Çok Uluslu Şirketler

Ülkede ve dünyada her ne olursa olsun, gündemin değişmez konusu şüphesiz Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik kriz ve krizden çıkış yolları. Bu çıkış yolları hakkında farklı yaklaşımlar olmakla beraber genel olarak konunun gelip dayandığı noktayı yabancı sermayenin Türkiye’ye gelip gelmeyeceği ve eğer gelirse yaratacağı yeni koşullar oluşturuyor. Yabancı sermayenin Türkiye’ye gelmesi ile beraber gerçekleşebilecekler konusunda da farklı yaklaşımlar var; örneğin yabancı sermayenin ülkeye gelişini krizden çıkışın olmazsa olmaz koşulu olarak görenler ve yabancı sermayenin ülkeye gelişinin iş ve iş hayatı anlamında olumsuzluk getireceğini öngörenler gibi.
Etrafımda gördüğüm kadarıyla sol, sosyalist olduğunu söyleyen azımsanmayacak sayıda insan, yabancı sermaye deyince aşırı reaksiyon gösteriyorlar ve ne yazık ki çoğu zaman da bu öfkelerinin altını dolduramıyorlar.
Takip edenler bilir, FAKÜLTE’deki yazılar genellikle farklı yaklaşımlara sahiptir. Örneğin devletin türbanlı ve sakallı öğrencileri üniversitelere almama kararı üzerine FAKÜLTE, bir çok kişi ve gruptan farklı bir tavır takınmış ve ne özgürlükleri kısıtlayan faşizan bir yaklaşımın tarafı, ne de varlığının her döneminde anti-demokratik tavrını ısrarla korumuş siyasal islamın tarafı olmamıştı. Ya da yayınlandığı dönemde çok tartışılan ve eleştirilen, özelleştirmeye karşı olmanın çok da anlamlı olmadığı çünkü özünde üretim ilişkileri anlamında herhangi bir değişikliği barındırmadığı konusundaki yazı daha sonraları kendisini kabul ettirmişti. Bu ve benzeri farklı ve bence bir o kadar da doğru yaklaşımlar, etrafımızda gelişen konulara sorgulayarak yaklaşabilmenin sonucu ortaya çıkıyor.
Ben de yabancı sermayenin ülkeyi krizden kurtarıp kurtarmayacağı konusunda yapılan bir tartışmada yabancı sermayenin ne kadar kötü bir şey olduğunu uzun uzun dinledikten sonra kendime şu birkaç soruyu sordum: şimdi 70’li yıllarda yapıldığı gibi (ki bence hatalı bir tavırdır) milli burjuvalar bulup, krizden çıkışta onlarla işbirliği mi yapmalıyız? Yabancı sermayeyi kötü, yerli sermayeyi ise iyi yapan sebepler nelerdir? Üretim araçlarının mülkiyetinin değişmediği durumlarda sermayenin kimin elinde olduğu (devlet, yabancılar veya yerliler) çok mu önemlidir?
İşte tüm bu sorular beni şu an kaleme aldığım yazıyı yazmaya zorladı. Umarım yazı ben dahil bir çok kişinin sorularına cevap üretebilir.
Türkiye’ye gelip gelmeyeceği tartışılan yabancı sermayenin ilk yatırım alanı Türkiye değildir. O kendi ülkesinde (köken ülke) ya da başka ülkelerde (kabul eden ülke) de yatırım sahibidir. Bir veya birden fazla ülkede faaliyet gösteren bu tip sermayenin oluşturduğu örgütlülüğe ise “çok uluslu şirket” denmektedir. Benim özellikle üzerinde duracağım konu da budur.

Çok uluslu şirketler

Küreselleşmenin doğal bir sonucu olarak oluşan çok uluslu şirketlerin tanımlanmasında kendi içindeki farklılıkları münasebetiyle zorluk yaşanmaktadır ancak genel kabul gören tanımlamaya göre bunlar; genel merkezi belirli bir ülkede olduğu halde, faaliyetlerini bir veya birden fazla başka ülkede, kendisi tarafından koordine edilen şubeler, yavru şirketler veya bağlı şirketler aracılığı ile ve genel merkez tarafından kararlaştırılan işletme politikasına uygun olarak yürütülen büyük şirketlerdir.
Çok uluslu şirketlerin başlangıçta birçok ülkeye ve kıtaya yayılmaları sadece ham maddelerin coğrafi dağılımına tabi iken, günümüzde bu faktör yanında daha birçok faktör çok uluslu şirketlerin yayılmalarının sebebi olmuştur.


