![]() |
||||||||||
>> Sayı 08 • Mart-Nisan 2002
Küreselleşme ‘erkek’ mi?* Küreselleşme kadınlar ve çocuklar açısından öylesine kötü sonuçlar doğurdu ki, bazı yorumcular "küreselleşmenin erkek" olduğunu öne sürmekte. Bu iddianın sahipleri, kamu hizmetlerindeki kesintiler sonucu bir yandan hayatlarını kazanırken bir yandan hasta, özürlü ve yaşlı yakınlarına bakmaya zorlanmaları nedeniyle, kadınların IMF ve Dünya Bankası politikalarından eşitsiz bir şekilde etkilendiklerine işaret ediyor. Patriarşi teorisinde yer alan, erkek egemenlik, 'sermayenin cinsinin erkek olduğu' gibi kavramlar çok yaygın olarak kullanılıyor. Patriyarşi teorisine göre, toplumdaki esas bölünme, zenginle yoksul arasında değil, erkekler ve kadınlar arasında. Bütün erkeklerin kadınlar üzerinde iktidar sahibi olduğu saptaması, kadınların, müdürlük, hakimlik, politikacılık gibi iktidar konumlarında yer almasının, kadınların büyük çoğunluğu için ilerlemeye yol açacağı sonucuna götürdü. Margaret Thatcher, Cory Aquino gibi egemen sınıf kadınlarının kadın özgürlüğünün düşmanları oldukları gerçeğini göstermelerinden sonra bile, patriarşi teorisi, kadınların ezilmişliğini açıklamakta kullanılmaya devam etti. Etkisi azalan bir hareket içinde bu görüş ana fikir haline geldi. 'Erkekler Mars'tan, Kadınlar Venüs'ten' Böylece iki cinsin madalyonun iki yüzü olmadıkları ve her zaman tamamen ayrı dünyalara ait oldukları gibi fikirler yaygın bir biçimde kabul edilen fikirler haline geldiler. Buna göre sorun genlerdeydi, tüm erkekler kadınların ezilmesinden çıkar sağlıyordu; 'Erkekler Mars'tan, Kadınlar Venüs'ten'di. Patriarşi teorisi hem yanlış, hem de kadın özgürlüğünün kazanılmasının önünde bir engel. İnsanlığın varolduğu zamanın %95'lik bölümünde, kadınların ve erkeklerin eşit rollere sahip oldukları sınıfsız toplumlarda yaşadık. Arkeologlar ve antropologlar bu dönem hakkında çok şey keşfettiler. Biliyoruz ki, insanların işbirliği yaparak yaşadığı ve sınıflara bölünmediği zamanlarda, kadınlar ezilmiyordu. Evet, erkeklerin fiziksel gücünün fazlalığına, kadınların doğurma özelliğine ve çocukların emzirilme gereksinimine dayanan bir işbölümü vardı. Ama bu bölünme hiçbir şekilde kadının aleyhine bir bölünme değildi. Kadının çocuk sahibi olması topluma büyük bir katkı olarak -ki gerçekten öyle- algılanıyordu. Çocuk doğurma yetisinin saygıdeğer bir şey olarak görülmesinin kanıtları hâlâ yaşamakta. Bereket tanrıçaları, İrlanda'nın Silena Gig'i gibi, tapınma nesneleriydiler. Kadınları kim ezer? Sınıfsız ve aslen avcı-toplayıcı toplumlarda kadınlar karar alma konusunda eşit bir role sahipti. Eşitlikçi toplumların sonu, kadınları ezmek için erkeklerin komplo yapması sonucunda gelmedi. Toplumun sınıflara bölünmesi sonucunda geldi. Bir yanda kadın ve erkek toplumun ezici çoğunluğunun her şeyi üretmek için çalışan bir sınıf, diğer yanda ürettiğimiz zenginliği bizden çalan egemen sınıf. Bu dönüşüm iki günde olup bitmedi. Toplumun üretici güçlerinin gelişiminin ve daha erken toplumlarda mümkün olan daha fazla maddi zenginliğin üretiminin bir sonucu olarak gerçekleşti. Sınıfların gelişimi Sınıflı toplumların ortaya çıkışı ve kadınların statüsündeki düşüş ailenin özelleşmesini ortaya çıkardı. O zamana kadar çocuklar tüm toplumsal grubun sorumluluğundaydılar. Kadının ezilmişliğinin kökleri işgücünün yeniden üretiminin bu şekilde özelleştirilmiş olmasında yatmaktadır. Kadınların toplumsal statülerindeki düşüşün en açık göstergelerinden biri, mirasın kadın yerine erkek üzerinden geçmeye başlamasıydı. Engels, özel mülkiyetin gelişmesinin yarattığı bu özel etkiyi şöyle tarif ediyor: "....bu kadınların dünya tarihsel yenilgisiydi. Erkek evde de yönetimi eline aldı; kadın aşağılandı ve hizmetçi konumuna indirgendi. Erkeğin şehvetinin kölesi ve çocukların üretiminin yalnızca