katrancalı'nın web sayfası

Son güncelleme:
15 Şubat 2004 Pazar

çeviri ve ingilizce öyküler
özel bölüm

 

Adalet Ağaoğlu

 

 

Yazsonu

 

 

 

Bir Geri-Çeviri uygulaması

Bu uygulamada ele alınan metin, Adalet Ağaoğlu'nun Yazsonu romanından bir parça.
Füsun Akatlı, özgün metni okumadan, Ellen Ervin'in İngilizce'ye yaptığı çeviriyi alıp
Türkçe'ye "geri-çevirdi".
Aşağıda önce İngilizce çeviri, sonra da bu metnin Füsun Akatlı tarafından
Türkçe'ye yapılan çevirisi, son olarak da özgün metin yer alıyor.
Uygulamamızın, "çeviriyle kazanılanlar-kaybedilenler" tartışmasına
örnek oluşturacağını umuyoruz.

 

Türkçe'den çeviren: Ellen Ervin

"One moment. It was just that moment. Who knows how many times I had seen the little old, rundown house right next to the motel in the course of a couple of days, but it was only then that people began to move around on the terrace of this abandoned house. Doors opened and closed. Someone went down to the sea by the stone steps below the terrace. Someone else lit a huge a fire on the level place next to the house. I seemed to be hearing some light laughter. Or perhaps some high-pitched sobbing. Some music. Then, suddenly, I saw the flowering broom. Among the coarse, fleshy, hardy leaves that I could almost count, lilac and yellow flowers turned their waxen petals toward the sun, glistening in the morning dew... [author's ellipses] In the garden, the overturned shower fixture that had been lying next to the broken fountain got up and stood in its base —all in the same lightning flash. Water gushed from the shower head. Under a dense curtain of water I saw a nicely shaped woman’s body —if one looked at her arms and noticed that they were not really round or firm she could not have been considered young any longer. She was wearing a skimpy two-piece bathing suit, green, light blue and navy, mixed with a little bit of yellow. The water ran in sheets of her skin, which was burned by the last sun and was neither very clear nor unblemished. Because her short hair was wet, I couldn't tell whether it was light brown or blond, and she shook it out, but —still in that same lightening flash— her hair stuck to her neck again. Her back was deeply grooved...

How can you decide whether a woman standing behind a curtain of water or a window washed by rain is smiling or whether her face is covered with bitter tears? And was this woman smiling or weeping? In that same lightening flash— as soon as the passion to know that seized me, everything vanished. The action in the house was over. The woman in the shower, like the flowers in the garden and the people on the terrace, withdrew before my eyes and went away. Undoubtedly it was imagination. But, like your recall of a sight, over and over, each time in a different form and in a different location, those images, too, began to shimmer before my eyes from moment to moment. I could not escape. And yet, the environment remains in front of me just as it is, with its own reality and with all its simplicity. Here is the house next to the motel, the little old, run-down house. Its terrace is here, and the stone steps leading down, earth over them, the shower fixture lying on its side, the garden with the broom turned dark and ash-colored, devoid of flowers. But there are no people on the terrace or under the shower. The person descending the stone steps to the sea is not there. The lighting person lighting a huge fire on the thorny level place —wearing a brown and white bathing suit— was not there. So it could not have been imagination. One moment, from somewhere, a light struck that house, that terrace, that garden; I had seen the projection of some things on the place where that light struck. An illusion?”

 

İngilizce'den çeviren: Füsun Akatlı

"Bir an. Tam bir andı. Birkaç gündür motelin hemen bitişiğindeki o küçük, eski, terkedilmiş evi kimbilir kaç kez görmüştüm; ama bu terkedilmiş evin terasında ancak o zamanlar insanlar dolaşmaya başlamışlardı. Kapılar açılıyor, kapanıyordu. Biri terasın altındaki taş basamaklardan denize indi. Bir başkası evin yanındaki düzlükte kocaman bir ateş yaktı. Küçük bir kahkaha işitir gibi oldum. Ya da belki çok ince bir iç çekişi. Bir müzik. Sonra birden, çiçek açmış katırtırnaklarını gördüm. Neredeyse tek tek sayabildiğim kaba, etli, arsız yaprakların arasından, sabahın çiyiyle parıldayan eflatun ve sarı çiçekler, balmumunu andıran taç yapraklarını güneşe çevirmişlerdi. Bahçedeki kırık çeşmenin yanında başaşağı dönmüş duran duş düzelmiş, tabanı üzerine dikilmişti —hep aynı parıltılı ışık içinde. Duştan su fışkırıyordu. Yoğun bir su perdesi altında biçimli bir kadın vücudu gördüm. Kollarına bakılacak ve pek dolgun ya da sıkı olmadıklarına dikkat edilecek olursa, artık genç denemezdi ona. Üzerinde el kadar, iki parçalı bir mayo vardı; yeşil, açık mavi, lacivert, azıcık da sarı karışmış araya. Su, son güneşlerde yanmış ve ne pürüzsüz, ne de kusursuz olan teni üzerinden akıp tabaka tabaka akıp gidiyordu. Islak oldukları için, kısa saçlarının acık kumral mı, sarı mı olduğunu anlayamadım. Saçlarını silkeledi, ama —yine o aynı parıltılı ışık içinde— saçlar yeniden ensesine yapıştı. Sırtının oyuğu derindi.