Köken ülkenin itici faktörleri

Çok uluslu şirketlerin vatanı (köken ülke) diye bahsedilen ülkeler genellikle gelişmiş sanayi ülkeleridir. Başlangıçta bu süreç uzun yıllar ABD şirketlerince yürütülmüş ancak daha sonra çok uluslu şirket furyasına Avrupa’nın batısı ve Japonya’da eklenmiştir. İşte çok uluslu şirketlerin başka ülkelere gitmelerinin altında yatan sebeplerin bir kısmını bahsi geçen köken ülkeler oluşturmaktadır.
Nedenlerin başında köken ülkenin piyasa koşullarının çok uluslu şirket için yetersiz hale gelmesi bulunmaktadır. Her şirket gibi çok uluslu şirketler de karlarını maksimize etmek amacını taşırlar ancak yapılan araştırmalara göre onlar bu amaçlarının yanında davranışlarında belirleyici rol oynayan, ülkede ve dünyada statü ve söz sahibi olma gibi amaçlara da sahiptirler ki, tüm bu amaçları, elde edecekleri yüksek cirolarla sıkı sıkıya bağlıdır. Köken ülkenin pazarının yetersizi olması bu şirketlerin başka bir ülkeye yatırım yapmasının başlıca sebebidir. Genellikle yeni pazarlar yaratmak için gerçekleştirilen bu tip yatırımlara taarruz yatırımları denmektedir ki, bu tip yatırımlar yapan firmalara örnek olarak Nestle, Philips ve Unilever gösterilebilir.
İkinci neden çok uluslu şirketlerin yabancı pazarları muhafaza etme endişesinden kaynaklanır. Bir çok şirket yabancı ülkedeki karlılığını muhafaza edebilmek için o ülkeye daha yoğun yatırım yapar. Ya da rakibinin bulunduğu piyasaya daha fazla yatırım yaparak onun karlılığını düşürmeye çalışır.
Üçüncü sebep ise çok uluslu şirketin ürettiği malın uluslararası bir nitelik taşımasından kaynaklanır, bununla kastedilen daha çok hammadde sektörüdür. Örneğin petrol endüstrisi başlangıcından itibaren uluslar arası bir nitelik taşımaktadır.
Dördüncü sebep ise köken ülkedeki ücretlerin yüksek ve diğer sosyal hakların gelişmiş olmasıdır. Yazının başında da belirttiğim gibi çok uluslu şirketlerin köken ülkeleri genel olarak gelişmiş sanayi ülkelerinden oluşmaktadır. Bu ülkelerin bir çoğunda ücretler yüksek olduğu gibi, koruyucu iş hukuku mevzuatı ve toplu pazarlık sistemi de gelişmiştir. Özellikle emek yoğun sektörlerde (tekstil gibi) ücretlerin yüksek olması üretilen malın fiyatının da yüksek olması anlamına gelmektedir ki, bu, firmanın rakipleri ile rekabet etme esnekliğini ortadan kaldırmaktadır. İşte bu sebeple çok uluslu şirketler ücretlerin düşük ve sosyal hakların gelişmediği ülkeleri köken ülkeye oranla daha çok tercih ederler.
Bu nedenler yanında başka ülkelere yatırıma neden olarak köken ülkenin vergi mevzuatı, köken ülkenin ithalata kolaylık sağlayan uygulamaları vs. gösterilebilir.

