Egemen
sınıf panikte
Dünya
ekonomisi krize girerken
Savaşlar
ve devrimler çağı
‘Bu
ülke için seve seve’ kampanyası var ya, alış verişi ve harcamaları
artırmak için indirimli satış kampanyaları var ya; tam aynı kampanyalar
üç aydır Amerika’da da yapılıyor. Sadece ekonomik ve finansal basın değil,
popüler dergiler ve TV programları da dahil tüm medya resesyon mu depresyon
mu yaşandığını tartışıyor, bunun ne kadar süreceğini, ne kadar derin olacağını
araştırıyor.
Durgunluk
Örneğin,
Providence Monthly dergisi, iktisatçı olmayan okurlarına şöyle bilgiler
vermek ihtiyacını duyuyor:
“Resesyonun
(durgunluk) klasik tanımı, Amerikan ekonomisinde arka arkaya iki üç aylık
dönemde negatif büyüme (yani küçülme) yaşanmasıdır. Bu, şirketlerin para
kazanmıyor oldukları ve masrafları kısmak için işçi çıkarmaya başlamaları
anlamına gelir; genellikle belli sektörlerde başlar ve ekonomik durum
kötüleştikçe diğer sektörlere yayılır... Her an işinizi kaybedebileceğinizi
fark ettiğinizde, sıradan bir Amerikan tüketicisi olarak, çıkıp hiç kaygı
duymadan alış veriş eder misiniz? Elbette ki etmezsiniz. Aptallık olur...
Bizler para harcamayı kestikçe, şirketlerin sorunlarını daha da derinleştirmiş
oluruz. Daha fazla harcamamızı (ve şirketlerin daha ucuza borç alabilmelerini
ve borçlarını daha kolay ödeyebilmelerini) sağlamak için, hükümetin devreye
girmesi ve faiz oranlarını düşürmesi gerekir...”
Bu
yazının yayınlanmasından birkaç gün sonra, 7 Kasım’da, Amerika Merkez
Bankası faiz oranlarını düşürdüğünü ilân etti. Böylece 2001 yılı içinde
onuncu kez düşürülen faizler 1961’den bu yana (bir gazetenin ifadesiyle
“Kennedy hükümetinin ilk günlerinden beri”) en düşük düzeyine indi. Bankanın
ilânından önce, faizlerin düşürüleceğini herkes biliyor, yüzde yarım puan
mı, çeyrek puan mı düşürüleceğini tartışıyordu. Beklenenlerin daha büyüğü
oldu ve yıllık faiz oranı % 2’ye düştü.
New
York Times gazetesinin yorumu şöyleydi:
“Merkez
Bankası’nın bu yıl başlıca amacı insanların ve şirketlerin daha fazla
borç almasını ve daha çok harcamasını özendirmek oldu. Ne var ki, işten
atılmalar, kapasite fazlası ve giderek azalan tüketici güveni ile boğuşan
ve zayıflayan bir ekonomi karşısında Banka ancak kısmen başarı sağlayabildi.
Belirsiz bir gelecek ile karşı karşıya olunan bir ortamda, şirketler ucuz
kredilere rağmen yatırımlarını azalttılar ve Amerikalılar harcama yaparken
çok daha dikkatli davranıyorlar”.
Yine
aynı gazetede alıntılanan bir bankacının yorumuna göre,
“Sorun
şu ki, bu seferki resesyon İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana yaşadıklarımızdan
farklı. Geçmişte, enflasyonun yükselmesini engellemek için Merkez Bankası
faizleri yükseltiyor ve bilerek resesyon yaratıyordu. Enflasyon kontrol
altına alındıktan sonra faizleri tekrar düşürmek ekonomiyi nispeten kısa
bir sürede tekrar canlandırıyordu. Ancak, bu sefer, durgunluğun nedeni
şirketlerin yatırımlarını çok önemli ölçüde azaltmış olmaları. Şirketler
yeni teknolojilere çok fazla para akıtmış ve yüksek talep beklentisiyle
çok fazla yatırım yapmış olduklarını, bekledikleri talep gerçekleşmeyince
fark ettiler... Hükümetin politikaları insanların cebinde daha fazla para
olmasını sağlayacak kuşkusuz, ama cepte para olması ile bu parayı harcamak
farklı şeyler”.
İşsizlik
Resmi
rakamlara göre, Amerika’da sadece Ekim ayında 415 bin işçi işten atılmış.
