Bu
hafta Sohbet Odası‘nın konuğu; 'Musul-Kürdistan Sorunu’
kitabının yazarı, Beykent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.
Mim Kemal Öke
Irak’taki,
barbarlığın uygarlık ile savaşıdır
Derya SAZAK
SOHBET ODASI
Ben bu
savaşı, Bush ve Saddam arasındaki çekişme olarak görmüyorum.
Bu, ulusal çıkarlarını askeri güçle kazanmaya yönelik
ihtiras odakları olan "barbarlar"ın uygarlıkla savaşı
Eğer dünyada
savunulacak bir şey varsa bu, insan haklarıdır, demokrasidir,
hukuktur, moralist değerlerdir. Bush ve Blair, Irak’a saldırırken
bu gücü çok hafife aldılar
20’nci yüzyılın başındaki ‘Şark
meselesi’ Irak savaşı nedeniyle yeniden canlandı. Bir tarihçi
olarak İngiltere’deki Hint arşivlerini inceleyerek yazdığınız
‘Musul - Kürdistan Sorunu’ adlı kitabınızdan yola çıkarak,
Kuzey Irak’la ilgili gelişmeleri yorumlar mısınız?
Önce
kitapla ilgili bilgi vereyim. 1980’lerde İngiltere’ye Mustafa
Kemal Atatürk’ün ulusal kurtuluş mücadelesinin Üçüncü Dünya
halklarına nasıl örnek olduğunu araştırmak üzere gitmiştim.
Hindistan’ın İngiliz sömürgesi altında bulunduğu yıllara
ait bakanlık arşivlerinde çalışırken, Türkiye dosyalarını
katalogdan istediğim zaman, Kürdistan üzerine yığınla belge
gördüm. Daha sonra Dışişleri arşivlerine girdim. Çıkardığım
sonuç şu oldu: Birinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle birlikte
bir Kürdistan devleti oluşturabilmek için İngiltere’nin büyük
rolü olmuş.
Musul, Kürdistan
sorununa da bu bağlamda bakmak gerekiyor. Rahmetli Uğur
Mumcu’nun da yazdığı gibi Şeyh Sait ve Doğu isyanlarının
arkasındaki İngiliz parmağını çok açık görüyorsunuz.
Şark
meselesine dönersek... Osmanlı İmparatorluğu’nun bulunduğu
coğrafyanın Batı mandatelliği altına geçmesi düşüncesinin
altında siyasi olduğu kadar ekonomik sebepler de var.
Musul’daki petrol kaynaklarını elde tutabilmek çok önemli.
Sorun,
Musul’un statüsü
Cumhuriyet 1923’te kurulur kurulmaz
Kürt sorunuyla karşılaşıyor. Musul - Kerkük başlangıçta
misak - ı milli içinde.
Musul
eyaleti, misak - ı milli sınırları içinde olduğu halde
Mondros Mütarekesi ihlal edilerek, İngilizler tarafından gasp
edilmiştir. Bu bölgeyi almak istiyorlar fakat aynen bugün olduğu
gibi Musul’a kazandırılacak statü tartışılıyor. Türkiye,
Musul olarak anıyor ama İngiliz arşivlerinde Kürdistan olarak
geçiyor.
1980’lerde
arşivleri incelerken ben de dehşete kapıldım. Kitabı yazarken
Kürdistan demekte zorlandım. O zamanlar tabuydu.
1920’lerde İngilizler ne planlamış?
İngiliz
Dışişleri karar verme mekanizmasındaki Kürtçü grupların düşündükleri
burayı, büyük Kürdistan olarak oluşturmak ve bu toprakları Türkiye’den
koparmak. Çünkü eğer Güney Kürdistan yani Musul ve Kerkük bölgesi
İngiltere’ye petrol sayesinde bağlanacaksa, bu yörelerde barışın
kalıcı olabilmesi ancak Kuzey Kürdistan’la birleşmesiyle mümkün
olabilecektir. Böylelikle etnik çatışmalar son bulacak, Güney
Kürdistan’daki Kürtler de tatmin edilmiş olacak düşüncesi
hâkimdi İngilizlerde.
Lozan’da sizce hata yapıldı mı?