Kabul eden ülkenin çekici yanları

Çok uluslu şirketin yabancı ülkelere yatırım yapmasının bir başka ana nedeni de yatırımı yapacağı ülkenin çekici yanlarıdır.
Bu yanlardan birincisi kabul eden ülkenin köken ülkeye göre geniş bir pazara sahip olmasıdır.
Bir diğer yan ise kabul eden ülkenin ithal ikameci bir politika uygulaması ile belirir. Eğer köken ülke ithalatı zorlaştırarak iç piyasada üretilen malların tüketimini teşvik ediyorsa, bu pazara girmenin tek yolu o ülkede yatırım yaparak yerel ekonomiyi himaye eden bu tedbirleri yarmaktır.
Üçüncü önemli sebep ise kuşkusuz kabul eden ülkede işgücünün ucuz olmasıdır. Özellikle ABD çok uluslu şirketlerinin her şeyden önce ucuz emek maliyeti için yabancı ülkelere yatırım yaptığı söylenmektedir. Bu şirketler özellikle kendi ülkelerinin pazarlarına yakın olması sebebi ile Meksika’yı tercih etmektedirler. Meksika’da bu amaçla kurulmuş yüzlerce fabrika kurulduğu bilinmektedir.
Dördüncü sebep ise sermaye ve teknoloji sıkıntısı içinde olan kabul eden ülkenin çok uluslu şirketlere sunduğu avantajlardır. Üretim yapılacak arazinin ücretsiz tahsis edilmesinden vergi konusundaki avantajlara kadar çok sayıda yöntem, kabul eden ülkeler tarafından geliştirilmiştir. Tüm bunların yanında asıl acı olan pek çok ülkenin sadece yabancı sermaye ülkesine gelsin diye koruyucu iş hukuku mevzuatını çıkartmadığı bilinmektedir. Son dönem Türkiye gündeminde bulunan iş güvencesi yasa tasarısının yasalaşamamasının en önemli sebebi kuşku yok ki, bu yasanın yabancı sermayeyi ürküteceği korkusudur. Tüm bunların yanında FAKÜLTE’de yayınlanan Japon üretim tarzı ile alakalı yazı da belirtildiği gibi özellikle Singapur ve Malezya’da iş süreleri çok uzundur ve çocukların çalışması aleyhine bir düzenleme bulunmamaktadır. Kuşkusuz bu durumda hali hazırda var olan sosyal güvenlik sorununu daha da derinleştirmekte ve bir çözüme ulaşmasının önünde en büyük maniyi oluşturmaktadır.

Çok uluslu şirketlerin istihdam üzerindeki etkileri

Çok uluslu şirketler yalnızca yatırım yaptıkları ülkedeki istihdam seviyesini değil aynı zamanda köken ülkedeki istihdam seviyesini de etkilemektedir. Amerika’da son dönemde yaşanılan ekonomik krizlerin ve işsizliğin bu konuda kayda değer olduğunu düşünüyorum.
Sermayenin hareket esnekliğinin artmasıyla birlikte emeğin ucuz olduğu yerlere yönelen sermaye, bu ülkelerde ürettiği malları köken ülkeye ve başka ülkelere ihraç etmektedir. Emeğin ucuz olması yanında yukarıda da bahsettiğim gibi köken ülkenin ithalatı kolaylaştırıcı yaklaşımların bulunuyor olduğunu varsayarsak bu durum çok uluslu şirket için tadından yenmez bir hal almaktadır. Ancak bu durum, köken ülkede üretim yapmaya devam eden bir çok şirketin çok uluslu şirketler karşısındaki rekabet esnekliğini kaybetmesine ve teker teker kepenk indirmesine neden olmaktadır. Amerikan sendikalarının çok uluslu şirketlere tepkili yaklaşmasının altında bu sebep yatmaktadır. Kısacası çok uluslu şirketlerin köken ülkedeki istihdamı olumsuz etkilediği söylenebilir.
Çok uluslu şirketin kendisini kabul eden ülkenin istihdamı üzerindeki etkileri ise dönemsel olarak değişmektedir. Hangi mantıkla bakılırsa bakılsın, ister sosyalist ister liberal olun bir ülkeye giren sermayenin üretime dönüşmesi halinde istihdamı olumlu yönde etkileyeceği değişmez bir gerçektir. Ancak işin içine kabul eden ülkenin genel olarak teknolojik anlamda az gelişmiş bir ülke olduğunu ve çok uluslu şirketin de çoğunlukla ileri teknoloji ile yabancı ülkelere girdiğini katarsak işin rengi farklı bir hal almaktadır. Kısa dönemde, kabul eden ülkedeki istihdamı olumlu yönde etkileyen bu tip yatırımlar, uzun vadede iç piyasadaki rakiplerinin teknolojileri ve mali güçleri (çok uluslu şirketlerin mali gücü çoğu zaman kabul eden ülkenin mali gücünden fazla olabilmektedir.) sebebi ile piyasadaki paylarını kaybetmelerine sebep olmakta ve bu şirketlerin ilk başta üretimlerini azaltmalarına daha sonra da kapanmalarına neden olmaktadır. Dolayısıyla yabancı sermayenin ülkeye getirdiği sermaye oranında istihdamı etkileyeceğini varsaymak ya konu hakkında bilgi sahibi olmamaktan ya da art niyetli davranmaktan kaynaklanıyor olabilir.
Sadece ülke bazında değil, tüm dünya bazında düşünüldüğünde bu tip şirketlerin istihdam üzerindeki olumsuz etkileri kolayca kavranacaktır. Türkiye’de özellikle otomotiv, temizlik malzemeleri, bilişim teknolojileri endüstrilerinde yabancı sermayenin ne kadar söz sahibi olduğunu görmek için etrafımızı incelemek yeterli olacaktır. Gururla her fırsatta belirttiğimiz gıda endüstrimizin ise halini kısa bir süre sonra hep beraber göreceğiz.
Şimdi aklınıza madem çok uluslu şirketler hem köken ülkede hem de kabul eden ülkede istihdamı olumsuz yönde etkiliyor ve kabul eden ülkenin içinde bulunduğu durum ya da hükümetlerinin basiretsizliği sebebi ile sosyal güvenlik kavramının gelişmesini veya oluşmasını engelliyor; bu konuda sendikalar neden tepki göstermiyor sorusu gelebilir. Bu sorunun birkaç cevabı var; konuyu fazlaca uzatmadan bu sorunun kendimce yanıtlarını açıklamak istiyorum.

