21. yÜzyilda İnsan HaklarI BaĞlamInda

AGİT İle TÜRkİye'nİn İÇ GÜvenlİĞİ etkİleŞİmİ

Yrd. Doç. Dr. Fatih Karaosmanoğlu

LLB (Ankara), LLM (Nottingham), PhD (Surrey)

Uluslararası Hukuk ve İnsan Hakları

Polis Akademisi Öğretim Üyesi

Giriş

Avrupa Birliği (AB) Helsinki kararları ile Türkiye'nin aday ülke statüsünü kazanması sonucu, ülkemizde insan hakları konusuna daha fazla vurgu yapılmaya başlanmıştır. Çünkü, AB'nin tam üye olacak devletlerde aradığı ve Kopenhag kriterleri olarak adlandırılan ön şartlardan birisi, "insan ve azınlık haklarına saygılı kurumlara sahip olmaktır". Aslında, ferde daha fazla önem verilmesi anlayışının bir sonucu olarak ferdi insan hakları, Türkiye'nin AB'ye girişinin ötesinde önemi olan ve 21. yüzyıla daha da fazla damgasını vuracak bir konudur. Başka bir ifade ile, çağdaş devletin "insan haklarına saygılı olma" ölçütü, daha somut olarak "uluslararası standartları belirli medeni ve siyasi haklar ile ekonomik, sosyal ve kültürel hakların eşzamanlı olarak bireyler tarafından kullanımının garanti altına alınması" biçiminde olacaktır.

Dolayısıyla önümüzdeki yıllarda Türkiye, küreselleşmenin de bir sonucu olarak, insan hakları bağlamında BM, AK ve AGİT gibi global ve yerel uluslararası kuruluş ve standartlar ile daha fazla etkileşim içinde olacaktır. Diyebilirim ki, bu kuruluş ve standartlar, Türkiye'nin hem dış ve hem de iç aktör olarak davranışının şekillenmesinde belirleyici faktörlerden birisi olmaya devam edecektir. Fakat, Türkiye, örneğin insan hakları mevzuatında temel düzenlemelere giderek bu davranışını ortaya koyarken, haklı olarak sık sık kendisine şu soruyu soracaktır: acaba bu düzenleme ulusal güvenliği zedeleyici mi yoksa pekiştirici mi niteliktedir?

Bu sempozyumda sunacağım tebliğ konum, 21. yüzyılda Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) İnsan Hakları Sistemi ile Türkiye'nin iç güvenlik etkileşimi üzerinedir. Konu üç aşamalı olarak ele alınacaktır. AB Kopenhag kriterlerinin AGİT ve Kopenhag prensipleri zemininde gelişmesi [1] ve Türkiye'nin - basından öğrendiğimiz kadarıyla - yeni bir azınlık modeli olarak Fransa modeli üzerinde durması, ele alacağımız bu tebliği daha da anlamlı hale getirmektedir. Bu çerçevede;

İlkönce, AGİT hakkında kısaca bilgi verilecek ve bu süreçte azınlık haklarına yaklaşımın nasıl olduğu ele alınacaktır.[2] ikinci olarak, AGİT ve insan hakları normlarının Türkiye bakımından niçin önemli olduğu üzerinde durulacaktır. Bu konu ele alınırken yakın zamanda tarafımdan yapılan survey sonucundan bahsedilecektir. Son olarak, insan hakları bağlamında AGİT ile Türkiye'nin iç güvenliği etkileşiminin 21. yüzyılda nasıl olacağı değerlendirilmesi yapılacaktır. Bu aşamada yeni bir "azınlık" tanımı yapılıp diplomasimize öneri getirilecektir. 

AGİT ve İnsan Hakları

Türkiye'nin de kurucu üye olarak yer aldığı, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT)[3], statü olarak, Birleşmiş Milletler (BM) teşkilatı prensipleri doğrultusunda faaliyet gösteren Avrasya coğrafyasında kurulu 54 üyeli bir yerel teşkilattır. Tarihsel kökleri itibariyle soğuk savaş döneminin başlangıç yıllarına yani 1950'lere kadar uzanan, ancak, kuruluş temeli 1975 Helsinki Nihai Senedi (HNS) ile atılan AGİT, 1990 Paris Şartı ile kurumsallaşma sürecine girmiş ve en son 1999 İstanbul Şartı ile de, 21. yy'da siyasi yapılanma yanında hukuksal yapılanmaya doğru gitme göstergesine sahip bir teşkilat yapısına kavuşmuştur.

Kurulduğu günden bugüne insan hakları alanında kendine özgü bir yapı geliştirmiş olan AGİT'in insan hakları komponentini daha iyi anlayabilmek için, sahip olduğu özellikleri kısaca bilmek gerekecektir.

Birincisi, geniş güvenlik kavramı (comprehensive security) benimsenmiştir. Buna göre, politik, güvenlik, ekonomik, insan haklarını da içeren insani boyut gibi bütün konular, barışın sürdürülebilmesi için birbiri ile iç ilişkili hale getirilmiş konulardır. Bundan dolayı, bir konudaki gelişimin, eşzamanlı olarak, diğer bir konuda yapılan gelişmeye bağlı olduğu vurgulanmıştır. Bu karşılıklı ilişki, HNS'nin 10. prensibi ve sonraki çeşitli belgelerde ifade edilmiştir.

İkincisi, insan hakları dahil bütün konuların katılımcı devletler tarafından periyodik tartışıldığı tek Avrupa forumudur. Burada şu hususu belirtmekte yarar vardır: AGİT, başlangıçta, bir de facto Doğu-Batı müzakere forumu olmakla birlikte, bir de jure Doğu-Batı müzakere forumu değildi. Çünkü, "mavi kitap" olarak adlandırılan Helsinki İstişari Toplantıları Nihai Tavsiyeleri'nin 65. Kuralı, AGİT'in askeri ittifaklar dışında yer alacağını belirtmiştir. Bununla birlikte, 1986-1989 Viyana Toplantısı ile bu de facto durumdan uzaklaşılmıştır. Çünkü, özellikle Doğu ve Batı bloku ülkeleri belli insani sorunlarda birlikte eylemde bulunmuşlardır.[4]. Günümüzde ise, de facto ve de jure olarak askeri doktrin sahibi olmayan bir kimliğe sahiptir.