Orada
iki tarafın düellosu var. İngiltere ile Türkiye bir düello
yapıyorlar ve en fazla çekiştikleri nokta Musul’dur. Yaşlı
Kurt Lord Curson, İsmet Paşa’nın karşısına Ermeni
meselesini getirerek, Musul konusunda geriletiyorlar. İngilizler,
Ankara ile Lozan arasındaki gizli yazışmaları, şifreleri çözerek
Türklerin stratejisini öğreniyorlar.
Genç Cumhuriyet, Musul Kerkük için
savaşı göze alabilir miydi?
Hayır,
İngilizler savaş yapmayacaklardı. Çünkü zamanın Başbakanı,
Lord Curson’a ‘Kürtler nedeniyle bizi savaşa sürükleme’
direktifi vermişti. İsmet Paşa’ya Musul petrollerinde ortaklık
önerdiler. Paşa, ‘ben düşüneyim’ dedi ama Lord Curson
bunu basına duyurunca, Türkiye’nin o bölgeyle soydaşları,
dindaşları için değil petrol için ilgilendiği spekülasyonu
yapıldı.
Amerika’nın Irak savaşı öncesinde
Türkiye’ye yönelik ‘at pazarlığı’ suçlaması da pek
farklı değil.
Aynen.
Musul
hep vardı
Musul-Kerkük dosyası Milletler
Cemiyeti’nde Türkiye açısından kapanıyor. Irak
petrollerinden pay alınarak toprak iddiasından vazgeçiliyor.
Ancak Kürt sorunu, Irak sınırları dahilinde de tam olarak çözülemiyor.
Ancak 1958 Kasım Devrimi’nde Araplarla birlikte Kürtlerin de
asli unsur olduğundan söz ediliyor. O sırada Türkiye’nin
Kuzey Irak’a müdahalesinden korkuluyor. Barzani’nin açıkladığı
İngiliz belgelerinde bu yönde iddialar yer alıyor.
1950’li
yıllarda Bağdat Paktı var. Demokrat Parti’nin dışa açıldığı
yıllar. Bağdat Paktı, Türkiye’nin NATO’ya girmesinin adeta
koşullarından bir tanesi olarak savunulur ve denir ki ‘Türkiye
Ortadoğu’da Batı’nın bir uç karakolu olsun.’ Belli dönemlerde
hep Musul-Kerkük, Türkiye’nin önüne bir yem olarak konur. Türkiye
buralara girmek istemez, Celal Bayar karşıdır. Menderes, hükümetin
içerisinde, Demokrat Parti’de 1916’da Arap ihanetiyle karşılaşmanın
getirdiği eziklik vardır. Ortadoğu’ya girmeyelim denir.
Günümüzdeki gibi mi?
Evet,
Musul meselesi hep ısıtılmıştır. Burada geçmişle
paralellik kurmak istersek Nasır’dan söz etmemiz gerekecek. Mısır’ın
lideri Nasır da, en az Saddam kadar Batı tarafından sevilmeyen
bir liderdi. Batı’nın Ortadoğu’daki emellerine taş koyan
bir liderdi. 1956’da Süveyş krizi yaşandı. Şimdi bu Irak
olayı, ABD ve İngiltere’nin başlattığı Irak savaşı biraz
Süveyş krizine dönüşmeye başladı. Şöyle ki; o zaman da
Nasır’ı devirerek, Batı’ya yakın bir yönetim oluşturma
niyeti vardı. Ancak Süveyş bunalımını çıkartmakla İngiltere,
Fransa ve İsrail Nasır’ı kahraman yaptılar.
Başrolde
ABD var
Türkiye nasıl etkilenmişti?
Bağdat
Paktı, Türkiye’nin de dolaylı olarak karalanmasına neden
oldu. Bugün de Türkiye’nin bu savaşa Bush - Blair ekseninde
girmesi ileride bir türlü onaramadığımız Araplar arası ilişkilerde
ve Ortadoğu’da Bağdat Paktı’ndan çok daha sıkıntılı acılara
sebep olabilir.
Demek ki 2000’lerin başında
tarihteki olaylar canlanıyor, Şark meselesi, Süveyş bunalımı;
bu defa başrolde ABD var. İngiltere ile birlikte Ortadoğu
haritasını yeniden çizmek istiyor.
