Buradaki yazılar, 1993 ve 1994 yıllarında İstanbul'da kaldığım süre içinde değişik zaman ve ortamlarda tuttuğum kısa kısa notlardan alınmıştır.  (M.E.)

 

İstanbul'da herkes hayallerini içer. Yudum yudum, nefes nefes. Bardağın dibinde bırakılan her damla, atılan her izmarit maya içindir. Sonraki hayaller tutsun diye.

Aynaya baktım, içimi gördüm. Gülüyordu şu dünyanın haline.

 

5.5.1994, 08:50

Servis aracında...

 

Bilirim ne kadar hoş bir duygudur akşamları kızlı-oğlanlı dolaşmak yollarda. Okey oynamak kahvelerde. Bir duygu seli coşar içinde, insanın. Yaşı da yirmiyse, vücudu sığmaz deriye. Ama ölüyor zaman. hani şarkıda var ya "Geçiyor günler, ömür bitiyor." Ve oyun masalarında, dumanaltı kahvelerde geçen o güzel günler, deli dolu çağlar, geri gelmiyor. İlerledikçe zaman, geri kalanı azalıyor, ömrümüzün. Oysa yapabileceklerimiz de zamanla artıyor. Hadi yapalım derken bir bakıyorsun ömür bitiyor.

30 Nisan 1994, Cumartesi, 21:30

Anadoluhisarı, Sahil Kahvesi

 

Bu kalabalığın içinde, insan insan yüzüne hasret kalıyor.

 

Bir vapur martıyı ezdi. (Martılara takmam yeni değilmiş meğer...)

Kahvedekilerin çoğu öğrenci. Burada Marmara Üniversitesi'nin Spor Akademisi var (eski adıyla). Bir de yurdu. Kızlı-erkekli masalara oturmuşlar ya okey oynuyorlar ya iskambil kağıdı. Başbaşa konuşmalar da yok değil. Ama az. Kendi öğrenciliğim geliyor aklıma. Gerçi hala öğrenciyim ama... Okumayla öğrenmeyle geçmesi gereken yıllara yazık oluyor. Onca okunacak şey varken neden bu zaman israfı?...  balikekmek.jpg (32989 bytes)

(Foto: M. Eyriboyun)

Eminönü'nde balık-ekmek yemeye ne dersiniz? Yoksa iğrenir, soğan kokusundan nefret mi edersiniz. Çok yazık! Siz belki Vefa Bozacısı'na da hiç uğramadınız? Nerede mi? Tayyare Piyangocusu Nimet Abla'nın tam karşısında.  Kışın boza, yazın üzüm şırası içmediniz mi, hiç? Gene çok yazık! Heeey uyanın! Siz yaşıyor musunuz???

(Burası eski notlardan değil...)

Kalabalıklar hep çeker beni. Unuturum kendimi içinde. İstemem göz göze geleyim herkesle. Ama birisi çıkar hiç değilse. Bilirim bakar gözlerime. Ben o anda çoktan yelken açmışımdır, okyanuslara. İçimdeki yalnızlık mıdır çeken beni, bu uğultulu kalabalıklara, kalabalıkta yaşanan yalnızlıklara...
İnsanlar görüyorum. Sevgiye kapatmışlar yüzlerini.

2.5.1994

Servis aracında.

 

Bir yalnışlık yapmadıysa Cahit Sıtkı, teraziyi düzledik. Dizlerim, ayaklarım taşımaz oluyor gövdemi, ara-sıra. Ne oldu acaba? Hesap hatası mı, yoksa zaman değişti ya! Ondan mı?

Tarih ve yer yazmamışım.

Bir şey arıyor herkes. Şaşkın gözlerinden belli. Bilsem kayıp nedir. Kaybettikleri mi, kendileri mi... Derim ki işte, işte burda... Aradığın bu. İnan ki...
Vitrininde "Nefis eşşiz börek" yazan yerin kasasında, veremli gibi, üç günlük gri sakallı yaşlı adam...

25.12.1993, Cumartesi

 

İnsanlar bağırıyor, çağırıyor, hatta konuşuyorlar da... Ama kimse dinlemiyor. Boşlukta asılı kalıyor sözcükler. Elde kalan somut şeyler de var; Saç savurmalar, göz süzmeler... Ve öpüşmeler de var tabii. Sigara dumanını saymıyorum...

Nisan 1994,

İTÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Kantini

 

Küçükpazar'da, parlak, deri gibi (ama deri değil) siyah montunu giymiş, fötrlü bitirim delikanlı... Sigarası fosur fosur...

(Yandan çarklı Şirket-i Hayriye vapuru yüzer gibi yürüyor.)


Önceki Sayfa

Ana Sayfa