Üçüncüsü, vatandaşlar yani bireyler, AGİT sürecinde yer almaktadrlar. Bu konu, HNS'nde şöyle vurgulanmıştır: "Hükümetler, kurumlar, organizasyonlar ve kişiler bu amaçların başarılmasına katkı sağlamada ilgili ve pozitif bir role sahiptirler"[5]. Dolayısıyla, bazı ülkelerde AGİT taahhütlerini izlemek için Helsinki izleme grupları kurulmuştur. Bunlardan bazıları şunlardır: Çekoslavakya'da Charter 77, Moskova Helsinki İzleme Grubu, Birleşik Krallık'ta Helsinki İnceleme Grubu, Washington/Newyork Helsinki İzleme Komitesi.

Dördüncüsü, AGİT, kendisine dinamiklik ve süreklilik sağlayan takip etme veya izleme (follow-up) sistemi ile hareket etme yeteneğini geliştirmiştir. Bu sistem, dierlerinin yanında insan hakları konularının gelişmesinde önemli rol oynamaktadır. Bu müteakip toplantıların amacı, AGİT taahhütlerinin yerine getirilmesi ve katılımcı ülkelerin yaptığı gelişmeyi değerlendirme ve aralarındaki işbirliğini geliştirme durumlarını müzakere etmektir.

Müteakip toplantılar ikiye ayrılabilir: Gözden Geçirme (review or follow-up) toplantıları ve ihtisas (inter-sessional or ad hoc) toplantıları. Gözden Geçirme toplantıları, AGİT belgelerinin yerine getirilmesini gözden geçirmeye dayanmaktadır. Ayrıca, AGİT sürecinde ele alınan konularla ilgili öneriler bu toplantılarda gözden geçirilmektedir. 1975'den beri yapılan Gözden Geçirme toplantıları şunlardır: Belgrad (1977-78) (17), Madrid (1980-82) (18), Viyana (1986-89) (19), Helsinki (1992), Budapeşte (1994), Lizbon (1996 ve İstanbul (1999). 1990 Paris ªartı ile, Gözden Geçirme toplantıları kural olarak iki yıl da bir yapılacak ve aksi belirtilmediği sürece üç ayı geçmeyecektir. Ayrıca, önceki Gözden Geçirme toplantıları Dışışleri Bakanları tarafından atanan temsilciler tarafından yapılırken, Paris Şartı, Devlet ve Hükümet başkanlarının bütün Gözden Geçirme toplantılarında bir araya geleceği hükmünü getirmektedir. İhtisas (ad hoc) toplantıları ise, AGİT belgelerinde yer alan spesifik konuları daha fazla gözden geçirmek için iki Gözden Geçirme toplantısı arasında kalan süre içinde yapılmaktadır. Belgrad Gözden Geçirme toplantısından beri ihtisas toplantıları yapılmıştır. Örnek olarak, 1989 Viyana Sonuç Belgesi (VSB), üçü insani boyut konferansı olan toplam onbir ad hoc toplantısının yapılacağı hükmünü getirmiştir.[6]

Beşincisi, AGİT belgeleri, pozitif hukuk bakımından hukuksal bağlayıcılığı olmayan ancak, siyasi bağlayıcılığı yanında hukuksal önemi olan belgelerdir. Burada önemli bir nokta şudur: bir AGİT sonuç belgesi ilave taahhütler içerirse, HNS ve sonraki AGİK belgelerini değiştirme ve düzeltme yeteneğine sahiptir.

Altıncısı, katılımcı devletlerin toplantılardaki bütün kararları, konsensüs ile alınırlar. Bu prosedürel kural, AGİT'in önemli özelliklerinden biridir. Konsensüs prensibi "mavi kitap" olarak adlandırılan Helsinki İstişari Toplantılarının Nihai Tavsiyeleri'nde ve en son İstanbul şartı gibi müteakip belgelerde de yer almıştır. Konsensüs, katılımcı devletin temsilcisi tarafından ifade edilen ve karar almaya engel oluşturucu olarak sunulan bir itirazın olmamasını ifade eder.

Son olarak, başlangıçtan beri AGİT kompleks bir yapıya sahip olmuştur. Katılımcı devletler, 1990 lara kadar sürekli bir personel ve binaya sahip olma veya belli programa dayalı toplantılar yapmayı amaçlamadı. Ancak, 1990 Paris ªartı ile başlayan ve 1992 Helsinki kararları, 1994 Budapeşte Belgesi ve 1999 İstanbul şartı ile de sürekli kurumsallaşan bir yapıya büründü. Dönem Başkanı, Parlamenterler Asemblesi, Bakanlar Konseyi, Kıdemli Memurlar Konseyi ve Sürekli Konsey gibi kurumları yanında, insani boyut ve insan hakları bakımından temel kurumları, 1992 Helsinki Kararları ile kurulan Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Merkezi ile Ulusal Azınlıklar Yüksek Komiseri'dir.

AGİT Azınlık Yaklaşımı

Burada Türkiye ve diğer AGİT ülkelerinin, azınlıklara nasıl yaklaştıklarını temel belgelerdeki  taahhütler çerçevesinde bakarak görelim.

1975 Helsinki Nihai Senedi (HNS) 'nin self-determinasyon hükmü, ayı zamanda bunun azınlıklara uygulanıp uygulanamayacağı sorusunu gündeme getirdi. Bu soru "halklar" kelimesinin içeriği ile de alakalıdır. Bu konuda HNS'nin 7. prensibinin 4. paragrafı şöyle der:

"Topraklarında ulusal azınlıkların yaşadığı katılımcı devletler, bu azınlıkların bireylerinin hukuk önünde eşitlik hakkına saygı duyup, gerçek insan hak ve özgürlüklerini kullanabilmeleri için onlara tam bir fırsat sağlayacak ve bu konuda bu alandaki meşru menfaatlerini koruyacaktır".

