HASTANE
Bu yazıyı tasarlarken kendime sadece Hastane adlı oyunu tanıtmayı seçmedim. Çünkü Hastane’deki hakim kültürün varlık koşulları oluşturulmaya çalışılıyordu Türkiye’de. Güncel olaylardan yola çıkıp sonuç bölümünde de oyunun içeriğiyle nasıl bir ilişki kurulabileceğini anlatmayı hedeflediğimden bu yazıya tam bir tanıtım yazısı diyemeyiz. Bahsi edilen oyunumuzun bilim ve sağlıkla ilgili olmasına rağmen eğitimle ilgili bilgiler verecek olmam da yukarıda belirttiğim nedene bağlıdır ve bu bilgiler daha çok bir dramaturgun araştırması, elinde bulundurması gereken bilgiler niteliğini taşımaktadır. Neden eğitim sorusuna ise sonuç bölümünde değineceğim.
Üniversiteler son zamanlarda YÖK yasa tasarısıyla çalkalanıyor. Kantine adımımızı atıyoruz, ofislerden konuşmalara bu konunun içinde buluyoruz kendimizi. Amacım madde madde bu yasa tasarısını anlatmak değil, niyetleri tartışmak, tartıştırmaktır.
GATS (Hizmet Ticareti Genel Anlaşması) tüm hizmet sektörlerini piyasalaştırmak için düzenlenen bir anlaşmadır. Hizmet sektörü deyince de akla ilk önce eğitim ve sağlık geliyor. Piyasalaştırmak kavramını açabilmek için, “devlet ne yapmak istiyor?” sorusunu soralım. Bu soruyu sormak için de sosyal devlet anlayışının son bulunmak istendiği 1970’lerden bu yana kendini hissettirmeye başlayan sermaye hareketlerinin serbestliği “hizmet” hareketliliğinin hedeflendiği Türkiye’de kendini 24 Ocak 1980 kararlarıyla hissettiren bir sürede yüzleşmeliyiz. Ve devlet bu sürecin bir parçası olarak sosyal devlet olmamak için adımlar atmaktadır. 29 krizine kapitalizm çözümü sosyal devletten yana olmakta bulurken 70 krizine sermaye çözümü toplumsal alanları da (eğitim, sağlık vb...) içine alan bir genişlemeden yana bulmuştur ki bu kapitalizmin vardığı noktayı tespit eder. Piyasanın nihai amacı kar etmektir. Bu süreçte de toplumsal nitelikli olan eğitim, sağlık gibi hizmet sektörlerinden de oldukça kar getiren alanlar olduklarından kar edilmek istenmektedir. Piyasalaşmaktan bir boyutuyla bunu kastedmekteyiz. Oysa eğitim Fransız devriminin eşitlik, özgürlük kavramlarının ışığında herkesin doğuştan elde ettiği bir haktır ve ancak böyle tanımlandığında bir anlam kazanır.
Günün neoliberal düşünürleri için piyasa işleyişine müdahale eden herşey kötüdür. Çünkü eşitlik kavramı halk değil piyasa için kullanılmıştır. Ancak piyasada kar edilmesi ve toplumsal yarar sağlamak eş tutulmak istense de bu sadece bir göz boyamadır.
Yazının tamamında verilen bilgiler bir bütünlüğe ulaşacak ve söylemin doğru olup olmadığı sorusunun cevabı ortaya çıkacaktır.
Son süreçte kapitalizm sosyal alanları da ekonomik ilişkilere dahil ederek varlığını sürdürme eğiliminde olduğundan adına özelleştirme denilen süreçle karşı karşıya kalınmıştır. Oysa “özel olan denilince devletin müdahale alanı dışı ve kamusal olan dendiğinde devletin olan” kavramlaştırması bizi devletin bu süreçteki görevleri nedir sorusundan uzaklaştırır.
1. Devlet kamusal alanlara yatırımları kısıyor.
2. kar alanlarını genişletme görevini bizzat üstleniyor.
Sonuç olarak devlet üniversitelerine değil de vakıf üniversitelerine akan yardımlar bize iki şey gösteriyor.
1. “kamuda kaynak sıkıntısı yaşadığından üniversiteler yarı kamusal hizmet alanları olmalıdır” söyleminin neoliberal eğitim politikalarına hizmet etmekten başka bir doğruluğu yoktur.
