| ANA SAYFA | SON SAYI | ADRESLER | LİNKLER | ARŞİV |

>> Sayı 08 • Mart-Nisan 2002

 

 

 

Tehdit sürüyor mu?

Faşizmi tanımlamak

Dünyada faşizm tehdidi ortadan kalkmış değil. Aksine, dünyanın çeşitli bölgelerinde, faşizm giderek daha fazla sesini duyuran bir güç haline geliyor. Toplam %20'nin üzerinde bir oya (MHP+BBP+ATP) sahip olduğu Türkiye'de ise çok daha yakın bir tehlike. Bu büyük tehdidin "ne olduğu"nu kısaca hatırlamakta yarar var.

Faşizmi tanımlamak

Siyaset sahnesine aktif olarak çıktığı yaklaşık 80 yıldan bu yana, faşizm hakkında çeşitli tanımlar yapıldı. Ancak bunlar kesin çerçeveler çizmeye çalıştıklarından, çoğu zaman olgunun anlaşılması bir yana, onu daha da karmaşık hale getirdiler. Örneğin, Zinovyev "faşizm en başta toprak ağalarını temsil eder" ya da "faşizm karşı devrimci bir hükümet darbesidir" demişti. Ama faşizmin bütünüyle büyük sermayenin çıkarlarını temsil ettiği veya, örneğin Almanya'da, darbe ile değil, seçimle işbaşına geldiği durumlarda bu tanımlar anlamını yitirdi. Komintern "faşizm proleter devrimden önceki son ve zorunlu aşamadır" buyurmuştu. Ama faşizmin iktidarından sonra hiçbir yerde işçi iktidarı doğmadı.

Kesin sınırları çizilmiş bir faşizm tanımı yerine, onun her ülkede sahip olduğu genel özellikleri tanımlamak gerekir. Kısaca, faşizm kapitalist bunalımın derinleştiği koşullarda, büyük sermayenin krizine yanıt üretmek üzere ve onun desteği ve onayıyla iktidara gelir. Birinci hedefi, işçi sınıfının tüm örgütlülüğünü (sendikalar, partiler, dernekler, meslek birlikleri v.s.) parçalamaktır. Bunu yapmak için kitlesel bir desteğe ihtiyacı vardır. Bu destek küçük burjuvaziden sağlanır. Sekteye uğrayan artı-değer üretimini yeniden rayına oturtmak için dayandığı kitle küçük burjuvazi, hizmet ettiği ideoloji sermayenin ideolojisidir.

Faşizm ve büyük burjuvazi

Faşizm son tahlilde sermayenin hizmetindedir. Hitler'i daha ilk ayaklanmasında evinde saklayan, mali destek veren, hep büyük sermayenin üyeleridir. Hitler iktidarı döneminde büyük burjuvalar kârlarını kat kat artırabilmişlerdir. Mussolini İtalya'nın güneyindeki küçük köylülüğü ezmeye çalışmışken, sanayileşmiş Kuzey'in büyük burjuvazisiyle çekişmemiştir. İspanya'da Franco, Japonya'da Yakuzalar hep büyük sermayenin hizmetinde olmuştur. Devlet Bahçeli'nin iktidara geldiğinde ilk görüştüğü kurum TÜSİAD olmuştur. Ancak bu, büyük sermayenin her durumda faşizmi istediği anlamına gelmez.

Sermaye faşizmi neden istemez?

Burjuvazi siyasi egemenliğini en az maliyetle (kapitalizmin her konuda istediği gibi) sürdürmek ister. Tarihsel deneyimler ona göstermiştir ki, en ucuz rejim parlamenter demokrasidir. Bunun iki büyük yararı vardır: bazı tavizler (reformlar) yoluyla toplumsal patlamalar ertelenebilir. Ayrıca burjuvazi, partiler, işveren örgütleri, gazeteler, bürokrasi, merkezi banka sistemi v.s. yoluyla, siyasi iktidara doğrudan ya da dolaylı olarak katılma olanağı bulur. Faşizm ise pahalı bir rejimdir. Üretime katılmayan, yani asalak, yüzbinlerce faşist militanı beslemek, giydirmek, barındırmak ve silahlandırmak gerekecektir.