Yukarıda bahsedilen paragraftan anlaşılabileceği gibi, HNS'nin self-determinasyon maddesi olan 8. prensip azınlıklara uygulanamaz. Çünkü, "azınlıklar" 7. prensipte ele alınmıştır. Ayrıca, Antonio Cassese'e göre, 8. prensip kabul edilmeden önce yapılan tartışmaların da, "ulusal azınlıkların" "halklar" kavramından ayrı düşünülüp bu kavramın dışında bırakıldığını göstermektedir.[7].

Burada önemli noktalardan birisi, Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi (UMSHS) gibi BM belgeleri istisnasız her zaman etnik, din ve dil bakımından azınlıklara atıfta bulunurken, AGİT projesi ulusal azınlık kavramını kullanmaktadır. Ulusal azınlıklar kavramı ile ilgili olarak, 1991'de Cenevre'de yapılan Ulusal Azınlıklar üzerine Uzmanlar Toplantısı'nda da AGİT ülkeleri ulusal azınlık kavramının neyi içerdiğine ilişkin anlaşmaya varamamışlardır. Bundan dolayı, daha sonraki belgeler ve en son 1999 İstanbul şartı da ulusal azınlık kavramını kullanmıştır.[8]

Diğer taraftan, HNS'de azınlık hakları kollektif haklar olarak korunmuyor. Aksine, azınlıklar bireysel olarak korunuyor. Ulusal azınlıklara yapılan davranış temel olarak ayrım yapmama ilkesi ile ele alınıyor [9]. Ulusal Azınlıklar Üzerine Uzmanlar Toplantısı'nda katılımcı devletler azınlıklara kollektif hakların verilip verilemeyeceği konusunda anlaşmaya varamadılar.

Bundan dolayı, AGİT sürecinde tercih edilen yaklaşım, azınlık haklarını ülkelerin mevcut sınırları içinde korumaktır. Aksi bir yaklaşım, self-determinasyon hakkının azınlıklara verilmesi anlayışını beraberinde getirir ki, böyle bir yaklaşım başlangıçta değinildiği gibi, AGİT devletleri tarafından kabul edilmediği gibi, BM ve Avrupa Konseyi tarafından da kabul edilmemektedir.[10]

Daha önce ifade edildiği gibi, azınlıklara muamele ayrım yapmama ilkesine dayandırılmıştır. Bununla beraber, Arnavutluk'ta Azınlık Okulları Davasında Uluslararası Adalet Divanı tarafından tanındığı gibi[11] Devlet azınlık kimlik ve varlığına yönelik tehditleri önlemek için pozitif bir eyleme ihtiyaç duyabilir.

Dolayısıyla, müteakip AGİT belgelerinde, azınlıkların korunmasına ilişkin hükümlerin kabul edilmesine yönelik teşebbüs yapıldı. Örnek olarak, 1989 Viyana Sonuç Belgesi (VSB), HNS'nin hükümlerinden daha geniş olan iki hüküm (18 ve 19. paragraflar) kabul etti. Bunlar şunlardır:

"Katılımcı devletler, ulusal azınlıklara ilişkin Helsinki Nihai Senedi ve Madrid Sonuç Belgesi'nin hükümlerini uygulamak için sürekli çaba sarf edecektir. ülkelerindeki ulusal azınlıklara ait bireylerin insan hak ve özgürlüklerini korumayı sağlamak için gerekli olan bütün kanuni, idari, adli ve diğer tedbirleri alıp bağlı oldukları ilgili uluslararası belgeleri uygulayacaklardır. Bu kişilere karşı her türlü ayrım yapmadan uzak durup insan hak ve özgürlükleri alanındaki meşru ilgi ve isteklerinin yerine getirilmesine katılacaklardır.

Ülkelerindeki ulusal azınlıkların etnik, kültürel, dil ve din kimliğinin korunup gelişmesi şartları ve durumlarını koruyup yaratacaklardır. Bu azınlıklara ait bireylerin haklarını serbestçe yerine getirmelerine saygı duyup başkaları ile tam eşitliklerini sağlayacaklardır.

Ayrca, Hannum'un (1991:1439-1441) vurguladığı gibi, bir neden olarak, Doğu Bloku'ndaki demokratik hareketler belirleyici bir rol oynadığı için, KSB AGİT belgeleri arasında en önemli hükümleri kabul etti. Kopenhak toplantısında, İtalyan teklifine dayalı azınlık haklarının gelişen prensipleri kabul edilmekle birlikte, muğlak olup hükümetlere azınlıklar konusunda büyük bir takdir hakkı bırakılmıştır.

Kopenhag pensipleri dil, eğitim ve siyasi katılma sahalarında azınlık haklarına katkı sağlıyor. Azınlık dilleri ile ilgili olarak, bir kimsenin kendi dilini kullanması ile ifade özgürlüğü arasında bir ilişki vardır. Bu konuda, KSB'nin 32. paragrafı şöyle der: " Ulusal azınlıklara ait bireyler ...dil... kimliğini serbestçe ifade etme, koruma ve geliştirme haklarına sahiptirler". Dilin kullanımı ile alakalı aşağıdaki haklar da kabul ediliyor: bir kimsenin ana dilini serbestçe kullanma hakkı; dini eğitim faaliyetlerini ana dilleri ile yapma hakkı; Bilgiyi anadilinde neşretme, ulaşma ve mübadele yapma hakkı.

KSB'nin 32 (2). paragrafı ulusal azınlıkların kendi eğitim kurumlarını kurma ve işletme hakkını benimser. Bu kurumlar, ulusal kanunlara uygunluk içinde, gönüllü mali ve diğer bağışları ve kamu yardımını alabilirler. 34. Paragraf ise, azınlıkların hem ana dillerini, hem de, devletin resmi dilini öğrenmek için yeterli fırsatlara sahip olması gerektiğini garanti eder. Eğitim kurumlarında tarih ve kültür eğitimi konusunda, ulusal azınlıkların tarih ve kültürü dikkate alınacaktır.

