![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]()
Bir Anadolu kadınının, Satı’nın öyküsü bu; nice yoksunluklardan, nice yoksulluklardan geçmiş, yine de hep omuzları ve başı dik kalmış Satı’nın; önce Satı kız, sonra Satı gelin, en son Satı kadının öyküsü... Yüzüne bakan, Anadolu toprağına bakar gibi kuraklığın derin izlerini, susuzluğun silinmez çatlaklarını görürdü Satı’nın. Yüzü, gök-mavi gözleri, sımsıkı örülü saçları Anadoluydu ya, kadınlığı benzememişti doğduğu yerlerin toprağına. Toprak, anaydı çünkü; en kurak zamanında bile üstüne düşen tohumdan ekin verirdi. En bereketsiz mevsimlerde, kıt-kanaat da olsa rızıklarını çıkarmışlardı toprak anadan. Satı gelinin toprağıysa hepten kuraktı; olmadı, tohum tutmadı. Önce çare aradı köyün herşeyden anlayan bilge kadınları. Nazardır dediler, kurşun döktüler. Kimsenin bilmediği yerlerden topladığı otlarla tütsüler yaktı Hatçana, Satı’nın yattığı odada. Olmadı, başkalarını kaynatıp içirdi zamanlarca mahsun geline. Fayda etmedi hiçbiri. Sonra, büyü dediler. Aylar boyu peşinden koşup da alamayınca kendini samanlıkta asan Osman’ın anası büyü yapmış olmalıydı. Öyle ya, oğlunu ölüsünü bulduğunda köyü tutan ağıtları, bedduaları herkesin kulağındaydı daha;"Aslan gibi oğlum gitti! Kör kuyulara düşesin Satı! Elden ayaktan değil, erden, evlattan olasın. Ben yiğidime doyamadım, sen kucağına bebe alamayasın." Ah tutmasına, büyüye karşı okuttular Satı’yı köyün imamına, gömleğine okunmuş tavşan ayağı diktiler, Nurlu Baba’nın türbesinde kurbanlar kestiler, nafile! Nihayet vazgeçtiler; Satı’nın cinlere uğradığına karar vermişlerdi. "Söyledim ben O’na, çok söyledim. Çamaşır yıkarken eteğini beline dolar, giriverirdi sulara. Gece geç vakit alır başını giderdi ormana.Şu, gece, orman tekin değildir dedim. Cinlerin uğrağıdır, koruyamazsın kendini; biri aşık olur, erinden, dölünden eder dedim, dinletemedim" dedi Hatçana. Sonra sustu; gözlerindeki mavi puslanmış gelini daha fazla üzmemek için. Kocası; Recep’i, soyu devam etsin diye üstüne kuma getirince mahsun oldu ya, sesi çıkmadı. Severdi O’nu Recep,severdi de,döl tutmayan kadın, eksik kadın demekti. Tamamlamak gerekti eksiğini, Recep de öyle yapıyordu. Ertesi sene doğurdu yeni gelin; pembe yanaklı, kanlı canlı, nurtopu gibi bir oğlan doğurdu. Kurbanlar kestiler, peygamber adlı olsun, Allah korusun diye "Muhammed" koydular adını. Diyecek yoktu Recep’in keyfine, yere göğe konduramıyordu oğluyla yeni karısını. Lohusa yatağından kalkıp bile şehre götürdü yeni gelini, resmi nikahına aldı. Elleri kolları dolu döndüler köye. Renk renk basmalar, pazenler, lastik ayakkabılar, iki de burma bilezik almışlardı Zeynep geline; Satı’ya da bir yazma, kenarı siyah oymalı; bir kuraklık emaresi gibi.. Bir daha hiç koynuna almadı Recep Satı’yı. Zeynep, Muhammed ve Recep bir aileydi artık; Satı da yanlarında bir sığıntı.. Gözlerindeki daha da puslanmış maviyi, derinlerde için için kanayan derdini kimseye göstermedi Satı; oğul veremediği kocasına hizmet etti, ve O’nun resmi karısına, Ta ki Muhammed daha iki yaşına basmadan Recep ölene dek! Birdenbire oldu herşey. Bir gece, Zeynep’in çığlığıyla uyandı tüy kadar hafif uykusundan. İçeri odaya koşunca, durmadan haykıran Zeynep’i ve O’nun üstünde artık hareket etmeden yatan Recep’i gördü. Usulca yana aldı Recep’in -artık- ölü bedenini, dehşetle bakan gözlerini kapadı, korkudan ağlayan Muhammed’i uyuttu. Sabaha dek nöbet tuttu beyaz çarşafla örttüğü erkeğinin başında; iki yıldır ilk kez bir geceyi O’nun yanında geçirdiğini düşünerek. "Allah’tandır" dedi, sustu Satı gelin.Zeynep’e baktı, uyumuştu! Cenazenin kalktığı gün, Recep’in ailesi Zeynep’le Muhammed’i yanlarına aldılar. Satı’yaysa baba ocağının yolu göründü. İki geline birden bakacak halleri yoktu. Yine sustu Satı; başı dik, gözleri puslu mavi; Ne denirdi ki? O günden sonra kendini evine, ana-babasına, bir de köyün yoksullarına, gariplerine adadı Satı gelin. Anasıyla babası da O’nunla beraber en kıt, kurak zamanda son tarhanayı yoksul ve hasta bir dulla çocuğuna götürdüğünden katıksız ekmek yediler kimi zaman. Kendilerine ancak yetecek bir tencere bulgur pilavını köyün delisiyle paylaştılar. Üç tavuk, bir ineğin yanında köyün sahipsiz ne kadar hayvanı varsa onları da beslediler. Soğuk bir kış günü mantosuyla dışarı çıkıp hırkasıyla döndüğünde, ne birşey sordular Satı’ya, ne de mantoyu Sabire teyzenin yılların kamburlaştırdığı sırtında görünce şaşırdılar. Hiçbirine ses etmediler; belki de anladılar O’nun doyuramadığı analığını ancak böyle susturabildiğini. Yıllar geçti. Önce anasını, sonra babasını gömdü Satı gelin; Satı kadın oldu. Herkes saydı O’nu köyde; baston niyetine yaslandığı değneğin sesini duyanlar, az sonra bükülmüş belini ve -hep- dik başını göreceklerini bildiler. Kimse O’nun kurak kadınlığını hatırlamadı, konuşmadı bir daha. Bereketli yüreğiyle sevdiler O’nu! Çocuklar hep eteğinde biraz yemiş, ya da belleğinde garip masallar olduğunu bilerek yolunu gözlediler Satı ananın. Yeni gelinler, genç kızlar O’nun anlayışlı ve dingin bilgeliğine sığındılar. Bayramlarda ilk O’nun eli öpüldü. Askere gidecek delikanlılar, hayır duasını aldılar hep yola çıkmadan. Soğuk bir kış günü, sobasını yakabildi mi diye bakmaya gelen Muhammed evde bulamadı Satı anayı. Uzun uzun aradılar; ne ölüsünü, ne dirisini gören yoktu. Daha da ararlardı; bahçesindeki kör kuyunun başında siyah oyalı yazmasını görmeseler.. Lanet tutmuştu!.. Yazan: Sessiz kedi 11 Şubat 98 |