Faşizm kitlesel bir hareket olduğu için kontrolden çıkma olasılığı vardır. Bu da büyük sermaye için bir soru işaretidir. Askeri bir diktatörlükte ya da bir polis devletinde böyle bir tehlike yoktur. Nihayet, faşizm, sermaye açısından "ya hep, ya hiç" demektir. Çünkü parçalanmaya çalışılan işçi hareketi başarılı olursa, yalnızca faşizmi değil, onu doğuran asıl nedeni, kapitalizmi de ortadan kaldırabilir.

Sermaye faşizmi neden ister?

Ancak, 'normal' koşullar değişip kriz derinleşmeye başladığında dengeler bozulur. Büyük sermaye devletin yürütme gücünü daha merkezileştirmek zorunda kalır. Bu ise yalnızca teknik yöntemlerle yapılamaz. Milyonlarca üyeye sahip örgütlü ve militan bir sınıfın bütün kazanımlarını teknik yöntemlerle elinden almak olanaksız olduğu gibi, askeri diktatörlük gibi yöntemlerle uzun zaman bastırılmış tutmak da olanaksızdır. Bunun için, terör ve sokak savaşıyla proletaryanın öncü kesimlerini yıldıracak, örgütlerini parçalayıp teslim alacak bir kitle desteğine ihtiyaç vardır. İşte faşizm, söylemi, eylemi ve krize kitleler açısından (sözde de olsa) ürettiği yanıtlarla bu desteği sağlar.

Neden küçük burjuvazi?

Sınıf savaşı iki ana sınıf arasında, büyük burjuvazi ile işçi sınıfı arasında sürmektedir. Ancak, kapitalizmde üçüncü bir toplumsal sınıf daha vardır ve bu sınıf diğer ikisi arasında sıkışmış, güçler dengesine göre yalpalayan, örgütsüz, çıkarları farklılaşan ve dolayısıyla iktidarsız küçük burjuvazidir. Krizin derinleştiği koşullarda işçi sınıfı yüksek ya da düşük düzeyde direnebilir. Örgütlülüğü sayesinde kazanımlar elde edebilir, hatta iktidarı alma olanağına kavuşabilir. Ancak çıkarları birbirinden farklılaşan (basit bir örnekle, aynı semtte rekabet halinde olan iki süpermarket mücadelede kolayca ortaklaşamaz) küçük burjuvazi bu olanağa sahip değildir.

Ayrıca bu sınıf, yapısı gereği, daha tutucu, gelenekçi ve faşizmin kullandığı milliyetçi, cinsiyetçi, etnik ayrımcı söylemlere daha açıktır. Bu nedenlerle faşizm iktidara geldiği her ülkede küçük mülk sahiplerini sokağa dökmüşken, hiçbir ülkede işçi sınıfının büyük bölümünü saflarına kazanmayı başaramamıştır. Hitler şöyle itiraf ediyor: "İşçilere saatlerce öğütler verip ikna ettiğime kanaat getirmenin sevinciyle ayrılıp ertesi gün tekrar karşılaştığımızda başa döndüğümüze üzüntüyle şahit oluyordum. Bütün çabalarım boşa gidiyordu".

Faşizmin söylemi

Faşizm her şeyden önce toplumdaki sınıf çelişkilerinin üzerini örterek, sınıf uzlaşması yaratmaya çalışır. Bütün sınıfları bir ve aynı ülküye bağlılarmış gibi göstermek zorundadır. Bunun için ırkçılık, milliyetçilik, cinsiyetçilik, etnik ayrımcılık türünden ideolojik söylemler kullanır. Örneğin, "Büyük Türkiye", "milli çıkarlar" söylemleriyle Sabancı ve Koç ile fabrika işçisini ve mahalle bakkalını aynı potada eritmeye çalışır.