İnsani Boyut Mekanizması (İBM)

AGİT insan hakları sisteminde önemli bir denetim aracı olan İBM, ilk defa 1989 Viyana Sonuç Belgesi (VSB) ile kuruldu.[12] Bu denetim mekanizmasının kurulması, AGİT'in kurumsallaşmasında önemli adımlardan biridir. Daha sonra, 1990 Kopenhag Sonuç Belgesi[13] ve 1991 Moskova Sonuç Belgesi ile daha da genişletilmiştir. İBM, İlke olarak, iki ve çok taraflı görüşmeler, uzmanlar ve raportörlerin yer aldığı delil toplama, arabuluculuk ve görüşmeleri içeren çok aşamalı bir prosestir. Bahsedilen metotlar VSB'nde belirtildiği gibi birlikte veya bağımsız olarak kullanılabilirler.[14] Görüşme (müzakere) Prosesi aşağıdaki dört aşamayı içerir.

Birinci aşama: Bilgi Alışverişi.

Buna göre, AGİT katılımcı devletlerden biri, bir başka devlette insan hakları ihlallerinin farkına vardığında söz konusu devletten konu ile ilgili bilgi talep edebilir. İlgili devlet buna cevap vermek zorundadır. 1991 Moskova Sonuç Belgesi ne göre, talep edilen bilgi yazılı olarak on gün içinde yerine getirilmelidir.[15]

İkinci aşama: İki Taraflı Toplantı: ªayet birinci aşamada verilen cevabın yetersiz olduğu düşünülürse, bilgi talep eden devlet, ikinci aşamaya geçerek iki taraflı bir toplantı yapılmasını isteyebilir. Buna göre, yine 1991 Moskova Sonuç Belgesi'ne göre, kural olarak diplomatik yol ve karşılıklı anlaşma ile talepten  itibaren bir hafta içinde iki taraflı bir toplantı yapılmalıdır. Bu toplantıya, ele alıp inceleme ve sonuca varma amacıyla, iki ülke arasındaki gündemde olan insan haklarına ilişkin olaylar getirilir.

Üçüncü aşama: Bütün AGİT Devletlerine Bildirim

İki taraflı toplantının başarısız olması durumunda, suçlayıcı devlet, bu üçüncü aşamada, söz konusu insan hakları olayını veya durumunu diplomatik yollarla bütün AGİT devletlerinin dikkatine sunabilir. Böyle bir hüküm getirilmesinin temel amacı, katılımcı devletlerin birinci ve ikinci aşama görüşme ve toplantılarını gizli tutmak mecburiyetinde olmadıklarını göstermektedir.

Dördüncü aşama: Konuların Tartışılması

Katılımcı devletler, eğer ilk üç aşamada, insan haklarına ilişkin aralarında mevcut görüşmeleri tatmin edici bir şekilde sonuçlandıramamışlar ise, birinci ve ikinci aşama görüşmelerini AGİT toplantılarına veya yıllık olarak yapılan insani boyut konferanslarına getirebilirler.

Denetim Mekanizması, bağımsız uzmanlar oluşturulmasıyla, 1991 Moskova İnsani Boyut Konferansı ile daha da güçlendirildi. Uzman görevliler sistemi veya delil toplama misyonu oldukça karışık: Bu sistemin gönüllü veya zorunlu olma biçimleri var. İnsani boyuta ilişkin özel bir sorunun çözümünü kolaylaştırmak için AGİT ülkeleri görevlileri davet edebileceği gibi, davet talebinde de bulunulabilir.

Moskova Sonuç Belgesi hükümlerine göre, AGİT uzman görevli ve raportörleri ile üçüncü kişi arabuluculuğu ve delil toplama getirilmiştir. Uzman görevlilerin rolü, AGİT'in insani boyutuna ilişkin sorunların çözümünü kolaylaştırmaktır.[16] Bu konuda ilgili taraflar arasında iyi bir arabuluculuk hizmetleri yapılabilir. Uzman görevliler tarafından arabuluculuk hizmetinin yapılabileceği iki durum vardır: birincisi, insani boyuta ilişkin ülkesindeki sorunun çözümüne katkı için herhangi bir katılımcı devlet tarafından uzman görevli davet edilebilir (4. paragraf), ikincisi, herhangi bir katılımcı devlet, görüşmelere taraf diğer devletin, ülkesindeki insani boyuta ilişkin belirli problemi gidermek için, uzman görevliler davet etmeyi kabul edip etmeyeceğinin sorulmasını talep edebilir (8. paragraf). Uzman görevlilerin gözlemleri ve devletin buna ilişkin yorumları, söz konusu gözlemler Kıdemli Memurlar Komitesi'ne intikal ettirilinceye kadar gizlidir.

Uzman görevlilerin atanması talebi katılımcı devlet tarafından reddedilebilse bile, , AGİT raportörlerinin atanabilmesinden dolayı, İBM bu durumdan ciddi anlamda etkilenmez (9. paragraf). Bundan dolayı, ilgili devlet kabul etsin veya etmesin, insani boyuta ilişkin ülkesindeki belirli sorunu gidermek için bir raportör gönderilebilir. Bu durumda ancak şu şartlara uygunluk olmalıdır: Birincisi, uzman görevlinin problemi çözmede başarısız olduğunu düşünen veya diğer devletin uzman görevliler göndermeyi kabul etmesini sağlamada başarısız kalan bir katılımcı devlet tarafından raportör talep edilebilir (9 paragraf), İkincisi, ancak bu durumda raportör talebi en az bir başka 5 katılımcı devlet tarafından desteklenmelidir (12. paragraf). Olağanüstü (acil) insani boyut prosedürü de vardır. Bu prosedüre göre, bir katılımcı devlet, insani boyut hükümlerinin yerine getirilmesine bilhassa ciddi bir tehlike olduğunu düşünürse, bir AGİT raportörü gönderilebilir. Ancak bu durumda katılımcı devletin söz konusu talebi başka 9 devlet tarafından desteklenmelidir.

