kapitalist hareket yeni
ve militan bir solun oluşmasına yol açıyor. Eski ve hareketin önünde engel
haline gelen fikirlerden tamamen bağımsız bir yeni hareket şekillenip
gelişiyor.
Anti
kapitalist hareketin bir yandan yığınsal eylemler gerçekleştirirken diğer
yandan da yoğun bir tartışma ortamı içinde olmasının başlıca nedeni bu.
Ne
var ki “yeni” olan hareket aslında Marks ve Engels’in aşağıdan sosyalizm
anlayışına çok yakın argümanlarla şekilleniyor.
Şimdi
sosyalistlerin önünde iki seçenek var. Ya bu yeni hareketi görmezlikten
gelecekler ve yok olup gidecekler ya da bu hareketin içinde yer alarak
hareketin şekillenmesine, devrimci bir biçimde müdahale edecekler.
Enternasyonalist
Sosyalistler ikinci yolu seçiyorlar. Anti kapitalist hareketi göremeyen
ya da görüp küçümseyenlere karşı daha şimdiden önemli mevziler kazanılmıştır.
Hareketin
daha henüz çok yeni olduğu, henüz bir buzdağının sadece denizin üzerindeki
kısmı ile karşı karşıya olduğumuz düşünülürse, hem bu hareketin hem de
Enternasyonalist Sosyalistlerin hızla güçleneceğini öngörmek gerekir.
•
Sinan POYRAZ
|