Bu, kısmen dev şirketlerin batmasının sonucu (daha şimdiden Bethlehem
Çelik, Polaroid gibi büyük isimler iflas etmiş durumda ve, bir Amerikan
iktisatçısına göre, “yılın sonuna geldiğimizde Amerikan ekonomisinin iflas
etmiş olan ünlü isimleri bunlardan ibaret olmayacak”), ama kısmen de zaten
işçi atmak isteyen şirketlerin 11 Eylül’ü bahane ederek işçi çıkarmaya
başlamalarından kaynaklanıyor. Guardian gazetesine göre:
“Şirketler
maliyetleri düşürmek ve gelirleri arttırmak için zaten çoktandır almış
olmaları gereken önlemleri, terörist saldırının yarattığı ortamdan yararlanarak
alıyor ve işçilerini sürülerle işten atıyorlar. Amerika’da yapılan bir
araştırma, havayolu ve otel sektörlerinde 11 Eylül’den bu yana on binlerce
işçinin işten atıldığını gösteriyor... California Üniversitesi’nden Prof.
Christopher Thornberg, turizm sektörünün 11 Eylül saldırısından önce de
zor durumda olduğunu, geçtiğimiz yaz boyunca otel odalarının doluluk oranının
% 63’ten % 55’e düştüğünü belirtiyor”.
Amerika’daki
işsizlik oranı Ekim ayındaki gelişmelerle % 0,5 artarak % 5,4’e yükseldi.
Bu, 21 yıldır yaşanan en yüksek aylık artış.
Eş
zamanlı kriz
Ekonomik
kriz Amerika’yla sınırlı değil, batan şirketler sadece Amerikan şirketleri
değil. Belçika’nın 78 yıllık ulusal havayolu Sabena Kasım başında battı,
15 bin işçi işini kaybetti. Onu İsviçre’nin Swissair havayolu izledi.
İngiliz havayolları British Airways yılın ikinci çeyreğinde kârının %
85 oranında düştüğünü ilân etti.
Petrol
sektöründe, yılın üçüncü çeyreğinde Shell’in kârı % 17 oranında, BP’ninki
% 20 oranında, Mobil Exon’unki % 29 oranında düştü. Fransız mutfak eşyaları
üreticisi Moulinex geçen ay battı ve 4.400 işçi işinden oldu. Şampanya,
parfüm ve lüks eşya üreten Fransız LVMH satışlarının Ekim ayında % 5 düştüğünü
ve yıllık kârının beklenenin % 15 altında olacağını ilân etti.
Egemen
sınıflar açısından ekonomik krizin en korkutucu yönü yaygın olması, aynı
anda tüm ülkeleri sarmış olması. New York Times şöyle yazıyor:
“Yirmi
yılı aşkın bir zamandır ilk kez, dünyanın en büyük ekonomilerinin hepsi
ya resesyona girmiş durumda ya da girmek üzere. İşsizlik artıyor. Fabrikaların
siparişleri düşüyor. Hem tüketiciler hem şirket yöneticileri, gelecek
belirsiz olduğu için harcama yapmaktan kaçınıyor. İstediğiniz ülkeyi seçin
- ister Tayvan veya ABD, ister Arjantin veya Fransa - durumun böyle olduğunu
göreceksiniz”.
Yirmi
yıldır, dünya ekonomisinin önde gelen bölgelerinden biri durgunluk yaşadığında,
bir diğeri (veya diğerleri) büyümeye devam ediyor ve sorunlu bölgenin
ürünlerini ithal ederek canlanmasını sağlıyordu. Örneğin, 1990-91’de Amerikan
ekonomisi krize girdiğinde hızla büyümekte olan Japon ekonomisi durumu
kurtarmış, 1990’ların sonlarında Doğu Asya ülkelerinin ekonomisi çökerken
Amerikan ekonomisi lokomotif görevi görerek sorunun yayılmasını engellemişti.
Öyle ki, 1999’a gelindiğinde, dünya ekonomisinin hemen her kesimi büyüyordu.
Bu
kez ise, lokomotif yok; tüm lokomotif adayları raydan çıkmış durumda.