Dokuz Işık kitabında Türkeş, "Sınıfçı sistemler sınıf diktatörlüğü doğurur... 9 Işık Sistemi Türk milletini sınıflara bölmeden, onu kutsal bir bütün olarak ele alır", "Bize dünya işçileri vız gelir. Bizim için Türklüğün bağımsızlığı, yücelmesi mühimdir" der.

Dikkatli bir göz, başka sayfalarda sınıfların varlığını nasıl bir dille örtmeye çalıştığını hemen farkedecektir: "Türk milleti sosyo-ekonomik yönden ALTI SOSYAL DİLİME AYRILIR. Bunlar, İŞÇİ, KÖYLÜ, ESNAF, MEMUR, SERBEST MESLEK SAHİPLERİ ve İŞVEREN DİLİMİDİR."

Devlet ve millet

Bütün faşist rejimler devleti yüceltmiş, bireyi hiçe saymış, her şeyin geleceğini 'devletin bekası'na tabi kılmıştır. Örneğin, Mussolini "Faşizmin temeli devlet kavramıdır... Faşizmden söz açmak zımni olarak devletten söz açmak demektir... Devlet dışında ne bireyler, ne de siyasi partiler, sendikalar, dernekler gibi gruplar vardır!" der. Türkeş ise, "Türk tarihinde devlet, bir kuvvet otorite timsalidir. Her Türk, devletine karşı güven ve saygı beslemelidir" diye vurgular.

Anti-kapitalizm

Faşizm, kitlesellik kazanmak için, milyonların hoşnutsuzluk duyduğu kapitalizme karşı bir söylem geliştirmek zorunda kalmaktadır. İşte Türkeş: "Yalnız kapitalist sınıfı efendi... Türk milletinin büyük kısmını köle yapan kapitalizme inanmıyoruz. 9 Işık doktrini patronlar düzeni olan kapitalist diktatörlüğe karşıdır". Hitler de "hakimiyetini kaybetmiş olan burjuva sınıfı ve bu sınıfın döküntü çevreleri"nden sık sık söz ederken, hareketine sağladığı mali kaynağın hangi sınıftan geldiğini açıklamaz.

Faşizm, işçi sınıfını ezebileceği konusunda büyük sermayeye güven vermek zorundadır. Bunu ancak bir kitle hareketi olarak başarabilir. Kitle hareketi olabilmek için ise kapitalizmi en acımasızca ezdiği küçük burjuva, lümpen kitleleri seferber etmek zorundadır. Faşist söylemin yer yer kapitalizm karşıtı, büyük sermaye karşıtı olmasının nedeni budur.

Düşman yaratmak

Faşist hareketler yukarıda sayılan işlevlerini yerine getirebilmek için, çoğunluğun sisteme olan nefretini tek bir düşmana yöneltir. Bu sayede sınıfsal çelişkilerin üzeri kapatılacak, kötü giden her şeyin suçlusu kapitalist sistem değil de bu ortak düşmanmış gibi gösterilebilecektir. Bütün faşist hareketlerin ortak düşmanı "komünistler"dir. Onlar toplumu sınıflara bölmeye çalışmaktadırlar. Oysa sınıflar yoktur, çıkarları ortak olan ırklar ve uluslar vardır. Tek düşman yeterli olmazsa yeni düşmanlar da yaratılabilir (Türkiye'de 1980 sonrası faşizmin ezeli düşmanı komünizm geri plana itilmiş, onun yerini 'bölücü Kürtler' almıştır). Almanya'da düşman sıralamasında Yahudiler birinciliği almış, onları Çingeneler, siyahlar, eşcinseller ve diğer azınlıklar izlemiştir. Naziler patronlara olan düşmanlığı kullanırken bile, yalnızca Yahudi patronları hedef göstermişlerdir. Böylece kapitalizmin kökenine dokunmaksızın, anti-kapitalist bir söylem de kullanabiliyor, bir taşla iki kuş vuruyorlardı.