Türkiye Bakımından Önemi

İnsan hakları bakımından AGİT'in bir önemi var mıdır? Varsa hangi yönlerde önem taşımaktadır. Bu konuya geçmeden burada bir noktaya deinmek faydalı olacaktır. İnsan haklarının korunumu bakımından AGİT'in legal bir mekanizmaya sahip olmaması, bazılarını, bu teşkilatın çok fazla fonksiyonu olmadığı düşüncesine sevk edebilir. Ancak, bana göre bu yaklaşım isabetli değildir. Çünkü, bu yaklaşım, en başta, şu varsayımdan hareket eder: uluslararası insan haklarının korunumu sadece legal yapıdan geçer. Halbuki, uluslararası insan haklarının korunumu madalyonun iki yüzü gibi iki yönlüdür. Bu çerçevede, legal yapı, temelde hak ihlali sonrası ihlal edilen hakkın geri verilmesini salayıcı bir araç olarak madalyonun bir yüzüdür. Madalyonun dier yüzü ise, siyasi yapı olup, temelde hak ihlali öncesi icra edilen proaktif bir araçtır. Diğer yandan söz konusu yaklaşımın isabetli olabilmesi için şu soruya "evet" denilmiş olmalıdır: legal bir denetim mekanizmasına sahip global veya bölgesel BM ve Avrupa Konseyi gibi uluslararası kuruluşlar insan hakları ihlallerinin önlenmesinde başarılı olmuşlar mıdır? Günümüzde derecesi farklı olmakla birlikte her bir ülkede insan hakları ihlallerinin sürüp gitmesi söz konusu kuruluş veya kuruluşların başarılı olmadığının göstergesidir.

Burada söylenebilecek önemli bir konu da şudur: uluslararası insan hakları kuruluşları arasında rekabetçi ve monopol anlayış gereksiz olup buna yer verilmemelidir. Her bir uluslararası kuruluş, getirdiği mekanizma ve anlayış ile ayrı fakat tamamlayıcı fonksiyon üstlenmektedir. Nitekim, örneğin, insan hakları bakımından Avrupa Konseyi'nin Türkiye bakımından önemli bir yeri olduğu açıktır. Çünkü, Avrupa Konseyi, Avrupa'da demokrasi ve insan haklarının yerleşimi alanında faaliyet gösteren ve en azından sahip olduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi legal adalet mekanizması ile Türkiye'nin insan hakları uygulamalarını hukuksal yaptırımlara da sahip olarak denetleme yetkisine sahiptir. Ayrıca, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, 34. maddesi ile, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne yapılan kişisel müracaatın kabul edilebilirlik şartları arasında bir başka uluslararası merci veya kuruluşa müracaat etmemiş olmayı sayması bu rekabetçi ve monopol anlayışının gereksiz olduğunun göstergesidir.

Yakın zamanda, Türkiye'deki bilim adamları, üst düzey bürokratlar, politikacılar, gazete başyazarları ve hukukçulardan oluşan 111 Elitin görüşü alınarak, tarafımdan yapılan, AGİT İnsan Hakları Normları ve Devlet Davranışı: Türkiye Örneği üzerine yapılan bir araştırma;[17], AGİT insan hakları normlarının, - bir devletin davranış biçimleri olarak - insan hakları amaçlı dış politika karar yapma projesi ve insan hakları hukukuna etkisi olduğunu göstermektedir. Bu araştırmada aynı zamanda şu iki kavramsal hipotez ispat edilmiştir: 1) İnsan hakları amaçlı dış politikada, temel insan hakları ile doğrudan ilişkili olmayan AGİT insan hakları normları, doğrudan ilişkili olanlardan daha fazla etkilidir. 2) İnsan hakları hukukunda, temel insan hakları ile doğrudan ilişkili olan AGİT insan hakları normları, doğrudan ilişkili olmayanlardan daha fazla etkilidir.

Ancak burada araştırmanın hipotetik kısmına değinmeden, AGİT ile Türkiye'nin İç Güvenliği etkileşiminin bir boyutunu oluşturması yönüyle, AGİT insan hakları normlarının hangi nedenlerle Türkiye'ye etkisi olduğu üzerinde durulacaktır. AGİT insan hakları normlarının bu etkisi, genel olarak, normların jenerik fonksiyonlarının ötesinde temelde üç nedene dayanmaktadır. Birinci neden, söz konusu normlar, siyasi ve hukuksal faydalar salayan araçlardır. Bu faydalar devletin davranış biçimlerine göre de farklılık gösterir. Örneğin, insan hakları hukuku ile ilgili olarak avukatlar, savunmalarını güçlendirme amaçlı olarak bu normlara atıfta bulunmaktadırlar. İnsan hakları amaçlı dış politikada ise, bu normların dikkate alınması, şu nedenlere dayanmaktadır: a) Söz konusu normlara uygun davrandığı görüntüsü verir, b) Avrupa Birliğine giriş gibi pragmatizmine hizmet eder, c) Türkiye'de bir Avrupa vokasyonunun olması nedeniyle, yerine getirilmesi gereken yükümlükleri içermesi ile Avrupalılaşma ve demokratikleşme yolunda önemli rol oynar, d) Türkiye'de yaşayanların Avrupa insanının gerisinde olmadığı imajını oluşturur, e) Geleneksel ve tecrübeli diplomasiye sahip ülke olarak Türkiye, dış politika açıklamasında bulunurken uluslararası ilişkiler formu içinde yer alan her türlü yazılı ve yazısız anlaşmalara atıfta bulunur. Çağdaş ve modern bir devletin amacı uluslararası hukuk ve ilişkilere karşı harekette bulunmadığını göstermektir. İkinci neden, ülkenin hukuksal açıdan durumudur. Bu çerçevede temel hak ve özgürlükler iç hukukta tamamen garanti altına alınamamış ve geliştirilememiş bir ülke olarak, söz konusu insan hakları normlarına müracaat edebilmektedir. Üçüncü neden ise, söz konusu AGİT insan hakları normlarının, hukuksal, politik, kültürel, ahlaki ve kültürel değerlere sahip olmasıdır.

AGİT ile Türkiye'nin İç Güvenliği Etkileşimi

Burada etkileşimden bahsediyorsak AGİT ve insan hakları normlarının dış faktör olarak durduğu açıktır. Burada iç faktör ise, ekonomik, sosyal, ve politik şartları ile birlikte iç güvenliktir. İç faktörler galip faktörler olmakla birlikte dış faktörlerin etkilerini önemsememek yanlış olacaktır.[18].