Çok uluslu şirketler ve Sendikalar

Çok uluslu şirket dediğimiz uluslar üstü örgütlülükle ulusal bazda bir sendikacılığın mücadele etmesini beklemek abesle iştigal etmek olur. Dolayısıyla sendikaların çok uluslu şirketler karşısındaki tepkisizliği daha çok yetersizliği barındırmaktadır. Sendikaların bu yetersizliği kuşkusuz sendikalar tarafından da fark edilmiş ancak oluşturulan uluslararası birliktelikler bazı faktörler sebebi ile devamlı olamamıştır.
Bu faktörlerin başında kuşkusuz sendikaların çok uluslu şirketler hakkında farklı yaklaşımlara sahip olması bulunmaktadır. İstisnalar olmakla birlikte genel olarak ABD sendikaları konuya emek-sermaye çelişkisi üzerinden değil, yerli sermayelerinin çok uluslaşması ve buna bağlı olarak kendi ülkelerindeki istihdamın olumsuz etkilenmesi üzerinden yaklaşmışlardır. Örneğin Meksika’daki bir fabrikada gerçekleşen grevi uluslar arası anlamda destekleyen Amerikan sendikalarının bazılarının, desteklemekteki ana amacının Meksika’da grev sebebi ile üretilemeyen malların Amerika’da üretilmek zorunda olması dolayısıyla, üyelerine iş imkanı sağlamak olduğu ortaya çıkmıştır. Amerika’daki ücret seviyelerinin yüksek olması sebebi ile üyelerinden destek amaçlı para toplayan sendika bu paralarla Meksika’daki işçilere greve devam edebilmeleri için yardımda bulunmuştur. İsteyen gülsün isteyen ağlasın.
Ayrıca bir çok ABD sendikası teknolojilerinin uluslararası hale gelmesi sebebi ile ülkelerinin verimlilik alanındaki üstünlüğünün azaldığını veya kaybolduğunu belirterek sermayelerinin ülke içinde kalması gerektiğini savunmuş ve bu sebeple şirketlerin dış ülkelerdeki faaliyetlerini sınırlamayı hedef alan himayeci bir görüşün temsilcisi olmuşlardır.
Bunun karşısında kabul eden ülkelerin sendikaları ise gerek yaklaşım hatalarından gerekse hükümet ile içinde bulundukları organik bağlardan dolayı çok uluslu şirketlerin ülkelerine gelmesini olumlu bulan bir yaklaşımın temsilcisi olmuşlardır. Bu anlamda köken ülkelerin sendikaları ile bir ortaklık kurma olanakları bulunmamaktadır.
Ancak kuşkusuz çok uluslu şirketlerin son derece rahat tavırlar takınmalarının önüne geçebilecek yegane etken tüm dünya sendikalarının bu konuda ortak tavır ve eylem birliği içerisinde olmalarından geçmektedir.
