HARMANLARIN UYANIŞI
          Bir rüzgar eteklerini sürte sürte geçer Anadolu'dan. Bir kağnı usul usul çiğner toprağını. Türkülerse söylenmez o ellerde. Türküler yakılır, ağıtlar yakılır. Çok güneşler doğar batar Anadolu'mda. Her gün doğumunda, umutlar ekilir toprağa ve bir gece ansızın mavzer sesleriyle, umutların katliamı seyredilir.
          Kan ve topraktan tanrıya emanet gövdeler bu karnı büyük obur dünya ya niye mi geldiler? Aslında hiç kimse sormadı onlara fikirlerini ama onlar analarının sütünü içtikleri gün, tarlalarda katledilmiş umutların, ağıtların türkülerin ve de yakılan yüreklerin, ruhlarını bedenlerinin üstüne geçirdiler. Onlar özgürlük 
rüzgarlarını coşturmak için Anadolu'da ve özgürlük tufanları tutturmak için dünyanın dört bir yanında, 
zalimlere mavzer, mazlumlara umut olmaya geldiler.
       Yuvalarından uçtukları gün ağlamaklı oldu gözleri. Ana, avrat, bacı. Hepsinin yakınlığı gidecekleri yol 
kadar uzaktı. Bir babaları olsaydı gözleri arkada kalmazdı ancak babaları da bu satırları hak ederek, al 
bayrağa sarılmıştı.
      Ey şehit oğlu şehit! Senin yazdığın destanları anlatmaya kelimeler dilsiz, temsiller ayaksız kalır. En 
namert bile gözlerini tutmaz artık, kaburga kemikleri kırık bir komutanı savaşırken görünce. Ve geride 
kalanlar için ne büyük bir gurur, ne büyük bir şereftir al sancağı tüm yaşananlara rağmen başlarının üzerinde görmek. Bir ana için, bir eş için, bir oğul için ne mukaddes bir duygudur oğlunun kocasını, babasının ruhunu o bayrakta hissetmek.
     
Elbette hak eden kral tacını ister, elbette ağaçlar büyüyemez susuz ve şu kesindir ki aslanlar bile bir gün başkasına muhtaç olur.
     Ama kralı en güzel mücevherlerle taçlandırır, ağaçlarını da sularsan gün ve gün ve aslanda oğlunu 
öğretirse ormanlara hükmetmeği elbet çıtalar rahatlıkla aşılır, hedefler vurulur ve namertler obur dünyaya
 hoş bir yem olur.
                                                               
Ahmet UÇAR

 