Genel olarak ifade edersek, burada bir ülke güvenliği ile ilgili gündeme gelebilecek bir konu, insan hakları konusunun bir ülkenin içişlerine karışmama (non-intervention) prensibi ile ne derece bağdaştığı hususudur. Burada hemen şu ifade edilebilir. BM, AK yanında AGİT devletleri de prensip olarak insan haklarının bir ülkenin iç işi sayılmadığını beyan etmektedirler. Devletler, bu anlayışa, klasik müdahale anlayışından uzaklaşmaları sonucu varmışlardır.Buna göre günümüzde insan hakları konusunda müzakere, çalışma, delil toplama, görüş beyan etmeler ve tavsiyelerde bulunma müdahale (intervention) oluşturmamaktadır.

Ancak burada bir ülkenin iç işlerine karışma veya müdahalenin dereceleri mutlaka göz önüne alınmalıdır. Bir başka ifade ile, insan hakları bakımından karışmanın (intervention) derecesi, güç kullanımı (use of force) derecesine varamaz. Bu güç kullanımının yasaklılığı, BM şartı çerçevesinde zaten temel prensiptir. Hatta BM şartı bakımından, zecri müdahale (coercive intervention) bile, devletlerin ülke bütünlüğü ve bağımsızlığını ihlal edici nitelikteki, güç kullanımı olarak kabul edilmektedir.

Gerçi burada Rodley, devletlerin insan haklarına yönelik uygulamalarının ele alınmasına ilişkin BM'nin uygulamasının değiştiğini ifade etmektedir. Buna örnek olarak da BM'in 688 sayılı kararını göstermekte ve Kuzey Irak Çekiç güç (safe havens) operasyonunu, BM'nin zecri müdahale üstlenebileceği delili olarak ileri sürmektedir.[19] Bu noktada Rodley'in görüşüne katılmıyorum. Çünkü, çekiç güç operasyonu kendine özgü (sui generis) bir yapıdır. Yoksa, BM'nin zecri müdahalesine yol açacak şekilde müdahale anlayışının değiştiğine bir örnek olamaz.

Ayrıca, siyasi olarak, bir devletin uluslararası insan hakları mekanizması uyarınca bir ülkeye görevlilerin girişini reddetmesi zorlaşmaya başlamıştır. Hukuksal olarak, devletlerin, uluslararası kuruluşların tavsiyelerini yerine getirmeme özgürlüğü olmakla beraber, söz konusu kuruluşlara ilişkin kurumsal mekanizmalar ağı, politik manivela gücü, ekonomik bağlantı ve beklentiler de facto olarak devlet egemenliğini zayıflatmaktadır.[20]

21. yy'da AGİT legal yapıya sahip olacak gibi görünüyor. Son 1999 İstanbul Şartı'nda da buna ilişkin belirtiler var. Şayet yakın zamanda Mahkeme gibi legal denetim mekanizması kurulacak olursa, söz konusu mekanizmanın azınlık hakları karakterli olması açısından AGİT, Avrupa Konseyi'nden farklılık arz edecektir. Çünkü, AGİT, ilkesel olarak 1975 Helsinki Nihai Senedi'nden[21] detaylı olarak ele alındığı 1990 Kopenhag Belgesi[22] ve tekrar vurgu yapıldığı 1999 İstanbul Şartı'na[23] kadar hep azınlık hakları üzerinde durmuştur.

Burada Türk diplomasisine önemli bir misyon düşmektedir. O da şudur: BM, AK ve AGİT gibi global veya bölgesel kuruluşlar nezdinde, Türkiye'nin azınlık ve azınlık hakları anlayışını içerecek şekilde yeni bir metin önerilmelidir. Bu metin, tarafımdan yapılan şu azınlık tanımını içermelidir: "sosyolojik olarak dil, din ve ırk gibi unsurlardan en az biri ile dahi çoğunluk içinde yer almayan kişi veya vatandaşlardır". Bu tanıma göre, bir ülkede yaşayan kişiler o ülkenin vatandaşı olup, dil, din ve ırk gibi unsurlardan en az biri ile, çoğunluk içinde yer alıyor ise azınlık sayılmayacaktır.

Niçin söz konusu azınlık tanımını içeren yeni bir metnin önerilmesi gerektiği ise açıktır. Çünkü, Türkiye'nin azınlık anlayışı ile AGİT ve diğer kuruluşlar bünyesinde ortaya çıkan temel insan hakları enstrümanlarının azınlık ve azınlık hakları anlayışının en azından örtüştüğü söylenemez.

Türkiye ise, Yunanistan ile mütekabiliyet ilkesi ile 1923 Lozan Anlaşması çerçevesinde, azınlık olarak "gayri müslim" azınlıkları (ekalliyetleri) kabul etmekte ve 37-45. maddeleri ile söz konusu azınlıkların korunumunu garanti etmektedir.[24] Söz konusu azınlık tanımını içerecek bir şekilde uluslararası kuruluşlar önünde diplomatik olarak ileri sürülecek yeni metin, Türkiye ile uluslararası kuruluşlar arasında mevcut azınlık ve azınlık hakları anlayışlarındaki örtüşümsüzlüğü giderici mahiyettedir. Böyle bir metnin diğer Avrupa ülkeleri tarafından hemen kabul edilmesi kolay olmayacaktır ama zor da olmayacaktır. Diğer yandan, uluslararası belgelerde yer alan azınlık kavramını daraltıcı mahiyette olmakla birlikte, bu yeni tanımla azınlık içerisinde yer almayan ancak farklı dil, din veya ırk unsuru ile toplumun farklı segmenti içinde yer alan vatandaşlar yine de bireysel haklar garantisi altında olacaklardır.

