GEÇMİŞ DEĞİL BUGÜN GİBİ, YAŞIYORUM HALA SENİ ...
17 Mayıs 2004
Bu yazı bir dönem internette çok fazla dolaşmıştı. Bugün dosyalar arasında gezinirken tekrar okudum ve sizlerle paylaşmak istedim. Eline sağlık Düş Hekimi ...
MAHALLE ...
Yaşı yeterince olgun olanlar hatırlarlar. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde,
çok güzel bir ülkede mahalleler varmış. Bu mahallelerin çocukları birbirlerini çok
severlermiş. Dışarıdan gelen parolalı bir ıslığa uçarak aşağı iner, beraber
olacakları anları iple çekerlermiş. Kavga etseler de kin tutmaz, her gün yeniden
dünyalar kurarlarmış. Herkeste paylaşma duygusu, sevgi ve arkadaşlarını kollama
duygusu yavaş yavaş gelişirmiş. O zamanlar çocuklar okula servis ile değil
köşebaşında buluşarak giderlermiş. Onların yolunu gözlemezmiş evdeki bilgisayar,
şehrin en iyi dersanesi, hazırlık kursları. Bilmezlermiş; hamburgeri, MTV'yi,
Interneti, cep telefonunu, tetrisi, nintendoyu. Bilirlermiş duvarların üzerinde sohbet
etmeyi, hatıra defterleri doldurup sevgileri keşfetmeyi. Bilirlermiş horoz
şekercisini, elleri kirli macuncunun tornavida ile koyduğu rengarenk macunları. Eve
gitmeyi unutmayı, hava kararınca dayak yemeyi, sonra bir ıslıkla tekrar aşağıya
kukalı saklambaca kaçmayı ...
Bilirlermiş o hakkında türlü şeyler söylenen evdeki garip adamdan korkmayı,
küsmeyi, aynı kıza asılmayı, torbalarla misket toplamayı, gıcır köstek
ayırmayı, değiş tokuş kaybedince kapısı, Teksas'i, Tommiks'i, Konyakçı'nın
dişlerini. İç içe konan naylon topları, taştan kale direklerini. Üç korner bir
penaltıyı. Üzerine apartman yapılan top sahalarını, sonra o apartmana taşınan yeni
dostları ve onları kapma yarışını. Otobüsteki biletçinin lastik silgi sarılı
kalemini, yoğurtçuyu, kalaycıyı, hallacı. Evlerin arkasındaki odun kömür
depolarını. Yakar topun yakışını. Mantarlı gazoz kapaklarını, yaldız kazımayı.
Yandaki mahalle ile alınan kavgayı, her kavganın çıkardığı kahramanı-ödleği.
Kan kardeşliğini, ip atlama, lastiğe basma, topaç virtiözlüğünü, çelik
çomağı, kırılan camları, toplanan paraları. Açık hava sinemalarını, frigo buzu.
Sonra zamanla bu güzel ülkede durumlar değişmeye başlamış. Yaşlar ilerledikçe bu
birliktelik, koruma kollama duyguları, bu mahallenin çocuklarının başlarına çok
işler açmış. Daha sonra işsizlik, hayat pahalılığı, enflasyon, köşeyi dönme,
adamını bulma, malı götürme falan derken, herkes yüzünde soluk bir bakış, içinde
hayatın yenilgisi, çaresizlikleri, tatminsizlikleri ile başbaşa kalmış. Çocukları
mı? Çocukları şimdi koca koca apartmanların arasında, nefes alınmaz bir havada,
evlerinde, sanal bir dünyada, emniyet içinde ve yalnız yaşıyorlar. Anneleri babaları
onları çok seviyor. Beta kapmasınlar diye kalabalık ortamlara hiç sokmuyor. Hafta
sonları hep beraber Karum ya da Galleria'dalar. Okul servisleri çocukları neredeyse
yataklarından alıyor. Çocuklar trafik kaygısıyla, köşedeki markete dahi
gönderilmiyor. Babalar şirketlerin bilançolarını, çocuklar da dersane reytinglerini
izliyorlar. Hepsi birer test uzmanı, sayısal-sözel yuvarlanıp gidiyorlar. Seksek
oynamayı değil ama taban puanları çok iyi biliyorlar. Hayata açılan pencereleri
Windows 95, 98. Onlar ekrana, ekran onlara bakıyor ve koca bir hayat dışarıda akıp
gidiyor. Ve şehrin dışında ağaçlar; tırmanacak, salıncak kuracak, kalp kazıyacak
mahalle çocuklarını bekliyor. Paylaşmayan, yalnız, bencil, kafesler içinde,
gürbüz, güvendeki çocukları. Hiç sopa yememiş,ağaçtan düşmemiş, topu yandaki
bahçeye kaçmamış, dizlerinde yara kabukları olmamış çocukları.
Yalçın ERGİR / Düş Hekimi