Demek
ki tarihin canlanması var, Mehmet Kaplan bir kitap yazmıştı,
‘Balkan Hayaletleri’ diye. Çağ değişti, küresel toplum
ayakta, savaş istemiyoruz ama Irak olayı yaşanabiliyor. Bush ve
Saddam arasındaki çekişme olarak görmüyorum ben, bunu
‘barbarlığın uygarlıkla savaşı’ olarak görüyorum.
Ulusal çıkarlarını askeri güçle kazanmaya yönelik ihtiras
odaklarını barbarlar olarak görüyorum. İkinci kampta ‘hem
Saddam’a, hem savaşa hayır’ diyen küresel toplum var. Eğer
dünyada savunulacak bir şey varsa bu insan haklarıdır.
Demokrasidir. Hukuktur, moralist değerlerdir. Bush ve Blair
Irak’a saldırırken, bu gücü çok hafife aldılar.
Irak’a
da bir Tito lazım
Bu savaştan nasıl çıkılacak?
Küresel toplumun
buradaki reflekslerinin artık bir küresel projeye dönüşmesi
gerektiğine inanıyorum. Tepkilerin ötesine geçildiği,
uluslararası sivil toplum örgütlerinin belki BM’nin çatısı
altında Irak’ın yeniden yapılanması konusunda gayret göstermeleri
kadar, Irak’ın o eşiğe gitmeden bu savaşın durdurulmasında
etkili olabilecek bir diplomatik atağın gerçekleşebileceğine
inanmak istiyorum.
Irak yok olmadan bir şeyler yapılmalı.
Savaşa
hayır demekle olmuyor. Nasıl bir barış isteniyor? Irak’ın
bir Tito’su (Yugoslavya eski Devlet Başkanı) olmalı.
Yugoslavya’da savaştan sonra (2. Dünya Savaşı) nasıl Tito
çıktı, bence Irak’ın da bir Tito’su neden olmasın? Belki
benimki çok uçuk bir tasavvur gibi gelecek ama burada ABD’yi
geriletmenin ve sivil toplumu bir projeye doğru yönlen-dirmenin
fizibilitesi var.
Saddam’sız demokratik Irak?
Evet,
Irak’ın içinde demokratik bir liderlik oluşması lazım. Düşünsenize
Irak’ta bir lider veya bir grup ortaya çıksa, ‘Ey Irak halkı,
yeter artık Saddam’dan da, Amerika’dan da çektiğimiz;
kendimizi toparlayalım ve ciddi bir siyasi güç merkezi haline
gelelim’ dese iyi olmaz mı? Kazak askerleri de Rus Çarı’na
çok bağlıydı ama Devrimcilerin yanına geçtiler. Irak’ta
Tito’nun yaptığı gibi bir hareket başarabilseler, hem
Saddam’dan hem de ABD’den kurtulmuş olurlar. Bu çok zor
tabii.
Atatürk
isyanı unutmadı
Türkmen ve Arap nüfus, Müslümanlık da dikkate alınması
gereken faktörler değil mi? Siz kitabınızda, Hilafetin kaldırılmasına
da değiniyorsunuz, Musul -Kerkük’ün kopuşunu olumsuz mu
etkiledi?
Evet, şöyle söylüyorum;
Hilafetin kaldırılması oradaki kopuşu hızlandırmıştır.
Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı’nda
Kürtleri yanına almış.
Atatürk’ün
1921’lerde Kürtlere bazı özel haklar, politik haklar vermeye
hazır olduğu ve bir şekilde de gevşek federasyon düşündüğü
yönünde bazı belgelere rastlamak mümkün İngiliz arşivlerinde.
Gerçi bizim kaynaklarımızda bu yok veya var da bugün ortaya çıkmış
vaziyette değil. Mustafa Kemal’in dönüm noktası, Şeyh Sait
isyanıdır. Mustafa Kemal o zamana kadar Kürtlere bir otonomi düşünüyor
ise Şeyh Sait isyanından itibaren bütün düşünce sistematiği
değişmiştir ve ihanete uğradığını düşünmeye başlamıştır.
Nasıl ki, Mustafa Kemal’in beyninin arkasında bir Arap ihaneti
olmuştur. Şeyh Sait isyanını da unutmayacaktır.
Nasıl etkilenmiş?