Aksi taktirde, uluslararası ilişkiler bakımından insan haklarının manipulatif bir yapıya uygunluğu göz önüne alınırsa, bu örtüşmeme, potansiyel olarak ilerde Türkiye'nin iç güvenliğini tehdit edici bir unsur olabilecektir. Nitekim, AB Komisyonunun Genişlemeden sorumlu üyesi Günter Verheugen'in, Boaziçi Üniversitesi'nde yaptığı konuşmada "Kürt Sorunu" nitelemesinde bulunması ve Başbakanımız Sayın Bülent Ecevit'in "Güneydoğu Sorunu" olduğu şeklindeki tepkisinden sonra Dışişleri Bakanımız Sayın İsmail Cem'le yaptığı görüşmede Verheugen'in yine aynı nitelemede bulunması, AB'nin Kopenhag Kriterleri çerçevesinde Türkiye'de bir "Kürt azınlık" oluşturmak istediği endişelerini güçlendirmektedir. Kürt azınlık oluşturma gayretleri ise, Türkiye'nin iç barış ve güvenliğini güçlendirici değil, aksine zedeleyici mahiyettedir.

Aslında soruna bence doğu, güneydoğu, Ege veya Marmara olarak değil, Türkiye sorunu olarak bakılmalıdır. Temel Türkiye sorunu ise, 21. yy'a damgasını vuracak bireysel hak ve özgürlükler sorunudur. Bu anlamda, sadece normatif düzenlemelerle değil, bir program ve eylem planı ile medeni ve siyasi haklar ile ekonomik, sosyal ve kültürel haklar eşzamanlı olarak ele alınıp garanti altına alınmalı ve geliştirilmelidir. Sayın İsmail Cem'in Belçika'nn haftalık Le Vif-L'Express dergisine verdiği demeçte söz konusu tespiti teyit edici niteliktedir. Sayın Cem bu demecinde, Türkiye'de azınlık tanımı'nın Lozan antlaşması çerçevesinde belirlendiğini, Kürtlerin azınlık olarak algılanmadıklarına değinirken, konuşmasına şöyle devam etmiştir: "Kültürel, demokratik ve düşünce özgürlüklerine karşı değiliz. Kürt vatandaşlarımız dillerini özgürce konuşabiliyor, kitap, gazete ve radyo yayınlar yapabiliyorlar. Batı Avrupa ülkelerinin düzeyine erişmek amacıyla bu hakları genişletmek niyetindeyiz."[25]

Sonuç

Önümüzdeki milenyumda, insan haklarının güvenlik kavramından ayrılmazlığı daha somut olarak görüleceğinden, insan haklarının dış güvenlikte olduğu kadar iç güvenlikte önemi daha da ön plana geçecektir. Türkiye, AGİT şartlarını dikkate almak zorundadır. Çünkü, en azından Avrupalı olmak ve AB ye girmek için için bir vokasyon olarak görülmektedir. İnsan haklarının uluslararasılaşması artan bir şekilde devam edecek ancak, uluslararası ilişkilerde insan haklarının siyasi manipülasyonu da mümkün olduğundan, yapı olarak AGİT bu manipülatif davranışa müsait bir platformdur.

Türkiye'nin demokratikleşme ve insan hakları sorunu yok değildir. AGİT platformu, İnsani Boyut Mekanizması (İBM) ile, en azından yapı olarak, Türkiye'nin insan hakları sorununu, özellikle yabancılar tarafından iddia edilen doğu ve güneydoğu'da etnik kökene dayalı bir azınlık hakları sorunu olarak, uhdesine alabilecek kapasitede görünüyor. Bunun için, Türkiye'de doğu-batı, kuzey-güney Anadolu'da yaşayan her vatandaşın - polis olsun, aydın olsun, halk olsun, öğrenci olsun, asker olsun - diğer faktörlerin yanında AGİT'in bu siyasi mekanizma yapısını dikkate alarak da hareket etmesi gerekmektedir.

AGİT'in azınlık anlayışı ile Türkiye'nin azınlık anlayışı temelde zıt anlayışlar olmamakla birlikte en azından örtüşmemektedirler. Aynı zamanda Türkiye bu konuda da, diplomatik bir atak içine girmelidir: Diğer uluslararası kuruluşlar ve AGİT nezdinde. yaptığım azınlık tanımını içerecek şekilde bir öneri getirmelidir. Söz konusu azınlık tanımı, Türkiye'nin azınlık anlayışını içerdiği gibi, azınlık kavramını özellikle ülke güvenliği ile çok ilişkili bulan ülkeler tarafından kabul edilebilir görünmektedir.

Öte yandan Türkiye'nin, basından öğrendiğimiz kadarıyla, girdiği yeni azınlık modeli arayışında Fransa modelini almasına gerek yoktur. Anayasal değişikliğe gitmeye de gerek yoktur. Çünkü, azınlık konusunda zaten Lozan modeline sahiptir. Yapılacak tek şey; Türkiye bütüncül yaklaşım içinde olmalıdır. Yani, sorunu "güneydoğu sorunu" ve "azınlık sorunu" olarak değil, "Türkiye sorunu" ve "Ferdi haklar sorunu" olarak ele almalıdır. Aynı zamanda bir eylem planı ile birlikte "programatik" yaklaşmalıdır. Burada

Türkiye, her sorununu iyiniyetle yaklaşıldığı sürece aşabilecek kapasitedir. 18 Mart 2000 tarihinde 85. yıldönümünü kutladığımız ve "eğitimsiz ve kifayetsiz bir tümeni teslim alarak iki ayda muharebeye hazırlayan Yarbay Mustafa Kemal'in komutanlık yaptığı" Çanakkale Zaferi'ni yaşayan bir milletin fertleri olarak buna inancımız tam olmalıdır. [26].


 

[1]Ayrıca bkz: 10 Kasım 1994 Bakanlar Komitesi'nce kabul edilen ve 1 ªubat 1995'te Avrupa Konseyi üye devletlerinin imzasına açılan Ulusal Azınlıkların Korunması Üzerine Çerçeve Sözleşme'nin başlangıç kısmı sözleşmenin "Viyana'da 9 Kasım 1993'de kabul edilen Avrupa Konseyi'ne üye devlet ve hükümet başkanları bildirisini izleme" amacına yöneldiği ve "Birleşmiş Milletler sözleşme ve bildirilerindeki ve AGİK belgelerindeki, özellikle de 29 Haziran 1990 tarihli Kopenhag Belgesi'ndeki ulusal azınlıkların korunması ile ilgili taahhütlerinin dikkate alındığı belirtilmiştir.

