![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]()
"Beni sevemez misin?" diyordum. Karlı bir gündü. Üşüyorduk. Tuhaf bir kahveye sığındık. On dakikada dumanaltı olmuştuk. Öksürükler biraz hafifledikten sonra sordum: "Beni biraz olsun sevemez misin?" "Sevemem,"dedi. Sesinin tınısını anlamaya çalıştım önce, sonra bundanda vazgeçtim. Ilınmış çaydan bir yudum aldım. Sesimi çıkartamıyordum, ama galiba kızgınlığa benzer bir duygu bürüyordu içimi. Soğukkanlılıkla davranmış olmak için donuk denebilecek bir gülümseme ile yüzüne baktım. "Neden?"dedim. Ceplerini karıştırıyordu. Sorumun yanıtını bir an önce alabilmek için telaşla bir sigara sundum ona. Aradaki kısacık süre sorumu unutturmuş diye korkarak yineledim: "Neden beni sevemezsin?" Köşeye sıkışmış gibiydi. "Sevgi görece bir şeydir." dedi. Bekledim sürdürmesini. Yüzüne önemli bir anlam takmıştı. Biryandan da kaçamak bakışlar ile kahvedekileri gözlüyordu. "Tavla şakırtısı oldum olası sinirimi bozar." diye olmadık bir laf etti. "Sevgiden söz ediyorduk.?" "Görecedir diyordum." "Sevgi görece bir şey olduğu için mi beni sevemezsin?" Yeniden cebine davranıyordu. Sigarası yandığına göre neyi aradığını kestiremediğimden beklemeyi yeğledim. Birkağıt mendil paketi çıkardı. Öteki mendillerin düzenini bozmamaya bence gereceğinden fazla özen göstererek bir mendil çekti, çıkardı. Gayet temiz görünen burnunu temizledi. Kağıt mendili avucunda yuvarlayarak yüzüme baktı. "Bunca önemli mi sevilmek?" dedi. "Bir soru sormuştum; yanıtladığını sanmıyorum."dedim bende. Tastamam böyle düşünüyordum. Onca zamandır tanışıklığımız vardı üstelik. Şu habis soruyu sorana dek - düşündüğümden biraz eksik yada fazla olabilir sanmama karşın - beni sevdiği kanısındaydım. "Aslında yanıtladım; farkında değilsin,?"dedi. Avucundaki dertop olmuş mendili didikliyordu. Yüzüme bakmadan "Aslında klasik anlamda severim seni?", dedi ama istediğinin ne olduğunu seziyordum. "Öylesine bir sevgi olacak şey değil. İşin içine sahip olma duyguları, kıskançlık, toplum filan giriyor... Bunları aştım ben!" Öksürükten boğulmak üzereydim. Son cümlesini anlayamadığım için yineletmek zorunda kaldım. Bir bardak su istedim kahveciden. Bunun içinde kahve ocağına kadar boğula boğula gidip adamın boşluğunu yakalamaya çalıştım. İki yudumdan sonra biraz duruldu öksürüğüm. Masaya döndüğüm zaman biraz önce aldığımız gazeteyi okuyordu. Bense bir türlü uzaklaşamıyordum. "Demekki birşeyleri aştığın için beni sevemiyorsun." Ciddi biçimde yüzüme baktı. "Anlamıyorsun," dedi, "Sevgi önemlidir." "Yani beni seversen önemsiz birşey mi yapmış olursun?" Masanın üstüne abandı. Aynı ciddiyetle baktı bana. Çok ciddi baktığını anlamadığımdan kuşkulanıyordu. Konuşsun diye bekledim; konuşmadı. Bakışlarımdaki soruların çokluğunu anlamadığını anlamam uzun zaman aldı. "Ben seni aldatmadım." dedi bu kez."Şu güne kadar bir sürü insan bir sürü insanı aldatıp, onlara sevdiklerini söylediler. Ama ben artık yokum böyle bir aldatmacada." Demek bir zamanlar varmış, diye düşündüm. Ayaklarım üşümeye başlamıştı. Plastik çizmelerin içinde donmuş gibi sızlayan parmaklarımı oynatmaya çalıştım. "Yani beni sevdiğini söylersen, bu bir aldatmacadan öte birşey olmaz, öyle mi?" "Ta kendisi!" dedi. "Peki, kimi sevebilirsin?" Ceplerinden birinde yeni bir sigara paketi bulmuştu. Paketin kağıdını açtıktan sonra gözlerin devirerek bana baktı. "Bu koşullarda hiç kimseyi..." dedi. Rahatlamışmıydım? "Seni seviyorum," dedim. En kötü ancak böyle söylenebilirdi. "Bana şaşıyormusun" dedi. Şaşkınlık değildi düşündüklerim. Ayaklarım o denli üşümese kahve o denli dumanlı olmasa, belki anlatabilirdm. Ama zaten içimden bir şey anlatmak gelmiyordu. "Bu koşullarda kimseye şaştığım yok" dedim. "Aslında seni çok severim" dedi. Teşekkür ettim.. Zeynep Avcı 10 Kasım 2000 |