                                                               BİZLER ÖLMEDİK
           Ey , uğruna iki yüz elli üç bin şehit verilen edalı topraklar!.. Ey, kan kokusunu nefes nefes içine 
çeken nazlı martılar!.. Ey , evladını Çanakkale mahşerinde kaybeden gözü yaşlı analar!... Bırakın yas 
tutmayı! Yazık değil mi bu kuruyan göz pınarlarınıza! İnanın göz yaşlarınız boşuna... Bakın ! Bizler ölmedik, bedenimiz vatan toprağında , ruhumuz gamlı bulutların ardında...
          Ben , Cideli Mehmet Çavuş: “Düşmanı Anzak Koyu’nda karşıladım. İlk kurşunu kahpelere ben 
sıktım. Kurşunum bitti , yılmadım ...Yaradana sığındım, yüreğimi siper ettim... Gevurun pis kurşununa 
bedenim yenik düşse de,ruhum pes etmedi... Ben artık şehidim ve hala Anzak Koyu’nda hırçın dalgaların eşliğinde dimdik düşmanı gözlemekteyim...”
          Ben Lapsekili Ali..” Yavuklumun hasretini kalbime gömüp soluğu Tınaz Tepe de aldım. Ön cephede, 
zalim düşmanın kör kurşunları için günlerce kazdığımız siperler yeterli olmayınca kendimi süngülerin önüne atmaktan başka çarem kalmadı. Yavukluma sesleniyorum : Sakın ama sakın arkamdan ağlama , ben 
ölmedim , artık şehidim.. Hasretin içinde seni bekliyorum..Ben , yurduma kastedecek hain düşmanın 
acımasız saldırılarına , bedenimi tekrar siper etmek için Tınaz tepede beklemekteyim...”
          Ben Meryem ebe:” Conkbayırı’nda , ateş püsküren namlular arasında kahraman Mehmetçiğin 
yaralarını sardım.Pütürgeli Bilal , Yozgatlı Kınalı Murat, Ezineli Yahya Çavuş, Konyalı Mıstık ve daha 
niceleri, kollarımın arasında , kor düşmüş yüreğimin amansız atışlarını dinleyerek şahadet getirdiler.. 
Yer, gök şahidimdir ki ölmediler!.. Ve ben .. “ Onca şehidin arasında yapayalnız kalmış bir ben!..”Diye düşünüyordum ki , aniden göğsümde hissettiğim bir sıcaklık , bana yalnız kalmadığımı , cephede o 
ölümsüzlerle yine beraber olduğumu hatırlattı... Daha bir inançlı , daha bir azimli...”
          Ey , hayatlarının baharında şahadet mertebesine erenler! Ey, vatanını kendi canından aziz bilen Mehmetçik! Bedenlerinizi içinde barındıran , dün kanlarınızla kutsallaştırdığınız bu emsalsiz topraklar , yaktığınız hürriyet meşalesinin ışığı altında, damarlarında siz unutulmaz kahramanların kanını taşıyan , 
yüce Türk evlatlarıyla bugün ,ilim ve fenle yeşermektedir...
          Ve Ey! Dört bir yandan kıstırılarak yok edilmek istenen Türk’ün , ölüm sessizliğini, evreni titreten kükreyişiyle bozan eşsiz komutan, ulu ATATÜRK! Sayende yurdun dört bir köşesinde , gök yüzünde esen rüzgarların ahengiyle gururla dalgalanan ay yıldız al bayrağın altında , ilke ve inkilaplarının yılmaz bekçileri
 olan bizler , çizdiğin yolda emin adımlarla yürüyor , gamdan yoksun , korkudan uzak rahatça yaşıyoruz.... 
Çünkü arkamızda önderliğinle Çanakkale’de koca cihana diz çöktüren ve bugün hala Anzak Koyu’nda tınaz tepede Conkbayırı’nda, Kanlısırt’da,Alçı Tepede  , Koca Çimen’de Kaba tepede nöbet tutan şehitlerimiz... Sizler varsınız ... Sizler endişe etmeyiniz , yattığınız yerde rahat uyuyunuz.Çünkü ; arkanızda kana doymayan
 bu topraklar uğruna gerektiğinde gözünü kırpmadan canını hiçe sayacak yüz binlerce evlatlarınız.. Bizler varız....RUHUNUZ ŞAD OLSUN!                                                                                         
                                                               
HASAN SARIKIYAK

                                                 DESTANIN ADI : ÇANAKKALE
             Siz hiç Çanakkale'yi gördünüz mü? şehit kanlarıyla sulanan o kutsal toprakları. Bağrından kahramanlar fışkıran o yüce ovaları, tepeleri, dağları. Uğruna yüz binlerce kahramanın kan döktüğü, can aldığı, gözünü bile kırpmadan can verdiği o eşsiz diyarı. siz o toprakları görüp de hiç sordunuz mu kendinize nereden geliyor bu heybet, nereden geliyor bu ihtişam diye hiç sordunuz mu?
            