Mitoslar

Kahramanlık öyküleriyle romantik bir söylem kullanarak duygulara hitap etmek de faşistlerin kullandığı bir yöntemdir. Her yönden sıkışmış, güçsüz ve iktidarsız küçük burjuvaziyi 'gaza getirmek' için doğrusu etkili bir yöntem (Türkiye'de yıllardır gösterilen Tarkan, Malkoçoğlu filmleri, çizgi romanları; ya da daha güncel olarak, spor karşılaşmalarında kazanılan en önemsiz başarıların nasıl milliyetçi kampanyalara dönüştürüldügünü anımsayalım). Bunu başarmak için tarih bile yeniden yazılabilir. Eric Hobsbawm şöyle diyor: "Nasıl ki haşhaş eroin müptelalığının hammaddesiyse, tarih de milliyetçi ... ideolojilerin asli öğesidir. Eğer amaca uygun bir geçmiş yoksa her zaman icat edilebilir... Geçmiş, övünülecek fazla bir şeye sahip olmayan şimdiki zamana daha şerefli bir arka plan sunar". Türkeş de: "20. yüzyılın bu ikinci yarısında Türk milletini yine Ergenekon şartları içinde görmekteyiz" demiyor muydu?

Sonuç yerine

Kısaca özetlersek, faşizm çeşitli ülkelerde koşullara bağlı farklılıklar gösteriyor olsa da, özü itibariyle her yerde aynıdır. Hitler kurduğu düzenin adını "Yeni Nizam" koymuştu. Türkeş "Türk milletinin ülküsü Nizam-ı alemdir" diyordu. BBP'nin gençlik örgütünün adı 'Nizam-ı Alem Ülkücüleri'dir. MHP hem söyledikleri hem eyledikleriyle Nazilerden farksız olduğunu defalarca kanıtladı. O kadar benziyorlar ki, MHP'den ayrılan bir grup 1969'da, İzmir'de Nasyonal Aktivitede Zinde İnkişaf (NAZİ) adlı bir dernek kurdu. MHP'nin Kayseri Tekir yaylasında yaptığı kurultaylarda en çok satılan kitap hâlâ Hitler'in Kavgam kitabıdır.

İşçi düşmanlığında da birbirlerinden aşağı kalmazlar. 1933'te 1 Mayıs'ı ilk kez sosyal demokratlarla birlikte kutlayan Naziler, 2 Mayıs'ta bütün sendika liderlerini tutuklayıp sendikaları kapattılar. Devlet Bahçeli 1999'da "mezarda emekli" olmak istemeyen işçilerin eyleminden sonra, "Tadını kaçırmasınlar... Türk üretim gücünü zayıflatacak bir davranış içinde olmamak lazım" diyerek tek başına iktidar olmaları halinde işçilere nasıl bakacaklarını özetlemiş oldu.

Bugün Türkiye'de IMF direktiflerini uygulayan hükümetin yıkılması, bu direktiflerin en kararlı uygulayıcısı olan faşist MHP'nin de yıkıntının altında kalması muhtemeldir. Faşizm kapitalizmden ayrı ve bağımsız bir olgu değilse, ona karşı mücadele de kapitalizmden ayrı düşünülemez. Sınıf savaşının bugünkü aşamasında, Türkiye'de kapitalizme karşı mücadelenin en önemli ayağı IMF'ye karşı mücadeleden geçiyor. Faşist tehdit MHP'yi bir an bile gözden kaçırmadan, "yerine ne gelir ki?" diye tasalanmadan, IMF'ye (yani onun somut ayağı olan hükümete) karşı verilecek mücadele umudun ilk adımı olacaktır. Çehov'un bir sözüyle bitirelim: "Yerini Salı'ya bırakmayacak hiçbir Pazartesi yoktur".