Böylesi bir durumla dünya ekonomisi en azından 1979 krizinden beri karşılaşmış
değil. Hatta, o krizde Japonya’nın nispeten hızlı büyümeyi sürdürdüğü
düşünülürse, ta 1973-75’ten beri böyle bir kriz yaşanmış değil. Tevekkeli
değil, Amerikan Merkez Bankası faiz oranlarını bir yılda 10 kez düşürüyor!
Egemen sınıfların panik yaşamasında şaşılacak bir şey yok.
Kriz
ve devrim
Niye
mi yok? Bir önceki eş zamanlı krizde, 1973-75’te, neler oldu? Portekiz’de
devrim oldu, kırk yıllık faşist Salazar rejimi yıkıldı. Portekiz’in Afrika’daki
sömürgeleri Angola, Mozambik ve Gine-Bissau’da yıllardır süren anti-emperyalist
mücadeleler başarıya ulaştı, bağımsızlık kazanıldı. Yunanistan’da askeri
cunta devrildi. İspanya’da ta 1930’lardan beri süren Franco’cu rejimin
sonu geldi. Türkiye’de ilk kez sosyal demokrat bir hükümet iktidar oldu.
Bu
kez neler olabilir?
Geçen
ay Katar’da yapılan zirve toplantısında Dünya Bankası ile IMF’nin sözcüleri
“Dünya ekonomisinin bu kritik dört yol ağzında, dünya piyasalarını
açmaya devam etmek konusunda güçlü bir kararlılık göstermek hem çok gerekli
olan güven artışını sağlayacak hem de küresel ekonomik büyümenin önünü
açacaktır” dediler. Bunu normal insanların konuştuğu dile tercüme
edersek, “daha fazla özelleştirme, daha çok işsizlik, çokuluslu sermayenin
önündeki son birkaç yasal ve diğer engeli de kaldırmak, piyasa ekonomisini
tümüyle egemen kılıp insani öncelikleri tümüyle yok saymak” anlamına
gelir.
DB
ile IMF’nin kararlılıkla devam ettirmek istedikleri siyasetler zaten 1980’lerden
beri dünyanın dört bir yanında uygulanıyor. Ve bir dizi önemli ülke ekonomik
çöküşün eşiğinde, genel grevlerle çalkalanıyor, kitlelerin öfkesine sahne
oluyor.
Türkiye,
Mısır, Pakistan gibi ülkeler zaten sallanıyor ve her an Arjantin’in durumuna
düşebilir. Örneğin, Pakistan’da hükümetin tüm gelirinin % 60’ı borç ödemelerine
gidiyor. Afganistan’a karşı savaşta oynadığı “olumlu” rol nedeniyle borçlarının
bir kısmı silindikten sonra bile bu oranın % 50’nin altına düşmeyeceği
tahmin ediliyor. Üstelik, bu tür ülkelerin büyüyen bir dünya ekonomisine
ihracat yaparak krizden çıkma şansları yok. Dünya ekonomisinin tümü krize
girerken, örneğin Türkiye’nin milyarlarca dolarlık yeni krediler beklemesi
veya bir ihracat patlaması beklemesi ham hayallerden ibaret.
Bütün
bunlara ek olarak, ta Malezya’dan Türkiye’ye kadar uzanan ve göbeğinde
Orta Doğu ülkeleri bulunan devasa bir alanda, Afganistan’ın bombalanmasının,
Filistinlilerin katledilmesinin kitleler arasında yarattığı öfke, kin
ve huzursuzluk gün geçtikçe yükseliyor.
Anti
kapitalist hareket
Böylesi
bir dünyada neler olacağını, nerede neyin patlak vereceğini kestirmek
mümkün değil. Ama Lenin’in “savaşlar ve devrimler çağı” tanımı günümüz
için tam tamına uygun.
Bu
ortamda en büyük umut ışığı birkaç yıldır yükselmekte olan anti kapitalist
hareket. Amerikalı çevreci gençlerden Kolombiya’da suyun özelleştirilmesine
karşı mücadele eden işçilere, Brüksel’de Avrupa Birliği’ne karşı gösteri
yapan sendikacılardan “IMF’ye hayır” diye haykıran KESK’lilere, Arjantinli
genel grevcilerden Filistinli çocuklara, dünyanın her yanında kitleler,
adını da koyarak, kapitalizme karşı direniyor. Dünya barut fıçısı gibi.
Kıvılcımın nerede çakacağını bilemeyiz, ama kıvılcımlar çakacağından kimsenin
kuşkusu olmasın.
•
Roni MARGULİES
|