2. üniversitelerin ticarileşmesini hızlandırmak için üniversiteler kendi kendini besleme durumunda bırakılmıştır. Devlet bunu neden yapmalı sorusunu soracak ve yanıtlayacaklarından emin olduğumuz neoliberal düşünürler eşitliği piyasaya endekslediklerindendir ki aynı kalitede eğitimin devlet üniversitelerince ucuza sağlandığında vakıf üniversiteleri için haksız rekabet ortamı yaratılmak suretiyle piyasaya müdahale edildiğinden yakınabiliyorlar. Eğitime toplumsal getirisinden çok bireye getirdiği (iş hayatındaki gelir) fayda temelinde baktıklarından bireyin eğitim masraflarının yarısını karşılaması gerektiğini düşünüyorlar. Bu talepler zannediyorum ki içersinde çizilmiş bir eğitim tanımını barındırıyor.
bu sürecin devamında sosyalleşen veya sosyalleşemeyecek olan insan kapitalizmin hiyerarşik yapısında yerlerini alacaklardır.
Oysa eğitim, insanın hayatını nasıl yaşayacağını, neler üreteceğini; dolayısıyla insanın nasıl sosyalleşeceğini belirlediğinden uzun vadede toplumsal bir yarar sağlamalı, bilimsel olmalı ve çıkışı itibariyle bireysel eşitsizliklere yol açacak uygulamalara olanak vermemelidir.
Eşitliği piyasaya uyarlayanlar bugün bilimi de piyasaya düşürmek için girişimlerde bulunuyorlar. Maliyeti yüksek olan Ar-Ge faaliyetlerini piyasa üniversitelere yüklemek istiyor. Sanayi ve üniversite işbirliğini yaratmak için raporlar hazırlanıyor, ayrındılar maddere dökülüyor. Amaç piyasanın Ar-Ge masraflarının kamu kaynaklarıyla temin edilmesini sağlamak, kendilerine uygun elemanlar yetiştirmek vs. vs... üniversitelerin böyle bir uygulamaya sokulduğunu düşünelim. Piyasa kendi için karlı ola alanı seçecek, Ar-Ge’si maliyetli alanlara bulaşmayacak ve biz üniversitelerin bilimsel eğitim verdiğini, toplumsal yarar eksenli olduğunu, insanın özgürleşme sürecine dahil olduğunu falan mı savunacağız?
Bu durumda yüceltilen bilgi toplumundaki bilgi sadece bir metindir. Bilim teknolojiye hizmet eder. Sorun neyin araştırılacağına kimin karar verdiği sorunudur. YÖK’ün varlığı itibariyle anti-demokratik bir yapısı olan üniversitelerimizde, asistan olmanın bilimsellik çerçevesine çekilemediğini, bazen insanların belli konumlara gelebilmek için öğrencilik yıllarından itibaren nasıl kişiliksizleştirildiğini ve bunun hiyerarşik (ama bilimsel değil!) insan ilişkilerini nasıl yarattığını biliyoruz. Eğitim toplumsal gelişmenin motoru olmalı, etik değerleri içinde barındırmalı, eleştirel bakış açılarına da yer vermelidir. Bu alandaki her türlü olumsuzluk hepimizin eleştirmeye, değiştirmeye, müdahale etmeye hakkımızın olduğu bir alandır.
İnsanlar eğitimi, gelecekte kazanacakları para olarak tanımlıyorsa neler olur acaba?
... sonra doktor çıkar ameliyat eder seni, rekabet ortamını başarıyla atlatıp doktor olmuştur öteki hemşire. Bir fotoğraf verirsin hastalara sus işaretiyle seni canından bezdiren. Sevgiyi beklersin paranı kazanmadığın yerlerde bulamazsın çünkü yaşadığın anda kaybetmişsindir. Ya da bulursun belki... hani reklamlar diyo ya “imkanı özel olan özel insanlar” varya, onlardan; imkanı gidince kaybolanlardan.
Kimimiz insanlara cebindeki parayla alnındaki damgalarla sarıldık bilerek, kimimiz isyan ettik ama seçimlerimizde saklıydı korkularımız ve yaşamımız oldular. Kimimiz mutluluğunu paylaştığı bir dilim ekmekte buldu...
Bilim en çok savaşlar varken gelişti kimilerince ama ameliyat başındı doktordular.
... ve yaşamları belirler eğitim tıpkı Hastanedeki gibi...
Son olarak Türkiye güncelini bu kadar güzel yakalayabilen bir oyun yazarı olarak Behiç Ak’a teşekkürü borç biliyorum.
Pelin Su
Ýstanbul Üniversitesi