Bir su perdesinin, ya da yağmurla yıkanan bir camın ardındaki bir kadın, gülümsüyor mu, yoksa yüzü acı gözyaşlarıyla mı kapalı nasıl ayırt edersiniz? Ya bu kadın, gülümsüyor muydu, ağlıyor muydu? Hep o parıltılı ışıkta, birden beni avucuna alan bilme tutkusuyla birlikte, herşey silindi. Evdeki hareket kesildi. Duştaki kadın da, tıpkı bahçedeki çiçekler ve terastaki insanlar gibi gözlerimin önünden çekildi gitti. Ama tıpkı bir görüntünün tekrar tekrar, her seferinde başka bir biçimde ve başka bir mekanda anımsanışı gibi, bu imgeler de an be an gözlerimin önünde titreşmeye başladı. Kaçamıyordum. Oysa tüm çevre, olduğu gibi, kendi gerçekliği ve olanca yalınlığıyla önümde durup duruyordu. İşte motelin bitişiğindeki ev.... o küçük, eski, terkedilmiş ev. İşte terası, terastan inen taş basamaklar, üzerlerini kaplayan toprak, yana devrilmiş duş, bahçede kararmış kül rengi katırtırnakları, çiçeksiz. Ama ne terasta kimse var, ne duşun altında. Taş basamaklardan denize inen kişi orada değil. Çalılarla kaplı düzlükte o kocaman ateşi yakan kahverengili-beyazlı mayo giymiş adam... orada değildi. Bu bir düş ürünü olamazdı. Bir an, bir yerlerden o eve, o terasa, o bahçeye bir ışık vurmuştu. Ben o ışığın vurduğu yerde birşeylerin izdüşümünü görmüştüm. Bir yanılsama mı?"

 

 

Yazsonu, Adalet Ağaoğlu, 1985

"Bir an. O andı işte. Motelin yanıbaşındaki, bırakılmış küçük, eski evi bir-iki gündür kimbilir kaç kez görmüştüm, ama ancak o zaman, hiç kimsesiz bu evin taraçasında insanlar dolaşmaya başladı. Kapılar açılıp kapandı. Biri, taraçanın altındaki taş merdivenlerden denize indi. Bir başkası, evin yanındaki düzlükte kocaman bir ateş yaktı. Küçük bir kahkaha işitir gibi oldum. Belki de ince bir ağlayış. Bir müzik. Sonra, ansızın çiçek açan katırtırnakları gördüm. Etli, diri, kalın yapraklar arasında, neredeyse saydım, üstünde sabah çiğlerinin ışıldadığı, cilalanmış taçyapraklarını usul usul güneşe döndüren eflatun ve sarı çiçekler... Evin bahçesinde, kırık çeşmenin yanıbaşında devrilmiş duran duş demiri kalktı —hep aynı ışık çakımında—, yuvasına oturdu. Duşun deliklerinden gür bir su fışkırdı. Sık bir yağmur perdesi altında, boyutları güzel, —kollarının iyice diri ve dolgun olmamasına bakılırsa, artık genç sayılamayacak— bir kadın gövdesi gördüm. Üstünde yeşil-mavi-lacivert, pek az da sarı karışımı, iki parçalı küçük bir mayo vardı. Sular, son güneşlerde yanmış, fazla duru ve pürüzsüz olmayan teninden pul pul akıyordu. Islaklığından ötürü açık kumral mı, sarı mı olduğunu anlayamadığım, ensede kesilmiş saçlarını silkelemiş, ama saçlar, —hep aynı ışık çakımında— yeniden ensesine yapışmıştı. Sırt çizgisi derin...

Bir su perdesinin ya da yağmurların yıkadığı bir camın gerisinde duran kadın yüzünün gülümsediğini mi, yoksa acılı gözyaşlarıyla mı örtüldüğünü nasıl ayırt edebilirsiniz? Bu kadın da, gülümsüyor mu, ağlıyor muydu? —Hep aynı an, aynı ışık çakımında—bunu bilmek tutkusuna kapılır kapılmaz, her şey yitti. Evdeki devinim bitti. Duştaki kadın, bahçedeki çiçekler gibi, taraçadaki kimseler de gözlerimin önünden çekilip gitti.

Kuşkusuz bir imgelemdi. Ama, bir görüntüyü yeniden yeniden ve her kezinde değişik biçimlerde, değişik konumlarda ansımanız gibi, o imgeler de gözlerimin önünde an-an çakmaya başladı. Kurtulamıyorum. Oysa, çevre kendi gerçeğiyle, bütün yalınlığıyla karşımda, olduğu gibi durup duruyor. İşte motelin yanındaki ev, küçük, eski, bırakılmış ev. Taraçası, aşağılara doğru topraktan akmış taş basamakları, yan yatmış duş demiri, kararmış, külrengi, çiçeksiz katırtırnaklarıyla bahçesi işte. Ne ki, taraçada da, duşun altında da kimseler yok. Taş basamaklardan denize inen kişi yok. Çakıllı düzlükte kocaman bir ateş yakan kişi de —üstünde kahverengili beyazlı mayoyla— yoktu. Bir imgelem olamazdı öyleyse. Bir an, bir yerden o eve, taraçaya bahçeye bir ışık çakmış; ben, çakan ışığın düştüğü yerde bazı şeylerin izdüşümünü görmüştüm. Bir yanılsama?"


 

 

 

 

 

   Ana Sayfa
   Çeviri ve
    İngilizce Öyküler
    Özel Bölüm:
    Çeviri - Extra
   Adalet Ağaoğlu
The Poem and The Fly
Bir Geri-Çeviri Örneği
 Yaz Sonu
  Dil içi çeviri Örneği
 Yakında!
   
Üstkatrancalı©2003