Bilindiği gibi sermayenin gücü karşısında barışçı bir çözüm yolu olarak toplu pazarlık bulunmaktadır. Ancak toplu pazarlığa giren taraflardan biri çok uluslu bir şirketse genel olarak güç dengesi işçi kesiminin aleyhine bozulmaktadır. Çünkü bilindiği gibi sendikaların toplu pazarlık faaliyetlerinin alışılmış çevresi ulusal sınırlardır. Ayrıca sendikaların faaliyetlerini düzenleyen tüm yasal hükümler de buna göre hazırlanmıştır. Dolayısıyla sendikalar toplu pazarlık sırasında işveren kesiminin diğer ülkelerde uyguladığı politikalar, şirketin mali durumu, ülkelerinde üretilen malın başka ülkelerde de üretilip üretilmediği gibi konularda bilgi sahibi olmadığı için toplu pazarlığa mağlup durumda çıkmaktadırlar.
Çok uluslu şirketler kendileri için kötü sayılabilecek grev deneyimleri sebebi ile genellikle aynı malı birden fazla ülkede üretip, her fabrikalarında da üretim esnekliği sağlayarak olası bir grev durumunda diğer fabrikalarındaki üretim esnekliğini kullanıp grevi etkisiz hale getirebilmektedir. Aynı zamanda toplu pazarlıkta bir anlaşmazlık olması halinde sendikaları ve kabul eden ülke hükümetlerini, yatırımlarını başka ülkelere kaydırma konusunda tehdit ettikleri de bilinmektedir.
Toplu iş mücadelesinin işçi tarafı lehine sonuçlanabilmesi için gerekli minimum faktörler; çeşitli ülkelerdeki yavru şirketlerde toplu pazarlığını başlangıç ve bitiş tarihlerinin aynı olması, toplu iş uyuşmazlıklarının konusunun benzer olması ve iş mücadelesinin başlangıç tarihlerinin aynı olmasıdır. Tahmin ettiğiniz gibi emek tarafını organize edebilecek bu tarz bir sendikanın ulusal sınırlar içinde bulunuyor olması mümkün değildir. Uluslar arası koordinasyonu sağlayacak bir uluslar üstü sendika, küreselleşmenin tam gaz ilerlediği günümüzde çok uluslu şirketler karşısında işçi kesiminin en büyük avantajı olacaktır.
Bu tarz bir örgütlülüğe sahip olamayan dünya işçileri çok uluslu şirket kavramına dolayısıyla yabancı sermaye kavramına bakışlarını sorgulamalıdırlar. Ülkenin ve bizim özelimizde Türkiye’nin krizden çıkışının yolu olarak gösterilen yabancı sermaye yatırımlarının uzun vadede ülkeye ne getireceği ve ne götüreceği konusu derinlemesine düşünülmesi gereken bir konudur.
Gördüğüm kadarıyla üniversiteden yeni mezun olan veya olacak insanlar doğal olarak bir iş bulamam endişesi taşıyorlar ve içlerinde bulunduğu bu durum onların yabancı sermayenin Türkiye’ye yatırım yapması konusundaki tutumlarını fazlasıyla etkiliyor. Bu arkadaşlar yabancı yatırımların işsizliğe ve ekonomik krize bir çare üreteceğini düşünüyorlar. Ancak bu güne kadar yabancı sermayenin diğer ülkelere yaptığı yatırımlar yukarıda da bahsettiğim gibi istihdamı uzun vadede olumlu yönde etkilemiyor. Türkiye’de de etkilemedi ve etkilemeyecek.
Ne işsizliğin ne de krizin çözümü dışarıda değildir. Çözüm çok yakında; çözümün ne olduğunu ise cumartesi günü FAKÜLTE’nin künyesinde yazılı adrese gelen arkadaşlarla tartışıyoruz. Siz gelin sizinle tartışalım.