Musul
konusunda bu kadar gayret gösterirken ve uluslararası toplumun
karşısına, ‘Kuzey Irak’taki Kürtler benimle yaşamak
istiyorlar, kaderlerini Türkiye ile birleştirmek istiyorlar’
gibi bir tezle ortaya çıktığında, Kürtlerin Doğu ve Güneydoğu
Anadolu’da isyana girişmeleri, Mustafa Kemal’in Musul
projesini bozmuştur.
Kürt
federe devleti varlığına alışmalıyız
Türkiye ne yapmalı?
Herhangi bir şekilde
bu savaşa girmesi halinde Türkiye küresel toplumu
kaybedecektir. Çünkü bu savaşta, ABD koalisyonu yıpranmaktadır.
Vietnam sendromu yeniden yaşanmaya başlandı. Irak’ta böyle
bir direnişin olabileceğini beklemiyordu. Çünkü onlar
Saddam’ı sevmeyebilirler ama ABD’ye baktıkları vakit
Amerika kendi topraklarına giren işgalci, üstelik sivilleri öldüren
bir güç. Savaşa katılması halinde, Türkiye de bölgeye
ihanet etmiş bir güç haline gelecek.
Erdoğan - Gül yönetiminin zikzaklarına
ne diyorsunuz?
Hükümet
birinci tezkereyi getirmeyecekti. Türkiye ciddi bir sosyal şizofreniyle
hadiseleri değerlendiriyor. Bir tarihçi olarak şunu söylüyorum:
‘Tarih hiçbir zaman tekerrür etmez.’ Türkiye şunu kabul
etmek zorunda, bu aşamadan itibaren psikolojik ve stratejik
olarak, Kuzey Irak’ta bir Kürt federe devletinin varlığına
kendini alıştırmak mecburiyetinde.
Sınırları nerede bitecek?
İşte
orada Türkiye olmalı. Türkiye silahlı güç kullanarak
diplomasi masasında yer almak yerine, Irak’ın bundan sonraki
statüsünü belirleyecek tartışmaların yapıldığı
forumlarda bu konuda birikimi, deneyimi ve modeli olan bir ülke
olarak oraya davet edilmek zorundadır.
Irak’ta
çözüm katılımcı demokrasi
Milli
Siyaset Belgesi’nde Türkiye’nin güney sınırlarında bir Kürt
devleti ‘savaş nedeni’ sayılıyor. Bu politikadan vazgeçilmeli
mi?
Bence gözden geçirilmesi
lazım. Endişe şudur: Kuzey Irak’ta etnik temellere dayalı
bir devletin kurulması söz konusu olursa, Türkiye’nin güvenlik
endişelerinin azacağından şikâyetçi olunmaktadır. Bugün
ben şunu iddia ediyorum ki; ABD’nin stratejik partneri olarak
K. Irak’a girsek sonunda ulaşacağımız çözüm budur.
Girseydik de bu olacaktı!
Zafer senaryosu da bu muydu?
Evet,
Amerika’nın ben bu sefer çok kararlı olduğunu ve Kürtlere
ciddi vaatler verdiğini ve Kürtlerin bunu sık sık hatırlattığını
düşünüyorum.
Kürt kartını AB de oynamıyor mu, Türkiye
Kuzey Irak’a girecek diye dünya ayağa kalktı.
AB’nin
mesajları Türkiye’den çok Kürtlere yönelik. ‘Sizi terk
etmedik’ demek istiyorlar. Çünkü beklediği, ‘ABD’nin
burnu sürtüldükten sonra Irak’ın geleceğinin
belirlenmesi.’ Bence Türkiye AB ile diyaloğunu kesmemelidir.
Irak’ta
çözüm katılımcı demokrasidir. Türkiye kendine güvenmelidir.
Kürt asıllı bir yurttaş eğer Türkiye’deki yaşamının K.
Irak’tan daha iyi olabileceğini düşünüyorsa, kaderini birleştirecektir.
Türkiye, bölgedeki Kürtlerin hepsine hamilik yapabilir.
SİYASET
Bu
hafta Sohbet Odası‘nın konuğu; 'Musul-Kürdistan Sorunu’
kitabının yazarı, Beykent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.
Mim Kemal Öke
İşkence
cezası dokuz taksit...
Krize
girmedik
ABD
askerleri AKP gibi
© 2003 Milliyet
|