Sıradan bir yer değildir Çanakkale. Sıradan bir savaş meydanı hiç değil. Savaşın efsaneye dönüştüğü yerdir orası. Şehit olan yüz binlerce vatan evladının kanlarıyla inancın, kahramanlığın ve Türklüğün destanını yazdığı yerdir.
             Kötüye ,çirkine karşı bir milletin bütün gücüyle haykırdığı yerdir. Efsanelerin gerçeğe döndüğü, masalların hakikat olduğu topraklar o topraklardır. Orada bir başka doğar güneş, bir başka eser rüzgar, bambaşka yağar yağmur , bambaşka. kuşlar her geçişlerinde selam durur toprak altında yatan kahramanlara. Ağaçlar ninniler söyler onlara hiç bıkmadan ve usanmadan.        Ya toprak. kara toprak da kanlarıyla sulandığı yiğitlere karşı görevini saygıyla ve kusursuzca yerine getirir. Bir anne şevkatiyle bağrında yatırır o aslan yürekli yiğitleri. Anasına doyamayanlara ana , sevgilisine kavuşamayanlara yar olur toprak, arkadaş olur.
            Peki nedir bu yüz binlerce insanı cepheye çeken, iki yüz elli binden fazla kişinin seve seve canını vermesini sağlayan güç. Hangi sevgi, hangi tutku, hangi inanç. bu soruları sorup durdular birbirlerine Türk milletini iyi tanıyamamış düşmanlar. Şaşırıp askerleriyle Türk yurduna saldırma çılgınlığına kalkışmazlardı kaldılar Türk askerinin gücü, inancı ve azmi karşısında. Akılları ermedi Türkün gülerek ölüme gidişine. Oysa bilselerdi Türk milletinin vatan sevgisinin ne denli büyük olduğunu böylesine şaşırmazlardı. Belki de dünyanın dört bir yanından topladıkları askerleriyle Türk yurduna saldırma çılgınlığına kalkışmazlardı.         
            Saldırdılar da ne oldu? Ulaşabildiler mi kötü hayallerine? İki taraf için de cehenneme dönüştü Çanakkale. Sağanak sağanak bomba yağdı, mermi yağdı, ceset yağdı. Kırmızıya boyandı deniz, kırmızıya boyandı toprak. her iki taraf da büyük kayıplar verdi. Düşman bıktı, usandı, korktu. Ama Türk milleti yılmadı. vatanını düşman çizmesi altında ezdirmemek için kanının son damlasına kadar savaştı.  Ulu Önder Mustafa Kemal askerlerimize ölmeyi emretti kahramanlar kahramanı Mehmetçik bir an bile tereddüt etmedi. Ölüm yiğitlerimiz için korku değil sevgili olmuştu. Şehitlik, ulaşılabilmek için can atılan en yüksek, en değerli, en şerefli mertebeydi askerlerimiz için. Ve vatan demek namus demekti her şeyden önce , şeref demekti. Vatan toprağını çiğneyecek düşman çizmesi onurumuza sürülecek en büyük lekeydi.         
          Türkün namusunu düşmana teslim etmesi, tarihin hiçbir döneminde esareti kabul etmemiş olan bu yüce milletin esaret altına girmesi kabul edilemezdi. Kabul edilmedi de. İşte bu bilinçti Türk askerine kahramanlık destanları yazdıran. İşte bu azimdi kendisinden kat kat üstün olan düşmanını darmadağın ettiren. İşte bu inançtı gözünü bile kırpmadan ölüme koşturan. Bütün bu yüce duyguların birleşmesiyle yüz binlerce kahraman çıktı ortaya. insanlığa ders verdi bu yüz binlerce yiğit. Yüz binlerce destan yazdı, efsaneleri yeniden canlandırdı. 
          Tarif edilemez duygular kaplar benliğimi Çanakkale'yi her görüşümde her duyuşumda. Kahramanlık türküleri çınlar kulaklarımda.Güneşin her batışında yeniden şahit olurum bir devrin batışına. Askerlerimizin etiyle, kemiğiyle, canıyla, kanıyla yeniden yarattığı tepeleri, sırtları görünce bir kez daha gururlanırım atalarımla. Gözlerim dolar toprak altında yatan şehitlerimiz aklıma gelince. En yüce duygularımla selamlarım onları. Başımı dikleştirir ve böylesine yüce bir milletin ferdi olduğum için iftihar ederim kendimle. Bir kez daha  tekrarlarım o sihirli sözcükleri ; Ne Mutlu Türküm Diyene , Ne mutlu Türküm Diyene...
                                                           
SİNAN BURAK KURT

 

ÖLMEK İÇİN DOĞANLARA

Temmuzun sıcak günlerinin birinde,

İlerliyordu yol boyunca torunuyla,

Ak sakallı bir dede...