• Cengiz ALĞAN


Faşizme direnenler

Faşizmin tarihi şiddetin, kitlesel terörün ve soykırımın tarihidir. Ama bir yandan ona karşı direnişin tarihidir de. İnsanlık onurunu ayaklar altında bırakmak istemeyen soykırım kurbanı Yahudilerin Getto direnişçilerinden, dünyanın her yanından İspanya'ya akan fedakar devrimcilere; Fransa'da faşizme karşı greve çıkan beş milyon emekçiden, dünyaya bir slogan armağan ederek can veren 2 bin Viyanalı işçiye; 1936'da faşistlerin mitingini kuşatıp bir daha kafalarını kaldıramamacasına ezen İngiliz anti-faşistlerinden, 1980 öncesi sokakları faşistlere dar eden yiğit Türkiyeli devrimcilere kadar sayısız direnişçi bizlere faşizme karşı mücadelede zengin deneyler sundular.

Şubat 1943, Lodz Gettosu

Tamamen silahsız olan Lodz Gettosu Yahudileri, 1943 Şubatı'nda Nazilerin giriştiği kitlesel infazlara tepki olarak bir genel grev yaptılar. Grev tüm gettoya yayılarak etkili oldu ve infazlar durdurulmak zorunda kalındı.

Ağustos 1943, Treblinka

Yüzbinlerce Yahudi'nin imha edildiği bu ölüm kampı Ağustos ayının ilk haftalarında Yahudiler tarafından yıkıldı. Ayaklanan Yahudiler 30 Nazi'yi öldürüp, cephaneliği ve bütün binaları ele geçirdiler, elektrik hatlarını ateşe verdiler ve civardaki koruluklara giden yolları kullanılmaz hale getirdiler. Bu kamptan 200 Yahudi kaçtı.

Şubat 1934, Fransa

Fransa'da iktidarı almak için atağa geçtikleri bu tarihte faşistler Paris'te bir milyon kişilik bir gösteri düzenlediler. Amaçları parlamentoyu ele geçirmekti. Bunu başaramadılar ama hükümet yıkıldı. Yeni hükümet aynı zamanda faşizme doğru atılmış yeni bir adımdı.

Yeni hükümete karşı beş milyon işçi genel greve gitti. 350 ayrı bölgede gösteriler düzenlendi. Paris'te bir milyon kişi sokağa çıktı. Marsilyalı işçiler silahlı polislere karşı taşlarla çatışarak polisleri dağıttı. Böylece Fransa'da anti-faşist direniş başladı.

Ekim 1934, İspanya

Kuzey İspanya'nın Asturias bölgesinde maden işçileri şarkılara konu olacak bir ayaklanma başlattı. Silahları çok yetersiz olmasına rağmen madenciler ayaklanmanın ilk günlerinde tüm bölgeyi ele geçirdiler.

Ellerinde dinamitten başka silah bulunmayan birkaç yüz işçi, dar bir geçitte, İspanya ordusunun ilerleyişini 12 gün boyunca durdurdu. Ayaklanma vahşice bastırıldı. Ama bu direniş tüm İspanya işçi sınıfı için önemli bir ders oldu. Franco iki yıl sonra faşist darbeye giriştiğinde, İspanya'nın her yanında işçiler, bu mücadelenin ışığında ayaklanıp silahlanarak faşizme karşı mücadeleyi başlattı. Fabrikalara ve işyerlerine el koyarak işçi konseylerini kurmaya başladılar.

Şubat 1934, Viyana

Naziler Avusturya'yı Almanya'nın doğal bir parçası olarak görüyordu. Bu tarihte, Nazilere yakın olan başbakan Dolfuss'un emriyle, polis ve ordu birlikleri zırhlı araçlarla işçi bölgelerini kuşattı. Bir yandan Avusturya Nazi partisi milisleri de büyük bir katliama girişiyor, Naziler ise tank ve ağır topçu ateşiyle saldırıyı destekliyordu.

Askeri sosyalist örgütlenme Schutzbund işçi semtlerini sokak sokak savundu. Çatışmalar sonucu 2 bin işçi katledildi. Ancak Viyana işçilerinin direnişi dünya anti- faşist direnişine unutulmaz bir slogan bıraktı: "Berlin'de teslim olmaktansa Viyana'da çatışarak ölmek daha iyidir".

 

Sosyalist İşçi Anti Kapitalist Kadın Özgürlüğü Troçkizm
DSİP Tartışma Forumu
IMF'ye Hayır! e-Grup