bir aracı haline geldi. Kadının bu aşağı konumu zamanla güzelmiş gibi gösterilmeye, gizlenmeye ve bazen daha yumuşak kılıflara sokulmaya çalışılsa da, hiç bir şekilde ortadan kaldırılmadı." Sınıflı toplumların ortaya çıkışı sadece bütün kadınlar için değil, erkeklerin çoğunluğu için de kötüydü. Erkeklerin çoğunluğu için yeni düzen daha az ödül için daha çok ve zorlu koşullarda çalışmak demekti. Bugün kadınları ezmekte olan sistemin bir sonucu olarak erkeklerin çoğu acı çekmeye devam ediyor. İşçi sınıfı erkekleri, özel olarak, kadınların ezilmişliğinden hiçbir şekilde çıkar sağlamamaktadır. Kadınların erkeklerin kazandığının dörtte üçünü kazanıyor olması işçi sınıfı erkeklerinin iyi kazandığı anlamına gelmiyor. Kadınların hergün aşağılandığı cinsiyetçi kapan onların başka bir gezegenden olduğunu söyleyerek, kişisel ve cinsel ilişkiyi kadınlar kadar erkekler için de zehirliyor ve tahrif ediyor. Aile yapısında oluşan değişim Kadınlar 1841'de İrlanda'da tarım dışı işgücünün yarıdan fazlasını oluşturuyordu. Aynı zamanda, İrlanda'da çok az insan resmi yollardan evliydi. Hükümet kayıtları sadece şehirdeydi ve çok az papaz vardı; bu yüzden insanlar bugün bir çok gencin yaptıkları şekilde beraber ev kurmaktaydılar. Sanayi devriminin ve kıtlığın ortak etkisiyle aile tamamen değişti. Dev tekstil fabrikalarının açılmasıyla, evde yün eğirme ve halı dokuma artık ekonomik olarak pratik değildi. İrlanda'da kadınların ücretli işe geçtiği tek bölge Belfast'tı. Bir yüzyıl boyunca, kadınların evde kalmak dışında seçenekleri yoktu. Daha sonra savaş sonrası kapitalizm kadınların hayatlarını dönüştürecek olan emek tasarrufu yapan bir dizi alet geliştirdi. Çamaşır yıkamak ve ütü yapmak, 1960'ların sonuna kadar, haftada en az birer gün demekti. Çamaşır makineleri, giydiğimiz kıyafet türündeki değişiklikler yıkama gününü günde on dakikaya düşürdü. Hem de çok az ütü ya da hiç ütü ihtiyacı olmadan. Kadınlar hergün birçok saatlerini ekmek pişirmeye ve yemek hazırlamaya harcarlardı. Hazır yemek satan süpermarketler ve fast food restoranlar bunu da değiştirdi. Kadınlar işgücüne yığınsal bir şekilde katıldılar, ama hemen kendilerinin hâlâ ikinci sınıf vatandaş olduklarını farkettiler. Bütün iş alanları ya kadınlara kapalıydı ya da ciddi bir biçimde kısıtlıydı. Neredeyse hiç kadın doktor, avukat, hakim, otobüs şoförü, makinist ya da mühendis yoktu. Ev dışında ev içinde çalıştıkları gibi çalışıyor olsalar da, hâlâ önce eş ve anne olarak görülüyorlardı. 1970’lerde kadın hareketi 1970'lerin kadın hareketi bu bakış açısına meydan okudu. Kuzey İrlanda ve Amerika'daki sivil haklar hareketinden esinlenen başlardaki kadın özgürlüğü hareketleri açıkça sol taraftaydı ve tüm kadınların hayatlarını değiştirmek istemekle beraber özellikle kadın işçilerin hayatlarını değiştirmeye çalışıyorlardı. Kadınlar hayatlarını yaşama sürecinde çok gerçek çelişkilerle yüzleştiler ve oynamaları gerektiği söylenen rolleri değişmek zorundaydılar. Ne var ki, özgürlük fikri yitirildi ve 'eşitlik' fikriyle yer değiştirdi. Kadın hareketi de Kuzey İrlanda ve Amerika'daki sivil hak hareketleri gibi orta sınıf profesyonellerinin çok küçük bir bölümüne hizmet etmeye başladı. Bu değişim çok hızlı oldu, çünkü kadın hareketi içindeki baskın bir fikirle uyum içindeydi: patriyarşi teorisi Küreselleşmeyi erkek cinsiyle özdeşleştirenler, kadının yeniden üretimde ve ailedeki rolünden dolayı neoliberalizmin etkilerinden daha çok zarar gördüğünü ileri sürmekte haklılar. Ama bu, hikayenin yarısı. Üretim ve yeniden üretim birbirinden bağımsız süreçler değildir; birincisi ikincisi üzerinde belirleyici etkiye sahiptir ve toplum geliştikçe bu etkisi artar. Çalışan kadınlar Kadınların küresel işgücüne katılımı, kadın ezilmişliğinin sınıfsal doğasını açıklamada bize önemli ipuçları