[2]AGİT sürecinde diğer temel hak ve özgürlükler için bkz: Fatih Karaosmanoğlu, Human Rights Norms in CSCE and The Behaviour of A State: Perceptions of Elities in Turkey, (Surrey: Surrey University, 1996), An Unpublished PhD Thesis.

[3]AGİT'in önceki ismi Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK) olup, 1994 Budapeşte Zirvesi ile isim değişikliği olmuş ve bu değişiklik 1 Ocak 1995 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiştir.

[4]A. Bloed, The CSCE Process From Helsinki to Vienna: An İntroduction, in A. Bloed (Ed.), From Helsinki to Vienna: Basic Documents of the Helsinki Process, Martinus Nijhoff Publishers., (1990).

[5]Bkz. HNS'nin Katılımcı Devletler Arasındaki İlişkilere Ait Prensipler Deklarasyonu'nun 9. prensibi ve 1989 Viyana Sonuç Belgesi 1. bölüm, 13. paragraf.

[6]İhtisas (ad hoc) toplantıların yetkisi hakkında bkz. Karaosmanoğlu, Fatih, An Evaluatin of the Human Rights Guaranties and Procedures under the CSCE process, (Nottingham University: LLM Thesis, 1992)

[7]Antonio Cassese, The Helsinki Declaration and Self-Determination, in Thomas Buergental (Ed.) Human Rights, International Law and the Helsinki Accord, 1977)

[8] İstanbul Şartı için bkz: Istanbul Charter for European Security of 1999, http://osce.istanbul-summit.org.

[9] Antonio Cassese, age. dipnot 7.

[10]Bu yaklaşım biçimi, aynı zamanda 21 Şubat 1992'de İnsan Hakları Komisyonu tarafından onaylanan Ulusal veya Etnik, Dini ve Dil bakımından Azınlıklara ait Bireylerin Hakları üzerine BM'nin tasarı halindeki Deklarasyonu tarafından da kabul edilmiştir. Bu tasarı halindeki Deklarasyonun 1. maddesi, devletlerin kendi ülkelerinde azınlıkların varlığını ve kimliğini koruyacağını ve kimliklerin gelişmesi için gerekli durumları teşvik edeceğini düzenler. Ayrıca, azınlıkların varlık ve kimliklerini belirlemeye ilişkin zorunlu yasalar yapma yükümlülüğü getirmektedir. Avrupa Konseyi bakımından bkz:

[11]Advisory opinion of April 6th, 1935, Permanent Court of International Justice, Series A-B, part 2, p.4

[12]İngilizce metin için Bkz: Vienna Concluding Document of January 15, 1989, 28 International Law Material (1989) 531.

[13]İngilizce metin için bkz: Copenhagen Concluding Document of the Conference on the Human Dimension of June 29, 1990, 29 International Law Material 1305.

[14]1989 Viyana Sonuç Belgesi, 4. Bölüm, Paragraf 1-4, 28 International Law Material (1989), 531..

[15]1991 Moskova Sonuç Belgesi, Birinci Bölüm, 2. paragraf.İngilizce metin için bkz: Concluding Document of the Moscow Meeting on the Human Dimension of October 3, 1991, 30 International Law Material (1991) 1670.

[16]Moskova Sonuç Belgesi Birinci Bölüm, 5. paragraf. Dipnot 15.

[17]Fatih Karaosmanoğlu, Human Rights Norms in CSCE and The Behaviour of A State: Perceptions of Elities in Turkey, (Surrey: Surrey University, 1996), An Unpublished PhD Thesis.

[18]Rein Müllerson, Human Rights Diplomacy, (New York: Routledge, 1997).

[19] Nigel S. Rodley, Collective Intervention to Protect Human Rights and Civilian Populations: The Legal Framework, in Nigel S. Rodley (Ed.), To loose The Bands or Wickedness: International Intervention in Defence of Human Rights, (London: Brassey's in association with The David Davies Memorial Institute of International Studies, 1992).

[20]Allan Rosas, State Sovereignty and Human Rights: Towards a Global Constitutional Project, in David Beetham (Ed.) Politics and Human Rights, (Oxford: Blackwell publishers, 1995), p.61-78.

[21]Helsinki Final Act of August 1, 1975, 14 International Law Material 1292.

[22]Copenhagen Concluding Document of the Conference on the Human Dimension of June 29, 1990, 29 International Law Material 1305.

[23]Charter For European Security, İstanbul, November 1999, http://osce.istanbul-summit.org/charter-for-european-security.htm

[24]Lozan Sulh Muahedenamesi, Kısım 1, Fasıl 3, Madde 37-45, in Mehmet Akzambak, Lozan'dan Günümüze Taraf olduğumuz Uluslararası Tüm Sözleşmeler, TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları No:80, İnsan Hakları 1. Cilt, Sayfa 1, (Ankara: TBMM Basımevi, 1997). Bkz. Madde 39: "Gayri müslim azınlıklara mensup Türk vatandaşı ise, müslümanların istifade ettikleri aynı medeni ve siyasi haklardan istifade edeceklerdir. Türkiye'nin bütün ahalisi ise, din ayrımı yapılmaksızın kanun önünde eşit olacaklardır. Din itikat veya mezhep farkı hiçbir Türk vatandaşının medeni ve siyasi haklardan yararlanmasına ve özellikle kamu hizmetlerine kabulüne, memurluğa ve terfi etmesine veya çeşitli meslek ve sanatı icra etmesine bir engel teşkil etmeyecektir..." (sadeleştiren: Fatih Karaosmanoğlu)

[25]Zaman Gazetesi, 11 Mart 2000.

[26] İlker Güven, Tuğamiral, Deniz Harp Akademisi Komutanı, 18 Mart Çanakkale Zaferi'nin 84. yılı Kutlaması Açış Konuşması, 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferinin 84. Yılı Kutlama Töreni (18 Mart 1999), Harp Akademileri Komutanlığı Yayınları, 1999.

 

 

Anasayfa Basından Yansımalar Master-Doktora Tezleri
Makaleler Öğrenci Tezleri Öğrenci Dialog Seksiyonu
Kitaplar Konferanslar Linkler
Bildiriler Fotoğraflar CV(Özgeçmiş)