Arada bir durup bakıyor etrafına,

Alnındaki terlere aldırmadan...

Yine birden duruyor ve torununa:

“Hey gidi günler” diyor gülümseyerek;

“Evlat iyi bak bu yerlere,

Bundan yetmiş sene önce

Şu bacağını kaybetmiştir deden,

Kahpe düşmanı kurşunlarken.”

Çocuk heyecanlanıyor dedesi anlatırken

Ve soruyor:

“ Neden gelmişlerdi dede buraya?”

“ Neden ateş etmişlerdi sana?”

“ Neden saldırmışlardı vatana?”

Dede hiddetleniyor bu sorularla,

Yetmiş sene önceki öfkesi geliyor aklına...

“Çanakkale!” diyor.

“Çanakkale’yi geçmeye” diyor.

“Çanakkale geçilmez” diyor.

“Çanakkale;

Bir devrin battığı yerdir,

Çanakkale;

Binlerce şehidin yattığı yerdir,

Çanakkale;

Türk’ün düşmanı attığı yerdir,

Çanakkale;

Türk’ün zaferi tattığı yerdir...” diyor.

Ve gözünde dalgalanıyor

İki damla gözyaşı,

İki damla öfke,

İki damla sevinç...

Ve devam ediyor:

“Bir bir ilerliyor zalim düşman,

Hırçın bir köpek gibi durmuyor bir an.

Düşman bayrağı dalgalanıyor,

Düşman çizmesi geziyor,

Aziz vatan üstünde.

Esaret görmeyen bir millet

Bu kez de esir olamazdı,

İki yüz elli bin şehidin kanı,

Yerde kalamazdı.

Ve ulu önder topladı;

Dağılmış yüce milleti,

Gösterdi tüm dünyaya

Nedir Türk’ün kudreti.”

Yaşlı dede durup bakıyor,

Titreyen küçük gözlere;

“Oğlum” diyor. “Unutma,

Olacaktır düşmanın yarın da

Fakat bağrındaki sevgi,

İlelebet kalacaktır.

Bin değil milyon ölsek,

Bu vatan, bu millet

Bağımsız kalacaktır...”

Ramazan ARPALIK

              Çanakkale’ye
Bir Çanakkale ağıdı'dır dillerdeki ;
Bir Çanakkale türküsüdür.
Boşanır mermiler bir cepheden diğerine,
Kinler kusulur.
Aşk gözlerinden okunur Mehmetçiğin,
Vatan aşkı...
Kolay mıdır vatanına dil uzatmak
O sevgiyi yüreğinden kazımak kolay mıdır?  

Şimdi... Çanakkale mahsun uyanır her sabah
Ağlar her şafak vaktinde toprak,
Her şafak vaktinde ağlar alaca karanlık
Güneşin nefretidir aslında yansıttığı yeryüzüne,
Ağlayışıdır her sabah iki yüz elli bin şehide...

Toprak ölüm, ölüm vatan olmuştur Çanakkale de.
Bayrak kefen; kefen toprak olmuştur.
Analar evlatlarını vermişlerdir,
Çocuklar babalarını,
Kadınımız sevdasını gömmüştür Çanakkale’ye

Bir Çanakkale ağıdı'dır dillerdeki,
Bir Çanakkale türküsüdür.
Ölüm yoktur onlar için,
Aslında ölüm, Yaşamanın öyküsüdür.
                       
SEMİH GÜMÜŞBAŞ