verir. Kapitalizmin son 20 yıl süresince küresel gelişimi neredeyse her yerde kadınların işgücüne katılımı üzerine kurulu. Dublin'den, Daka'ya, Bangkok'dan, Bradford'a kadın işçiler üzerinden süper kârların elde edildiği ucuz emek sağlayıcısı olmuştur. Formal işgücünün kadınlaştırılması çoğu kadın için çelişkili bir deneyim olmuştur. Ekonomik olarak bağımsızlaşmak kadınları her yerde hayatları hakkında daha fazla seçeneğe sahip olmaya yönlendirirken, diğer yandan onları çifte bir yükle yüzyüze bırakmıştır. Düşük ücretlerle uzun saatler çalışmak, çocuk bakımının çok zorlaşması anlamına gelmektedir. Bazı kadınlar içinse, küresel işgücüne dahil olmak çocuk sahibi olma haklarının tamamen tehdit altında olması demektir. Geri kalanlar içinse beslemek için çalıştıkları çocukları ihmal etmek anlamı taşımaktadır. Fakat her yerde, sorulduğunda işe giden kadınların ezici çoğunluğu tekrar eve dönmeyi düşünmediklerini söylemektedir. Tüm erkeklerin kadınların ezilmişliğinden çıkar sağladığı iddiası, kadınların bir kesiminin erkeklerin çoğunluğundan önemli ölçüde daha fazla kazandığını gördüğümüzde zayıflamaktadır. Kadınların çoğu en düşük ücretleri alırken, bazı kadınlar küresel kapitalizmden çıkar sağlamaktadır. Kadınları devasa bir oranda işgücüne katmakla, kapitalizm kendi mezar kazıcısını güçlendiriyor. Endonezya'daki 87 milyonluk işgücü Marks ve Engels'in Komünist Manifesto'yu yazdığı zamandaki tüm dünya işçi sayısından bir hayli fazla. Kadınlar bu işgücünün %40'ını oluşturmakta. Açık ki, kadınlar artık küresel işgücünün sürekli bir parçası. İş koşulları Kadınlar en kötü iş koşullarını yaşamakta: En düşük ücret ve çocuklarla diğer bağımlılara bakma zorunluluğu. Bunun oluşturabileceği çaresizlik onları sadece en militan işçilerin arasına sokmakla kalmadı, aynı zamanda 'en cesur ve en amansız devrimciler' haline getirdi. Bir yandan kadınlar neoliberalizm altında inlerken, diğer yandan kadın işçiler en baskıcı şartlarda işverenlerin, hükümetlerin ve IMF'nin saldırılarını geri püskürtmekte. Hindistan'da Serbest Çalışan Kadınlar Derneği Gujerat şehirlerinin sokaklarında ya da kendi evlerinde çalışan kadınları örgütlemekte, ABD'de kadın temizlikçiler örgütlendiler ve California'da daha iyi koşullar ve sendika haklarını kazandılar. Kadın hareketi özgürlük için savaşmayı bırakıp Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler ve Dünya Bankası'nı hedefleyerek 'eşitlik için çalışmaya' başladığında, kadın kitlesini terketti. Hareket, çocuklarının kötü bakıldığı ve güvenli, bedava doğum kontrolü ve kürtaj şansının ya çok az olduğu ya da olmadığı koşullarla birlikte, bu kadınları erkek kitlesiyle düşük ücret ve sefalet konusunda eşitliğe terketti. Değiştirebiliriz Oysa her yerde yoksul daha yoksul çünkü zengin daha zengin. Ve her yerde büyüyen uçurum direniş ateşini yakmakta. Anti-kapitalist hareket, kâra değil insanlara önem veren, kadınların çocuk yapma isteğinin topluma mükemmel bir katkı olarak görüleceği başka bir dünyanın mümkün olduğunu iddia ediyor. Öylesi bir dünyada her çocuğun annesiyle (ya da diğer ebeveyniyle) yeterli zaman geçirmesini garantiye almak için tüm olanaklar seferber edilebilecekken, diğer yanda annenin ev dışında bir hayatının olması sağlanacaktır. Anti-kapitalist hareket toplumdaki en temel eşitsizliğe meydan okurken, kadınların özgürlüğü için yönünü (sahip olanlarla olmayanlar arasındaki) savaşıma doğru çevirmekte. Küresel kapitalizmi yok etmek ve adil ve katlanılabilir bir dünyada gerçek eşitliği inşa etmek için savaşmaya...! International Socialism dergisinin 92. sayısında yer alan, Goretti Horgan’ın makalesinden çevrilerek derlenmiştir. Tamamı Z Yayınları’ndan “Küreselleşme ve Kadınlar” ismiyle broşür olarak çıkacaktır. Karakedi Kitabevi’nden edinebilirsiniz (0216 418 53 40)
|
||||||||||